2 Eylül 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

2 Eylül 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

sne ilgi MEİN pervane bozu- — Bozulsun, yedek pervane var!.. Soğuk kanlı Bir kış günü meşhur gazeteci Jül Janen Londrada Fransız kahvesinde gazete okuyordu. Yanımdaki masada da bir İngiliz viski içiyordu. Bir aralık garsonu çağırdı: — Garson, sobanın yanında gazete okuyarak sigara içen" kimdir? — Bilmiyorum. — Ya İngiliz yerinden kalktı, kasada otu- ran kızm yanına gitti: — Mis, sobanın yanında gazete oku- yarak sigara içen kimdir?. — Bilmiyorum. — Ya... Bu kahvenin sahibi nere- de?. — İşte bu zattır. — Gud Morning, sobanın yanı gazete okuyarak sigara içen kimdir? — Bilmiyorum, bugün ilk defa gel- di. İngiliz sigara içenin yanına gitti: — Sobanm başında gazete okuya- Tak sigara içen zat, siz kimsiniz?. — Gazeteci Jül Janen, — Memnun oldum.. bay Jül Janen caketiniz yanıyı Tamam — Garson çabuk yemek getir, aç kurt gibiyim. — Tamam, âlâ kuzumuz var! İzdivaç Kızı uzun zamandır seviyor, fakat bir türlü evlenemiyordu. Kız ona var- mağa razı olamıyordu. Bir gün eski dastlanndan birine derd yandı: — Ne yapayım, evlenmeğe nasıl razi edeyim bilmiyorum ki, yalvarıyo- rum, yakarıyorum, olmaz diyor. — Peki neden önünde diz çöküp yalvarmıyorsun?.. — Buna imkân kalmıyor, çünkü be ni görünce hemen kucacığıma oturu yor!.. Kazanç Bayan bir türlü ilâcı içmiyordu. Kaynanası: — İç dedi, eğer iyi olmazsan ken- dimi asarım. Doktor hastaya fısladı: — içiniz ne olursa olsun kazançta- sınız!. Ayıp Doktor çocuğu muayene etti, sonra dadısına dedi ki; — Banyo yapacaksın, amına dikkat et su ne çok sıcak olacak, ne de çok soğuk... Termometreye bak. — Termometreye ne lüzum var? Suyun ne derece sicak olduğunu an- lamak için termometre mi Jâzımdır?, — Elbette termometresiz nasıl an- larsın? — Çocuğu suya sokarım, morafırsa su çok soğuktur, kızarırsa çok sıcak- tırt, Mariyüs 'Taniirsınız değil mi, Marsilyanın pi- reyi deve yapan adamıdır. Son zamanlarda parasız kalmış, kö- tü bir ahçı dükkânında yemek yiyor- du. Mariyüs kaderine razı olur, başı- na gelenden şikâyet etmez. Amma ge- çen gün dayanamadı, şikâyet etti. Gar- sona dedi ki: — Yahu yedirdiğin et et değil köse- le, çatalımı etin suyuna bile batıra- İyi kalbli bir kardeş Bir gün annesi İzzete bir elma ve- riyor: — Bunu kardeşinle paylaş, diyor. Biraz sonra kardeşi Gönül ağlıya ağlıya geliyor: — Anne bende bir elma isterim, diyor. Annesi derhal İzzeti çağırıyor: — Yaramaz, niçin elmanın yarısı- — Nasıl vermedim anneciğim. Ona bütün çekirdekleri verdim. Dikecek, büyük bir elma bahçesi olacak. Bu bahçenin bütün mahsulünü o yiye- — Baba bana da tekerleği arkada bir el arabası alsana!... aaa Telgraf Bir evde iki Ahmed vardı. Biri öl- dü, Öteki ayni gün şarka seyahate çıktı. Diyarıbekirden karısına bir tel- graf çekti, müvezzi yanlışlıkla telgra- fı ölenin karısına verdi. Kadın okudu: «Salimen geldim, cehennem sıcağı tahammülsüz.» Görememiş Bayan çocuğu kasaba gönderdi: — Git bak dana ayağı var mı, dedi, Çocuk gitti, geldi. Annesi sordu: — Dana ayağı var mı? — Göremedim anne, ayaklarında kundura vardı. » di — Ahmedin anlattığı fikralar ho- şuna gitmedi mi? — Gitti, — Neye gülmedin? — Ahmedi hiç sevmem, kendimi tuttum, gelince evde güldüm! Değiştirsin — Bu suare insanı boğuyor, sıcak.. — Evet, müziğe söylemeli de hava değiştirsin!.. çok —Budane!.. — Duş isterim demediniz mi?... Nikâh Nikâh dairesi kalabalıktı. Dört ta- rafa çelenkler dizilmişti. Müstakbel karı koca nikâh memurunun önüne geldi, yanlarına şahidleri oturdu. Ni- kâh memuru ayağa kalktı, kıza sordu: — Bay falâna varmağa razı m sınız?. Kız içini çekti: — Bu hususta fikrimi yersiz s0r- dunuz?. Anlasın Bizim Ahmak geçen gün bir subay arkadaşile tramvaya bindi, biletçiye para verdi: — Bir sivil bir subuy dedi. Sonra ilâve etti; — Sivil benim?.. Caka Genç bir doktor muayenehanesini yeni açmış, her şeyi yerli yerine iğ muş hasta bekliyordu. Masanın üstünde telefon da vardı amma, henüz hatta bağlanmamıştı Kapı çalındı. Bu gelen ilk hastay- di. Hizmetçiye: — Gelsin, dedi, Hasta odâya girerken doktorda caka olsun diye telefonu açtı: — Aziz meslekdaşım emriniz baş- üstüne, göndereceğiniz hastayı teda- vi etmek vazifemdir... Parası mı?.. Biliyorsunuz ki. ben üç yüz liradan aşağıya tedavi yapamam, amma ma- demki siz tavsiye ediyorsunuz, o hal. de yüz elli lira versin... Geçen hafta, | ayni tedavi için bir hastadan dört yüz lira aldım... Emredersiniz., Hay hay... Yarın beklerim. Telefonu kapadı, döndü: — Buyurunuz... Odaya giren biraz durdu, yutkun- du, sonra karar verdi; — Telefon müdüriyetinden geliyd- Tum, telefonunuzu hatta bağlıyaca- ğım! ... odaya girene Çaresi Kekemeydi, bunun bir türlü teda- visini bulamamıştı. Bir gün msfbaa- ya gelmiş dert yanıyordu, — Kekelememek için ne yapaca- ğımı şaşırdım... Arkadaşlarından biri: — Kolayı var, dedi, konuşmaf,. Cİ © — Yanlış efendim, ben arap bacınm kızı değilimi... İ mişlördi. | sahibi olması idi, On sekizinci asrın sonlarına doğru Çek münevverleri halk terbiyesi sa- hasında büyük bir cehd sarfetmişler, vatan sevgisini kalblerde uyandırmak için milletin irfan seviyesini yükselt- meği emel edinmişlerdi. Evvelâ vic- danı milliyi harekete getirmek lâzım- dı. Vakıâ köylüler şehirlilere nisbetle kendi dillerini, âdetlerini, rakslarını milli varlıklarına taallük eden şeyleri muhafaza etmişlerdi ama milli hissi- yatı Avusturya boyunduruğu uyuş- turmuştu. Onları benliklerinden uzak- laştırmak politikası yıllarca devam etmişti. İşte onun içindir ki mütefek- kir zümre milli ve demokratik bir ga- yeye ulaşmak için halkın fikir ve ah- lik ve beden terbiyesine ihtimam edi- yordu. İlk müracaat ettikleri vasıta tiyat- To olmuştur. Bütün Çek şehirlerinde tiyatrolarda almanca temsiller verili- yordu. 1771 de Pragda ilk defa olarak Çek lisanile bir oyun verildi. Piyesi yazan muharrirler bütün mevzuları- ni memleketin tarihinden alıyorlar ve bu suretle halka şan ve şerefle dolu bir mazileri olduğunu hatirlatmak is- tiyorlardı. İşte bu fikirleri terbiye edi- ci, ruhları uyandırıcı mahiyette olan tiyatro köylere kadar yayıldı. 1808 den 1856 ya kadar muharrir (Gos. Kaje- tan Tyi) bütün hayatını Çek tiyatrosu» | Da hasretti, Onun kavlince tiyatro halk için hakiki bir hayat mektebidir. İkinci kullanılan vasıta kitap ol- muştur. Halka terbiye ve talim edici mahiyette eserler sunmak ve onların okunmasını cazip bir şekle .sokmak. (Havliçek) diyor ki: «Hürriyetini elde etmek ve sek seciyeli devlet ricali- ne sahip olmak yalnız kültür sahibi bir millet hakkıdır.» Öyle olunca ya- pılacak şey biran evvel balkın talim ve terbiye seviyesini yükseltmeğe çâ- lışmaktır. (Slave) adlı mecmuasında kendi siyasi tecrübelerini şu suretle hulâsa ediyor! «Dünyada olup bitenlere ve âlemin. tarihine vâkıf olanları muhakkak bilir. ler ki hiç bir siyasi fırka hattâ bir i millet kendi kuvvet ve kudretinden başka hiç bir vasıta ile zafere kavuşa- maz. Öyle ise herkes milletin hürriye- ti İstihsal için elinden gelen gayreti sarletmelidir. ancak bu tarzda mesai dahili kuvveti yükseltir. Dahili kuvvet ise milletin kültür derecesine faaliye- tine, ahlâkına, karakterine bağlıdır. Bu evsafı kendinde tenmiye eden her ferd, milletin hürriyetini istihsaline hizmet etmiş olur, herkes bu suretle çalışırsa etrafındakileri de ayni yola imaleye gayret ederse buna karşi hiç bir kuvvet karşı duramaz. Tahsilden mahrum cahil bir millet için hürriyet kuru bir lâfızdan ibarettir. Öyle ise bizim başlıca işimiz elimizden geldiği kadar maarifin neşir ve tamimine hiz- met olacaktır. Yalnız Kültür sahibi milletler tam manasile hürriyete ka- vuşabilirler. Hürriyetin samimi dostu olanlar kültürü ötedenberi olduğu gi- bi bir küçük zümrenin imtiyazından çıkarıp halka, yaymayı vatani bir va- zife bilmelidirler.» On sekizinci asrın muharrirleri hal- kın milli vicdanını tenvir eden, ahlâ- kını yükselten eserler yazmayı iş edin- Vücude getirdikleri kütüp- hanenin muhteviyatını, daha çok ta- rihi eserler teşkil ediyordu. 'En faal, en çalışkan, en hararetli muharrirlerden olan (M. V. Erame- rius) halkın anlıyacağı, seveceği, alâ- kalanacağı bir lisanla milli duyguları tasvir ediyordu. 1789 dan itibaren mil- M terbiyeyi neşrettiği gazetede mükâ- leme şeklinde halka sunuyordu. Ço- cuk terbiyesi, içtimai terbiye, iktisadi terbiye, medeni terbiye makslelerinin esasını teşkil ediyordu. Bu zat bütün hâyalında halkın seviyesini yükselt- mek gayesi ile seksen cild eser neşret- miştir, Bernard Bolzano (1781 - 1848) Prag şehri felsefe fakültesi profosörlerin- den olan bu zat genç münevverleri halka gitmeğe ve blihassa köylüyü uyandırmağa teşvik ediyordu, Onun en büyük emeli her köyün içinde fay- dah eserler bulunan bir kütüphane "Çekoslovak halk terbiyesi Yazan; Selim Sırrı Tarcan 1848 den sonraki devirde halk ter- biyesinde siyaset birinci safta geliyor- du, Bu işe en ziyade gazeteler hâdim olabiliyordu. Bu hareketin başında da ilk Çek halk tarihini kaleme alan (F. Palacky) ile muharrir (K. Hav içek) geliyor. (Havliçek) yazılarında kültür veya terbiye tabirlerini beşeriyetin ideali makamında kullânıyor. Onun emeli zekâ ile karakterin hemahenk bir su- rette inkişafıdır. Bir taraftan tahsil ile fikirler zinetlenirken, diğer taraf- tan terbiye ile irade've seciye yüksel melidir diyor. (Havliçek) talim ve terbiyenin her tabakaya tamimini ve bu suretle bütün milletin bir anlaşma, bir siyasi ittihad bayrağı altında top- lanmasını istiyor. Onun yegâne siya- si emeli talim ve terbiye yolundan hürriyete kavuşmak idi, 1848 ihtilâlinden sonra dillere kilit vuran bir tazyik devri geliyor. Fakat bu çok sürmüyor millt kaygular şe hirlerden köylere Kadar sirayet etmiş, vatan sevgisi bütün mektepleri sar- miştı. Günden güne âlevlenen mini varlık artık söndürülemiyecek bir ş€- Kil almıştı, 1870 den itibaren en uzak köylere varıncıya kadar maarifi yaymak için teşekkül eden cemiyetler var kuvvet- lerile çalışıyorlardı, Bu cemiyetler içinde en mühim teşkilâta sahip olan 1862 de kurulan «Sokolslar oldu. Bu cemiyet yalnız fikri sahada çalışmak» Ja kalmadı, halkın bedeni kabiliyetle- rinin yükselmesine de çok hizmet et- ti. Bir yandan köylere varıncıya ka- dar okuma odaları, kütüphaneler tes sis etti, seyyar konferansçı zümreleri tertip etti. Diğer taraftan büyük küs çük kadın erkek vücutlerini toplu bir şekilde işleterek, hem sihhatlerini, hem aralarındaki dostluk rabıtalarını takviyeye hâdim jimnastik salonlari ve oyun meydanları vücude getirdi. Bü teşkilâtın banisi olan (Miroslav Tyrş)) üç remiz ortaya attı: Ben yok biz var, Ne şan ve şeref ne maddi menfaat, 'Ya hep, ya hiç. Bu cemiyet Çekoslovakları ihya yp” miştir. Üç bini geçen şubelerinin bu- gün 360,000 âzasi vardır. Halk talim ve terbiyesinde gaye n& dir? 1 — Çocukluk ve mürahiklik yaş- larında tahsilden mahrum kalmış kimseleri önce okutup yazdırmak ve bu suretle memleketten cehaleti kale dırmak. Bu gayeye vüsul için kullamlan va stalar şunlardır: 1 — Konferanslar, kitaplar, risale“ ler, gazeteler, tiyatro, filim vasıtasile halkın maneviyeti, zekâsı, karakteri, iradesi üzerinde işlemek. Sağlam ferde ler yetiştirmek, sağlam ferdlerden sağ“ Jam âileler kurmak. Bu emellerin tahakkuku ancak t&“ Jim ve terbiye ile olur. O olmayınca ne demokrasi, ne hürriyet! Selim Sırrı Tarcan Yalvacin su derdi halledildi Yalvaç (Akşam) — Sekiz kilometre uzakta bulunan bir membadan kazâ” ya sü getirilmesi işine başlanmıştır. Suyun ihtiyaca kâfi gelecek bollukta olduğu anlaşıldığından yolların inşa” sı süratle bitirilmektedir. Yalvacın sü ihtiyacını bu suretle halleden belediy& reisi B. Sadık Mutaf halkın mubabb& tini kazanmıştır. Edirnede muvaffakıyetli bir temsil Edirne (Akşam) — Edimede mi safir olarak bulunan İstanbul erkek öğretmen okulu talebeleri tarafında dün gece Halkevi sahnesinde OğU” lar namındaki milli piyes muvaffaki# yetle temsil edilmiştir. Bilhassa bur” ların zeybek rakısları fevkalâde idk Halk ve davetliler gençlerimizi Jamışlardır. Bir işçi elini makineye kaptırdı , Fatihte Galvaniz fabrikasında çöl” şan Mehmed, bir elini makineye KAP* tırmış, tehlikeli surette yaralandığı” dan Cerrahpaşa hastanesine yi muştur,

Bu sayıdan diğer sayfalar: