30 Mayıs 1936 Tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 3

30 Mayıs 1936 tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TAŞKINLIK VE Olduğu gibi tekerrür eden ve değişmiyen hallere karşı uzviyetin yaptığı gayri iradi mu- kabelelere (refleks) ve bunların karışık ve sis- temleşmiş şekillerine (insiyak) diyoruz. Nevilerin teşekkülünde kazanılan ve kuvvetlerini ayniyet ve tekrardan alarak verasetle intikal eden bu hareketler uzviyetin normal faaliyetini temin eder. Ferdi hayatımızın teşekkülünde de evvelâ şuu- run araya girmesile başlayıp aynı şartların te- kerrür etmesi neticesinde kendi kendilerine iş- leyecek bir hale gelen hareketlerimiz vardır: İtiyatlar. Bunlardan başka birde yeni ahval ve şartlar karşısında şuur ve muhakemenin delâ- letile yaptığımız teemmüllü hareketler vardır. Bu hareketlerin kâffesi sükün içinde veya hiç olmazsa gayelerine uygun düşmek zaruretlerile yapıldıkları halde bazan birdenbire ve şiddetle gelen heyecanlara kapıldığımız zamanlar kanr- mizin tepemize çıkarak kızıştığını ve bu tesirle düşünce ve hareketlerimizin bozulduğunu, bütün terbiye ve tekâmülümüzü kaybederek fikir hid- detinde ve nefse itimattan gelen ruh coşkunluğun- da kalmıyan perişan bir varlığa istihale ettiği: mizi görüyoruz. Taşkınlık dediğimiz bu püs- kürüşe karşı aldığımız bir korunma vaziyeti var ki buna da soğuk kanlılık diyoruz. Acaba ne oluyor da arada bir takip edebi- leceğimiz zaman ve mekân çerçevelerini aşan bir bomba gibi her tarafa püskürmekten kur- tulamıyoruz? Bütün istedikleri yapılmadığı için kendini yerlere atarak döğünen şımarık bir ço- cuğu andıran bu taşkınlıklarımızda önüne ge- çilemiyecek acaba neler vardır? Refleks, insiyak, itiyat ve teemmüllü hare- ketlerden hiç birine sığmayan taşkınlık eğer uz- viyet veya ruhun bir bozukluğundan gelmiyorsa o halde kendimize ve başkalarına itimat etmemek- ten gelecektir. Musallat fikirler, megalomaniler, fobiler içinde yaşayan bir ruh, bunlara doku nulduğu anda tabiatile feveran eder. Meselenin hastalık tarafını bir yana bırakarak kendimize ve başkalarına itimat etmemekten gelen taşkın- lıklarmız üzerinde duracağım. Münakaşa ve yazışmalarmızda sık sık görülen bu hal dikkat edersek ekseriya en zayıf olduğumuz yerlerde beliriyor. O halde ki en kuvvetli olduğumuz SOĞUK KANLILIK tarafa dayanıp kendimize olan itimadımızı mu- hafaza ve soğuk kanla hareket edecek yerde farklılaşma ve iş bölümüne razı olmak isleme- yen bir «ögocenirismenin yani «kendimizi dünyanın merkezi» görmenin doğurduğu bir reaksiyon ile taşkınlığa kapılıyoruz. Halbuki devamlı fikir ve iş cemiyetleri kurmak ve ya- şatmak ihtiyacı ile, bir zamanın artık tiplerinden biri olan «allâmelik» ve «kutbulaktap» lık (bütün kuvvetlerin merkezi olmak) sevdaları uyuşacak gibi diğildirler. Farklılaşma ve iş bölümünün doğurmakta olduğu yeni zaruretlere uyarak iş bölümünde salâhiyet ve ihtisas sahibi olmayı bir ihtiras halinde yaşayacak ve bu sayede kendimizi her şey zannetmekten kurtararak «ben benim, sen de sen» diyebilecek yerde eski cemiyetlerin bayat ideallerini hortlatmaktan zevk alıyoruz. Bununla beraber salâhiyet ve ihtisaslarından emin olanların kendi mevzuların- da gösterdikleri soğuk kanlılığa imrenmekten de kendimizi alamıyoruz. Çünkü geçirdiğimiz inti- kal vaziyetinde rulılarmız hakikaten muvazene- siz ve muslariptir. Hissediyoruz ki kendini her şey zannetmek- ten ancak bu sayede kurtaracak olan adam ih- tisasından gelen bir emniyetle soğuk kanlılığını muhafaza edecek, ihtisasına taalluk oetmi- yen meselelerde sadece dinleyerek anlamaya bakacak ve istifade ettiği nisbette teşekkür etmekten başka bir şey yapmak ihtiyacında kalmıyacaktır. Nasıl kalsın ki aldığı metot ve hudut terbiyesi ona kendi sahasında ışık ver- mek ve başka ışıklarıda saygı ile karşılamak itiyadını kazandırmış, ne kendi, ne de başkaları- nn verimlerine karşı itidalini kaybetmiyecek bir hale getirmiştir. Hakiki fikir terbiyesi ve kafa disiplini de ancak bu seviyede vücut bulur. yor. Aksi taktirde herkes kendi mizacının bir despotu oluyor. O halde ki bir fikir hayatına gir- mek isterken haberimiz olmadan müizaçkirliğe sürükleniyor; her mizaca göre şerbet vermek isterken de riyakâr olmak mecburiyetinde ka- lıyoruz. Vazifesi mesele halletmek, yeni ahval ve şartlara göre yollar bulmak olan zekâ bu vaziyette ister istemez kurnazlığa gidiyor, ih- tisas ve farklılaşmak haysiyeti olmadığı için

Bu sayıdan diğer sayfalar: