8 Nisan 1950 Tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 3

8 Nisan 1950 tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

© işitan 1080 YENİ İSTANBUL — Bayfa 3 Demirpeıde'yj yırtıp kaçanların hayatı. Bize sığınan burada nasıl mülteciler, yaşıyorlar? Memleketimizde yerleşenler veya sonradan başka tarafa gidenler içinde, pek çok kırallar, başbakanlar, bakanlar, sefirler ve ilim adamları bulunmaktadır. Türkiyeye sığınmış olan — mülte çilerin, burada yaşadıklarını anlatmadan evvel, — onların — kendi memleketlerinden hangi sebepler al finda kaçtıklarını kısaca — söylemek isteriz. Memleketimize 1947 den evvel de peyderpey mülteci gelmişse de, bil- hassa bu tarihten sonra onlar, — hiç fasılasız şekilde buraya doğrü ak- mağa devam etmişlerdir. Başlangıç ta, yalnız zengin ailelerin ferdlerin den, münevverlerden ve serbest mes- dekte çalışanlardan mülteciler. geli- yordu. Çünkü, her tarafta aymı olup Mahalli Şartiara göre, ufak değişik liklere uğrıyan Bölşevik üsüllerinin komünistleştirme plânları, evvelâ bu Sınıf halka darbe — indirmekte — idi. Fakat, sadece Bolşevik zihniyeti ile hareket eden — sendikaların — tazyiki karşısında bazı ameleler de, kaçmakta bulup bize — sığınmışlardı. Bundan sonra, — Bulgaristan, — Rü- manyada ve diğer Balkan memleket- lerinde kolhoz teşkilâtı zorla tatbik edilince, kaçma sırası köylülere gel di. Mülteciler arasında — bu — cins köylülere rastlamak, İnsanı — gayri ihtiyari teessüre sevkediyor. Çünkü biliriz ki, köylü, mukaddes tanıdığı toprağını ancak çok büyük felâket ler, âfetler karşısında terke mecbur. olur. İşte bu âfet, komünizmdir. Buradaki mültecilerin büğük ek- geriyeti, mühim bir mevkie ve şah> iyete sahip olmayan, kendi halinde kimselerdir. Zira komünist idare, hiç tefrik yapmadan, zalim — üsüllerini herkese karşı kullanmaktadır. — Bu- 'nunla beraber, evvelce memleketle- rinde çok mühim mevkiler işgal et- miş, şöhret ve isim sahibi kimseler de vardır. ki, bunların bir. kısmını, komünizm yüzünden resmi ve siyasi yazifelerinden istifa ederek Türkiye- de kalmış olanlar teşkil eder. Mem- leketimize iltica eden bu mühim şah- giyetlerin bazılarına ait bir liste ter- 'tip ederek, isimlerini ve mesleklerini bildirmeği faydalı bulduk: Arnavutluktan: Mehdl Bey — Pra- geri, eski Filistin valisi ve — sonra Başbakan; Hasan Dosti, Hür Arna- vut Komitesi âzası; Musa Yuka, es- Ki İçişleri Bakanı; — binbaşı Abbas Kupi, Hür Arnavut Komitesi âzası; Gi. Cemal Arantias,eski Milli Savun- ma Bakanı; ve Gazi Han Bessolt. Bulgaristandan: — Listenin - başına, komünist manevrası ile memleket: 'ten çıkarılan ve bir müddet İstan. bulda kaldıktan sonra Mısıra giden Kıral ailesini koyabiliriz( Bu aile, Kıral Simion, Ana kıraliçe Giovan- na, Prenses Maria Luisa'dan ibaret olup kendilerine Albay Marçef refa- kat etmektedir. Geri kalan mülte- ciler de şunlardır: Nikola Balabanof, eski Ankara fevkalâde elçisi; Anton Antonof, aynen Ankara elçisi; Kos- ta Spisarevski, eski İktisadi. milşa. vir; Mirço Konstantinof, eski ticaret ataşesi; Nikola Stançef, eski konso- Jos; Dimitri Karagözof, eski konso- los; Yanko Peyef, eski Tokyo elçi- Si; Prof. Georgi Petkof, sosyalist li deri ve mebus; Nikola Kosta Şopof, ziraatçi mebus; Stratia Skerlef, me- bus; Albay Bogdan Velizarof — (10 Arzın etrafında dönmekte olan yeni bir seyyare Londra, 7 (Nafen) — Harvard Ü- niYersitesi astronomları — arzın etra fında dönmekte olan yeni bir “seyya- re,, keşfettiklerini bildirmektedirler. Bu keşfe büyük ehemmiyet verilmek- tedir. Çünkü daha çok “asteroides, denilen 'bu. cisimlerden - binlerce ol. masına rağmen yalnız arzın etrafın. da dönenlerden altısı tanınmaktadır. subay ve 30 askerle gelmiştir); Ar sen Nikolof ve Boyaciyef büyük sa nayici; Milan Popof, eski — İstanbul konsolosu; Hristo Popristef, eski İs- tanbul hasın ataşesi; Albay Mihala kef, Bükreşte eski askeri ataşe. Çekoslovakyadan: —1 K Krakoski, eski Ankara fevkalk çisi; Miloş Krupka, eski elçilik müs- feşarı; Lüdvig Dvorzak, eski Anka. Frantişek Hincik, eski İstanbul konsolosu; Brukal ve Şalupek, elçilik kâtipleri. Bunlardan başka, 1948 de hürriyeti seçerek bir müddet m kalan. dün: mleketimizde yaca meşhur Çek keman üstadı Va- 5a Prihoda da vardır Macaris M: — Bela — Andahazi Kasnla, eski Ankara fevkalâde elçi: Ssi; Lukas Perenyi, — Ankara elçilik müsteşarı; Gyula Gülecsi, eski fev kalâde elçi; Pal Fabri, elçilik kâtibi ve mebüs; Güstav — Ritsel, — kâtip; Tecsi Emilia ve Riedinger, kâtipler ayrıca, Macaristandan pek çok bah- riydi ve tüccar gelmiş olup memle- ketimizde yerleşmişlerdir Polonyadan; M. Sokolnici, eski An- kara elçisi; Balinski, eski — elçilik Müsteşarı; Zimmal, eski askeri ata- e: Korsak, eski konsolos; — Stami: zeski,, eski konsolos; Kilezinski, es- ki konsolos; ve daha 10 yüksek me- Rumanyadan, Aleksandru — Kret- eski Ankara fevkalâde elçisi, Prof. Augustin Popa, milli komite Azası; Vasil Bibesku, eski İstanbul konsolosu; Vasil Ratziu, eski askeri ataşe; İon Ekonomu, eski deniz ata- şesi; Aurel Decel, eski kültür müşa- viri; Mircea Buesku, eski ticaret a- taşesi; Gitza Jonesku, eski — iktisat müşaviri; Mircea — Teohari, — vapür kumpanyası eski direktörü; İon Be- ler, Transilvanya/ vapuru süvarisi; Müron Stefanesku, ikinci süvari; bü- yük sanayici Malaksa ailesi; Emil Marinesku, sanayici — Matei — Gika Kantakuzino, mühendis; Albay — M. Opran; M. Georgiu, gazeteci Vintila Bratlanu, avukat; Konstantin Abe les, Stankulesku ve Stratilesku pilot tayyareciler; Emil Ciurea ve Dimitri Popesku, Dimitriu ve Nunutza Du- Mitresku, Katalin Viadesku - Olt, es- ki elçilik kâtipleri. Yugoslavyadan: Dragişa Tzvetko- viç, eski başbakan; Petar Jivkovic, eski başbakan; İlya Şumenkoviç, es- Ki Ankara elçisi; Duşan — Petkoviç, eski elçilik müsteşarı; Albay Viadi. mir Periç; Sokoloviç, eski — elçilik müsteşarı; Luka Lukoviç, eski İs- tanbul konsolosu; Nenadoviç Pera- zİÇ, eski elçilik kâtibi Göleviç, eski İstanbul konsolosu: Albay Branko- viç, eski askeri ataşe; Gi Ranaso 'eski askeri ataşe; Momçilo Petroviç, eski basın ataşesi; Zindeviç elçilik kâtibi;. Vukoyçiç kardeşler, — Moser, Dragutin Franya, fabrikatör ve sa- nayici. Evvelce de söylediğimiz. gibi, bi sahıslardan bazıları Türkiyede kısa zaman kalıp Amerikaya, — İngiltere- ye, Fransaya, Brezilyaya, ve Arjan- tine gitmişlerdir. Diğerlerinden mü- him — kısmı burada yerleşmiştir. Di- Rer memleketlere, bilhassa Amerika- ya giden büyük şahsiyetler, — orada kendi milletlerine ait “milli komite' der kurarak vatanlarının kurtulüşü için mücadeleye girişmişlerdir. Rus işgali altındaki Balkan memleketleri halkı da, hakiki hükümet — olarak, Sovyetlerin kuklalarını değil, bu mil- ll kömiteleri tanımaktadırlar. — Mi letleri tarafından sevilen bu kıymetli gahsiyetler, içeriden halkın ayakla- nacağı ve komünist esaretinden kur- tulacağı günü bekliyerek, — dışardan memleketlerinin hürriyeti için çalış- maktadırlar. ÜSÜT KEKMUPLARİ) Lozandan Fransaya geçerken ”Beau Rivage” denilen ve içinde birkaç yüz kişiyi kolaylıkla barındıran büyük otelin başgarsonu, Lozan'da sulh müzakereleri yapıldığı sıralarda Lord Gurzon'un başına gelen tuhaf bir vakayı tekrar tekrar anlatmaktan kendini alamaz LOZAN tsviçrenin büyük bir üniver: 'site şehri ve ticaret merkezi olma- sına rağmen, daha ziyade bir ziraat memleketinin merkezi — manzarasını arzeder. Çünkü, Lozanın arkasında büyük bir ziraat sahası Vardır ve bu ziraat sahası bilhassa harp zamanın- da, İsviçrenin mühtelif noktalarına gıda işleri maddesi bakımından bü- Yük bir yardımda bulunmuştur. Lo- bizce ora Üniversitesinde yetişen ve yetişmekte olan talebele- riyle ve bilhassa Lozan sulhiyle ta- nınmıştır. Türk istikllinin büyük te- meli Lozan Sulhü ile kurulmuştur 've 'TTürkiyenin terakkisinin en büyük engeli olan kapitülasyonlara, orada nihayet verilmiştir. - Lozan Palasın ihtiyar ve şimdi tekalit olan kapıcı- #ı, bu hâdiselerin canlı bir şahididir Ne vakit bu otele gitsem bana ilk fırsatta bunları anlatmaktan zevk düyardı. Lozanın Cenevre gölü saha- Sının en meşhür yerlerinden biri o- lan Ouchy, bu hatıraların binbir mi- Saliyle doludur. “Benu Rivage” de- nilen ve içinde bir kaç yüz kişiyi ko- laylıkla barındıran büyük otelin baş garsonu, Lozan Sulhu müzakereleri yapıldığı sıralarda - Lord Gürzon'un başına gelen tuhaf bir vakayı anlat- maktan kendini alamaz ve dinliyen- ler tekrar olsa dahi, tıpkı yeniden işi- tiyorlarmış gibi dinlerler. Verilen bü- yük bir ziyafette, lokantada çalışan garsonların mıktarı kâfi görülmemiş ve garson mektebinden yardım için talebeler istenmiş. Bunlar, belki na- zariyeyi gayet iyi bilen gençlerdi; fakat — tatbikatları henüz o kadar fazla olmadığı için, bir tanesi, uzun ve gümüş tabak içinde bulunan 1s- panak ezmesini Lord Gürz Sına dökmeye başlamış. Korku ile eli ayağı titçiyen genç talcbe, tekmil tabağı Lord Gürzon'un ensesinden a: sağıya dökmüş. Lord Gurzon hiç bir şey olmamış gibi tebessümle ayağa kalkmış, arka arkaya kapıya kadar gittikten sonra kaybolmuş. 5 dakika gonra, yanında taşıdığı ihtiyat yeni frak ile, yüzünde her zamanki tebes- Sümü, salona girmiş. Bu İngiliz, soğukkanlılığını ve det adamı denilen kimsenin her şeye kızmamayı bilmesi icap — edeceğini Bösteren güzel bir misaldir Lozan ile Cenevre arasındaki. me- safe 62 kilemetredim Yine bu yol - zerinde sizi Cenevreye götüren adet- leri sayısız trenler, otobüsler ve bil- hassa otomobiller olduğu gibi, bir de (Yarın 4 cti röportaj) bütün Cehevre gölü — üzerinde yaz mevsimi esnasında muntazam hare- ket eden vapurlar vardır. Lozan ile Cenevre arasındaki / fark, Lozanın Cenev eski Cemiyeti Akvam binası Alman ve Fransız kültürlerinin her ikisinden birer parça almasına mu- 've hattâ karaborsa fiyatı ile İsviç- rede aldığımız fiyat arasında büyük Tar Ja “malül olduğu dar cüret rük olabilir saafeyle sahasında, edebiyat tehlikelidir Jara dayanan, ON Yıllarda tarihe tarihine dair mebzul diyebile azılarının ise neticesinde tahmin e lemiyecek derecede gaflet ve Ayat tarihinin indi dikkatsizliğe - hele hiç tahammülü yoktur Küvvetini ve Akadan alamıyan bir hüküm ne ka: ortaya atılırsa atılsın çü- Hele dikkatsizlik, bir Mübaliliktir ki, bir insanın yaşa- yış tarzında görülünce, karşılanabilirse hele devrimizde rihi mevzularında — pek Teşrih edilecek hatalar sahibini gülünç eder. bunların arasında okuyanı yanıltmayan, Çü gibi bahislerde meraklı olanları, hattâ erbabını istifade ettiren değerli eserler de ara sıra görülmektedir.Me- selâ pek mühterem ilim Vesikalara dayanılarak yapılmış bir edebi etüd in ve edebiyat tarihinin indiyata ve dikkatsizliğe — hele zamanımızda — hiç tahammülü yoktur. Kuvvetini vesikadan alamıyan bir hüküm, ne kadar cüretle ortaya atılırsa atılsın çürüktür Yazan: Ali Canib YÖNTEM bu noktadan son neşriyat a model olmağa llyakat kae ceğimiz neşriyat vardır. Fakat | zanmış bulunmasıdır. esefle söylemek iktıza eder ki, bun Jarın bir kısmı “indiyat” denilen fer-| | Son günlerde, bu mahiyette, yanl Gi hükümlerle doludur. Hele bu neve | geç vesikaları iyi kullanmak mehâ- giren bazı eserlerin, bu hükümleri, | retini gösteren küçük bir eser daha ayni zamanda — mütehakkimanedir. | okudum. Bu eser, Ankarada Atatürk Öyle ki, yazanların nazarında -cski | Tiresi Öğretmenlerinden Fevziye Ab. huküki — bir. tabir kullanacağım -İ / düllah Tansel'in yazdığı “hususl meke Kaziye-i muhkeme telâkki — edildiği | tuplarına göre Namık Kemal ve Abe K Hâmid' en çabuk | — aön 'adlı 172 küçük saye falık kitabıdır. Namık Kemal ve Abe yanlış- | dülhak Hâmid için hayli şey yazılk Tari- | miştir. Bunların içinde istifadeli ©- /'ata Ve | Janları da vardır. — Fakat bilhassa umuzda - | Hâmidin edebi şahsiyeti nasıl forme adım adım bu küçük eserde takip edilerek ortaya — konmuştur. Fevziye Abdullah diyor ki: “Kemal öyle | ile Hamidin hakkında pek çok gey yazılmış olması bir talih eseri sayı- biraz mü- | Jabilirse de boş sözlerle beslenen ya yanlış resmi hal tercümeleri ile, fihrist ve mevzularından talihsizlikleri hesabına kaydı daha doğru olur dü- şüncesindeyiz”, İşte.onu, bir ilim ah- lâkiyle uzun uzadıya çalıştıran, da- ima vesikaya dayanarak kalem öy- nattıran bu “haklı üzüntü” dür. Bu kitap, edebiyat tarihine ait tetkikler- de, en salim usulün “objektif metod"'a tam bir itaat olduğuna güzel bir mi- saldir. Eser iki bölüme ayrılmıştır. de kalem | lan tarih ve | eserlerinin vesika- adamımız kabil, Cenevrenin ufak bir. Fransız — fark vardır. Onun içindir ki, bir za- | Doktor Adnan Adıvar'ın önce Paris- şehri manzarası arzetmesidir. manlar bizim paramızla 30 Jira mu- | te, sonra ikmalen ve tashihan İstan- | Birinci bölümde Kemal ile Hâmldın Cenevre şimdi. artık Birleşmiş — kabili Fransız frangı alabilirken, | bulda neşrettiği (Osmanlı Türklerin- | dostlukları, birincinin ikinciyi - ken- Milletlerin — kurülüşiyle, — Cemiyeti — şimdi — bu. — miktar 600 liraya | de İlim) unvanlı küçük eseri, meslek | G telâkkisine göre - tefrit ve ifrat. Akvamı da — kaybedince — siyaset kadar çıkmıştır. Ben son ka-| ahlâkına tamamen uyularak uzün | tâ Nasil vikayeye çalıştığı, tilmisi. alanında dünyanın merkezi olmak — rarı — bilmediğim — için — yanım- | çalışmalar neticesinde meydana kon- | "in formunu bulması için nasil emek vasfını da elden kaçırmıştır. Eski al- —da ancak 300 lira — bulundürüyor- İ — muş büyük değerde bir kitaptır. Bu| Verdiği, karşılıklı yazılan mektup- 'tın para ile 17 milyon altın İsviçre — dum. Bunu Fransız gümrük memurü- | kitabın bir değeri de rimantik mil- | Jarla gösterilmiş ve bu mektuplar frangına yapılmış olan Milletler Ce- — na söyledim. bana büyük bir neza- | Jetseverlikten çekinil - kaleme a. | Pek dikkatle tahlil edilmiştir. İkinci Te Te ça Birçek toplantı - ket ve #amimiyetle 600 lira alabile. | Jnmış olmasıdır: Asırlar boyunca il- | bölümde Abdühak Hâmidin eserle- Taber, dünya siyasetinin merkezi de- — istasyonun altındaki sarraf gişesine | el bilhassa eserin asil muhtevasını | Çdt emuk Kemalin, ezen Kamic Bildir. Buna mukabil / Milletlerarası — giderek paramı bozdurursam, Fran- | — Çekü eden pozitif ilimlere, bu diyar- | Üerelnülerde Hamidin tesiri an: Çalışma Bürosu büyük bir faaliyet —sada bozdurmaktan daha fazla isti- | *0 9* derecelerde çalışılabildiği, vesi- S göstermektedir. Biz şahsen, bütün — fade edeceğimi bildirdi. Bir Fransız | - Kalardan çıkarılan neticelerle hiç mü- | — yine tekrar edelim: İslâm Ansik- beşeriyetin bu binbir. konferans ve toplantılardan bir fayda görmediğine kanliz. Bu işe genç ve orta yaşında başlamış — şahsiyetler — biliyoruz. ki, bunlar profesyonel olarak konferans- — dir tan konferansa koşmuşlar, biri bitin- ce bir ikincisinin yerini hazırlamış- lardı. Bunlardan beşeriyet için fayda gelmemişti. Ancak öyle temenni edi- yoruz ki, konferanslara giden -şahsi- yetler, bütün - memleketlerce, biraz daha bilgili kimselerden seçilsinler ve bunlarda da harcırah ve ikamet- gâh parası almak gayesinden ziyade, beşeriyetin acısını daha çabuk azalt- mak emeli bulunsun; ancak bu şe- kilde hem - konferanslar çok uzun sürmez, hem de adetleri şüphesiz ki daha az olur. Cenevrenin kendine mahsus en bü- yük ihtisası saat sanayildir. Adetle- ri sayılamıyacak kadar çok olan sa- at fabrikalarının hepsini burada gör- mek ve bu küçük şehrin sırf bir ih- tisas işi sayesinde ne büyük menfa- atler temin ettiğini anlamak insana bir çok şeyler öğretir. Şehrin refahı ecnebi ziyaretçi, konferanslara gelen ve alâkadar olan kimselerin mıktarı, turiâtler ve bir de saat sanayi Ve ti- caretiyle inkişaf etmiştir. ve etmek- tedir. Cenevrenin her köşesinden Fransa- ya geçilir. Hududun bazı yerleri Süretle yapılmıştır ki, istasyonun bir tarafı İsviçre, diğer tarafı Pransadır Bundan üç sene evveline kadar binbir mahrümiyet İçinde yaşıyan Fransa, #imdi turist celbetmenin büyük bir menfaat temin ettiğini anlamıştır, ve bunün fçin memür ve husüsi şa- hış, herkes elinden geleni yapmakta- dırlar. Fransaya geçerken, Frapsız güm- rük memuru, âdet olduğu / veçhile yanimda ne kadar Fransız — frangı bulunduğunu sordu. Bu cihet Fran- Sız için büyük bir ehemmiyeti haizdir. Zira, Fransız frangı serbest piyasa memurunun bir ecnebiye söylediği bu memleketini seven, ifa eden memuriyeti dar bir çerçeve içinle Temenni olunur ki, kanun ve ni zamların karıştırmıyarak, arttıracak olan bu haslet, kendini her tarafta göstersin. l balâğa edilmeksiz insanların noktadadır. Yoksa, minden çıkmıştır hasleti- binbir. maddesini birbirine | lış *okk in, — gösterilmiştir ini | İste Doktor Adnan Adıvar'ın esernlin asıl kıymeti - modern mahiyeti - bu eser insan kale- Bazı küçük yan- lar, yahut hükümlerde ufak tefek görülebilir. Türklerinde İlim”e verdiğimiz — kıy nun asll bir ilim ahlâkiyle ya- lopedisinde kaleme aldığı maddelerle nasıl itinalı bir edebiyat müdekkiki olduğu esasen müşahede edilen Fev. ziye Abdullahın bu hakikaten emek mahsulü olan kitabında da eksiklik- ler olmadığı iddia edilemez. — Fakat onun asıl kiymeti titiz bir dikkatle vesika kullanmak maharetine misal oluşundadır. 'Osmanlı KEKDDULE Mülletlerarası Calışm Sahnenin Ahmet Hamdi Tanpınar © günden beri onlar kolay. nun gibi düştnmek, hep tiyatro olmuştu. — Nasil yapıyorlar bamın . rölüne çıkıyorum. Fakat asıl — Taklit edersin. — Taklitten bahsetmiyorum ki. ten, durmaktan bahsediyorum. Sabihanın belli başlı mevzuu bunu? Meselâ ben ba- Elbise, sakal, biyik, kendisi olmak var. ©- onun gibi konuşmak! Düşünmek- | | un Haydi. — bakarak kadar Sabihadan nasıl ayrılacağımı çok meşkul olmuş. «Cemalin imtihanları bitince, yaparız! Kudret Beyin refisörlüğünü hakikaten gör- mek isterdim. Yazık ki o esnada babam Ana- doluya tayin edilmişti. le vermeden gitmeğe mecbur olduk. Hattâ imtihanlarımı bi- Bu haberi ilk aldığım gün ve geceyi — hiç itamam. Bütün dünyam — yıkılmıştı. Sabaha düşündüm. Dışındakiler URE x Sabiha yavaşça kulağıma eğildi: — Bizde ne kadar herkes birbirine benzi 'yor ve yaşadığı dakikayı kurtarmak istiyor. Sabihanın tiyatroya merakı © devirde hay- ret edilecek bir şey değildi. Balkan Harbinin Sıkıntısından yeni çıkmış olan İstanbul, belki de öğlenmek istediği için, hemen hemen sadece ti yatroya sarılmıştı. Her gün gazetelerde bir kaç tiyatro kumpanyasının ilânı birden görülüyordu. Bunlar hakikatte tiyatro sanatiyle uzak bir alâ- kası olan geyler bile değildi. Fakat seyirci se- viyesi bu tulüat — kumpanyalarından pek farklı değildi. Kaldı ki, burada tahlile kalkmıyacağımız bir yığın ihtiyaca cevap veriyordu. Gençler, yeni yetişenler arasında ise tiyat- To en mühim mevzu idi. Sade bizim Vefada ki- Mi operete, kimi tiyatroya heves sardırmış yedi sekiz arkadaş biliyorduk. Sündüs Hanımla ya- kın akraba olan Nuri Adil bunların başında ge- liyordu. Büyük teneffüslerde bahçenin bir. kö- gesinde başına topladığı bir kaç kişi ile hep ti Yatrodan bahsediyordu. Son sinif talebelerinin beni görünce takındıkları kibirli tavra rağmen 'ben onu dinlemekten hoşlanırdım. 151 öğrenilecek şeyleri öğrenirsin. Belki böyle bir iki şey yakalanır. Meselâ, babamın bir ayağını al- tına alıp sallana sallana o Kece sizde olduğu Bibi, durmadan “Kader, kader!” deyişi. Yahut an- nem kavga etmeğe başlayınca başını kaşıması. Babam neden bu kadar çok başını kaşıyor san- ki?, Kim bilir belki düşünceli olduğu için Belki... Yahut fesi sikiyordür. — Amma bunlar hep dışardaki şeyler. Asıl içerde bir nok- ta bulmak Jâzım. Onu bulunca — öbürleri kendi. Tiğinden gelir sanıyorum. Mayıs ortalarına doğru Kudret Bey mahal- lemize döndü. Fakat Sabiha bu tiyatro me- rakı içinde o kadar beklediği bu hâdiseye ehem- miyet bile vermedi. Yalnız onu o kadar şık, gü- zel giyinmiş, temiz, âdeta yeni yıkanmış bir taş. lik gibi piril piril görünce “İnsanın, mahsustan kirletmek, biraz Üstüne çamur filân sürmek ih- tiyacı aklına geliyor., dedi. Gene © günlerde Romeo ve Jülyeti, — yahüt başka bir piyesi aramızda oynamak meselesini İhsana açtı. İhsan ilkönce durakladı, sonra - gü- lümsiyerek: Niye olmasın? dedi. Benim ” için de bir tecrübe olur.. Amma Hasisi oynuyalım! — Hem Kudret Bey de bize yardım eder. O tiyatro ile 152 Göztepedeki köşkte Behçet Beyin karısının fo- toğrafına baka baka Mahur Besteyi — okuyuşu gözlerimin önünden. gitmiyordu. O hafta benim için hayatımın en azaplı haftası oldu. Gideceği- miz günün gecesi Sabiha geç vakte kadar bizde kaldı. Ne konuştuk, hiç bir şey bilmiyorum. Yal. ni birbirimize hiç bir şey vâdetmediğimizi, hiç bir teminat vermediğimizi, hatta — ayrılmadan bile bahsetmediğimizi biliyorum. - Sabahleyin eş. yamız arabalara yüklenirken 0 gene kapımızın önünde idi. Ve biz evcek onu orada, çiseleyen yağmur altında birakarak sokaktan — ayrıldık. Bizim gitmemizi görmek istemişti. Kendisinden bir şey, çok mühim bir şey gizlemiştim. Babam isteseydim, beni İstanbulda bir yatılı mektebe verecekti. Bunü niçin reddetmiştim? HAlA bil- İkinci Kısım # HADİSELER 'Dürnya — gömlek — değiştireceği zamanlarda, — hâdiseler sokımıl- mas bir kader halini alırlar!" Albert Sorel Si İlkönce evimize uğradım. Kapıyı bana uzun boylu, buğday tenli, genç bir kadın açtı. Saçları 158 birkaç firkete ile alelâcele başına toplanmış, yü. zü kederle altüsttü. - Sırtında kolları ve yakası açık siyah bir elbise vardı. Ve galiba biraz da bu sade elbise yüzünden, çehresinin perişanlığı, göz- lerindeki kızartı daha iyi belli oluyordu. Bana, bütün hayata dargın bir sesle: — Ne istiyorsunuz? diye sordu. Birdenbire bu kadar güzel ve genç bir insan- da bu kadar ıstırapla karşılaşmak beni şaşırtmış olacak ki, ev sahiplerinin oğlu olduğumu ve ki- racımızı görmeke geldiğimi güçlükle, kelimelerin yarısını yutarak söyledim. Anlamamış olacak ki, yine ayni sesle fakat gözlerinin içinden halime biraz gülerek Ne dediğinizi işitmiyorum. Biraz yüksek Z konuşmak bilmez misiniz? dedi. en geldiği kadar anlaşılır şekilde sözle- Bu sefer de dikkatim içerden gitmişti. Elim Timi tekrarladım. gelen ulumaya benzer bir ağlamaya Genç kadın; Evde yok. virerek yalvardı: dedi. Sonra başını içeriye çe- Susunuz, Allahaşkına biraz susunuz, çıl- dıracağım! Kaç gündür. böyle. Ben dayananladım. “Niçin — ağlıyor?. sordum. Cevap vereceği yerde kapının doğru çekildi. dedi. Ne taşlık, ne de ev bıraktığımız gibiydi. Her gey eski ve küçüktü. Asıl şaşırdığım şey, yemek odasının kapısının yerinde olacağı yerde, odanın içinden dışarıya doğru yere yatırılmış olmasıy- dı. İşte bu yere yatırılmış kapının üÜstünde, tıp- kı bir salda oturur gibi, çok ihtiyar bir kadın gömelmiş, başı, dizlerine dayadığı kollarında gö- Mmülü ağlıyordu. Genç kadını diye 154 — Kocamı tevkif ettiler.. dedi. Üç gün ev- vel alıp götürdüler! “Bu annesi! Öbür oğulları Kafkasyada öldü... Ne yapacağımızı bilmiyorum. Hep böyle ağlıyor; zaten hastalıklı. Her tara- fında yaralar çıkıp dürüyor. Kendisini, hayatta Kalmış olmasını affetmiyor. O, ağladıkça —ben çıldırıyorum. İhtiyar kadının sesi gerçekten, güç tahammll edilir şeydi. Belli ki, bu evdeki konuşmalara, sü- kütlara, dikkatlere her an bu ses refakat ediyor- du. Genç kadına bir kere daha baktım. Onun da yüzü bitkindi. Siz de iyi görünmüyorsunuz! dedim. — Bu kapı, dün buradaki sandığı çıkarırken birdenbire devrildi. Nasıl oldu, ben de bilmiyo. Tum. Sandığı, içindeki - öteberi ile beraber sat- 'tam. Çok sıkıntı çektik. Size de epeyce borcumuz olacak! Belki de parayı alacağınızı Ümit ederek geldiniz. Gözlerinde eşine pek az tesadüf ettiğim bir telâş vardı. Bütün yüziyle sanki “Olanlardan zi- yade olacaklardan korkuyorum..., diyordu. Hayır, dedim. Sade görmeğe gelmiştim. O ehemmiyetli değil... Fakat bu kadıncağız?.. Bu- Nu ne yapacaksınız? — Çocuklarını — geriye Sanki talihin kendisi imişim gibi, bana söylemişti. verebilir. misiniz? bunları Sizi rahatsız ettim... Hele böyle bir gün- de. Fakat emin olun ki, para meselesi mühim dekildir. Yapabileceğim bir şey varsa yapayım! Ve kapıya doğru yürüdüm. Böyle birdenbire ka mama sebep, © anda en yırtıcı şekilde Sabiha 1 hatırlamış olmamdı. Bu umümt yıkıntı içinde o 'ne yapıyordu? Belki de böyle bir evde ağlıyordu. (Devamı var) 155

Bu sayıdan diğer sayfalar: