22 Kasım 1930 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4

22 Kasım 1930 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

* hissediyorum. Bunun sebebi tahdi- . komisyon dedikleri bu heyete kırk- " tan fazla devletin murahhasları iş- “tirak ediyor. Bunların yanlarında ( hat işlerini bütün dünya büyük bir meselesi 15 teşrinisai (Cinevre) — Ci- nevredeki cemiyeti akvam binasm- da bugünlerde toplanmakta olan tahdidi teslihat heyetinden bahse- derken avrupa gazeteleri “komis- yon, tabirini kullanıyorlar. Tahdidi teslihat ihzari komisyonu şu mese- leyi müzakere etti, veya şu kararı verdi, diyorlar. (Vakit) a yazdığım mektuplar- da ben bu komisyon tabiri yerine ihzari konferans demek ihtiyacını di teslihat müzakereleri ile meşgul olan beynelmilel heyetin teşekkülü hakkında doğru bir fikir verebil- mek içindir. Filhakika avrupa gazetelerinin müşavirlerden, mütehassıslardan mürekkep ayrı ayrı heyetler vardır. Bu suretle her gün içtima vukubu- lan salonda yüz elli kadar aza top- Tanıyor. Diğer taraftan tahdidi tesli «hemmiyet ile takip ediyor. Onun i- çin ayrıca sâmi sıfatile birçok gaze! teciler bulunuyor. Bu suretle mede- ni meleketlerin hükümetlerini ve ef kârı umumiyelerini temsil eden bu büyük içtimaa konferans demeği daha muvafık buluyorum. Beynelmilel konferanslarda ban gi lisan ile maksatlarını ifade ede- cekleri meselesi bittabi büyük bir) ehemiyeti haizdir. Cemiyeti Akvam| meclisi müzakerelerinde resmi li-| san olarak fransız ve ingilizce ka-! bul edilmiştir. Onun için tahdidi teslihat ihzari konferansında her hangi bir devletin murahhası ister- se fransızca, isterse ingilizce söyli- yeb''ir «J. konferansta biri fransızca izceye, diğeri ingilizceden zaya tercüme etmek üzere İ-| man vardır. Eğer söz söyl yen bir murahhas nutkunu fransız- ca irat ederse ingilizce mütercimi onun sözlerini mot eder, hatip biti- rir bilirmez derhal ayağa kalkarak onun sözlerini yüksek ses ile ingi- Tizce olarak tekrar eder, Eğer bir murahhas ingilizce söylemiş ise bu İğer memleketlerin murahhasları az! Puşkin. den Dünkü kısmın hülâsası; (lhtiyar posta memurunun bikâyesi benüz bitmemiştir. Kızını kilisada bula mayınca yarı ölü bir hılde evine dönü- yor. Etrafa haber seliyor ve kızının süvari zabiti ile beraber kaçtığını ögre- niyor.. Ihtiyar bu felaket haberi karşi- sında yatağa düşüyor. Biraz eyileşi sonta“Sı. Petersburg,e kız aramağı gidi yor. Süvari zabitini Obulüyor. Fakat ondan aldığı cevap müthiştir: Kızı evine dönmiyecek. Sevgili kızını son defa görmek için evine gidiyor. “ Dounis, babasını görünce düşüp bayılıyor. Süvari zabiti zavalı (o ihdişari merdivenlerden aşağı yuvarlamıştır | Posta memuru sakallarına karışan yaşları sildi ve hikâyesini şöyle bitirdi. (Tam üç sene olüyor.. kızımdan, saade- timden ayrı yaşıyorum. Ondan hiçbir Artık orasını Allah bilir. Zavallı kızım rezil bir yolcu tarafından baştan çıka- rılan ve biraz sonra sokağa atılan kız ların ne ilki ve ne de sonuncusudur.) (St, Petesrbug) bugün kadifeler ve at. laslar içinde gezen fakat yarm sokak süpürücülüğü menzilesine düşen nice genç ahmaklarla doludur. Bazı defa| (Dounia) mın da böyle bir akıbete uğ- rıyacağını düşünerek ne olur ölse del İkabahatini kara topraklar örtse diye, dua ediyorum... İhtiyar dostumun hikâyesi burada bitmişti. Ruhumda öyle derin bir inti- ba bırakmıştı ki onu ve kızını unutmak kolay olmadı. ... Birkaç gün evvel küçük (...) kasabasın- dan geçerken ihtiyar dostumu hatırla- dım. Onun idare ettiği istasyonun >< çok lisan müşkülâtile karşılaşıyor. Bu vaziyet üzerine kendi arala: rında müsahabe ceryan eden iki murahhastan biri demiş ki: — Konferansa iştirak eden mil- letler arasında hukukça tam bir mü savat olmak lâzımdır. Halbuki kon feransta resmi lisanım fransızca ve ingilizce olması bu müsavatı filen ihlâl ediyor. Ben konferansa dahil olan bütün memleketler murahhas- larmm kendi milli Bisanlarile söz söylemesini, hepsinin fransızcaya, yahut ingilizceye tercüme edilmesi- ni istiyecek değilim. Resmi lisan | defa diğer tercüman sözlerini fran- $ızcaya tercüme eder, Binaenaleyh konferansta her “ söz bir kere fransızca, bir kere in- gilizce olmak üzere iki defa söyle- ohiyor. * Bir murahhas fransızca sözüne baş- “lar başlamaz derhal ingilizce mü- “ tercimi kalemini ve defterini eline “alır, hatibin bulunduğu masa bir “ az uzakta ise derhal yerinden kal- sözlerini süratle not eder ve söz bi- “sın sözü uzun olur, belki yarım sa- “lür. “ dikleri muvaffakıyetten dolayıdır! “lira maaş demektir. Konferansın mütercimlerinden , bahsederken bunların bir lisanı di- “gerine şifahen nakletmek hususun- da gösterdikleri meharet ve ikti- darı bilhassa kaydetmek isterim. kar, onun masasının yanma gider, ter bitmez kendi yerine gelir, ora- dan hatibin sözlerindeki en küçük teferruatı bile kaçırmıyarak tercü- mesini yapar. Bazan bir murahha- at sürebilir. Bununla beraber tercü- yanın bütün bu sözleri büyük bir muvaffakıyetle tekrar ettiği görü-! Konferansta bu tercüme mesele- sinin müşkülâtından ve bu müşkü- İâta rağmen mütercimlerin göster-i ki kendilerine çok yüksek maaş ve- rilmektedir. Her bir mütercim ayda 300 ingiliz lirası kadar bir para alır ki bugün bizim paramız ile üç bin Konferansta fransızca ile ingi-| lizcenin resmi lisan olarak kabul e- dilmiş olması tabit olarak milli li- sanları fransızca ve ingilizce olan memleketler için bir nevi imtiyaz teşkil ediyor. Bu memleketlerin mu rahhasları lisan müşkülâtmdan ta mamen azade olarak #endi milli li- konferansta gine fransızca ve ingi- lizce olmakta devam etsin. Ancak milli İisanı fransızca olan murah- haslar konferansta ingilizce keza- ik ana lisanları ingilizce olan mur- aslar fransızca söz söylemeğe mecbur tutulsun. Ta ki Amerika, İngiltere, Fransa ve Belçika gibi memleketlerin omurahhasları da diger milletlerin neler çektiğini bu suretle anlasın! “Konferansa bu yolda bir teklif yapsak nasıl olur?,, İçinde biraz ciddiyet, biraz da lâtife bulunan bu sözde, inkârı ka- bil olmıyan bir hakikat bulunduğu- nu da itiraf etmek lâzımdır. Konferansta söylenen her sözün bir kere de fransızca veya ingilizce! olarak mütercimler tarafımdan tek- rar edilmesinde büyük bir faide ol- duğu şüphesizdir. Bu sayede iki li- sandan birini bilen her ecnebi mü- zakeratın cereyanı anlıyabiliyor. Vakıa hatibin sözünü dinliyen ve! anlıyan bir adam için bir de tercü- mesini dinlemek faidesiz, belki de can sıkıcı bir şeydir. Ancak konfe- ransta bulunan bütün murahhaslar mütercimleri dinlemek istemedikle- ri zamanlardan da kitap veya gaze- te okumak, yahut cereyan eden mü! zakerat üzerine notlar hazırlamak, yahut zihnen yorulmuşlar ise kori- dora çıkarak biraz dolaşmak sureti le istifade ediyorlar. Hatta isterler-| se konferans salonundan dışarıya çıkmaksızın cigara bile içebiliyor-| lar. Bu itibar ile Cemiyeti Akvam mü zakerat salonları ile milli parlâmen to meclisleri arasında manevi ve ah lâki noktai nazardan değil, şekli ve itiyadi noktai nazardan da büyük sanlarile maksatlarmı kolaylıkla i- fade edebiliyor. Buna mukabil di,| bir fark derhal göze çarpıyor. Mehmet Asım haber alamadım. Sağ mıdır, ölü müdür.| Nskleden : Hasan Şükrü kümetçe lâğvedildiğini işitmiştim. “İh- tiyar posta memuru hâlâ sağ mıdır?,, verdim... girdim. Küçük posta dairesi menin önünde ihti dım beni karşıladı. Posta memurunun bir sene evvel öldüğünü, evin bir kira- cı tarafından tutulduğunu ve kendisi- nin de kiracının karısı olduğunu söyle- di.. Faidesiz yolculuğuma ve boşu boşu na sarfettiğim yedi rubleye acımağa başladım. — Neden öldü?. — İçkiden!.. — Nereye gömüldü? — Köyün kenarındaki omezarlığı “merhume karısının Yanına,,... — Burada beni mezara götürecek kimse bulabilir miyim?7, — Biraz bekleyin! İvan İvan! gel bu efendiyi mezarlığa götür. Ve posta memurunun mezarını göster... Yırtık paçavralar içinde zaif bir ço!" cuk bana doğru koştu. Beraber yürü- dük. — Ölüyü tanır mısın diye sordum. — Onu tanırım. Onu kim tanımaz ki. Düdük yapmağı bana o öğretmişti, Allah rahmet eylesin. Evinden çıkar çıkmaz arkasından koşardık..- “Büylik baba, büyük baba. bize fm- dık ver. diye bağırırdık o da bize fındık verir bizimle oynardı.. — Buradan geçen her yolcu onu ha- tırlıyor mu?.. — Buradan şimdi pek az yolcu geçi- yor. Yalnız muhamminler sık sik uğrar- lar, fakat onların ölülerle pek alâkadar oldukları yok... Gecen yaz buradan bir hanım geçmişti, Posta memurunu ara dı ve mezarına gitti, Merakla sordum. — Nasıl bir hanım? — Çok güzeldi. Altı atlı mükellef bir araba ile geldi. Yanında üç çocuğu, süt annesi kileük bir köpeği vardı. Pos ta memurunun öldüğünü duyunca fer- yada ve saçlarını yolmağa başladı. Ço- cuklarına. — Bir tarafa kımıldamayım, ben me zarlığa gideceğim.. dedi. Ona yol göstermek istedim.. Fakat: — Ben yolu bilirim, istemem. Dedi ve bana bir ruble bahşiş verdi. İşte böyle bir hanımdı 0?... Mezarlığa gelmiştik. Mezarları göl- gelendirecek tek bir ağaç bile bulunmı yan bu yerde ruhum karardı. Tüylerim ürperdi. — İşte ihtiyar posta memürünun me zarı, — O hanım buraya geldi mi?. — Evet!.. uzaktan onu takip etmiş. tim. Buraya geldi.. Yüzü koyun mezara kapandı dakikalarla bu halde kaldı. Ve sonra yavaş yavaş köye döndü. Araba- sına bindi. Ağlamaktan şişmiş gözleri- le bana güldü ve bir ruble daha verdi. İşte böyle iyi bir hanrmdı 01... Zavallı yavrucağa ben de bit ruble verdim. Yolculuğun yorgunluğuna ve bu w- ğurda sarfettiğim sekiz rubleye hiç a- cımadım... i en YAZAN : Ömer Rıza Ayşeye, Hazreti Peygamberin en çok sunllan izi avaz an kimi sevdiği sorulduğu zaman “Resulü'yor, onlar Aliye karşı harp ilânı an lomsradı.. Oraya uğrumamuğa Karar Ekremeen çok Fatmayı severdi, demedi!yorlardı. Ben onlara, (Ali) nin bu'işi mi? (1) Sonra Hazreti Peygamberin er- bir ziyafet vererek onu İzaz düşman ve rakip bildiği insanlara böyle mi yapar? Teyze, sen ashabı biribirine düşürmek, bir takım dedi kodular çe etmek, onların şanma halel vermek İ- uydurmalarına kulak vermiş ve onlara inanmışsın. Halbuki hakikat, bunun hi- lâfınadır. Sana gösterdiğim deliller kâ- fi değil mi?. — Kâfi kızım! Fakat ben sana inan- dıklarımı değil, duyduklarımı söylüyo- rum. Sen bunları da Hazreti Ayşeye söyle de onun gözü «: Hasımların naklettiğim sözle-“en istifade et- 7) Hazreti Ayşe, Muharriri Ömer Ri. sa “© 166. 71 Keza. 3) Imami Tirmizi, 4) İbni Hanbel, cilt2, sahife 96, melerine “lol, arı sen ! din Ayşeye söyle senel.. — Cesaret edemem. Ben milminlerin annesine böyle sözler söyliyebilir mi yim — O halde sen merak etme!. Bunla. Tı ben ona söyler ve onun nazarı dikka- tini celbederim. Leylâ rica etti: — Mademki siz 7122--© Ayşe ile gö- rüşeceksiniz, « halde onu cidalden vaz- geçirecek, sulh ve müs iter 1 € decek sözler de öyliyebilirsiniz. Kendi si Hazreti Aliye yardım etse de “isi birlikte iüfe'tlerin aleyhinde hr—et etseler daha iyi olmaz mı... Tler halde BİZ ya“yEe *s#iniz olur. — Leylâ, lızım, ben barışıklık için elimüen geleni ye» “rm.. Sen müsterih öl, ve kendine iyi kak. Sana verdikleri dü ilâer i; Çabuk 'T-girsin. “ınlar bu ”<”,Tüyerken dı. gn“ ayak seslerinden Ayşe tarafı. dar. kabul olunan ümeranım çıkmakta olduklarını anladılar. Lübabe (o dışarı çıkmış, Hazreti Ayşeye rasgelmiş, ve © na misafirlerile görüştüğünü söyliye- rek kendiz'uden müsaade istemişti. Ay- şe onu alıkoymak için uğraşmış, fakat Lübabe çok geciktiğinden başka bir va- kit geleceğini söyliyerek çıkıp gitmişti. Hazreti Ayşe doğrudan doğruya Leylâ nın odasına gitmiş, onun hastalığından kederlenmiş, ve kendisine ilâç verilip ve rilmediğini sormuştu. İhtiyar teyze o- nun sulu balı içmediğini söylediğinden Ayşe bal kadehini eline almış ve Leylâ- ya uzatmıştı. Leylâ, kadehi onun elin- den alarak dikmiş, birkaç dakika sonra bunun faidesini hissetmişti. Hz. Ayşe biraz sonra Leylâya bir miktar deve sü tü getirmelerini emretmiş ve Leylâ onu da içtikten sonra yataktan kalkmış ve Hazreti Ayşenin yanma oturmuştu. Ayşe onun açıldığını gördükten &on- Bükreşte Mason locası bomba ile berhava edildi Bulgarca «Jora» gazetesinden: Bükreşten alınan malumata göre, oradaki mason locası bom- ba ile berhava edilmiştir. Bu hadise üzerine zabıta, ma- sonlar mecmuası muharrirlerin- den Toma Petresko, Mihay Pre- jesko ile ayni mecmuaya yazı yazmakta olan bir kaç Darülfü- — Haydi, kızım, seni bahçeye çıkara yım da bir hava alalım, demiş ve onun koluna girerek aşağıya inmişlerdi. Bah- çe bir hurmalıktı. Onun etrafı hurma ağaçlarile örülmüştü. Bahçenin ortasın-| da bir çardak vardı. Ayşe, Leylâ ve ih tiyar Teyze buraya girmişler, oturmu$- lar, ve konuşmağa başlamışlardı. Ayşe, saatlerce kabul ettiği mera ile ne görüştüğünden bahsetmedi. Bu çünkü tazeleyemiyecek derecede yorul- muştu, Kendisi saatlerce perde arkasın dan müzakereleri idare ve ıslah hare- keti için hazırlanmak lüzumunu müda- faa etmişti. Ayşe, bir az bekledikten sonra misafirini tenvir etmek istedi; — Leylâ, dedi, bugün çok yoruldum. Maksadı analtıncıya kadar neler çek- çin çalışan münafıkların boş ve sahte — 66 — medim. Ben ıslah hareketinden bahse de günahı yoktur, bütün vebal, cinaye Bir sonbahar güniydi.. koyu bulutlar) Keklerden en çok kimi sevdiği sorulun- irtikâp eden müfsitlere aittir, onla havayı kaplamıştı. Biçilen tarlalardan|©2 “Fatmanın kocası!,, cevabını verme. yakalıyarak cezalarını vereyim, diy ağaçlardan kopardığı sarı ve krımızıldi mi?. (2) Hepimiz Hazreti Alinin il ram, onlar, bana (Ali) nin bunları | yaprakları sürükliyen sert ve soğuk bir)abaya dahil olduğunu kimden öğren-maye etmesine mebni onlara şerik 83 rüzgâr esiyordu. Tam öğle vakti köyeldik. Ayşeden değil mi? Hazreti Ayşe,|lacağını söylüyorlardı. Uzun münaka: önünde|kendisinden fetva almak için gelenle|lardan sonra onlara hakikati anlatab durdum. “Dounia,, ile öpüştüğümüz böl|rin çoğunu Aliye göndermiyor mu? (3)İdim. Sulh ve salâh namrna, vahdeti iyar ve şişman bir ka-lAli, her seferden döndükçe Ayşe ona|min namına, eski huzur ve sükünü İt etmiyor|namma hareket etmek lâzrmzeldiğini muydu? (4) İnsanın hasım tanıdığı; zah ettim. — Allah sizden razı olsun!. — Fakat senin Mehmet hakkında dığım haberlerden hiç memnun olm (ikararak halkın onlara hürmetini izalel dım. — Neden?. — Çünkü o da, Osmanm en müth hasımları ile birlikte hareket etmi onu öldürenlerle beraber bulunmuş “ bana verdiği sözü tutmamış. O kadı ki bizzat onun Osmanı vurduğu bile si leniyor. — Yalandır, efendim. Mehmet Osm nın yanma girmiş, Osmanın bir iki # zünden kuşkulanarak sakalına yap' mış, fakat onu bırakıp çıkmıştı. Bur ben de Naile de şehadet ederiz. İki kadın konuşurken dışarda bir F tırtı koptu. At nalları, at kişmemelei duyuluyordu. Anlaşılan (Mekke) ye m him bir kafile gelmişti, Acaba bu kaf lede kimler vatdı?.. , Ayşe henüz düşünürken hizmetçil! rinden biri gelerek müsade istedi: — Medineden büyükçe bir kafile ge di. Kafilenin başmda Talha ile Zübe? bulunuyor. Bunlar hururunuza kab olunmak istiyorlar. Bu haber, Ayşeyi son derece alâk dar etti. Talha ile Zübeyrin bu srraf Medineyi bırakarak (Mekke) ye gelri leri çök mühim bir hâdise idi. Av ların hemen kabul ederek vasiyeti sd” mak İstedi ve bahçedeki çardağa geti melerini emretti. Sonra Leylâya dör rek: — İsterseniz burada kalmız.. İster niz çardağın arkasında oturunuz ve ” safirlerin gitmelerini bekleyiniz. Bu * yede getirdikleri haberleri de olursunuz. Leylâ ile ihtiyar teyze çardağın 31” sına çekilmeği tercih ettiler. Leylâ, PU ların getirdikleri haberleri, iştiyak i dinliyordu. / A; içinde idi. Kendisi eg aparialar bekliyord! Bunlardan evvel Talha, geniş KöğÜ ve beyaz sakalıile kırmış onu Zübeyr kip etmişti. İkisi de Hazreti Ayşeyi Pİ metle selâmlamışlar, ve onun gösteri ği yere oturmuşlar, başlarını eğmişi€ bir az dinlendikten sonra konuşmif başlamışlardı. Hazreti Ayşe onlara sordu: — Hayır ola! Medineden niçin ay” Ğİ Zam zn a ML e ŞİŞ ' Kazanmakiçif ilk şart ilândır. Mânsız kazancı artırma”? savaşmak, havada 18" yaresz uçmıva çalı”

Bu sayıdan diğer sayfalar: