5 Şubat 1949 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4

5 Şubat 1949 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Kastilya Kalesinin Müüahfil, ! ters'in 'ean Pi irdikleri «Kartilya Kalesinin Müdafii» adli filmini seyredenler, çoğu zaman, hakiki san'ata kıydığı ganvun Bsinen hakkındaki kl “ni tamamile değiştirecek- Jerdir. Zira bu film, sadece renk N hayolleri beyaz perdeye âk- setliren romantik bir eser değil, ayni zamanda da kelimenin en isahetli mânasiyle bir epopedir. Meksikanın, Ferdinand Kor- ter tarafından Yaptının — tariht bir semasını çizen bu harikulâ- de film; İmparatorluk İspanya- &nin bir «Odyasde» Bi sayılabi- lr. Burada gerefini kurtarmak yğrunda, zafer ve aşk uğrunda, hayatını istihkar etmeyi gaye bilen kahramanlarla karşgılaşı- yoruz. Bittabi, «Kastilya Kalesinin Müdafii» filminde sahne vazil Bamuel Shellabarger, <Üç 1&hçörler» de olduğu gibi tarihf reeliteyi tamamile değiştirmis- ge bile, ona romantik unsurlar katmıştır. Pedro Vargas (Tyro- ne Power) in engizi rer lerinde geçirdiği nazik dakika- Jar, düello Ve savaş sahneleri, Meksika'nın altın semasında çınlayan zafer teraneleri, bütün bunlar, bu tarihf filme bir ef- 'e çeşnisi vermektedir. Bu a: ada, kahramanların - hayalle dokunmuş - karakterleri, bizi, kalılaşmış sahte bir psikoloji- nin pençesinden kurtarmakta- dır. Vak'anın devamınca bir an ekalk olmiyan gür, hareket ve Gdevamlı bir dinamizm havası, fitini, bir halk destanı seviyesi- ne yükseltmektedir. «Kastilya Kalesinin Müdafil» mde sahne vazii Samuel, bu tari- ht maceralarla dolu filme, basit ve masum bir aşk hikâyesini de talıkla sokmasını, onu, eski ypanyol danslariyle süslemesi- Bi bilmiştir. Daha düne kadar sinema âle- minde sadece sevimli bir artist, plarak tanılan Tyrone Power, KKastilya Kalesi Müdafli) nde, Ban'atının en son mertebesine erişmiş bulunuyor. Şöhreti gün Gen güne yayılan &ean Peters'e gelince o, temsil ettiği Katana adındak! genç kız rolünde ka- gınlığın baş döndürücü bütün içve ve şakraklığını mükemme- den gösterebilmiştir. öne Power defa Veremle Savas için bir Genel Müdürlük ihdası muhtemel Ankara, 4 (Hususi) — Ve- remle savaş işini teşkilâtlandır- mak ve bu dâva ile esaslı suret- te uğraşmak için Sağlık Bakan böırda hazırlıklar yapılmakta- Ör. Bu maksatla Bakanlıkta bir genel müdürlül dası muh- temeldir. Disiplin Kurulunun dünkü toplantısı Vilâyet Millit Eğitim Disiplin Kurulu, dün saat 15 de Vali mua- vini Rüştü Ülken'in başkanlığın - Ga bir toplantı yapmiştır. Bu toplantıda #uçlu öğretmen- lerin durumu incelenmiş ve bazı- darı hakkında maaş kat'i cezası tat bik edilmiştir. Sıtma savaşı için 7 Martta bir toplantı yapılâcak Ankara, 4 (Hususi) — Sağlık Bakanlığı, sıtma savaşına kar- gı tatbik edilecek programı tes- bit etmek için 7 Martta bir (Sıtma savaşı toplantısı) tertip etmiştir. Şarapda mı karaborsada? Beşiktaşta Türkali mahallesi Misırlıbahçe sokak - No, $7 de oturan Hasan Ikar adındaki bir okuyucumuzdan aldığımız bir mektupta * şöyle denilmektedir: «Tekel idaresi şarap satışını terbest bırakmakla karaborsayu sebebiyet vermiştir. Bazı bayi- ler fırsattan istifade ederek 70 santilitrelik şarabı 90 ilâ 100 kuruşa satmağa başlamışlardır. Hususiyetleri bütün dünyaca tanınmış ve doktarlar tarafın- dan tavsiye edilen Tekel şarabı ortadan kalkınca, yaşamak için kan, kuvvet, iştihaya — muhtaç Ansanlar müşkül vaziyete düş- Müşlerdir. Tekel idaresinin eskisi gibi garap satışına — devamını - veya karaborsaya düşmiyecek tedbir Ter almasını bekler Aileğimin alâkalılara ulastırılmasını rioa #derim.x TYRONE POWER nde.. | “Zavallılar ölmeğe geliyorlar, kmı * İLK AŞK MEKTUBUM.. Bize bütün kalbimle itiraf e- deyim ki, bir çocuk babası - ol- madan, geçirilen hayat, hayat değildir! Aklı başında bir genç kızla evlenip, hiç olmazsa Üc çocuk babası olmalıyım. İnanın Ki izdivacı çok ciddiye — alıyo- Tum. Amma beni şaşırtan nokta, gan'atıma zararı dokunmıyacak olan bir genç kızın kolaylıkla bulunup bulunmaması meselesi- dir. İhtimal ki siz bana meşhur kıcı Bing Grosby'nin evlen- öinden, Maurice Chevalier'nin iki oğlu olduğundan bahsede- cek; bu artistlerin san'atla aile hayatını pekâlâ telif edebildik- lerinden dem vuracaksınız, Bu iddianızda haklısınız: Be- nim derhal evlenmem lâzım!... Bu mevzua, kendimi tamamile kaptırdığım dakikalar, aklıma, mllstakbel karıma bir aşk mek- fubu yazmak - geliyor. Amma böyle bir mektubu hâlâ yazmış değilimdir. Yalnız emin oldu- ğum bir şey varsa, o da bu mu- hayyel kadının mevcudiyetidir. Evet böyle kadın yaşıyor. Gerçi onu bütün hatlarile, güzelliğile görmüyorum; fakat onu özlüyo- yum. Bu kadarı kâfi değil mi? yada yalnız esmerleri veya yalnız sarışınları seven erkekler yardır; ben onlardan değilim. Benim karım, sarışın olduğu kadar, kumral da, esmer de, be- 4 Milli Eğitim Bakanlığı mü tettişlerinden Bay Burhan Top Tak tarafından 6 Şubat 1949 Cu martesi günü saat 16 da Sanat Dostları Cemiyetinin, Ses tiyatro. Su pasajında, Splandit lokantası Üstündeki Jokalinde (UNESCO) hak kında bir konferank verecektir. 4 Remeihisarında Keork — ve Robert Kolej kapıcısı Mehmet, kuduz bir köpek tarafından ısırıl- mışlardır. — Uzatma güreşi Adalı! — Elense ve tırpandan baş- bir şey bilmez misin? Adalı oralı - olmuyordu. Başka bir oyuna teşebbüse hiç kalkışmıyordu. Derken durup dururken - b denbire Mollaya bir. boyundu- ruk vurdu. Halbuki Mümin Ho- ca ne dalmış, ne de paçalara in- mişti, Durup dururken boyun- duruk çekmek son derece ayıb bir şeydi. Derhal itirazlar yükseldi: — Çöz boyunduruğu Adalı! — Durup dururken — hiç bo- yunduruk vurulur mu? — Ayıptır Adalı! — Adam gibi gü — Öldürecek misin Mollayı? — Bu ne biçim güreş! Adalı hiç oralı olmuyor, in- safsızca Mollayı yoğuruyordu. O zaman halk: — Hakem heyeti yok mu? — Durdurun güreşi! diye fer yadı kopardı. Cazgır da bunun üzerine gü- reşi durdurmak — mecburiyetin- de kaldı. Mollayı Adalının kol- larından zorla — aldılar. — Adalı hiddetle söyleniyordu: — Ne karışıyorsunuz? Nı tergem yaparım, Eğer da miyorsa pes etein! — Durup durürken duruk vurulmaz! yanâ- boyun- Montand Yazan: Yves yaz da olabilir. Hattâ ona her Üç günde saçlarını boyamasına, gekilden şekle girmesine de mü- saade edebilirim. Elverir ki be- ni anlasın ve benim san'atıma kıymasın! Müstakbel karımın, uzun boy lu, orta boylu, hattâ kısa boy- lu olması, bence müsavidir. Za- ten ne boyda bir kadını sevdiği- Mi anlamam icin onu görmem lâzım. Bütün bu sözlerime ba- karak, belki benim kararsızlığı- ma hükmedeceksiniz. Fakat aşk mevzuunda geçirdiğim tecrübe- leri hesaba katarsanız, bu hük- münüzde aldandığınızı anlamak ta gecikmiyeceksiniz. Bakınız ben, on sekiz yaşında iken Clara Bow tipindeki ka- Kadınlara bayılırdım; Danilelle Darieux'nün fotoğrafını elimden düşürmezdim; Vivian Romance'ı gizli bir aşkla severdim. Fakat gindi artık <ideal> kadın diye bir şey tanımıyorum. Hasretini çektiğim varlık, ne boy ve ne renkte olursa olsun sadeec ka-| dındır. Bari, müstakbel karın, güzel olmalı mı diyeceksiniz? Evet.. Güzelliği tarif edebilir. misiniz? Bence güzellik, ne muntazam blr burunda, ne tahrirli göz- lerdedir; bence güzellik bütün bir şahsiyeti baygın bir şekilde kaplıyan sevimliliktedir. Bunun için karımın, çok değil, biraz ze- ki, hattâ biraz hoppa olmasını da isterim. Ancak o, başka bir erkekle beni aldattığı zaman bile sun'i vasıtalara başvurma- malı, boyanmamalı pudralanma malıdır. Ona neler verebileceğimi mi merak ediyorsunuz? durun söy- N ğacak yavrularımı, kötü karak- terimi, dürüstlüğümü, . (ALİAHMED PEHLİVANIN BAŞ GÜREŞLERİ Murad Reis cevab verdi: akıllı iseler çabuk kaçarlar!, — Bâö Pencereler hem ufak hem de parmaklıklı solduğu a tedbir olmağa lüzum gö- ile iki"uşak da nedi. Hancı uyanmışlar, bu işleri merak ve hayretle seyrediyorlardı. Niha- yet hancı dayanamadı; ellerini uğuşturarak Hanri Monpansiye Murad Reise yaklaştı: yın senyörler, — yapılan bu geylerden hiç bir gey, anla- miyorum. Murad Reis onün sirtini ök- şadı ve gülerek cevab verdi: - Haydutlar burayı basar- larsa sizi müdafaa için hazırla- ile nıyoruz! Bu sözleri Çipil Musa Fran- sızcaya terceme edince — hancı büsbütün şaşırdı: — Fakat civarda haydut çe- tesi yoktur. — Yeni türedi; Paristen gön derilmişler! Hancı büsbütün afalladı, kat artık onu dinliyen hattâ yüzüne bakmıyorlard Hanri Monpansiye ona sor - dü: — Buranın başka kapısı yok mu? — Vardır efendim, arkadadır ve ahırlara oradan gideriz Genç asılzade Murad Reisle o tarafa gittiler; daha küçük olan bu kapı da sağlamdı ve en az üç parmak kalınlığında meşe ağacından yapılmıştı. Üstünde demir parmaklıklı küçük - bir pencere vardı. Kapının iç tara- fına bir masa koydular; masa- nın üstüne iki silâhşör çıktılar ve pencerenin Camını dışarıya ateş edebilecek vaziyette yerleş tirdiler. Alt katta yalnız ön kanın iki — tarafında birer pencere vardı; oralara da ikişer silâh- gör yerleşti. Kara Salihle Gâ- vur Ali her tarafa yetişecek fa- tur bir noktada ve alt katta kaldı- lar; diğerleri yukarı çıkıp pen cereler arakasında vaziyet aldı- lar. gy Nişancılık oyunu... Murad Reisle Hanri Monpan- siye üst katta sofada; yola ba- kan pencerenin önünde ayakta duruyorlardı. Biraz sonra süvariler görün- düler; beşer onar kişilik grup- lar halinde yaklaşıyorlardı; ön de Marki Belârm ve teğmen Şarl Lonşan geliyorlardı. Han- ri Monpansiye onları derhal ta- nidi: — Tahminim doğru çıktı; ve- Hahdın haydutlarıdır! Dedi, Murad Reis cevab ver- di: — Zavallılar! Ölmeğe geliyor lar! Akıllı iseler çabucak kaçar lar! Murad Reisle genç asılzade geri çekildiler; kendileri görün meden dışarısını görecek bir vaziyet aldılar. Sonra diğer kor sanlarla silâhşörlere dışarıdan görünmemelerini, bağırarak em rettiler. Marki Belfirm yüz adım ka- dar ötede durdu; te; iki dakika konuştu elli kadar süvari vardı leri de üçer beşer yeti di. Marki Belârm âdi yürüyüsle hana yaklaştı; diğerleri de ar- dından geliyorlardı. Hanın ö- nünde birdenbire durdular; av- “azan: Ati Ahmımed * * — Boğyunduruk da vururum, — ruz ya! el ense ve tırpan da! Bu sırada Adalı Mollanın ya- — Hayır vuramazsın. nına geldi: — Ben bu kadar güreşirim. Madem ki beğenmiyorsunuz, gü reşmem! — Güreşeceksen insan güreş! — Güreşi sizden mi öğrenece- ğim? Ben böyle güreşirim. Bu münakaşalar esnasında Molla biraz kendine — gelmişti. Zavallı pek fena — boğulmuştu. Durmadan boynunu oğuşturu- yordu. Kendisini toparlayınca münakaşaya o da katıldı: — Ne oluyor, bırakın Adalıyı istediği gibi güreşsin! — Yahu boğacak be seni! — Ben İstanbul güreşini bil- miyordum. Paçalara inmeden boyunduruk vurulmaz saniyor« dum, Ona göre davranmıştım. Attık kendimi korurum, »— İstanbulda da — dalmadan boyunduruk çekilmez, — Peki neden Adalı çekti? — Biz de buna itiraz ediyo- gibi — Güreşi bırakıyor. musun? diye sordu. — Neden bırakayım? — Ben istediğim zaman bo- yunduruğu vururum, — İyi ya ağa, istediğin zaman vur! — Pek Alâ öyle ise! Gel mey- dana! Sahayı dolduran halk yeniden dışarı çıkarıldı. Halk Mollanın gösterdiği bu cesareti hem tak- dir ediyor, hem de buna şaşı yordu. Bu gefer güreş görülmedik bir giddetle başladı. Adalı tam mânasile kudurmuş gibi Molla nin Üstüne atılıyor, müdhiş el« ense ve tırpanlarla onu döğlü- yordu. Fakat güreş iki saate yaklaştığı halde genç Molla zer Ye kadar bir yılgınlık göstermi- yordu. Adalı bir iki defa daha boz yunduruk vurmağa teşebbüs et- luda direklere nmiş olan atları görmüşlerdi. Marki Be- lârm Galiba buradalar! Dedi. Sonra hanın - kapısına doğru bağırdı Hey... Hancı!... Hancı Hanri Monpansiye hancıyı ko lundan tutup pencerenin önüne getirdi; ayni zamanda hançeri- ni çekerek onun iki kürek kemi ğinin arasına dayadı: — Ben ne söylersem öyle ce- vab ver! Diye emretti. Hancı, Marki Belârm'a cevab verdi: — Buyurunuz, sinyor — Kapıyı aç! — Fakat, efendim, burası ağ zına kadar doludur; boş yeri- miz olmadığına esef ederim, — Kimler var? — Bir kaç köylü, bir kaç a- silzade ve bir prens — Kimmiş o prens? — Paristen geç vakit geldi; Adını soramadım,. — Ben piyi! — Prens hazretleri açılmama sını emrettiler; — rahatsız edil- melerini istemiyorlar, — Bu atlar kimindir? — Prens hazretlerinin ve ma iyetindekilerindi: — Sen niçin tereddüdle ko nuşuyorsun? Başkasının söyle- diklerini tekrar ediyorsun, değil mi? — Prens hazretlerinin emirle rini bildiriyorum, efendim! — Buraya beş Türk korsanı ile genç bir asılzade ve on ka- dar silâhşör gelmediler mi? Ben onları kralın emrile tevkif et- meğe memurum, Hanri Monpansiye mırıldandı: — Kralın emrile mi? İnan - mak istemiyorum. Hancı korku ve - şaşkınlıkla bu sözleri de Marki Belârm'a tekrarladı. Marki Belârm cevab verdi: — Evet, Fransa kralı haşmet li on Üçüncü Lüinin ve Başba- kan kardinal Dük dö Rişliyö- Dün emrile... Çabuk kapıyı aç, misafiriniz olduğunu söylediği- niz prens hazretlerini asla va- hatsız etmeden hanı teftiş et- mek isterim! Hanri Monpansiye hancıyı ke nara çekti ve Murad Reisle kısa bir görüşme yaptı. Hancıya şöy le dedi: — Söyle ki içeriye çok kişi girerse ister istemez — gürültü yüzbaşı yanına üç kişeden adam almadan gelirse ka piyi açacaksın! Hancı bu arzuyu yerine ge- tirdi. Marki Belârm bir dakika gorar anlarım; aç ka hayretle düşündü; sonra maiyetindeki lere hanı kuşatmaları için lâzım gelen emirleri ver- di: — Hedef göstermeyi: riden dışarıya kuş uçurmıyacak sınız. Kılıç kullanmıya heveslen meyiniz; çıkmak istiyen olursa «Dur!> diye ihtar ediniz, dinle mezse öldürünüz! Hanri Monpansiye Markiyi aldatarak savuşturmak istemiş fakat herif aldanmamıştı. di de içeriye girer girmez kıstı- rıp yakalatmak ve silâhsörleri Bubaysız bırakmak mümkün 0- lacağını düşünüyordu. (Devamı var) e KA T ti amma, muvaffak olamadı. İ- kinci saat tamamlanırken Mol- la bir fırsatınmı bulup tekrar daldı ve paçaları eline geçirdi. Adalı yine ancak dönmek ve kendini yüzükoyun yere atmak fırsatını bulabildi. Halk ayağa fırlamıştı. Şimdi hep bir ağızdan Mümin Hocayı alkışlıyorlardı : — Yaşa Molla! — Aferin Mümin pehlivan! — Aferin arslan! Bir kısmı da Adalı ile alay ediyordu: Haydi vursana boyundu- ruğu! — Ne duruyorsun Adalı? Adalı yerden kalkabilmek i- çin büyük bir kuvvet sar yordu. Fakat hangi teşebbli: bulunsa Molla hemen onu önlü yor, gayretini boşa çıkarıyor- dü, Güreş bu hali alınca ve Ada- hnin yerden kalkmak için” giriş tiği bütün teşebbüsler boşa çı- kınca seyiretler daha büyük bir di Erguvan renkli bulutlar on: | üstünü yer yer| kaplamıştı. Sarayların kurguni suz maviliğin kubbeleri, denize yakın ağaçlık lar, sıra sıra demirli vapurlar, minareleri birer ah gibi göğ yükselen camiler, yakın binalar, her yan bu rengin müb hem buğusu altında idi. Vapur Kızkulesinden döner- ken, yanından hızla bir başka vapür geçti. Sular çalkalandı. Çarpıştı. Sıçrıyan her dalgacı- ğın tepesinden gruptan renk a- lan penbe bir duman püskürdü. Cam göbeği deniz. yediği aihir li kırbaçla renk değiştiriyordu. Dünya güzeldi, yaşamağa de- ğerdi. Sanki niçin bütün ümid- lerinin kırilmış olduğu düşünce sine saplanmıştı? Ve bu bir bal çığa saplanmış gibi, kendisini derinlere, karanlıklara doğru çe kiyordu? Üsküdara baktı. Camlar tu- tuşmuştu. «Hayal Şehir> şiiri- nin mısrâları düşüncelerinin a- rasından sıyrılıp çıktı. Dimağın- da aydın ti k bir iz bırakarak v yeşil tepelerle örtülü bir göle benzi- yordu. Dünyanın bu en güzel deresi üzerinde, gidildikçe kaç defa göl, kaç boy dere olurdu. Ortalarda, içleri ,durmadan Mmisina kulaçlıyan siyah insan resimlerile dolu sandallar var- dı. İçinde bir ateş tutuştu. Bo- ğazın yumuşak bir sükünla u- Yuklıyan, sessiz - iskelelerinden biri gözlerinde canlandı. Parla- tılmış zokası, ucunda - oltasi uzun misinanın sarıldığı dört köşe mantar elinde, kendini o iskelede düşündü. Denizin yüzü 'ne sürünüp tekrar yükselen rüz gâr eteklerini uçuruyordu, Saç- ları savruluyordu. Oltasını uzak lara fırlatmıştı. Aklı elini kıpır datacak harekette, gözleri deni zin mavi meçhulünde bekliyor- du. Biraz ilerisinden, anbar ba- casından düman tüten, iplerin- de yıkanmış çamaşırlar uçuşan kocaman kara bir motör geçi- yordu. Bacasından fışkıran bir tatam kıvilcim, bir an için ha- vayı yıldızladı. Ve bütün düşün celeri bir tek noktaya çeken ha reket'oldu. Oltaya balık vurmuş tu. Kolları makineleşti. Büyük ve alışılmış bir özenişle kulaç kulaç çektiği ıslak misinalar, is kelenin kuru - tahtalarında reklenirken; suyun maviliğinde çırpınan, şekilsiz parıltıyı gör- dü. Zaten, elinin duyduğu ağır- lıkla, oltanın yüklü - olduğunu biliyordu. Bütün vücudile kı ranan balığı, bütün el kuvvetile yakalıyarak, iğneyi kıvırıp ağ- zından kurtardı. Balığı geriye fırlattı. Üzerinde akşamın renk lerini toplıyan küçük mahlük, ağzından, kulaklarından fışkı- ran taze, parlak kanile tahtala- rı boyarken; sıçrayışlar, çarpı- nışlarla garib bir ölüm dansına şladı. Yakın kıyı gazinoların- dan kitar sesleri — işitiliyordu. Arka asfaltta klâkson çığ artıyor, virajda savrulan teker leklerin rüzgârı ışıldıyordu. Bo- ğazda akşam başlıyordu. Karşı kıyılara renkli bir ışık yağı- yordu. — Tepelerdeki yamaçlardaki evler, tek tek, yakınlaşmış olarak görünü; du. O, şuursuz bir heyecan de, balıkların sayısını arttırmış tı. Sonra mantarın üzerine sar- mış, her yeri başka şekilde ka- hayrete düşer oldular. Bunlar aralarında göyle konuşuyorlar- di: — Ne oluyor Adalıya? — Ayağa kalkamıyor be! — Molla pek yamanmış; ter misin Adalıyı yensin? — Yok canım, Molla ona bir Bey yapamaz amma, Adalı da galiba bir şey yapamıyacak! Bu Molla çok pehilvanmış doğrusu! Güreş başladığı za - man beş dakika dayanamıya- cak sanmıştım. Halbuki hiç de öyle olmadı. — Ummadık taş derler. Adalı buldu başının belü- İs- baş yarar sını! Evet Adalı hakikaten başının belâsını bulmuşa benziyordu. Mümini kolay kolay yenemiyece ğini artık herkes anlamıştı. Mümin Hoca Adalının bütün gayretlerini çıkardıktan ve onu adam akıllı bağladıktan mra şaka uzanıp almak İste- t kolu bir türlü yetiğe- bo; 5 ŞUBAY i9b — iKkKüaye BAŞLENCİÇCÇ.. YAZAN tılaşan balıkları kuyruklarından yakalıyarak, arka yamaçtaki evinin yolunu tutmuştu. Kırmı Zi çatısı, koyu renkli çamların arasından görünen küçük ev adeta onu özlemiş gibi idi Yol- daki kumlar sevinçle — hışırdı çamların serin dalları #ai rını okşamıştı. Bahce düm düz zümrüd çimenlerle örtülü idi. Evin önleri çiçekli, geniş pencereleri ardına kadar açıktı. İleride çimenleri kırpaı kek, ayak sesile dönmüş görünce, gözleri ışık parlamıştı. «Nerede » rin ? Vapur, — Köprü — iskelesine tosladı. Zerrin, sarsıntı ile gınlıktan ayıldı. Başının içine korkunç yalnızlığı doldu. Vücu- dünü ürpertiler kapladı. Koca- sının bir kaza neticesinde ölümi le ortada kalmıştı. Bir müddet kimsesizliğile, ıztırabile mücadı le ederek, onları yenmeğe çalı mıştı. Henüz yeni kurulmağa uğraşılan bir hayat, yapıcısını kaybedince, çökmeğe başlamış- tı. Zerrin, hayatı tanımıyordu. Hiç bir bilgisi yoktu. Huzur, sü kün limanından birdenbire açık denizlere çıkmıştı. Oradan or: ya savrulmuş, bilmediklerini öğ renmiş, hayatın binbi itli zehrini içer olmuştu. Yolcular çıkıyordu. Elinde kü Çük valizi ile, yine sokak orta- sında kalmıştı. Dönüp Saraybur nuna baktı. Kaç defalar, kendi- hi anaforların koynuna fırlat- mağı tasarlamıştı. Bazen bir ü- mid kırıntısı. onu kararından caydırmış, bazen gücü yetme - miş, bazen bugünkü gibi daldı- ği hayal yüzünden gecikmi: Ha kararmış, kisa bir zaman evvel renklerin çağladığı maviliklerden lâpa Vâ- Pa kar yağıyordu. Nereye gide- cekti? Son barındığı yerden a- tılmıştı. Oda kirası verei ldın Zer dal- gel birdenbire iyor- uri Akça aleyhinde bir ihbar Bir Çekoslovak vatandaş, sa- bik elçilik müsteşarına emanet ettiği mticevheratı geri alama- dığını iddia ediyor. Ankara 4 (Telefonla) -— Eski Çekoslovak Müsteşarı Nuri Ak- ça bir Çekoslovak vatandaşı ta- rafından, kenudisine tevdi edi- len kıymetli mücevherat ve eş. yayı hâlâ iade etmediği hakkın. da Ankara savcılığına bir mü- recaat vâki olmuştur. Fakat müracaatta bulunan zat hiç bir delil göstermemiştir. Maamafih ihbar dolayısiyle savcılık, bura- da bulunmiyan Nuri Akçanın i- fadesine müracaat edilecektir. Nişantaşındaki işçi hasta- hanesi bugün açılıyor Nişantaşındaki 70 yataklı hastahane: renle açılaca İşçi bugün saat 16 da tö- miyordu. Adalının geniş beli ve koca göbeği, kalın bacakları ya nında Müminin kolu çöp kadar kalıyordu. O zaman Adalıyı sağa - sola doğru iterek dağıtmağa çalış- mağa başladı. Adalının Gczini ve Müminin gayretini görenler| derhal kendisini teşvik etmeğe başladılar: — Haydi Molla! V— Aferin Molla! — Al kündeyi! Şunu da hemen - kaydedelim ki böyle haykıranlar da Mümin Hocanın bir mücize yaratacağı na kani bulunmuyorlardı. Ha- yır, buna imkân yoktu. Bu Mol İa ne kadar pehlivan olsa niha yet karşısında Adalı vardı. O- nu yenebilmesine ise imkân ve ihtimal yoktu. Buna kimse inan mıyordu. Sadece Adalıya kızgın lıklarından böyle haykırıp du- ruyorlardı. Adalının bu haline en çok memnun olan bir kimse de Kün- deci idi. Ağzı kulaklarında ya- nındakilere göyle diyordu — Nasılmış Molla? Beni yen di diye benimle alay edip dur- muştunuz. Fakat sizin Adalı da ona bir şey yapamıyor. Haydi bakalım, ayağa kalksın da gö- relim! (Dovanu var) du. Elbet çıkaracaklardı, İskes, lesinde balık - tuttuğu — kyınn rtlarındaki evi, içi tutuşazak üşündü. Borçlara kapıyabil : mek Üzere satılmıştı. Ah o ev başında kalabilseydi. Belki niden yaşamağa imkân bulabi- lecekti. Vapurdan son yolcu — olarak çıktı. Alev alev yanan yüzür yapışan kar taneleri, o anda bi- rer damla su oluyordu. Biletini verdi. -Merdivenleri ağır uğir tırmandı. Otobüs durağına” yü- rüdü, Orada durdu. Bütün dost larının yardımını istemişti. Kısa bir zaman sonra bütün kapı!; güzel yüzüne kapanmıştı. iki yaşında ve son derece güzel di. Bunu en büyük bedhahtlık olarak düşünüyordu. o Otobüsler gelip gidiyordu. binmiyordu. Ni gidecekti? Ne barınacak yeri, ne otelde kalaca Durak kaç kere kalabalıklı.stı boşaldı. O, hâlâ olduğu yerde kıpırdısız. duruyordu. Artık & ğuğu duymuyor, yüzüne çarpoa kar tanelerinin yakıcılığı setmiyordu. Yorgun, muztari» başına, tatlı bir uyuşukluk, ga- ib, yumuşak bir uyku doluyor. du. Sırtını islak demir dire dayadı. Kirpiklı ini ö tüyordu ki, önünde bi otomobilin durduğunu gö İçinden bir adam çıktı. Uzaklar. dan bir ses duydu. — Saatlerdir. buradasını: Bilhassa kaç kere önünüzden geçtim. Donacaksınız... Sizi g deceğiniz yere götürmeme mü- saade ediniz... Zerrin, gülümşemek — istedi. Dudakları açılmadı. Kemik miş elini, bir el yakaladı. On: camları kar perdeli sıcak bir ye re sürükledi. — Sizi ner nimefendi... Zerrinin kısık dudaklarının arasından: — Gidecek yerim yok sözü..c Döküldü. Bir çift parlak zün kendisine dikkatle baktığı- nı gördü. Sonra her şey kar Bavrulan boşluklarin içinde eri« di kayboldü. yarası vardı. götüreyim ha- Bir komiser muavini sar- hoş bir sabı- kalıyı vurdu Balıkçılıkla meşgul Mustafa Bozca ile arkadaşı Ahmet Gül #arhoş bir halde Tahtakalede Ahmedin kahvesine gitmişler, Nuğra atarak kahvenin camla» rını kırmışlardır. Hâdise yerine gelen Tahtakale merkezi komiş Ber muavini Hasan Türkyılmaza da bıçak çekerek taarruz etmekt istemişler, Hasan silâh istimal etmek mecburiyetinde — kalmış ve Mustafayı kasığından yara- lamıştır. Yaralı hastahaneye, Baldırılmış, tahkikata — başlan« mıştır. Davis kupasi kurrasını Trygve Lie çekecek Lake - Success, 4 (a.a.) <Afpr: Birleşmiş Milletler Genc! £ reteri Trygve Lie, 8 Şubatla Birleşmiş Milletlerin - Nevyok- taki lokalinde Davis Tennis kı- pası maçları için kurs çekeceli- tir. Avrupa ve Amr'ika böl (e lerine ayrılan 27 millet 1949 Davi: kupası maçlarına iştirak a. edeceklir. Avrupada finale laslar 26, £7 ve 28 Ağ Nevyork civarında Forest Hit de 1948 Davis kupası şampiyou de Birleşik Amevixa ekipi tie MA AOA TELEYER TI ”. B ACI BİR KAYı” Paşabahçe Şişe - Ca: rikar # memurlarından Recep Yamaç' an eşi, Basın, Yayın Umum dürlüğü memurlarından Ziya 1a> maç, Nermin Yamaç, Ural Yamaş, ve Vatan gazetesi sekreterierin den muharrir Cavit Yamaç'ın vas lideleri, Nahire Yamaç, Şekiba Yamaç'ın kayın valideleri, saliha tı nisvandan FATMA YAMAÇ Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi bugün (5 Şubat cu martesi) Yenibahçe Gureba has tahanesinden alınarak Beyazı! car miine getirile öğle namazını mütcakip cenaze namazı kılındık: tan sonra Merkezefendi mezar lıiğındaki — ebedi — istirahatgâhina tevdi edileçektir Merhumeye Cenabı Haktan r met, kederli allesine başsağlığı di- leriz. —a —

Bu sayıdan diğer sayfalar: