7 Ağustos 1949 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4

7 Ağustos 1949 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

kozmop Sovyet Rusyada olitçilik Rus âlimlerile dünya âlimleri araşında hiç bir münasebet kurulamıyacağına göre, Ruslar atom bombasını nasıl bulür ?... Yazan: Alexander Werth Sovyet Rusyada hüküm süren sayısız yasakların arasına son zamanlarda bir de «Kozmopolit- gilik> karışmıştır. Sovyet idareci lerine göre kozmopolitçilik artis tik, edebi ve bilhassa felsefi ve ilmi her türlü tefekkür sahasında rastlanan yakıcı bir doktrindir. Sovyet Rusyada bir kosmopo- lti tarif ederken kullanılan ke- lime «bezrodni> dir. Bu kelime- nin mânası <ana babasız, yurt- Buz bir kimse» dir. Merkezi ko- Mmünist komitesinin talimatı üze- rine Sovyet basınınca ilk takbih edilen kozmopolitler arasında bir | kaç tiyatro münekkidi gene mah ! dut sayıda sinema münekkidi ve bir avuç sinema direktörü vardı. Bunlar «Özleri gerektiği kadar Rus olmamak» ve batıya karşı gem vurulmıyan bir ilgi ve heves beslemekle itham edilirler, Halen Sovyet Rusyada her han gi bir fül veya fikrin resmi Mark) Sİzm nazariyesine tetabuk edip etmediğini kararlaştıran iki zat Prof, Mitin ile. Prof. Yudin'dir. Yudin Bükreşteki kominform ga zetesini çıkarmakla — meşgul ol- makla beraber Mitin Moskovada dir ve başlıca vazifelerinden bi- Fi Sovyet filezofları İle doğru yoldan ayrılmak ihtimali olanla- F sıkı bir tarassut altında bulun durmaktadır. «Edebi Gazete» nin zon sayılarından birinde bilhassa felsefe sahasındaki kosmopolit- lere şiddetle hücum etmiştir. Baş hıca hedefi, tabii ilimler mütehas- Bısı Prof. B. Kedrof'tur. Bahsi geçen makalesinde, Mitin şu id- diada bulunmaktadır: İkinci Dünya Harbinden beri merkez komitesi tarafından tat- bik edilen reformlar halkaları birbirine sıkıca geçmiş bir zincir | teşkil etmektedir ve bu reform- lardan maksat Sovyet vatandaş | larının zihnini bütün eski yanlış fikirlerden temizlemek ve Sov- yet erkek ve kadınlarına memle- etleri ve yaşayış tarzları için bir sevgi aşılamaktır. <Batıya yaltaklanmak» gibi bazı akli hu- yaslar aşikâr olmaları hesabile isbeten kolay bir şekilde kökün den aşınmış olmakla beraber, çok daha sinsi ve muzır bir illet — zâni kozmopolitçilik— baş göz- termiş bulunmaktadır. Ve onunla amansız bir mücadeleye - girişil- melidir. Kozmopolitçi menşei ne dir? Mitin, bu suali şu şekilde cevaplandırıyor: Kosmopolitçili- ğin en kötü şekli İngiltere ve Amerikadan gelmedir ve haddi- zatında İngiliz ve Amerikan ca- suslarının faaliyetlerini perdele- “yen bir paravan vazifesini gör- Mmüştür. Bu kozmopolitçilik <dün “ya vatandaşlığır, «dünya bükü- Meti> ve cilmi beynelmilelciliği» gibi kisvelere bürünüp dolaşmak- tadır. Lysenko nazariyelerini etmiyen Sir Henry Dale ile diğer İngiliz âlimlerini «Wall Street'in (Amerikan kapitalizminin) uşak- larır diye damgalıyan Mitin, bir çok Sovyet filozofu ve bilhas- sa Kedrof'un kozmopolit olmak ve vatansever olmamakla itham etmiştir. Kerdof'un eserlerinden aşağıya aktarılan bazı parçalar onun «doğru yoldan» ne kadar Anhiraf ettiği hakkında bir fikir verecektir. Kedrof'a göre: «Dünya felsefesinin gelişmesi evvelemirde ayrı ayrı memleket- ler itibarı ile değil, içtimai çağ- lara istinaden mütalâa edilmeli- dir. Beşeriyetin tefekkürünü tem Sil eden dünya felsefesi ayrı ay- rı milli felsefelerin mecmu' yekü- nu olarak ele alınamaz. Lâkin diğer taraftan bu ayrı ayrı milli felsefelerin tamamen muhtar ve birbirinden müstakil olarak ge- liştikleri de kabul edilemez.» Mitin'e göre, bu sözler, <Mil- liyet meselesindeki Lenin - Stalin doktrinine aykırıdır, ve Sovyet Rusyanın milli kültürü bakımın- dan Kedrof bir nihilisttir. dlimi tekaddüm> mevzuuna u- zun satırlar tahsis eden Mitin, bu mevzuun ehemmiyetinin Ked> rof tarafından inkâr edildiğini, ve Kedrofun «Zira Rus âlimi Lo- monosof tarafından elli yıl daha önce yapılan keşifleri Fransız â- limi Lavoisier'ye atfetmekte 18- rar ettiğini» söyledikten sonra, Kedrofun «âlimler arasında bü- yük tesanüt prensipini» müdafaa etmesi yüzünden büsbütün gaza- ba gelmektedir. Kedrofa göre «Mendeleef, yabancı ilim adam larının başarılarını hiç bir zaman inkâr etmedi. O, ilim sahasın büyük bir beynelmilelciydi. Y bancı ilim adamlarının eserlerini tetkik ederken, onların milliyeti meselesini tamamen bir tarafa a- tıp tamamen objektif esaslara bağlı kalırdı.» Mitin'e göre, bu sözler Mende- leef'i tahkir etmektedir, zira «ha- kikatte ateşli bir Rus vatanseve- ri olan Mendeleef'in Bir kozmopo- lit olduğu hissini vermektedir. Makalenin alt tarafında, Miti- nin milletlerarası ilme yaptığı hücumlar bir kat daha şiddetlen- mektedir. Mitine göre, sınıflara ayrılmış bir cemiyette «tek bir dünya ilmi> olamaz. Bakınınz ne diyor «Bugün ilim sahasında mad- diyetçilik ile ilim arasında; terak- ki ile irtica arasında, şiddetli bir savaş cereyan etmektedir ve «dün ya âlimleri arasındaki büyük te- sanüt prensipi» adı verilen saç- ma, sadece Amerikan istihbarat servisinin işine yarıyan bir hile- diza * u <tesanüdün> saçma olduğu- nu isbat etmek için Mitin, Ame- rikan âlimlerinin kendi atom sır larını diğer memleketlere pay- laşmayı reddedişlerini ileri sür- mektedir. Diğer bir misal olarak da İngilizlerle Amerikalıların pe- ninsilin imalâtiyle ilgili sırları Rusyaya ifşa etmediklerini lddiu etmektedir. Harb esnasında hu- susi surette Moskovaya giden Sir Alexander Fleming ile sair İn- giliz ilim adamlarının Ruslara verdikleri bilgiler ve yanılmıyoc- sam Birleşmiş Milletler yardım ve kalkındırma idaresi tarafın- dan Sovyet Rusyada kurulan pe- ninsilin fabrikası nazarı itibare alındığı vakit Mitin'in bu iddia- larının hangi esasa dayandığını anlamak güçtür. Maamafih, İn- giliz ve Amerika ketumiyetinden bu şekilde şikâyet ettikten son- ra peninsilini kendileri için keşte uğraşan Rus âlimlerinin büyük zorluklara katlanmak — zorundu kaldıklarını söyledikten sonra pe ninsilin ilp ilgili çalışmalara Rus Alimlerinin İngiliz ve Ameril ilim adamlarından çok daha ev- vel başladıklarını —kendini tek- zip edercesine— ilâve etmekte- dir. Mitin'in sözlerinden çıkarıla- cak netice gudür: Sovyet âlimle- riyle yabancı âlimler arasında hiç bir hakikt temas ve irtibat o- lamaz, ve Batı memleketlerinde sınıflara bölünmüş bir cemiye: ile kapitalizm mevcut oldukça fikri ve ilmi tenasüt lâfları bir hile ve uydurmadan ibaret kal- mağa mahkümdur. Diğer taraf- tan, komünist beynelmilelciliği dışında başka hiç bir beynelmilel cilik olamaz. Zira onun dışındı ki her hangi bir beynelmilel. ancak kozmopolitçiliktir. Daha üç ay evvel itibar gören ve aralarında Kedrof gibi bir sl- ma da bulunan Rus âlimleri âni olarak ekozmopolit» damgasını yediklerine göre acaba Sovyet Rusyada bir nevi ideolojik engi- zisiyon teşkilâtı her türlü ideol. jik ginhirafları> ince bir elekle araştırmakla mı meşguldür? ik Edirne'nin tarihi, Milâddan önce başlar. Tarihi kayıtlara göre bu şehiri Milâddan 117 yıl önce Roma İmparatoru Ad- Tiyen kurmuştur ve onun adı- nın hâtırası olarak da Adri- yanopol denmişti: Edirne bir çok büyük harp- lere sahne olmuş yerdir. Tari- hin karanlıklarına gömülü bu eski vukuatından ve bir çok efsanelerinden geçerek Türk Değirmen arkına atılan çocuk ölü bulundu “Yozgat, (Hususi) — Yozgadın Muhal köyünde feci bir olmuş, düğünlerinden bir hafta sonra doğan bir çocuk ebevey- ni tarafından değirmen arkına atılmak suretiyle öldürülmüştür. Hâdise göyle olmuştur: Muhal köyünden Hüseyin, kızı Satıyı ayni köyden Abdullah ile nişanlamıştır. Kız, Abdullahın çirkin ve yaşının küçük oluşunu bahaneşederek bu işten vazgeç- mek sitemiştir. Kızın babası ise Abdullahın güzel bir tarlasının hatırı için müstakbel damadını eve alarak kızına ısınmasını te- min etmiştir. Fakat kızla erkek gayri meşru temasta bulunarak düğünlerinden bir hafta sontu çocukları olmuştur. Bu vaziyeti kendilerine leke sayan karı, ko- ca yeni doğan yavruyu köy de- ğirmeninin arkına atmışlardır. Köylülerin ihbarı üzerine savcı- lık hâdiseye el koymuştur. Sanık lar hakkında tahkikata - başlan- mıştır. Keşanda Spor klübü kuruldu Keşan (Hususi) — Kasabam.z- da mevcut Gençlik Klübü lâğve- iş ve yerine bir spor klükü kurulmuştur. Yapılan - seçimden evvel yaptığı bir konuşmada Feh mi Batu bilhassa eski idare he- yetine ağır, fakat haklı hücum- İarda bulunmuştur. Seçim sonun- da M. Demirhisar, Fehmi Batu, D. Ergene, Arif Yayaların idare heyetine seçildikleri - anlaşılmış- tır. Beyahat ve siyaset: Dişişleri Bakanımız yine di Rarcığı omuzuna vurdu, ayağına demir çarıkları geçirdi, eline de asasını — alarak yollara — düştü.. Masallarda oldu- Bu gibl az gide- cek uz gidecek... Dere tepe düm düz gidecek kah ve tütün içerek, lâle sünbül biç, rek gidecek gidecek! bir de arka- sına dönüp bakacak ki, bir arpa boyu yol gitmiş! Diğer seyahatlerinden bu inti- bar edinmiştik. Bakalım bu seya- hatte ne olacak? Yalnız mühim bir nokta var: Bakanımız acaba bu seyahate yalnız mı çıktılar? Yoksa - mu - tadları veçhile - refikaları Sayı Bayan da kendilerine refakat e- diyorlar mı? Bize kalırsa hariciyemizi bir - den bu iki mühim elemandan mahrum etmek doğru değildir.. Ya Dişişleri Bakanımız «Straz - burg> 1 teğrif buyurarak - vekâ- leten Bakanlığı idare etmek üze- Fe - bayanı burada bırakmalı, ya- hut da Birleşik Milletler Konse- yine hanımefendiyi - göndererek kendileri burada kalmalıdırlar.. Bilhassa Bayan Sadak son za- Manların siyasi cereyanlarına de- rin surette vukuf peyda ederek pratikten yetişmiş bir siyasidir; Zevçlerinin — yokluğunu hiç belli Bizlik diye birşey yoktur. Mu- vaffak olan kerameti kendinden bilir. Olmayan da Atlantik Paktında olduğu misullü <«Zaten bu pakta girilmesine taraftar de- İdik. Biz pakt âşıkı değiliz deyip yağdan kıl sıyrılır gibi çe- kilir. Âma «Madem ki, pakta gir- meğe taraftar değildik. O halde ne için tâ oralara kadar gittik?> kabilinden bir sual sorulsa: «Bizim bayana biraz hava al- dırmak için gidildi. gibi makbul bir mâzeret ile mes'ele kapanır gider, Diğer delegeler de bu iğe riayet ediyorlar mı? Bil - miyoruz. Fakat biz anlaşılıyor ki, ilerisini düşünen siyasilere mâlik olduğumuz için işte her mes'- elede aşığımız böyle cuk oturu - yor!. 0 Lükardı fırtınaları, Fırkalar karşılıklı birbirlerine tehditler savuruyorlar. bilhassa Bundan iktidar partisi — fena halde içerlemiş. Muhalifler de «hasmını öldür - ,Mekten ise kor- kutması yektir!» diye vakıt vakıt Üabİr patırtı yapı- “ yorlar, arkadan kıs kıs gülüyor - lar. Tehdit sağnağı biraz tavsar- sa bir taraf tekrar bir nâra atı- yor — Hayt!.. Ben yok mu ben?!. Bu söz karşı tarafı yeniden küp- etmezler, Zaten siyasi teşebbüslerde mu- lere bindiriyor. — Tehdit var.. Husümet andı vaffakiyet yahut muvaffakiyet - Nasreddin hocanın hikâyesi.. Hoca heybesini kaybetmiş: <Hey- bem bulunmazsa ben yapacağımı bilirim!» dermiş. Heybe bulun- tuktan sonra sormuşlar: «Heybe ortaya çıkmasaydı ne yapacak - tın?» Hoca: «Hiç! demiş, eski kilimi kesip heybe yapacaktım!» Lâf düellosunda en ileriye gi- denler Demokrat Parti Reisi Ce- lâl Bayar'la Bağbakan Yardımcı: #1 Nihad Erim oldu. Biri: «Bu dâva millt dâvadır.. Çoluk çocuk işi değildir!» - dedi. Diğeri de: «Bu ilim işidir. Mek- tep görmemişlerin başaracağı iş değildir!> cevabını verdi. Çoluk çocuk Nihad Erim, tahsil görme- miş de Celâl Bayar oluyor, Ge- lin arkadaşlar! böyle lâflardan vaz geçin. Bu memleket diplomalısından bir türlü, diplomasızından bir tür lü çekti ve çekiyor. Çok defa el- leri ilim bandıralılar memleketi TARİHTE Edirneden eski asır larında bir görünüş... EDİRNE Edirne'den bahsedelim: Şehzade Süleyman Karesi vi- lâyetinde icrai - hükümet et - mekte iken Rumeli cihetinin fethine karar — verilmesi üze- rine, sal ile karşı sahile geç- meleri, Türk cengâverlerinin bu topraklara İlk ayak bas- malarını intaç etmiştir. © zaman Edirne tekfuru An- driya idi. Edirne fethine ge - len Türk cengâverleri ile Saz- YENİ SABAH hdere mevkiinde — bütün gün devam eden harp, Türk kah- ramanların zaferi ile neticelen- miş, Edirne tekfuru Meriç neh- rinde kendisini bekleyen ka- yıkla ve güçlükle canını kur- tarabilmiştir. O zaman Edirne mâmur bir şehir değildi. Dimetoka pay - taht ittihaz edildi. Edirne'de Tunca kenarındaki saray, hi- sar dışında bir çok evler yapı- larak şehir şenlendikten sonra Edirne paytaht oldu. Fatih İstanbul'u fethedincı ye kadar paytaht olarak ka- lan Edirne uzun müddet sevi- len ve sık sık ziyaret edilen şe- hir olarak kaldı. İstanbul'un güzelliğine rağmen Üçüncü Ah med, Beşinci Mehmed ve Sul- tan Mustafa zaman zaman E- dirne'ye gider, uzun müddet burada kalırlardı. Tahsilini Ankarada yapmıştı. İstanbula ilk gelişi idi. Beraber- ce Dördüncü Vakıf hanını bü- yük postahaneye bağlıyan kısa asfalt yoldan geçiyorduk. Bir- den durakladı: — Burası sefarethane - binası fmı? dedi. Bu sokakta sefarethane falan olmadığı için evvelâ gülecek ol- dum, Fazla hassas çocuktur. Ken dimi tuttum. Usulen şöyle bir baktım: — Yok canım, Kızılayın mer- kez binası, — Peki, ya bu ne? diyerek bi- nanın üst katını gösterdi. O zaman asıl gülünecek hale ben düşmüştüm. Muhteşem — Kızılay binasının cephesindeki rengi sol- | muş tahta ayın bir ucu kopmuş, sarkmış, tel ile tutturmuşlar, . Tıpkı bir orağa benzemişti Halk, azapta gerek Tramvayların kalabalığına a lıştık gitti. Tenha bir nakil va- sıtası görsek bayağı şaşırıyor, sanki bir Amerikan bahriye eri geçiyormuş gibi dönüp dönüp ba- kıyoruz, Fakat biz şaşıyoruz di- ye yüksek tramvay idaresi de şaşıp kalacak değil ya!.. — He- men icabına bakıveriyor. Meselâ bayramın (yâni Şeker bayramının) üçüncü günü öğle- den sonra bir iki ttamvayın yük- leme nizamnamesine göre salkım saçak gitmediği görülünce he- men tramvayların yarısı: «Halk azapta gerek!» denilerek depo- lara çekiliverdi. Tıpkı kilisede Şeytan tasviri- ne mum yakıp da sonradan «Şey- çıkmazlara sokmuşlardır. <âyine- Si iştir kişinin lâfa — bakılmaz!» sözünü unutmamalı, Eski gazetecilerden — rahmetli pehlivan Kadri — otomobillerden |pek korkardı. Bir gün ilmine faz- Ja inandığı bir zata müracaat e- derek sokakları - otomobil altın- da ezilmek tehlikesine müruz kal |madan geçebilmek çaresini sor - muğ. O zat ta eline kâğıt kalem alarak bir geçiş plânı yapmış.. Kadri merhum ne zaman bir dad- deyi geçse evvelâ gözlüğünü ta- kıp plânı muayene eylemeği itiyat edinmiş... Bir gün yine böyle yaparken bir otomobil altında çiğnenecek vaziyete düşmüş... Bir kaç gün sonra baktık ki, artık plân yok.., Sorduk î — Plânı ne Kadri — Bırak Allahaşkına! — dedi. Herif beni az kalsın ahrete plân la gönderecekti. yaptın azizim! ( ŞEHİRDEN NOTLAR — Kendisi muhtaç hir dede.. tan karanlıkta - Perek» “diyerek yaktığı mumu söndüren Bekri Mustafa misali Bir de tramvay idaresi burnu- nun ucunu bile görmüyör; de- SKİ » Kabahat da gizli! Çamur ile hamur arası, hükü- met kararnamesiyle ekmek adı verilen, elindeki kara nesneyi göstererek: — Mübarekler, yenmiyor be birader! diye acı acı dert yandı. Beriki cevap verdi; — Sen, ben yiyemiyoruz am- ma, yiyenler de var.. Fakat ne sesleri çıkıyor, ne de sedaları.. Tabanca ile öldürme Bor (Hususi) Kazamızın Kızılca köyünden Niyazi Baykal tarladan ot biçme ihtilâfı yüzün- den, ayni köyde Hüseyin Özcan- la kavgaya tutuşmuşlar, Niyazi tabancasını çekerek öldürmüş - tür. Borda şehirlerarası telefon tesisi yapılıyor Bor (Hususi) — Kazamızla şe hirler arası telefon muhaveresi için gerekli tesisler - kurulmıya: başlamıştır. Tesisat yakında ik- mal edilecek ve önümüzdeki gün- lerde açılış töreni yapılacaktır. Seyahat ve"siyaset —Lâkırdı fırtınaları — Zenginin malı, züğürdün çenesi — Hastalara mahsus ekmek — Bitaraf gazete ok şükür memlekette diplo - bolluğu var, Fakat ilim bah- sularda? Orasını hiç sor- eçen gün eski ve yeni harfle- ri mükemmel bildiğini iddia eden diplomalılardan biri eski harfler- le yazılan — (mevlid-i-nebevi) yi, (Mmoldnboy) diye okumak (Ma dâmelhayat) kelimesini de (Ma- dam Elhayat) yapmak — suretile hepimizi küçük dilimizi yutacak hâle getirmişti. Böylesine diploma ne yapsın? * Zenginin malı, süğürdün çenesi! Nâhi Ağahan... Seni hanlar gö- türsün... Bıktik, usandık... İllal - h ve resülihi n lah ve resülih Bir zaman gaze MA Ka büsam NL kaç yaşına gir- (nesi dolayısile Z sümüşle, altınla, AŞ elmasla tartılma, Bigadiçte çifte ile bir adam öldürüldü Balıkesir (Hususi) — Bigadiç ilçesi Hisar köyünde aaat 1 sul: rında bir cinayet işlenmiştir. Öj renildiğine göre, 30 yaşlarında Safi Hevlek, karısı Penbe ile tü- tün çardağında yatarlarken meç Jbul bir şahıs tarafından yaralan: mıştır. Saçmalarla kafâ tası par çalanan Safi derhal ölmüştür. Hâdise hakkında tahkikata baş- lanılmıştır. imım D'onnunzlot €Ne kadar çok ümit edilirse o kadar çok yaşanır!» der © halde Milli Piyango size çok yaşamanın sırrını da öğretiyor demektir S sını okuduk ve bu münasc* dünya mecmualarında süzük na- zarlı, nazik çehreli resimlerini seyrettik. Derken bilmem nerede evlendiler.. Bu sefer de günlerce izdivaç merasiminin tafsilâtını öğ larında birinci gelen beygirleri - nin resmine geldi. Bir müddet de onlarla uğraştık. O bitti mah- düm-i- necabet mevsunları A- merikan dilberine tutuldu... Hay- di huryâ... Aylarca herkes işi gü- cü bıraktı. Evlendi mi? Evler yor mu? diye bununla meşgul ol- du. Nihayet evlendiler, Oh! de- dik. Onlar ermiş muradına... Biz çıkalım kerevetine... Fakat 'ne münasebet Ağahanlar bir ke- re yakamıza yapışmışlar. Bırakı- yorlar mı? Nefes aldırmıyorlar... İzdivaçtan sonra balayı resim- lerini gördük. Onu müteakip he- diyeler teşhir edildi. Derken ga- zeteler Ağahanın erkek torun is- tediğini yazdılar.» İster a. Dedik adamcağız oğlunun kaçıncı defa- dır mürvetini görüyor. Bakalım aile renginde sarı mı galip gele- cek, yağız mı?» Böyle düşünürken yeniden ga- zetelerde bir tekzip göründü. <A- ğahan torununun e Nu İstemiyormuş!» Dünya gaze- teleri bu söfer de dillerine bunu . | doladılar. Yazdılar çizdiler.. Mes"- ele tavsar gibi oldu... Oh! dedik. Artık Ağahandan — kurtulduk... Fakat ne gezer? Meğer çilemiz | daha bitmemiş... Bir gün bir de gazetelere bakalım ki, Ağahanla karısını soymuşlar, Hırsızlar yüz- yendik. Oda bitti. Sıra At koşu-iyüz milyon franga sigortalı ol - sarpa sarıyor. Ti rkek olduğu - olmayan bu sözüm ona ekmeğin dazan: Eski bir pehlivan — Olur gey değil! dedi. Deli mi bu Arnavutoğlu? Hemen gü- reş dursun. Şu pehlivaniı kolu- nu kendi elinle adamakıllı sar. atsın, istirahat etsin! Bu irade pehlivanlara bildiril- diği zaman, Arnavutoğlu da en az Hamlacı Davut pehlivan ka - dar müteessir olmuştu. Güreşe devam için israr bile etti. Fakat tabli onu dinleyen olmadı. Padişah, maiyeti ile beraber içeri çekilmişti. Cerrah, yardım- cısı ile beraber Arnavutoğlunun 801 kolunu uzun müddet ovala - dı. Ve sonra omuzunu büyük bir itina ile sardı. Arnavutoğlu büyük bir duyuyor ve kıvranıyor zü bembeyaz kesilmişti. büyüklüğünde ter danele- ri kaplamıştı. Fakat gık deme- di. Cerrah —onun gösterdiği bu gayret karşısında büyük bir hay rete düşmüştü. Ömründe böyle bir adam gördüğünü hâtırlamı- yordu. Akşam Üüzeri Abdülaziz cerra- hi tekrar çağırmış ve Arna vutoğlunun kolu hakkında m: lümat istemişti. Cerrah padişa- ha bir ay istirahatten sonra Âr navutoğlunun tamamile iyileşe- ceğini temin etti. Abdülaziz de bu müddet zarfında Arnavutoğ luna iyi bakmalarını irade etti. Ve baş mabeyincisi ile bu cesur pehlivana selâmını iblâğ etti. Arnavutoğlunun sol kolunda husule gelen bu arıza, seneler - den sonra meşhur Kazıkçı Ka- rabekirle yapmış olduğu huzur güreşinde bir defa daha kendi- Bini göstermişti. Bu güreşte Kazıkçı Karabeki- rin müthiş kuvveti ile Arnavut- oğlunun kuvveti kargılaşınca 1- ki kuvvet karşısında bu kol tek- rar ve bu sefer adamakıllı çık- mış, böylece Kazıkçı Karabekir güreşi kazanmıştı. Arnavutoğlu da bir daha güreş trtmamıştı. Huzur güreşinde Arnavutoğ - lunun kolunun sakatlanmış ol- ması ve bu yüzden güreşin bı- raktırılması bütün pehlivanlara bir alay mevzuu olmuştu. Baş- ta Karamanda olduğu halde her kes Hamlacı Davuda takılıyor- du, Bunlar haklı olarak şöyle di- yorlardı: — Yazık — be Davut pehli- van! tek kolla güreşen Arnavut oğluma yenemedin be! Nerede kaldı senin pehlivanlığın be? Davut pehlivan da kendisine takılanlara şöyle cevap veriyor- du: — Güreşi Arnavutoğlu bırak- tığına göre mağlüp demektir. Ben güreşi galip bitirdim. Kolu çıktise ne yapalım. Er meyda- nında sakatlanıp güreşten çe - kilmek te bir nevi mağlübiyet sayılır. Arnavutoğlunu nasıl ol- Sa yenerim. İyileşir iyileşmez gö receksiniz. | Arnavutoğlunun — iyileşmesi | bir ay sürmüştü. Bir hafta son- ra sızılar dinmiş, onbeş gün son ra da sargılar çözülmüştü. Her akşam kolunu yağ ile adam a- kıllı uğuyordu. Üç hafta sonra hafif idmanlara başladı. Ve bir ay tamamlanınca baş mabeyin - ciye güreşe hazır olduğunu bil- dirdi. O da keyfiyeti padişaha arzetti. Fakat Abdülaziz bir defa da- ha cerrahını gönderdi. Cermah bir çıkıkçı ile birlikte Arnavut- oğlunun kolunu muayene ettiler ve tamamile iyileşmiş olduğunu bildirdiler. Abdülaziz bunun Ü- zerine iki hafta sonra için Ar- navutoğlunun — Hamlacı Davut pehlivanla tekrar karşılaşması- ni irade etti. Güreş günü yaklaştıkça peh - livanların heyecanı — artıyordi Artık sarayda yalnız bu mes' le görüşülüyor, konuşuluyor ve münakaşa ediliyordu. elli milyon frank değerinde el- Masları almışlar gitmişler.... Haydi yeniden sütun sütun ya- tılar, resimler, beyanat... Bu soyulma hâdisesini yazan gazeteler, çalınan elmasların iki duğunu söylüyorlar. Soyan yüz- elli milyon kazanıyor; — soyulan elli milyon kazanıyor. Ya arada çenelerini yormaktan başka bir işe yaramayan biz zü- ğürtlere ne oluyor? Bir nokta daha: Ağahan! bir şeyimiz kal- madı nemiz ver nemiz yok hep- sini hırsızlar aldı! demiş. Ağahan talihin lütfüne mazhar olmuş bir adamdır... Bu adamın, denize düşürdüğü yüzüğünü ak- şam yemeğinde önüne getirilen balığın karnında — bulan talihli- den ne farkı vardır Fakat bunlara dünyayı verse- 'niz kendilerinden bahsedilmemi ğe tahammül edemiyorlar. Artık pek güzel anlıyorum ki, Ağahan- dan kurtulmağa imkân yok! * Hastalara mahsus ekmek: “Ekmek mes'elesi günden güne Çamurdan farkı ne rengini açma- Ba, ne de taamı ni yenecek hâle getirmeğe imkân var, Anlağılıyor SÜ ğ;z Y SDYAY I ODALI Karamanda Arna paçalara dalmayı söylüyordu Tefrika No. 74 vuttoğluna Ekseriyet bu sefer açıktan a« çığa Davut pehlivanı tutuyordu, Bunlar şöyle diyorlardı: — Davut pehlivan bu sefer de işi sıkı çutacak. Mutlaka ka» zanmak azmile güregecek. Ge< gen sefer Davut pehlivanın 20 runa Arnavutoğlu dayanamadı.. Kolu çıktı. Ne de olsa Arna vutoğlunun yılmış olması İca « beder, Bundan başka kolu çık- mış olduğundan dolayı Arna vutoğlunun mağlüp sayılması icabeder. Eğer padişah müda- hale etmeseydi, Hamlacı Davut bu güreşi elbette kazanacaktı.. Zaten bu açık bir şekilde görü- lüyordu. Bu güreşte Davut nef- sine daha hâkim olarak güreşe- cek, buna mukabil Davut peh - livanın karşısında güreş tuta - cak olan Arnavutoğlu, kolu bir defa çıkmış olduğu için ne de ol sa yılgın bulunacaktı. Sol kolu da ne kadar iyileşmiş olursa ol- sBun bir defa çıkmış bulunduğu için zalf düşmüş olmak icabe « der. Buna mukabll aksi tezi müda- âîn edenler şöyle düşünüyorlar. — Arnavutoğlu Karamanda - yı üst üste iki defa yenmekle kıymetini isbat etmiştir, Ham! cı Davudu İlk güreşinde de ye- necekti. Sol kolu İlk anda çık « mış olduğu halde tek kolla bir saat güreşmiş ve Hamlacı Da - vut buna rağmen birşey yapa - mamıştır, Tek kolla güreşen Ar navutoğluna bir şey yapamayan Davut pehlivan, çift kolla gü - reşecek olan aynı hasmına ne yapabilirdi? Güreşi herhalde Arnavutoğlu kazanacak. Buna inananların ve böyle dü Şünenlerin en başında Keraman- da bulunuyordu. O, bu ele, avı ca sığmaz pehlivanı sarayda yal nız kendisinin yenmesini isti« yordu. Bu şerefin bir başkasına nasip olmasına bir türlü taham- mül edemiyordu. Görülüyor ki, iki tarafın da dddiaları mâkul sebeplere daya- nıyordu .Ve güreş günü yaklaş tıkca münakaşalar daha ziyade hararet kesbediyordu. Diğer taraftan, Arnavutoğlu Ali pehlivan, iyi kalbli, temis ve terbiyeli bir adam olduğun- dan pek çabuk sevilmiş ve he« men hemen herkesle, yâni bü - tün pehlivanlar ve Hamlacılar« la dost olmuştu. Hele Karaman da ile dostluğu pek ilerlemişti. Karamanda ile bir iki defa idman da yapmıştı. Karamanda, onun Hamlacı Davut pehlivanı mutlâka yenmesini istediğinden kendisine bazı öğütler de veri - yor, ezcümle şunları söylüyor- du: — Davut pehlivan — kuvvetli ve nefeslidir ama, ağırdır. Oy - nak güreşe gelmez. Çabuk şaşı- rır. Güreşi biraz karıştıracak oe lursan birşey yapamaz. Eli, ko- lu bağlanır. Kolları kuvvetli, fu kat bacakları zaiftir. Hep aşa - ğıdan hücum et! Sen çok iyi dalıyorsun. Bir defa paçaları eline geçirdin mi, güreş senindir. Kendisini kurta« Tamaz. Arnavutoğlu pek tabil olarak işini biliyordu. Nasıl hareket e- deceğinin farkında idi. Fakat ay ni zamanda çok terbiyeli bir a- dam olduğundan ses çıkarmıyor, Karamandayı dinliyordu. Hamlacı Davut ile de ahbap olmuştu. Fakat ne de olsa sami- miyeti o kadar ileri götürmemiş lerdi. Davut pehlivan, Karaman danın Arnavutoğlu ile bu sıkı ahbaplığını pek çekemiyor - ve Karamandayı kızdırmak, Arna- vutoğlu ile aralarını açmak için diğer pehlivanların yanında sö- zü Kırkpınar güreşlerine getiri- yor ve soruyordu; (Arkası var) T AD LRLAAALALAALAAALALALAALALALARLAARARINI geçmek isteyenler ağızlarına si gara taklidi birşey alırlar ve o- nu çiğnemekle avunur giderler... Biz de bugünkü ekmeği öyle ka- bul edeceğiz. Hükümet fazla ekmek yemenin yücuda muzir olduğunu takdir ey- lediği için bizi ekmekten vaz ge- çirmeği düşünmüş ve bu siyah nesneyi onun için yaptırmış. Yal- nız Sezar'ın hakkını Sezar'a ver- meği ihmal eftmemeli. Ekmek işi ile meşgul olanlar düşünmüşler hastalar için ayrı ekmek yaptır- mağa karar vermişler. Ekmek diye bize sunulan — bu kara çamur yüzünden hep hasta- landığımız için cümlemiz hasta ekmeğine hak kazanmışızdır. Has ta ekmeği nerede tevzi ediliyor- sa söyleyin de midemizi tutarak iki kat oraya koşalım! * Bitaraf gazete İdarehanesi ikti partisinin binasında olan, makinesi — yine ayni binada bulunan, başmuhare riri iktidar parti- inin — hararetli - KÜĞT ki, bir müddet İS’ te bununla avu- B N nacağız. — Hani SS Sigaradan — vaz nensuplarından lduğunda — aslâ phe edilmeyen inlük — bitaraf azetenin — son zünlerde, iktidar artisinin müfrit aleyhlarlar 1 Hüseyin Cahid Yalçın'ın kalemi yardımını temin eylediği niyetle haber a - Hnmışlır. Bitaraf gazeteyi tebrik eder ve muvaffakiyetler dileriz! A

Bu sayıdan diğer sayfalar: