19 Ağustos 1950 Tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 2

19 Ağustos 1950 tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TETKİK - TAHLİL - TENKİD Ülümünün 3binci yıldönümünde Tevfik Fikret İESLİMİZ onu sever. Gençliğimiz- de hep onün giirleriyle başbaşa kaldık. Bizim neslin çocukları “Fer- Gâ” yı, “Sabah olurma” yı, “Bir lah- Zâ-I teahhur'u, “Doksanbeşe doğru' yu, “Millet şarkısı” nı, “Sis” | bügün dahi ezber tekrar eder. Öleli otüzbeş yıl oldu. Yıllar, ilk- bahar rüzgârı gibi ne çabuk gelip geçiyor! Şimdi yakın ” maziye dönüyorum. Bir gün Fikret hasta dediler. Bu ha- ber hepimizi üzdü. Birkaç arkadas ziyaret etmek İstedik. Bir taraftan 'a acapa bu ziyaretten yorulur imu diye düşünüyor, ona bir hal olursa diye kederleniyorduk, Çünkü seviyor- duk, gençliğimizde bize fazilet örne- #i diye gösterilen onu, gürleri gibi #etiyorduk. Bir mabede girer gibi Â- #iyana girdik. Fikret hasta yatağında föl, Biraz da geç teşhis'edilen geker, © demir vücudu hayli hırpalamıştı. Yalnız küvvetini kaybetmiyen göz- deriydi. Bakışlarında — izahi güç bir Meraretin ifadesi vardı. Hür ve me- gut görmek İstediği ve çok sevdiği 'e asla şüphemiz olmuyan memleke- tin müthiş bir bâdireye sürüktenece- ginden korkuyor, içi / titriyordu. O, Hasta — halinde dahi, — ziyaretçilere memleket — meselelerini — soruyordu. Hürriyete Aşıktı, hakiki demokrasi deri, değerli eşinin gözlerinde bir şey- beklemişti. -Ümitlerine - kavuşama- maktan doğan hayal - kırıklıklarını her vesileyle izhardan geri kalmı- yordü. Perhiz, doktorların ısrarla tatbi. Kını istedikleri ve Fikretin hiç de hoşuna gitmiyen perhiz!... Hassas ve / vefalı eşi Nâzime H. —ki onu da bundan birkaç ay önce kaybettik— büyük hastanın başucun. da Idi. Bütün Ümidini sıra sıra dizi- den ilâç gişelerine bağlamıştı. Has- tası iyi olacak, gene eski günler ge- Ti dönecek! Bu ümldde bir teselli vardı, fakat hazin bir teselli! Fikret ziyaretimizden memnun kaldı. İfade- Si çok kuvvetli, çok ilzam edici göz- deri, değerli işinin gözlerinde bir gey- ler aradı. O, bütün hayatınca sevsi- J karısına Ve çocuğuna bağlı iyi bir baba idi. Şu musraları Nâzime H. için yazmı Hayata rağbet edersem. senin yüzündendir, Bu dümgâhe senin saçlarınla merbutum; Felekte nur görürsem senin Bözündendir. Muhabbetinle bu zindan-ı gamda mazbutum. Beka-yi aşkını gâht teemmül eyler de Derim: “Fena bulamaz, kâinat bâkldir!” Seninle katlanırım ben bu çaresiz derde, Derim o gevk ile hattâ: “Hayat bâkidIir!” Nâzime H., bu titiz tablatlı, has- talığı dolayısiyle daha çok alıngan 've hırçın olan büyük şairin bakış- larındaki her mânayı pek iyi anlı- yordu: Bir yudüm ilâç daha!, O gün biz yanında — içimize bir zehir gibi akan — hüzünle ayrıldır. Ağır, ağır ve biraz da zorlukla söy- dediği gu sözleri bugün de kulakları mız düymakta, vicdanımız yaşamak- tadır: 'Gençler! çok çalışınız, bir. garplı ibi çalışınız, hakkı seviniz, hakikatı müdafan ediniz! Doğruluğun büyük bir kuvvet olduğunu asla unutmayı- Şeker, İhtilat — yapmıştı, kurtara- madılar. Hak bellediği bir yolda yıl- Jlarca yalnız yürüyen Fikret, en ve- Timli çağında bize bir mısraını kendi için çok erken tekrarlattı: Biraktı. bizleri cansız, karıştı. emvata! Büyük adamlar hakkında sağlıkla- rında ve öldükten sonra da sözle, ya- Z ile konuşurlar, Haklarındaki hü- Kümler; — haklı, insaflı, âdil, peşin, zülim ve kıskanç olabilir. Bunların herbiri esas değere ne bir gey ilâve '€der, ne de ondan bir yey kaybetti Tir. Fikret'de haklı, haksız, doğru, ebri hücumlara uğramıştı. Medli ve cezirli bir hayatın limanı olamazdı Ki ruh orada sükün bulsun! Fikretin büyüklüğünü ispat eden en güzel ve- sikalar, lehinde ve aleyhinde yapılan türlü neşriyattır. Fikreti anlamıyan- lar, onun iztıraplarına Aşina olmuyan- dardı. Bir yazımızda şöyle diyorduk: Şiirlerine cemiyet hayatını tam mâ- Nasiyle aksettiren Fikret, o cemiye tin astıraplarını — derinden duymuş bir insandı. İleri bir cemiyetin rüy: Jarı içinde geri bir cemiyetin kıymet tablolarının İpomboş olduğunu görü- yordu. İdeal 'bir. cemiyet İstiyordu. Etrafına baktıkça — riyânın, hilenin, tezvirin, —iğvanın, her türlü şahsi menfaatlerin, siyaset entrikalarının fermanfermâ olduğuna, hakkın, ad- Jin, insâfın, diğergâmlığın, insanlığın unutulduğuna şahit oluyordu. İliklerine kadar hassas ve bir if- fet ihtirası içinde — bulunan Fikret, gahikalardan bir kartal mehâbetiyle haykırmaktan ve kötüyü dört köse- Siyle ortaya koymaktan kendini ala- miyordu. Bu; insanca, vatandasca, mertçe bir hareketti. Bu, devrine gö- 've bir medeni celâdet ve cesaretti ve bu, devrindeki — iktidarın kendisine hasım olmasına ragmen, hak belledi- #i bir yolda yalnız giden bir kahra- manın akibetinden endlşe etmiyen a- fi bir hareketti. İdenlistler için ha- Şat, tehlikeleri dermektir. — Fikret, Tihnet çölünde seyahatin kolay ol- mıyacağını herkesten yi biliyordu. “Zelzele” sinde: Hayatı div-i hakikatle çarpışan ka- zanır, Zafer biraz da hasâr ister, Yazan: Rıfat Necdet EVRİMER Tevfik Fikret Önünde zelzeleler, arkasında zel- zeleler! masralariyle yolunu çizmişti ve bili- yordu Ki korkmak; yüdüm, yudüm ölmektiri. Fikrete hücumlar üç noktada top- danır: A — Başta manlesef rahmet- M Mehmet Akif olmak üzere Sırat-ı Müstakimciler, onu dinsizlikle itham 've bunun için de “Târih-i kadim” ini işhat ettiler, Halbuki şair mizacının dört köşesi, onun tek şilriyle anlaşı- Jamaz, “Tarih-i kadim"i işhat - edei lere, Fikretin dinsiz olmadığını ispat eden gürler — gösterebiliriz: “Sabah ezanında"”, “Sancak-ı şerif huzurun- da”, “Ramazan”, “Köyün — mezarlı- gında” şürleri şairin dindar olduğunu haykıran vicdan vesikalarıdır. Ben Rabbime doğru Her an müteveccih, mütevekkli ve sabürüm Ölsem de ne mutlü, bana kalsam da ne mutlü, Giyen ve buna: Peygâmberimin sancağı oldukça penâhim savn-li selâmet mısralarını da ilâve eden / Fikret'e dinsiz demek için en hafif mânasiyle haksız olmak Jâzımdır. B - Bazıları Fikret için millt hisleri zayıf dedi ve bazıları da bir kaç mısramnı alarak onu Materiyalist göstermek — istedl, Birinciler hata işledi, ikinciler de bu hataya daha büyük hata e muamele eyledi. Fikret ne öyle, ne de böyle İdi. O, millet ve vatan sevgisini kal- binden mısralarına işliyen bir galrdI. Misal mi istiyorlar?.. İşte "Doksan: Elbette — benimdir. ebedi beşe Doğru”, “Sis", “Ferdâ”, “Millet Şarkısı”, “Asker Geçerken”, “Ha> san'ın Gazası", “Halük'un Defteri “Halük'un Vedar Ey şanlı vatan bayraj Bir mevkib-i ziheybet-i — hürriyet önümndle Cekmiş görebilseydim. Etmezsem eğer şevkini takdis ile secde Dünyada en alçak baba elbet ben olurdum Oklum, onu gönlünce yaşat.. Ölme fakat sen! diyen ve: Müllet yoludur, hak yoludur. tuttu- #umuz yol Ey hak yaşa, ey sevgili millet ya- #a, varol! misralariyle millet yolunun en ge çek yol olduğunu anlatan ve gençlere hitaben: Gençler bütün Ümmid-i vatan şim- di sizdedir. diyen Fikret'te milit hislerin zayıf olduğunu tddia edebilmek için kör ve sağır olmak lâzımdır, Fikret'e mark- sist diyenler de aldanıyor. Bu mür sebetle bir yazımızda — diyoruz ki: “Onlar Fikret'i kendi zaviyelerinden inceleyip kendilerine maletmek iste- diler. Bu da beyhüde bir. gayretti. Fikret geniş bir Insani daire içinde milliyetçi 1di. Demokrasiyi, içinde ya- aadığı geri cemiyette ileri bir rejim diye müdafan eden insan — adamdı. Fikret o adamdı ki, yalnız bir şey de- Bildi: Marksist! Bu vatan ve bu millet için yanıp tutuşan, — bağırıp haykıran, — bütün menfaatlerini feda eden, ıstırap çeken Fikret nasıl materyalist, marksist o- dabilirdi!. 'Doksanbeşe Doğru,dan gu misra- lar, hakkındaki yanlış İddinları en l Kât edici cevap değil midir: Ey millete bir sille olan — darbe-i münki y hürmet-i kanunu yenen sadme-i bidad, Mülliyeti, kanunu mükaddes tanı: yan her Vicdan seni lânetle, mezelletle eder yad: Düşslin sana meyyâl-i — tahakküm eğllen baş, Kopsun seni bir hak diye alkışlayan eller! Fikret'e bedbin dediler, düşüneme- diler ki, muztarip bir cemiyetin sal- Ti, gilrlerinin muhtevası daha — çok sosyal temalar ise, elbette ki huzur- suz, muztarip ve bedbindir. Marazl olmiyan bir bedbinlik ise uyarıcıdır. Fikret'in bazı şlirleri ve meselâ “Ü- mit Ölmez”, “Ferdâ”, “Sabah Olur- a,, bedbinlik değil, Ümit ışıkları saç maktadır. Tevfik Fikretin hayatı EVFİK Fikret, 24 aralık 1877 tarihinde İstanbuld dikleri Jurnal rayda. Mahmi Yaparken iRR0 dalma sınıfının. birincisi tdi ve Tllkle bit Tevfik Fikret, Mektebi Sulta- niden çıkınca Hariciye Neza: he KALİP olarak girdi. Bura Bir sone kadar kaldı. Lâkin hi Bir (a Körmediki ve - gördürür Mediki için istifa etti. © zamar Jar Osmanlı Devleti, memurlara de veremiyordu. Tevfik Fikret İsifa edince, memuriyeti zazfın: dan, Birikmiş aylıklarını tahak. kuk ettirdiler. ” Fakat | Tevtik Fikret: “Bosu boşuna bir ma: Anda oturmanın Mükâfatı mr 1800 seneninde, Tevfik Fikret, Ticaret Mektebine türkçe, fran: u: Maası 200 kuruştu. İki sene İbnra 'da Mektebi Sültaniye 450 kuruş maaşla, - İmtihanla türk Çe münllimi oldu ve aynı zaman. da 'Amerikan Kolejinde - türkçe Gersi vermeke başladı. Meşrütiyetin llanını mütenkip, Mektebi Sültaniye müdür tayın edildi. “Tevfik Fikret, Mektebi Sultant ” Müdürlüğü “esnasında, daha evvel yeni bir mektep kur: Mak hurusunda tasarladığı yey. İeri tahakkuk ettirmeğe " çah miştir. Bu - cümleden — olarak, Mektebi ” Sültaniye musiki ve sahne faaliyetini getirmiş, mek. tepte Jâboratuvar . teis etmiş. flr ” Manlosef Tevfik " Fikret, burada Cuzün müddet — kala: mamıştır. Fanliyetini tesvik e den Maarif Nazırları olduğu gi Bi ona müdahale edenler de bu. Tunmuş, Tevfik Fikret de istifa ederek, daha evvel babasından kalan ” Koskadaki evi satarak Rumelihisarında aldığı ve TAşk yân, adımı verdiği evine cekli. Gi, örada 1015 senesi 1a/10 ağus- tok gecesi vefat etti. Sanat hayatı Daha mektep miralarında Te fik Fikret #ülrler yazardı. Fakat Bunları — “Mehmet — Tevfik” ve #Tevfik” imzalariyle nesrederdi. Tevfik Fikretin asi adı “Meh: et Tevfik'tir. “Fikret, mahilâ- ını 1892 #enesine almıştır. Bun. dan başka M Sadi". imzasiyle Ge Serveti Fünunda bazı manzu- Meler neşretmiştir. Tevfik ” Fikretin dik — giirle Müntehibatı Tercümanı Hakl. kat” Ve "Nirsid” mecmunların: da çıkmıştır. Bunları farisi mu- allimi Feyzi — Efendinin tashih €ttiği söylenir. Serveti Fünun ile Alâkası, Recaizade Ekrem Beyin delkletiyle, 1890 senelerinde ol Müştür. Tevfik Fikret Serveti Fünun İle yakından — alâkadar olmuş, mecmuanın bütün isleri: Ai Üzerine almıstı. Her nüsha. Sinda "Edebi Müsahabeler, nes: Federdi. “Fakat 1808 senelerin. e “Rübabı Şikeste, Vi çıkaz Giktan sonra, mecmua İle alâka- # lazaldı, oraya pek nadir ola- Tak yazmağa başndı. ve 1900 se> nde "Son Nakme” ismiy anzume ile Ser ni büsbütün Bundan sonra, İstibdat idn- resinin tazyikından " kurtulmak için, Tevfik / Fikretin ” Hün Gahlt, Mehmet Rauf ve Hüseyin Kâzımın “Yesil Hülyalar Dev. Feni" başlar. Tevfik Fikret, taz. Şik netlcesi olarak “Sis” manzu: Mesini yazdıktan sonra Darka: Gazlariyle beraber, Yeni Zelan: daya gidip orada hürriyet | ve Hakkar İstinat eden bir idare kürmak hayaline kapılmıştı. Bu teşebbüs bir hayal olmaktan ile. Ti” geçemeyince Tevfik Fikret Aşiylnı kurdu ve inzivaya / çe- kildi. “Tarib-i “Kadim, , *Bir Tâhzasi Teahhür, « “Valan Sar> kimı, 'bu zamanın 'mahsulleridir. 1808 Meşrütiyet inkılâbı. Tev: fik Fikreti — inzivasında, buldu. Hürriyetin 1lânı onda büyük bir fesir yapmıs ve harekete geçir Mişti./ “Tanin” - gazetesiyle yar kından alâkadar “oldu. mücasiz leri arasına geçti. fakat oraya Biç yazı yazmadı. Esasen bir Mmüddet sonra, muhitiyle anla Miyarak müsilimliğe avdet etti Ve'adı. mücssisler arasından çı- karıldı. tekrar Inzivasına döndü. "Halâkun Defteri” ni o zaman "Şermin” de son mec eş'arı oldu. PARİS MEKTUBU RADIUM KESEİNİN NC T MÜLLETLERARASI. KANSER - KONGRESİ “Temmuzun #on ön beş günü Sor- bonne'da toplanan 800 ilim adamı, zadlumun. keğfiyle kanser — araştır. malarının temel taşını atan Pierre ve Marle Cürle'yi anmak ve 400 11 mİ raporla insanlığın amansız. düş. manı kanser hastalığına karşı sava: ta kaydettikleri ileri adımları dün. yaya bildirmek fırsatını. buldular. Güartler Latin'in kuytu bir köşe- sinde, ağaçlar ve çiçeklerle — süslü Küçük bir bahçe içinde Radlum Ens- titüsü insanlığın en sevimli iki âli. minin Oadını — hürmetle aniyor Pasteur İle Cürle, 'Elli yıl önce bu- ada Plerre ile Marle Cürle radlumu bulmuşlar, on beş sene evveline ka- dar Madame Cürle burada çalışmış, ilk radlonktivite merkezini - burada kurmüş. Huşü ile içeriye girerken, biraz da kalbim atıyor, beni kabul etmek nezaketinde bulunan Radium stitüsü Müdür Muavini — Doktor Latarget'den — ben ne — soracağım, kanser araştırmaları üzerinde söy- dleyeceği teknik sözleri naml anlıya- bileceğim diye korkular — geçiriyor. düm Radlüm Enstitüsünde — hayatımın 'en güzel, en neşeli bir santini geçir. diğime inanır masıniz? Bakın, anla- tayım, Doktor Latarget, sualimi din- ledikten sonra, gülerek: Kongrede elde edilen neticeleri mi bilmek istiyorsunuz? dedi. Daha dürün - bakalım. — Sorbönne'in on dershanesinde birden hulâsa şeklin- de verilen 400 komünikenin tam metni basılsın, okunsun, — tartışma- lar, denemeler yapılsın da, göyle bir İki sene sonra neticeler “ meydana çıksın. Ama bu köngrede edindiğim intibaları istiyorsanız, onları - söyl. yeyim. Çok verimli bir köngre oldu. duğuna ve metod bakımından büyük bir ilerleme — kaydettiğimize — kanl im. Çünkü ilmf miting adını verdi- Bimiz yeni bir çalışma usulü kabul ettik: " Radyofizik, radyokimya ve radyoblolojiye — ayırdığımız Üç. gün- de, sabahları bir bioloji, öğleden son. raları bir tedavi meselesi ele ala- zak, koloklum çalışması yaptık ve bu meseleler etrafında çeşitli görüş ve fikirlerin tartışmasından derinli. &ine giden bir etüd yapmak mümkün oldu. Kanaatimce bu kongrede mevcut bilgileri altüst edecek bir buluş ya fikir ortaya atılmadı, yani kan- Ser araştırmalarında bir atlama de- Bil de, yavaş, fakat emin bir geliş- Mme var, Köngrede esaslı bir tema- yül belli oldu; Virlis teorisi, Bir çok kanserlerin virüse dayandığı, sayısı Bitgide çoğalan denemelerle — tesbit edilmiştir. Ama ilim, hele kanser il- mi bir barometre gibidir, baromet- re bazan yağmurlu hava gösterir de gene yağmur yağmaz. Virüsün mev- cudiyeti bir çok vakalarda — tesbit edilmişse de, henüz hepsinde edile- memiştir. “Tedavide henüz . önemli ileri adımlar atılamamıştır. Cerrahi- de ilerilik varsa da, sarfedilen büyük gayretlere göre, bu sahada da İler- leme yavaştır. Fakat virüs - teorisi tesbit olunabilirse, tedavi metodları için geniş bir Ümit ufku açılmış o- hur. Bu kongre bize birçok şeyler öğ- retti, bunların biri ilmi — neşriyatın bugün büyük bir süratle her tarafa yayıldığıdır. Dünyanın — hemen her Mmemleketi kanser bilgisi sahasında aynı seviyeye erişmiş bulunuyor. He- le Amerikada her araştırıcının elde ettiği neticeleri yayabilmesi için sa- ha alabildiğine açıktır. Tlmin bir kan. sefi olan kıskançlık zihniyeti artık dünyadan sökülüp atılmışa benziyor. İkincisi bugün dünyada kanser araş- tırıcılarının - çoğalmasıdır, / eskiden Yazanı Ayşe NUR Madame Curle 100 araştırıcıya kargılık bugün bel- Ki 10.000 araştırıcı var. — Bunların hepsinin çalışmasını takip etmek im- kânsızdır. Bu sebepten — kongrenin büyük bir faydamı olmuştur. Yayın. Jarını okuyamadığımız. araştırıcılar. bize bazı ufuklar açar. Araştırıcı ay- lardan beri kendi lâboratuvarına ka- pandığı için, körleşebilir, — dışardan birinin gözüne çarpan bir hatayı gö- remez, İlerleyişini sağlıyacak en ba- #it bir fikri bulamaz olur. İşte kon- gre bize bunu da temin etti: Fikir Seyrüseferini. İilm bir. borsadır, fi- kirler borsa tahvilleri gibi iner çı- kar, kongrelerde de zamanın dalga- Jlanmalarına göre hangi — görüşlerin değer kazandığun, hangilerinin kay- bettiğini görmek mümkün olur. — Amerikada kanser araştırmal rının çok İleri olduğunu duyüyoruz. Oradaki metodlarla Avrupa metod. ları arasında ne gibi farklar var ve netice elde etmek bakımından bun- darı nasıl değerlendirirsiniz? — Amerikada sürü ile kanser araş. fırma merkezleri var ve sonsuz pa- Te Amkânları, — Halbüki, — Fransa- da araştırmaya — yetercesine tah- Sisat ve malzeme — verildiği — halde, araştırıcılar çok fena ödenir. Gene de kanserolojide Avrupanın — leride olduğuna kanilm. Çünkü araştırma denilen şey yüksek seviyede bir ha- yal küvvetinin mahsulüdür. Bir 1â- boratuvar veya enstitü insan zekâ- sını ve kavrayış kabiliyetini aşan bir fabrika haline gelmemeli. Lâbo- ratuvar müdürü bir orkestra gşefi gibi araştırıcılarının hareketini tam bir ahenk içinde idare — edebilmeli. Fazla maddi araştırmanın bölünme sine götürür ki, bu da çok tehlikeli olabilir. Amerikada tenkit edeceğim nokta, araştırıcının — memurlaştırıl- masıdır. Orada bir nevi takdim tehir oluyor, mevcut bir fikir, bir. buluş 'Hikâye değilimdir. ama, anlatmakta pek mahir Koşan cihâd- mahliye ganlı, lâkin Mahâf adımlar atar. Birinci Cihan Savaşının son gün- lerinde, Birleşik — Amerika Cumhur Başkanını . 15 dakikalık bir müddet zarfında elddi dâvalardan ayrılarak eğlendirdim. Bunu nasil yaptım. di- yeceksiniz? Steno yazan ufacık kale mimle, O zamanlar Washington'da Harp Endüstrisi heyetinde stenograflık ya- Piyor. ve heyet relsi Mr. Baruch'a a sıra çikolatalı dondurma falan getirmek gibi işlerde kullanılıyordum. Mütarekeden birkaç gün önce eli- me bir. mektup tutuşturdular ve Cumhür Başkanı Woodrow Wilson'a götürmemi söylediler. Beyaz Saray 0 günü senatörler, —kabine Azaları, elçiler ve mühim şahsiyetlerle tıka basa dolu 1di. Mütareke haberi her 'an bekleniyordu ve herkesin sinirleri meşhur boltsörler Dempsy-Firpo ma- Çının sön saniyelerinde olduğu. gibi heyecandan. gerilmişti. Mektubu / Wilson'un kâtiplerinden birine verdim. Cevabı olur diye ora- — Bitirdikten #sonra bana dönerek; — mek İstiyor” dediler. Odasına doğru cıkta beklememi — söylediler. Birkaç — “Şimdi de siz okuyun,” dedi. Her ste- — giderken kendi kendime düşünüyor. — 27 dakika sonra Kâtip — geldi, gözleri — nografın bildiği gibi, asıl mesele yaz- — düm; Eh, bir saat içinde Cumhurbay: — (27 şaşkınlıktan — açılmış bir halde: — diğini okumaktır. Ben, dikte ettiğin- — kanı Woodrow Wilson ve Bernle Ba- — © “Cumhur Başkanı sizi görmek isti- — den daha süratle başmakaleyi okü- — rüch arka arkaya... hiç de fena de- V yor!" dedi. düm, Ve sonra sayfanın dibinden baş. — gil. Senin gibi acemi / gençler İçin İ * Birden titredim. O zaman henliz — lyarak başmakaleyi bir kere de ter — hiç de fena bir başlangıç değil". Mr 18 e ayak basmış ve memleketimden — sinden okudum. Wilson kıs kıs gül- — Bürüch'un bürosuna hindi gibi kaba- yeni çıkmıştım. Onun için oldukça — dü. Bana hangi metotla steno öğren- — rarak girerken, kapıdaki kız, "Patron çekingen ve tecrübesiz bir gençtim. — diğimi sordu. Ben de “Gregg usulü — bir çikolatalı doudurma almanı İsti- Hem cumhür başkanlariyle olan te- — İle” diye cevap verdim. Wilson'u ken- — yörl" l demez Mi? 1. S masım, yalnız. kâğıt tünde gördüğüm yordu. Mir, Wilson beni görünce gülüm- sedi ve ilk sözü: “İşittiğime göre ol- iyi bir stenografnıışsınız, oğ- demek oldu. Titremem durdu. Cumhür / Başkanının .da gayet seri ateno yazdığını biliyordum. “Sizin de iyi olduğunuzu söylüyorlar, efendim” sözleri düşünmeden ağzımdan kaçı verdi, Wilson hafifçe kızardı: "Bu son günlerde pek pratik yapamadım”, di- yerek önüne baktı. Sanki ufak balık yakalıyan usta balıkçılar gibi vazi- yetinden utanıyordu. “Mr. Baruch, bana dakikada 200 kelime yazdığı- mizi söyledi. Acaba benim önümde ufak bir deneme yapar mısınız?,, de di. Bana kâğıt kalem verdi ve masa- 'zun Üstünde duran gazetelerden biri- ni aldı. Sonra tok ve keskin sesi ile başmakaleyi dakikada 150 kelime söylemek süretiyle hızlı hizli okudü. dolarlar. Üs- resimlere day Broadway'ın meşhur revü organizatörü Billy Rose'dan fıkralar - ni- mamiş, dilim — çözülmüştü. di sahama çekince, sıkılganlığım kı Kendirat dev aynasında görmiye başlamıştım. Birden masanın üstünde duran gaze- teyi alarak, kâğıt ve kalemi Mr. Wilson'a uzattım. “Acaba benim için yazar mısınız, efendim?” deyiverdim. Wilson gözlüğünü hohlyarak ce- ketinin koluna sildi ve - “çok hizli gitmeyin,” diye tenbih etti. Başma- kaleyi dakikada 100 kelime süratle dikte ettim ve sonra bana yazdığını okuması için rica ettim. - Kendisine hiç yanlışı olmadığını söylediğim za- man yeni okuma yazma öğrenen bir çocük gibi sevindi. Kağıdını eline a- İarak, “Müsaade ederseniz yazınızı saklıyayım, efendim,” dedim. Wood- row Wilson'da benim kâğıdımı al rak, “Müsaadenizle ben de sizinkini saklıyayım,” dedi. Beyaz Saraydan / çıktığım zaman eteklerim gururdan zil çalıyordu; ev- lerin damları üzerinden uçarak. ofl se döndüm. Müsama oturur oturmaz, telefon çaldı. “Mr, Baruch sizi gör- üzerine bina ederek çalışmak lâzım. ken, çıkış noktamı olmadan bir bu- luşa. doğru çıkılıyor. Böylece bir çok istatistik — neticelerden — başka bir gey elde edilemiyor. Bilâkis, İngil terede kanser araştırmaları ” bence çök ileri ve ümitli bir durumdadır. Avrupa araştırıcılarını bir koman- do bölüğüne benzetirim, Köprübaş- Jarını kurmak bize vergidir. Ondan sonra tam teçhizatlı ordu ile mem- deketi fethetmek vazifesi gelir. Onu da dinamizmi yüksek, maddi imkân. Jarı sonsuz olan Amerika yapabilir. Bittner'in 1936 da bulduğu meme kanseri virüsü bunun parlak bir mi- #alidir. Columbia Üniversitesi onun emrine on binlerce fare koydu, böy. lece bir paket süt virüsü elde edil bildi. İyi ama buluş önce gelir, bü. yük mikyasta deneme sonra. Atom bombası da bunu ispat etmez mi? Sonra bir mesele daha var: Dil meselesi. Araştırmalarımızı — bütün nüansları ve tam bir vuzuhla nal letmek ilerlemenin başlıca - gartıdır. Dü vuzuhsuzluğu yüzünden ne çok ihatâ işlenir. Bu iş için de ingilizce- 'nin yeter derecede dakik ve mantıklı olmadığının farkına vardım. Işte size bir. misal: 1048 de İngiliz kanser araştırıcısı Prof. Maynord bana, bir raporunu vermiş, Paris'te vereceği bir konfe- rana için serbestçe tercüme etmemi rica etmişti. Yaptım, fakat franmızca Metin, ingilizcenin “tam bir buçuk misli oldu. Profesör Maynord, bu se- fer kongre için Paris'e geldiğinde, bana şaşılacak bir şey söyledi: Asls. tanına benim fransızca yazdığım metni kelime kelime ingilizce yirtmiş ve böylece elde ettiği Ingi- lizce metnin kendi fikrini ilk met- ninden çok daha iyi ifade - ettiğini hayretle görmüş. Bana teşekkür et- 'ti. Maamafih, teşekkürü bana değii, Descartes'tan beri “mantık ve nü. ansları sağlam esaslar Üzerine bina edilmiş fransız diline borçluydu. George Send'in gü fıkrasını hiç düydünüz mu? Yaşını başını aldık. 'tan sonra hovarda kadın bir gün bir meclise yanında güzel, fakat zekâsı Pek parlak olmiyan bir genç deli- kanlı ile gelmiş. Eski dostlarından biri büyük romancının yanına yak. laşarak: — Madame, demiş, bu gencin ko. nuşmasını sizin zekâ seviyenize lâyık görmüyorum. George Sand, buna kargilik: — La parole n'est pas son langage (türkçesi “o bana sözü ile hitap et- mez,) diye cevap — vermiş. - Bunu dünyanın hiç bir dilinde fransızcada olduğu gibi kısa ve vâzıh bir ifa- deyle vermek mümkün değil. Emi. 'nim ki, siz de dilinize çeviremezsi- niz. Kendimi unutarak kahkaha tle gü- lüyordum. — Birdenbire - dürdüm ve hayretle muhatabımın yüzüne bak- tam, Radlum Enstitüsü müdür mua- vini, demin virüs mütasyonları üze. rindeki çalışmalarını bana — anlatan tanınmış araştırıcı fıkra anlatıyor. — Nasıl olur,ödedim, ben buraya gelirken, teknik dilinizi anlıyamıya- cağım diye endişe içindeydim. Hal- Büki SİZ dilden, müzikten — bahsedi. yorsunuz, bir sanatkâr gibi konuşu. yorsunuz. — Araştırıcının bir nevi sanatkâr olduğunu bilmiyor muydunuz? Cu- rle'nin, Pasteur'ün Bach'tan, Beetho- yen'den ne farkı var?” Doktor Latarget'ye bana - Kanser Kongresinin neticelerinden daha kıy- metli bir bilgi verdiği, gerçek Ali- min hepimiz gibi bir insan, yaratıcı insanlar arasında bir insan olduğunu öğrettiği için teşekkür ederek, Ra- dlum Enstitüsünden ayrıldım, ve ne yalan söyliyeyim, sokakta giderken dakikalarca. güldüm. | | j

Bu sayıdan diğer sayfalar: