14 Ocak 1936 Tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 8

14 Ocak 1936 tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AĞAÇ Büyük edip François Mauriac'ın, romanın bütün mukadderini anlalan ağır ve güzel elüdünü okurken ve bizim için pek aziz da- valara dokunduğundan, onu dilimize çevirir ken, bir an Türk romanının hali gözümün önünden gitmedi. Avrupa romancıları şahıslar yaratıyorlar ve bu şahıslara ebediye yakın ömür verebi liyorlar. Bunların içinde bazıları, isteyince, okuyucularını rüya ve fanlezi ülkesine uçura- rak, kendinden geçiriyorlar, yahul arkasina takıp maceralar peşinde sürüklüyorlar. Bazı- ları ahlâki, içtimai ve dini faciaları incele- meklen yoruldukları vakit , yüreklerin me- lekelere bile kapalı ve yalmız Allahın ilâ hi bilgisine açık sırlarını ” deşmeye kal: kiyor, sonra cemiyele hizmet etmek emelile, belli bir ideoloji için döğüşüyorlar. Aralarında nüfus kaydile yarışa çıkan tur, devrinin felselesile at başı gidip, roma» mm 4k fenwinin en yeni verimlerine göre ulilüki bir teşrih levhası haline ge- lirenler, bileviye daha fazla reeli yakalaya- bilmek kaygısı ile, insani hiç bir şeyden tik- sinmiyerek en iğrenç manevi bataklığa dalan- lar olduğu gibi, bir iklirasda hulâsd edil niig tip yonlanlar yahut mantıksızlık ve ımu- ayyeniyelsizlik içindeki * insan (chaosj)larının, lek çizgisini bozmadan eserlerine aksettiren- İer var. Mâuriac'ın uzun uzadıya anlattığı ve bi- zim birkaç cümle ile ufuklarını göstermeye çalışlığımız çeşit çeşit istidatların mahsulleri karşısında, acaba romanımız, Türkromanı ne haldedir? Bu hatırlayış, hemen söyliyelim ki, bize derin bir hüzün vermekle beraber, şeytani bir inkâra varmak için değildir. Zira, kendi- mizi yoklar ve tartarken Garba bakışımıza sebep, bu bakışın daima derecemizi aşmak için çoşkun bir teşvik olacağına, hiç olmazsa şimdilik olmasi lâzımyeldiğine inandığımız- dalıdır. i Biliyoruz ki Türk romanının tarihi ancak yarım asırlıklır. Henüz onun ananesi kurulma- mış, kendine has karakteri belirmemiştir. Bu yüzden onu Fransız, İngiliz, Rus şaheserlerile ölçmeğe, ondan mucize beklemeğe hakkımız yoktur. Bir iki nesilde, Türk romanının, Halit Ziyadaki yapma üslüp zarifliğine, Yakup Kad- rideki büyük sanata varmak için, ufacık bir fiske istiyen şiir ve tahlile, Peyami Safadaki Psi: kolojik dinamizmaya varması bile, başlı başına bir muvaffakiyeltir. Bununla beraber roman- cılarımızın âlemlerini dolduran beşeriyete dair düşündüklerimizi söylememiz mazur görülsün, Bize öyle geliyor ki romanlarımızda ha- yat, karşımıza mahiyeti değiştirilmiş, cevheri alınmış garip bir nevi aksiyon ve düşünce sistemi halinde çıkıyor. Bunlardaki dünya, içinde bulunduğumuz dünyadan bam başka, adeta yer altında, tabii ışıktan ve hakiki renkten mahrum, içinden çıkılacak kapısı ve güne kavuşmak için penceresi olmıyan, dar ve çok karışık bir Jabirenitir. Bu yeraltı âle- minde, ediplerimizin tamamile tasarruf ede- medikleri şahıslar, bazan şuursuz bir gürültü, bazan manasız bir süküt içinde gezip dola» şıyorlar, isteyip kovalıyorlar, sevip iğreni- yorlar, aldatıyor veya aldanıyorlar, gülüp ağlıyor ve nihayet, önceden belli bir kaza ve kader neticesi silinip kayboluyorlar. Bunların; Allah, cemiyet ve vicdanla ça- tışmaları sathidir; yalnız anarşi, bezginlik ve yorgunluk içindedirler. Hangi yoldan pide- ceklerini bilmiyorlar, varılacak hedefleri yok. Sevgilerinde orta, kinlerinda orta, atılışlarında ve kendilerini verişlerinde hep ortadırlar. Al- lahın uzaklaştığı bu sanat mahsulü cemiyet- ten, sanatkâr da çekilip gitmiş gibidir. Şahıslar kendi başlarına kalmış, küçük küçük tatmin- ler uğrunda' zehirlenmişlerdir. Bu; zamandan, mekândan, reelden uzak, yer ile gök ara sındaki idealsiz beşeriyet bize ısmarlama, uydurma, düzme “hissini veriyor. Ne -onların ıstıraplarına, ne ferahlarına ortak olabiliyo. ruz, ne de var olduklarına inanabiliyoruz. Türk adam ve Türk adamın vicdanı, manevi kıymetlerinin haritası; azmış; ızlırap çeken veya inzibata, kaideye, kanuna varmış şahsiyeti nerede? Romancımız ne vakit, tasvir ettiği renksiz, temeli, iştiyakı olmıyan küçük çaptaki insanların hikâyesinden kurtularak, kendini dinleyerek, belli bir iklimin, belli bir milletin içinde, etten ve kemikten, kendisini bize zorla kabul ettiren Yeni Türk Adamı, tarif, tasvir ve tahlil edecek? Ne vakit, tabii

Bu sayıdan diğer sayfalar: