9 Ekim 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

9 Ekim 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

eke en 9 Teşrinievvel 1931 ZER Zİ Roman (tefrikamız: 59 9 Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İskender Fahrettin Burası Brahman'lara ait tarihi bir kasaba idi. Bin sene evel ( Ramazana ) harbinde tahrip edilen bu metrük beldede şimdi bir fert yoktu... Diye bagırdı.. Lamaya da bunu yapmak için arabadan fırlamıştı. İkisi birden arabacının arkasına sokuldular, diğer kolundan tutup olanca kuv- vetlerile çegmege başladılar. Arabacı yarı baygın bir halde: — Kolum kopuyor.. Diye haykırıyordu. Öküz yere yuvarlanmıştı. Yılanın keyfinden yanına va- rılmıyordu.. Uzun başını Öküzün boynuzları arasından uzattı ve zeki bir insan dikkatile hasmının gözle: baktı. Öküzün ağzından kan akıyordu. Artık, ayaklarını bile kımıldatma- dan yere uzanmıştı. Yılan bu vaziyeti görünce, tazyık çenberini gevşetti.. Araba- cının eli, vinçten kurtulan halat gibi, mecalsız yere düştü. ılanın ıslıkları, lokomotif dü- düğü gibi, kulaklarımızı çınlatı- yordu. Bir ağacın arkasına çekil- dik. Arabacının kolundan hayır yoktu.. Bileğinin kemikleri, kırıl- mış, külbastıya dönmüştü. Lamaya: — Haydi, çabuk, dedi, yılanın keyfi yerinde iken, yolumuza de- vam edelim. Bizi takip ederse, elinden kurtulamayız! Elini kaybeden arabacıyı sürük- liyerek bir kenara çektik. Kolunu sardık ve bize yol göstermesi için tekrar yerine oturttuk.. Lamaya arabacının yanına atladı.. Yolu- muza devam ettik. Kara yılan ıslıklarına devam ediyordu. i O gece sabaha kadar ay yolu- muza ışık saldı ve mütemadiyen orman içinde, gâh lâtif kokulu, gâh bayıltıcı ağaçların arasından geçerek, fecirle beraber vasi bir harabeye vardık. Burası Brahman'lara ait tarihi bir kasaba idi. Bin sene mukad- dem (Ramayana) harbinde tahrip edilen bu metruk beldede şimdi bir fert bile ikamet etmiyordu. Yogoda: — Burada inelim, Seyit! dedi.. Arabadan indik.. , Ortalık aydınlanmıştı. İngilizlerden uzak ve emin bir mıntekada bulunuyorduk. Yogoda burasını çok iyi bili- yordu. Brahman'lara ait eski bir kita- benin önünde durduk. Yogoda, Hint edebiyatının en parlak bir numunesi addedilen şu münacatı okuyarak bana tercü- me etmeğe başladı: — “ Bidayette mahluk, gayri mahluk hiç bir şey mevcut değildi. Feza, hava, sema, deniz, hiç bir şey yoktu. O zemanlar mahfazai kâinat acaba nerelerde idi? Denizlerin dalgaları, sema- nın derinlikleri acaba nerelerde ihtifa eylemişlerdi? Varlık ve yokluk, gece ve gündüz yoktu. yalnız o; zâtı yine kendinde mevcut olan o mevcuttu. Bida- yeti hilkatte, karanlıklar ka- ranlıkla mestur, dalgalar sakin ve eşya hercümerc iken, bu keşmekeşi anasır içinde yalnız o vardı. Allah vardı.. İşte bütün mevcudatı onun nefhai kudreti halk etti. Fakat bu hifayaya vakıf olan var mıdır? Bu mev- cudat nedir? Hilkat ne demektir? Bu mecmuai hılkatin istinatgâhı yalnız o ise, onu neden tanımı- yoruz? Hilkatin hakikatini ha- lıktan başka kim bilir? Bütün bu mevcudat ondan başka bir kuvvete istinat eder mi? , Hintlilerin mukaddes kitapla- rınden biri olan (Rig Veda) da dahi yazılı olan bu muazzam kitabenin önünden ayrıldık. Harabenin her tarafı münacatle dolu idi. Arabacı ıztırabından yatıyordu. (Lamaya) nın babası mukaddes kitabeleri okumağa dalmıştı. Bende de derin bir merak uyandı: Romayana harabelerinde tevakkuf etmeden geçip gitmek kabilmiydi? Yüksek taşları, viran kubbeleri gezmeğe başladım. Yogoda uzun bir mermer sutu- nun yanında durdu: — Bak, Seyit! dedi, bu zengin bir Birahman kızının konağı imiş.. Harpte yıkılmış.. kızın ağzından bin sene evvel bir şair, bu sütu- Dun üzerine şu manzumeyi yazmış: — “Fecir, bizi duaya davet edi- yor.. Güneşin kapılarını açıyor.. Dünyaya mavi, sarı, penbe ziya- lar saçıyor.. Bütün cihanı, bütün mevcudatı nurlara gark ediyor. Kalkalım, gözlerimizi, ayakları- mızı yikayup mabudun huzuruna gidelim. Hayattan istifade etmeği öğrenmek ve arzın ganaimini toplamak için fecirden evvel kalkmalıyız.. Mabut, bizi tenbel ve kabiliyetsiz görürse, bu gana- ime lâyık olmadığımıza hükme- der. Ben bir zengin kızı idim. Bir kasırga memleketimi ve yu- vamı harabetti.. Babamı, anamı, kardeşlerimi ve sevgilimi diyarı ademe götürdü.. Ben, bu ıssız harabede bir baykuş gibi yalnız kaldım. Şimdi, alnımı, vahşi rüzgârlardan başka birşey okşa-” mıyor. Gerçek, ben de tenbelliği- min cezasını çekiyoruml!,, (Arkası var) amus > isimli piyesi temsil edilen na Bedri hanımın bir hikâyesini memnuniyetle dercediyoruz. Melâhat Hanımefendi, kübik tuvalet masasının önüne oturmuş, göz ucile aynaya bakıyor, altın gibi sarı ve parlak saçlarını ber- berin nasıl kıvırdığını seyrediyor- du. Her maşa darbesi güzel saçları arasında derin izler bira- kıyordu. Manikür kız yanıbaşın- daki alçak iskemlede hanımefen- dinin tırnaklarını (o parlatmakla meşguldü. Her tarafa keskin bir Ubigan kokusu yayılmıştı. Oda kapısı açıldı, aralıktan kü- çük Türkânın sevimli çehresi gö- ründü. Elinde biricik yoldaşı, ve- fakâr . arkadaşı, bebeği vardı. Yorucu emeklerle beline bağladığı kurdelânın sevgili bebeğine ne kadar yakıştığını annesine gös- termek, onu nihayetsiz sevincine iştirak ettirmek istiyordu. İlk bakışta, annesinin başı ucunda duran yabancı adam ve elindeki korkunç âletlerle yaptığı seri hareketler gözüne ilişti. Şaş- kın bir halde olduğu yerde mıh- landı, ileriye doğru bir adım bile atamadı. Annesi masa üstündeki sadef kutudan bir sigara aldı ve yaktı. Çocuk, hâlâ olduğu yerde du- ruyor, kımıldamağa cesaret ede- miyordu. Hayli tereddütten sonra “Anneciğim ,, diyebildi. En tabii hakkı olan bu hitaba cevap bek- lerken parlak ve masum gözleri şezlonğun üzerinde duran lâme işlemeli suvare elbisesi ve ya- pındaki lâme, yalancı pırlantalarla süslü iskarpinlere daldı. Açaba annesini rahatsız mı ediyordu? Bu düşünce küçük dimağını altüst etti. Ani bir kararla, gürültü etmemek için parmaklarının ucuna basarak oradan uzaklaştı. Kaçar- ken bebeğini sıkı sıkı bağrına bastırıyordu. Berber işini bitirmişti. Hanıme- fendiye mutat komplimanını yapa- rak odadan çıktı. Bir az sonra manikür kızın da işi bitmişti. Melâhat Hanımefendi, saatlerce ayna karşısın da oturmaktan yorul- muştu. Yorgunluğunun verdi rehavetle uzun uzun gerindi. Sevinç ve saadet ifade eden nazarlarını şezlonğun üzerinde duran elbiseye ve iskarpinlere dikti. Onları zevk ve gururla seyre daldı. Ne kadar şık, ne kadar da parlaktılar... Yüzünü bir defa daha aynaya yaklaştırdı. Dikkatle muayene etti. Her şey tamamdı. Yalnız gözleri- nin sürmesi ve kulak uçlarının kırmızısı kâfi gelmemişti. Hemen onlar da ikmal edildi. e Artık yorgunluğu geçmiş, şu dakikada kendini tamamile mesut addet- meğe hak kazanmıştı. Onun on iki senelik evli bir kadın olduğunu kim iddia edebi- lirdi. Hele ana olduğu .hiç belli miydi? Şu halile onu görenler | bir genç kız olduğunda zerre ka- | dar tereddüde düşmiyecekle Daha buna benzer bir sürü m lâhazalar arasında bir aralık ço- cuğunun oda kapısına Okadar gelmiş ve kendisine seslenmiş olduğunu hatırladı. Saate baktı. Davetli olduğu | suvareye gitmeğe daha yarım saat vakit vardı. Şeker kutusundan bir kaç şeker aldı ve acele acele çocuğunun odasına doğru gitti. Kapıya yaklaşınça odadan gelen sesler dikkatini celbetti, Odadan iki çoçuk sesi geliyordu. Yabancı sesi tanımakta güçlük çekmedi. Türkânın küçük arkadaşı Nerminin sesi idi. Türkân ona bir şeyler anlatıyordu. Melâhat hanımefendi çocukların bu kadar alâka ile konuştukları mevzuu gizlice öğrenmek istedi. Nefesini tutarak kulağını kapıya dayadı. Küçük Türkân'ın sesi “Evvel zaman içinde bir anne varmış, diyordu, “uzun boylu, sarı saçlı, güzel, amma çok güzel bir anne! Bu annenin çok güzel beyaz elleri varmış. Biliyor musun bu ellerle ne yaparmış? Her gece lâmbanın ışığı altında çocuğunu eğlendirmek için ona kâğıttan bebekler kesermiş!,, Melâhat hanımefendi heyecanla sarsıldı. Gayri ibtiyari iki adım ilerledi. Heyecanı o kadar kuvvetli idi ki yıkılmamak için duvara dayandı. Hakikaten çocuğundan o kadar uzaklaşmış mı idi ki, çocuğu ondan bir masal gibi, bir çok öksüzlerin ölmüş annelerin- den bahsettikleri gibi bahsedi- yordu? Bu acıklı masalın alt tarafını dinlemeğe takati kalmamıştı. He- men odasına döndü, kendini şez- lonğa attı. Odayı yavaş yavaş kaplayan karanlık ona deminki aydınlıktan daha tatlı geliyordu. Gözleri (o kapalı ( tekrarlıyordu: “Evvel zaman içinde bir anne varmış,, O zaman onun da güzü önünde birdenbire bir anne can- landı, kendi annesi. O anne ne kadar muhabbetli ne kadar şef- katli idi. Güldüğü, gülümsediği zaman anne olduğu hemen anlaşı- lıyordu. Melâhat Hanımefendi ayağa kalktı. Artık karanlığa tahammülü kalmamışıtı, : Elektrik düğmesini çevirdi. Oda aydınlanınca gözleri aynaya ilişti. Ve korktu. Anne ol- duğu nereden belli idi. Artık öyle her eğlenceye çılgın gibi koşmağa hakkı var mıydı? Dudaklarının, saçlarının boyasında, giyinişinde, her halinde bir gayritabiilik yok muydu? omuzlarına kadar çıplak kolları, robunun © yırtmacından görünen (obacakları (o ile ciddi bir Ookadından ziyade bir bar dansözüne benzemiyor muydu? “Evvel (ozaman içinde O bir anne varmış, diyen çocugunun İstanbul 4 üncü icra memurluğundan: Yosif efendinin Kostaki hacı oğlu | efendiye olan borcundan dolayı mahcuz | bulunan Balı arında Şeyh Mehmet | Geylâni mahallesinin Balıkpazarı cadde" sinde kâ dükkânın gediğinin şehriye akç üdüs pul icareli, 63. ve humüs sehimden 13 sehim ve “hu- mus selimi ve yine mezkür dükkân | gediğiain 120 sehim itibarile 8 sehim tam ve 4 humus sehmi ile İstanbulda Atik Ali paşa mahallesinde 11 No. ve şehriye 615 akçe icareli bir bap yalıkçı hanının 9 hi tibarile bir hissesini sülüsan hissesi ve yine mezkür de mezkür .hanın alt katinda bir bap dükkân derununda müst berber g 6 yine mezkür | katında 1, 3, 9; 11, 19 nun mu- rakkam 5 oda gediğinin nısıf hisseleri 30 gün müddetle ihalei evveliye ilânına vaz edilmiştir. Ve Yağlıkçı hanı mecmuu mesahası 1300 lira olup bundan kâgir Tonos ak- sam alettahmin 408 ahşap aksam 228 ndir. Medyunun mutasarrıf olduğu gediğinden 5 No. münhedim oda tah- minen 40 alt kalttaki 9 No.li ve 20 ve 11 ve 12 Xo. tahminen 25 şer ve 1,3 No. mahaller 20 şer ın terbiinde olup 5 No' münledim 9 No. boş ahir hududu Atik Ali paşa camii ve avlusu ve ha- vuzlu kahve ve Mustafa efendi ile Zi- neti hanım firm ve hanları tatar İbra- him ef. hanesi Abdullah efendi ile Fitnat hanım gayrı menkulât ve ahara ait sucu dükkânı ve Hasan efondi dükkânları ile mahduttur. Tonos aksam harap ve ah- şap aksam pek muntazam değildir. Ha- nın maa mülk ve gedik tamamı (6295) liradır. Balıkpazarında dükkân mesahası alettahmin 39 arşın arsa üze rine nim kâgir olarak inşa edilmiş ve bir sakıf tahtında ve aharın t rus funda bulunan dükkândan yarım ta perde ile tefrik edilmiş zemini çiçekli dükkân ve üst kat bir aralık üzerinde işbü dükkânın üzerinde müsadif bir oda bir helâ olup hududu Yeni cimiişerif harimi Süleyman Andonyadi efendilerin diğer taraf Hurşit efendi dükkânı Emin- önü meydanına yakın bulunan balık pazarı caddesile mahduttur. Tamamı on bin beş yüz liadır. Yalıkçı hanındakı 5 No, lu odanın tamans 89 No. tanlamına (100, 11, 12 No.lu tamamına beherine 120 şer 1,3 Nolu odalara yüzer lira olup talip olanların kıymeti muhammenelerine hisseye mu sip miktarın yüzde onu nisbetinde pey akçelerini alakak 340/2744 dosya nu- marasile 12/11/98 tarihinde saat 1#- den 17 ye kadar İstanbul dördüncü icra memur luğuna müracaatları ilân olunur. sesi kulaklarında çınladı, tekrar kendini şezlonga attı. Hizmetçinin odaya girdiğinin farkında bile olmadı. O kadar dalmıştı ki, hizmetçi kız hanımına otomobilin yarım saattenberi ka- pıda beklediğini huber vermek için söylediği cümleyi dört defa tekrarlamağa mecbur oldu, Melâ- hat hanımefandi nihayet başını kaldırdı ve çok uzaklara bakan gözlerle, hüzünlü bir gülüşle cevap verdi: >” —Otomobili sav! Bu akşam evde Türkânla kalacağım!. Bu emri verirken kirpiklerinin ucuna biriken damlaları kıza belli etmemek için başını çevirdi. Masal bu gece tekrar hakikat olacaktı... Nakleden: Seniha Bedri Te aNo. 4 Se..se.. seviyorum! — Telefonda size bir şey sor- muştum.. dedi.. , Bende heyecan, telâş, heyecan, telâş.. — E.E. Evet. — Fikirlerinizi telefonda iyi anlıyamadım.. Ne dersiniz nişan- lanayım mı?. Artık bu fırsatı da kaçırmaya- cak, derhal, “nişanlanma, keli- ' mesinde fırlatacaktım, ve bu . kelimeyi bir hamlede söyliye- a — Nişanlan.. Nişanlan.. Nişan- lan.. Felâket!.. Arkası gelmiyor.. Hain hain güldü! — Ne kat'i söyliyorsunuz.. Ni- Vİ şanlanıyım ba?. Yazan: Hikmet Feridun Atıldım: — Nişanlan.. Nişanlan.. Nişan- lan.. Hiddetle yerinden fırladı.. Çan- tasını kaptı: — Mersi.. Nasihatinize teşek- kür ederim.. Allaha ısmarladık. Diye kedi gibi dışarı fırladı.. Merdivenlerde onun ayak sesi kayboluncaya kadar kekeledim : — Nişanlan.. nişanlan.. nişan- lan.. nişanlan.. nişanlan.. maaaa.. nişanlanma.. Hayatımı iki hece kırdım.. Telefonda “ evlenme, diyeceğim zaman “ mecece ,, he- cesi yüzünden bir de buradaki “ maaaaa ,, dan.. Ah ne olurdu.. yüzünden | Fransızçadaki gibi türkçede de nefi edatı kelimenin baş tarafında olsaydı.. * .. Aklıma dahiyane bir fikir geldi: Madem ki mektup yazamıyorum, bir plâk dolduracağım. Bu plâkta sevğilime (o ilânaşk o edeceğim.. Çünkü yalnız olduğum vakitler prova yapıyorum. Hiç kekeleme- den ilânıaşk edebiliyorum. Fakat onun karşısında iş degişiyor. Şaşırıyor ve kekeliyorum.. Plâk işleri ile meşgul bir arkadaşım vardır. Gittim, kendisini gördüm. Yüzüme tuhaf tuhaf baktı. Hani “ Zavallı kaçırmış! , gibi ye.. Maamafih razı oldu.. Mikrofon karşısına geçtiğim zaman kendimi Hatice ile burun buruna gelmiş zannettim, Ve yine şaşırıp keke- lemeğe başladım. İmkânı yok rekâketimin önüne geçemiyorum. | Arkadaşım dayanamadı, güldü: — Buda ne?. dedi. Kuzum aşk monoloğu mu okuyorsun? Ömrümde bu derece hakarete uğramamıştım. Fakat işi pişkin- liğe vurdum. Güldüm: — Ee.. Ee.. Ee.. vet!. Dedim.. Bir kaç gün sonra arkadaşım plâğı gönderdi. Daha nasıl oldu- ğunu bilmiyordum, dinlememiştim. “belki kekemeliğim plâğa çıkma- mıştır! , diye boş bir ümitle gra- mofona sarıldım.. Plâk dönmeğe başladı: — Se. se.. se.. se.. Hemen fır- ladım, plâğı kapınca yere çarptım, parçalandı. za bis Bütün kararımı verdim. Artık dünyada hiçbir şey benim aşkımı itiraf etmeme mani olamaz. Oto- mobilim Haticenin apartmanının önüne geldi. Bu esnada Hatice kapıdan çıkıyordu: — Adliyeye gidiyorum.. Dedi.. Sizde gelin.. O sırada Kasım isminde bir genç, sevgi için bir handa bir bekçiyi öldürmüştü. Dava pek meraklı Kasımın vekâletini Seyfi oderuhte etmişti. Bugün müdafasını yapacaktı. Hatice onu dinlemeğe gidiyordu. Otomobilde açılmak kabil olmadı. Mahkeme salonuna şöyle baktık, her yer tıklım tıklım dolu idi. Muha- kemenin başlamasına daha epice vardı.. Koridorda gezinirken zih- nimde tasarladığım cümlelere bir daha resmi geçit yaptırdım.. Alâ ve bir hamlede başladım: — Sizin için... Bi.. bi.. bi.. biz Bu esnada mübaşir katil Kasım ile jandarmaları davet etti. Bizde içeri girdik.. Sorgu sualden sonra Seyfi müdafaasına başladı.. Bütün salon yekpare bir kulak halinde bu küçük adamı dinliyordu. (Mabadi var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: