18 Mart 1935 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

18 Mart 1935 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

EY Sahife 9 Tetrika No. 153 Yazan: (BA İskender Fahreddin OS | Ispanyol dilberi (Salina) nın gizli bir endişesi vardı. ürk gemicilerile beraber içiyor ve oynuyordu, amiralın adını duyunca sararmıştı e n: Adayı işgale si De nizde fırtına var, Bu geceyi bura- da geçirip gideceğiz, ak bakınz!. Dedi. Venedikli korsan küçü- cük gözlerini süzerek hayretle doğ yüzüne bi 5 er zaman sizindir. As- Ada halkının içkiye ve e n düşkün olduğunu gören ğan arkadaşlarile birlikte geniş bah geli bir meyhaneye dalmıştı. Akdoğan, ispanyol rakkasesi em ile başbaşa kalınc.. yhanede İspanyol çingeneleri m or.. Yerli Raki kitara eğleniyorlardı. Türklerin birdenbire içeriye gir. diğini görünce şaşırmışlardı. yhane sahibi orta yaşlı, iri dı, çalarak Diyerek bir köşeye ooturmuş- tu, (Taş adası)nın şarabı Akde- izde pek meşhurdu. Meyhaneci: — Ne içeceksiniz, pasam? Sa- Tabımız çok eskidir. Çabuk keyif verir, Diyerek gülümsedi Sinan etrafa şöyle te göz attık- tan sonra: — Haydı, bize şarap getir, de- di, ve şu oynıyan kızlara söyle. izi inler. yor! Meyhaneci yeni di eski bir fıçıdan mütemadiyen şarap taşı- Yor: Me eyh. müşteri olarak m başka kimse kalma- AŞİ, Çalgıcılar ve çingeneler durma dan ins iğ rlardı, Akdoğ — Aylarda ie üstün- de imanımız gevredi... Nefes ala- cak, eğlenecek bir y yer bulama- dık. Coşmak, eğlenmek hakkınız- dır çocuklar Diyerek arkadaşlarının neşesini arttırıyordu, Oynayan Ma) adlı güzel bir İspanyol kızı vardı, - Akdoğan meyhaneye girdiği dakikadanberi gözünü Salinadan Ayırmıyordu. ina, Akdoğanın ileri Türk den denizcilerinden biri olduğu- Akdoğana — ll sin 'ken ince Uzun kaşlarını e Akdo- Ünna göz kırpmaktan geri kalmı- Yordu, Meyhanecinin arasıra: iş - — Haydi Salina, deniz aslanla- rını eğlendir... Boş durma!. e bağırmasından hu; erim İspanyol dilberi bir aralık Akı çÜanın yanına sokuldu: — Bana bir kadeh şarap ver- Mez misin?, ne genc kızın uzun a saçlarını okşıyarak içi dolu kade- hi uzattı; — Al bakalım... — Hayır... Ben sizin şarabi- nızı içmem, Bu sırada meyhanecinin elinde şarap dolu bir kadehle geldiği gö. rüldü, Salina Pa getirdiği şarabı eline a — Muzaffer Türk donanmasi şerefine içelim... ye haykırdı. Genc kızın ne tatlı, ne hazin bir sesi vardı!. Türk gemicileri hep birden kadehlerine sarılmışlardı. Akd nmasının muzaf- feriyln sen de duydun mu?, Diye sordu. Salik? — Biz deniz ortasında yaşariz amm esen â ada- ıza dünyada olub bitenleri ha- be verir ve kulaklarımız daima iriştedir. Dirk kadehini doldurdu: da senin için içiyo- ri gözleri süzüldükc. İspanyol rekkasesini eskisinden çok daha güzel ve cazibeli görü- yordu. Akdoğanın arkadaşları birer birer hepsi bir köşeye çekilmişler ve Akdoğanı Salina ile yalnız bı- rakmışlardı. Gemiciler, Milim yedi 2 danberi hasretini ğini kli riarlr Akdoğan esi evlenmişti... Ve evlendikten biraz sonra da karısına doyamadan i nauma ile birlikte Snbellak rılraıştı. me loğana gitti elile şa- rap veriyor, el şakaları saatler geçtikçe He sölni Akdoğ lo; — Allah razı olsun şu fırtına- dan.. . Bizi buraya uğrattı. Seni Bak ne güzel eğleni- yoruz. Diye söyleniyordu. a Salina zeki bakışlı bir kızdı: Nereye gidiyordunuz?. Diye en Akdoğan kaşla- rinı — Orasını sorma, dedi, ben a- miral (Alvara)nın peşini çinar mağa çi Salinanın rengi birden sapsarı oldu.. Şarap kadehini elinden bı- — Amiral (Alvaro)nun bura- larda dolaştığını nerden haber al- dınız?. Ak ya Rüzgârlardan.. e a kahkaha ile güldü: “İİ — Bütün bu saydıklarınız, size hizmet ediyorlar demek... öyle mi?, Akdoğan İspanyol rekkasesinin kolundan çekti... Dizine oturttu; — Sen amiral (Alvaro)yu ta- nır mısın?. — Hayır... Nerden an ğım ben onu, mehdi duyuyorum. — Bu taraflara hiç uğ mı?. — Hayır... , : Salina (hayır) derken kekeli- yor gibiydi. ya birbirine gi- riyor, ağzını Akdoğan b ire genc kı- zın neşesi kaçtığını görünce, ö- nündeki kadehini uzatarak: dü | bir hikâye Naci yataktan fırladı. Acele daireye gitmesi lâzımdı, Be dı. Yalnız yaşıyordu. Birdenbi- re gözü gece pantalonunu astığı elbise çengeline ilişti. Hayret- ten az küçük dilini yuta- caktı. pantalonunun yerinde yel- ler esiyordu. Hayreti geçince dehşete düştü, Çünkü topu topu bir VA pentalonu vardı. Arandı, aranı Eyvahlar olsun yok, ok, HE pantalonu de- gil, birçok şeyleri eksikti. Parası, fotinleri filân gitmişti, anladı. Eve hırsız girmişti. Şimdi ne yapacaktı. Mutlaka mut- laka işine gitmesi elzemdi, Eğer gitmezse onun için felâket olurdu. Pencereden o a şaşkın şaşkın dolaşırken güneş gi tikçe yükseliyor, vakit iler vE Her akşam | kâr- Güneş yükseldikçe de onun 1 artıyordu. — Eyvahlar olsun... Şimdi ne halt edeceğim?.. Diye odanın içinde dört dönüyordu. Pençere- nin önünde durdu. Bari bir bil- dik geçerse, çağı , kendisi- ne bir pantolon beni rica edecekti, Ayakkabı meselesi ko- laydı, Karyolanın altında bir be- yaz, keten yazlık iskarpin bul- ihayet onu da giyebilir- üsaiddi. Kolsuz fa- iç pantalonile pençerenin kenarında otururken ta bir koşuşma oldu. Kısa beyaz pantalonlu, kısa fa- nilâlı bir sürü genc bütü lerile yay her birin arkasında birer ra vardı. Pe zaman bebis, çi zetelerde okumuştu. O gün Bal- ale büyük sürat koşusu yapı- a içinden şimşek gibi Sa fikir geçti. Yerinden fırladı. Hı men lâstik ayakkabları a geçirdi. O gün ayın «13» ü idi. Takvimin mn büyük bir «13» rakkamı vardı, Takvimin o yaprağını kopardı, Hemen kolsuz kısa fanilâsının arkasına iğneledi. Kapıdan dışarı fırladı. Fakat aksiliğe bakın ki sokakta mahal- lenin bir türlü kendisini çekemi- yen imamına rasladı. İmam ken- ii bu kıyafette görmesin di- tün kuvvetini bacaklarını villa alabildiğine kaçmağa baş- ladı. Pek az geçince gin evvel. ki pi yetişti. Lâkin ikinci elâket daha baş gösterdi. Bu sefer karşıki kaldırımdan di selâm bile vermezdi alimallah., Bunun için artık Tile tabanları kaldırdı. gibi, yayından fırlamış me mer çıkmış kurşun gibi koşu- . Allahını seven onu tutma- sin.. in Kaynar n bir kısmını geçmişti bil Nihayet ero olacaklar... İşte can hav- Yıldırım ok, Çalınan pantalon İ sağdaki kaldırımda dairenin mü- dürü yürüyordu. et versin karşıdan gelmiyordu ğe ği git- tiği tarafa doğru yürüyoi m dür galiba kendisini am Gözlüklerinin altından Mi kırpıştıra kırpıştıra o tarafa doğ- ru bakıyordu. Hattâ bir aralık bastonile e işaret etmeğe bile başlamı ., Arkadan da Piraye sali Tabii müdür kendisini bu kılık mami haşlıyacaktı. O böyle don gömlekle haşlanırken arkadan da Piraye yetişecek onun bu hali- ni görecekti. Naci kendi kendine — Aman Naci dedi, sokak ortasında bir Pozalat çıkmaması nı istiyorsan tabana kuvvet.. Kaç, durmadan çi bir kat daha artırdı O kadar hızlı koşuyordu ki artık etrafını göremiyordu. Makiadı böyle koşmak koşmak, imde tanıdığı bir elbiseciye ai oradan bir kat elbise uy- tı, Yanında uzun boylu bir deli- kanlı da mütemadiyen koşuyor- du. İki tarafında iki otomobil, mo- tosikletle beraber yürüyorlardı Önlerinden giden bir otomobil- de ise bir sürü gazete fotografçı- ları, sinemacılar vardı. Arasıra fo- tograf, filim çekiyorlardı. Fakat Nacinin bunları hiç gö- recek hali yoktu. Çünkü bugün bü- tün aksilikler sanki biribirlerine memiş mi idi? Ev sahibi harıl ha- rıl kendisini arıyordu, Tamam 4 vermemişti Nere- hemen kendisini tanımıştı: Bay Naci.. Bay Naci.. yahu. Bu ne hal?. arkasından seslenmeğe, Dur Ii eni bir elbiseyi na- sıl tedarik edeceğini düşünürken şimdi de başıma bu çıkmıştı. Frenleri biraz daha açtı. Artık son süratle koşuyordu. Baktı. Yanında yürüyen deli- kanlı artık kendisinden bir iki adım geride kalıyordu. hibi de yavaş yavaş görünmez bir hale geliyordu. anı HASAN KOLONYASI NIN BENZERİ- Nİ BÜTÜN DÜNYADA Bulamazsınız Hasan kolonyasını Fransa, Almanya ve İngiltereye bera- berce götürüyorlar. Ora e bulunan “ecnebi müstesna kolonyanın dünya İl bir. eşi tesadüf edilmiyeceğini birlikte beyan ediyorlar. İtalyanın meş | bur esans fabrikalarından mej- hur Sanderson bile bu hususta i kat'i olarak “Hasan kolonyası kadar nefis bir kolonya yok- | tir, i | dosta tur, RE Meb' Vekiller ae Süyik hil İbin Hin koli istimal etmektedir. Taklitle- rinden sakmınız. sisi “e yoktur. Has mın istifade steak Vie - sakınınız. Hasan deposu Bahçekapı ve Beyoğlu, Bs ae O alabildiğine koşu- yorı Nihayet öğe büyük bir çereen karşılad bir adam hararetle ini sıktı — Tebrik ederi, Balkan süs rat Sar oldunuz.. dedi. ine bir kupa tutuşturdular. gm etrafını sardı: — Hangi yemekleri seversiniz? Koşuculuğa ve ele Sis eden sebebler nedir? gibi bir sürü sualler... Re- simler çekildi. İki ecnebi: — Müsaade Me sesli fili- Paramount eceğ için sesli filimde le söz söy- , koşuyu nasıl kazandığınızı iletir mısını?.. dedi.. Biri bir iri bati i Berr Gi e biri, hel mızı saçlı bir Amerikalı onun ya“ | nına yaklaştı: | — Sizi otomobille uzun müd- det takib ettim. Fevkalâde ko- şuşunuz var. yi a spor meneceriyim., akkak ki siz dünya kii birini kıra- — Haydi iç bakalım şunu da, çalışarak Akdoğanın dizinden fır. ladır — İçeceğim... Oynıyacağım... Ben içmek için yaratıldım. Haydı, hep beraber içelim... Ve elindeki şarabı içtikten son- ra, kadehi yere vurdu... Dolgun kalçalarını sağa sola kıvırarak oynamağa başladı (Arkası var), İşte uykusuzluktan Helen rami gelm. esi gün akl tiez vaha. iman sinirllerin bilmez tükenmez dilekleri ez, her gün artan dei gittikçe kuv yorgun argın, PÜRE ir e mı e Bromural “Knoli- felâketten kurtulmak için kullanılacak İlâçtır. Asla zararı yoktur, sinire ii yatıştırır ve sâkin ve sâlim a yürüyen otomobiller. | bilirsiniz. O-kadar süratle koşu. , Size bir teklifim var.. Li Haydi 13. Vn Ayda 1000 dolarla sizi angajo o | km ydi 13. ediyoi Beraber se; — Bravo 13. » diye sesler yük- | cağız. Sizi birçok koşulara soka- o | seliyordu. cağım., Nasıl kabul mü?. Bu yaşşalar bu bravolar da ki- (Bir yıldız) , mak halstliğile Vila bir uyku davet eder, İ erâe eczanelerde reçete ile satır, Knoll A- 10 ve 20 komprimeyi havi tüp- a 4 G., kimyevi maddeler fabrikaları, Ludwigshafen s/ Rhin. 1 Gi “e i

Bu sayıdan diğer sayfalar: