28 Temmuz 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

28 Temmuz 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

... Jimnastiği © zamanı artık O gün Vaşingtonun Beyaz sarayın: da t an gazeteciler Ruzvelte Bordu! — Tatilinizi nasıl geçireceksiniz? Ruzvelt gülerek şu cevabı verdiz — Balık tutmak ve deniz sporlar File meşgul olmak suretile... Fakat bilhassa spor... Sonra bütün Amerikayı vilâyet Vİ lâyet, şehir şehir dolaşırken yeni dünyada sporun ne mühim bir mev- ki işgal etiğini anladım. , Sabahleyin parklara fırıyan yedir Siaden yetmişine kadar bütün hak kın ok atmakla, tenis oynamakla, her türlü cimnastik yapmakla meş- gul gördüm. Başta Nev taki insanlar için ayni zamanda bis Ter spor klübü haline girmişti. Ame” Fikada, spor, yemek, içmek, çalışmak, nmek gibi bir gilenin günlük ama psogramma Gi ca İşin sis za tarafı Amerikada orta yaşlıların, hattâ orta yeşı ge inis olanların gençlerden ziyade cim- hastiğe dört elle sarılmalarıdır. Çün kü yeni dünyada ihtiyarlığın tek bis ölçüsü: yardır: ; Şişman, hantal bir Vücud... Yirmi yaşında olunuz, çeh- reniz isterse bir taş bebek yüzü gibi Olsun vücudünüz fazlaca yağlanmış ve elâstikiyetini okaybetmişse siz9 verecekleri en hafif isim; sjhtiyar»- dir. Bunun içi Amerikada her tür- lü spor ve her türlü cimnastik rağ* bettadir. Hele bizim güreş kadar mili sporumuz olan ök atmak Ame rikan kadınları arasında boyanmak kadar rağbet gören bir spordur. İstanbulu döndükten sonra vak- tinden'evel göbek salmış kimselere tTasyeldikçe aklıma Amerika geliyor. Niçin bizde spor ve cimnastik an- cak gençiere mahsus bir şey addedi- liyor? Halbuki orta yaşlıların genç- ler kadar, belki de ear — cimnastiğe ihtiyaçları vardır. günkü 6 meşhurlârından çoğu” NE bakınız artık bütün meşguliyet: lerine rağmen sporu ve cimnas elden bırakmamışlardır. İşte İsve9 krah, Hâlâ tenis raketini elinden bi rakmıyor. İşte romancı Bernard Şov... Hâlâ genç bir yüzücü gibi mü- kemmel yüzüyor. Ruzyelt tatillerini #porlar geçiriyor. Bizde başta Atattirk olmak üzere, bir çök devlet ricalimiz bilhassa de- Nİ? Sporlarına karşı yakından alâka gösteriyorlar. Başvekil B. Ce- lâl Bayar iyi bir denizeldir. Halbuki gönül ister ki bizde spor VE cimnastik ailenin içine girsin. Genci de, orta yaşlısı da, hattâ orta Yağını geçeni bile biraz vücudile, Gimnastikie meşgul olsun. z Bundan bir müddet evvel kendi- Sine pek hürmet ettiğim bir zat par- ya yaprak. yl | mmm m vaz iirdde yüzme havuzu — Yaptıracağım apartımanda bir Gimnastik salonu da Yi ye Yetindeyim... Ne dersiniz? Üstad B, Selim Sırrı memnun bir me ile: — Ah... deği, keşki bütün apartı Dün Yaptıranlar dairelerinde bire” “e cimnastik salonu yaptıaracak Ol” Salar ne mükemmel bir iş yaparlardı. k, Sakikaten B. Selim Sırrının hak- Vardı. Bizde kaç o zenginimiz (apartı Ç 1 yaptirrken şöyle mükem- ye bir tinmnastile salonu yaptırma" Yaz da getirir?... Geçenlerde yep İşinde nemi barı bile yapmı “© Fakat cimnastik salonu yaP- Mak akla hile gelmemiş... sakat, sporu kulübden ©W | Orta Zamanı gelmşitir. viği Bazi e arasına e | Saleğir. abiliriz?.. Bu mühim hg 2d0 gençliğinde spor yapanlar” | Yirmi beşi, otuzu geçtikten spAr3 Siler; cinnastiğe aid her şeyden İS Böbek hüvümeze. ense, gerdan gelmiş, i ZN * Babasına jimnastik yaptırtan bir genç kız " Bu güzel havuz e l lersem gunu söy ? Yaraş Ayaklarını çekerler... Yaya$ | Denizden binlerce kilometre aile arasına sokmak hattâ geçmiştir Bu kurslar gece resim, edebiyat, lisan sınıflarından daha kalabalık olur. Buralarda orta yaşlılar göbek- lenmemek, çevikliklerini kaybetme- mek için ber türlü cimnastik ve ; sporla meşguldürler, Bizde de Halkevlerinde bu kabil gece kursları, yahut gündüz cimnas- tik dersleri vermek çok yerinde bir hareket olur. nesillerimiz için de bir vazifedir. Çünkü gittikçe cimnastikle güzek leşmek, vücudlerimizi korumak, do- ğacak m, gelecek nesille- rimizi de güzelleştirmek demektir. Bilhassa deniz ve okçuluk bizim için en mükemmel bir spor halini > €İ glabilir. Kendisile beraber İstanbula geldiğim Meksikail bir profesör şeh- rimizin etrafını çepeçevre çerçeveli- yen denize baktı, baktı da: . — Bu güzel deniz varken insanım bu sulara girip balıklaşacağı geli- yor.. dedi. Gençler ve orta yaşlılar... Cimnas- tiğe ve denize... Hikmet Feridün Es olan bu havuz Ankara Orman çifli- ğindeki Marmara havuzunun minya- türüdür. Bütün bir hafta 38 - 40 de- recei hararette şehirde bunalanlar ta- til günleri yiyeceğini içeceğin! alanlar erkenden buraya koşarlar, Gece yarı- larına kadar eğlenirler, Bu arada ba- yanlar ve baylar da (Bizim Plâj) is- mini verdiğimiz havuzda yüzerler, Yazan: Sermed Muhtar Alus Sahife 7 Tefrika 137 NANEMOLLA Dktor paraya pula o kadar lâkayıd- | lardandı ki manş çıkıp kesintilerden | sonra eline geçen 970 bu kadar kuru- şun - o zamanlar binbaşı aylığı 1000 kuruş - altı yüzünü derhal ailesine yollardı. (Dağ başlarında fazlasını ne yüpa- yım, bana yeter de artar bile) diyerek kendine alıkoyduğu 370 küsur kuruş- tan da sarfeder, İstanbula yahud Se- lâniğe gidenlerle kızına bulunduğu yerlerin işinden entarilik kumaş, ipek- li, gümüş veya altın küpe, bilezik, evi- ne de tereyağ, peynir, kavurma, bal, bulama gibi şeyler de gönderirdi. İdare reisi setresinin iç cebinden çıkardığı kâğıdlar arasındaki küçük bir deftere bakıp bakıp alnını kırıştı- rarak, gözlerini kırpıştırarak zihnen bazı hesablar yaptı. — Yedimde mukayyed olan erkam yalnız 91, 92 ve 93 senei maliyelerine aid olanlardır, 91 senesinden dört, 92 senesinden gene dört ve 93 senesi ki geçen ay hulül cetmişti,ilkayı daha işlemede.. derken paşa: — Gözünü sevdiğim relsçiğim, de- di, doktorumuz hayırlı bir iş peşinde, kızını evlendirecek. Damadı da uzak- ta değil, işte karşında; oğlumuz, göz bebeğimiz İrfan bey. Hadi bir icabına bak şekerim, şu son seneler tedahülde kalan sekiz aylığın hepsini, mümkün değilse altısını olsun bulup buluştur, teslim et eline!.. Kadri beyin keyfine pâyan yok: — Hay ömrüne bereket paşam, Al- lah evlâdlarını bağışlasın! Kâbe seva- bma erdin!. gibi memnuniyet ve te- şekkürlerle yerden temennalı eder- ken, idare reisi de: — Zuhuratı müstacele hanesine al- tı bin kuruşu maa tevkifat kayıd ge- çerek... diye kafa kaşırken paşa: — Reis uzatma, yürü, göreyim se- ni!. diyordu. Doktor 5844 kuruşu cebe koymuş, Veli bey ve İrfanla beraber hemen er» tesi sabah Selânik yolunu tutmuşlar- dı. olur. Selâniğe geldiler. Ev karşıdan görü- nünce, Kadri beycik o şişman vücu- âile bir koşuyor ki. Sekiz aydır gör- mediği, gözünde tüten Mehlikasına biran evvel kavuşacak. Çıkan kısmetten, düğün dernekten, görülecek mürüvvetten onlara bir şey yazmamış, daha hiç bahsetmemişti. İrfanın halini hiç sormayın. Dok- tor kadar, belki de daha fazla heyecan içinde. Yolda gelirken, tekrar tekrar kaç kere dinlemişti: — Evlâd ben küflü kafalı herifler. den değilim; bundan 20 yıl evvel ev- lendiğim vakit bile değildim... 20 yıl dedim de kızımı on dokuzunda filân sanmağa kalkma; dört sene çocuğu- müz olmadı, bu nokta aklında kalsın hal.. Ne diyordum, 20 yıl evvel eylen- diğim zaman bile karımı görmeden almadım; görücü kadınların lâflarile kanaat etmedim, oYeşiltulumbadaki kahvelerin birine oturdum, yaşmak ferace ile önümden geçirdiler. gözüm tuttu'da peki dedim... Alacağın kizi sen de göreceksin, başka türlü olmaz. Bir yolunu bulup göstereceğim sana!.. Biraz sonra Mehlikayı görecek de- mekti... Acaba nasıl?.. Zihninde bü- yüttüğü kadar mı?, Hakikaten o çok sade fakat çok ruhlu satırları yazan o mu?. Sonra, babasının dediği gibi o kadar da güzel mi? Sultanlardan, ikballer- den, gözdelerden de mi güzel? Bazan içine bir şüphe giriveriyor, fakat çabuk geçiyordu. Doktor dürüst adamdır, doğruyu saklamaz kızıma koca peyliyeceğim diye yalan söyle- mez... Gene bir tereddüd... İnsanların iç- yüzleri belli olmaz ki. Dünya bu... Ne- ler oluyor, neler görülüyor... Arkadakiler yavaşladılar, Önden gi- den Kadri bey evin kapısını vurdu: — Kim 60? 'Mehlikanın sesi, — Gugurigo!.. Bir sevinç çığlığı koptu: — Babacığım, babacığım sen mi- 8in?,. Anne koş, bey babam geldil İstanbulda, taşralarda beraber otur» , dukları zamanlar, işinden her dönü şünde doktor, kızına kapıdan guguri- go diye seslenirdi. Neşeli zamanlarin- Ga, hep gugurigo diye çağırırdı. Kucaklaştılar, öpüştüler, Mehlika kollarını babasının boynundan ayır miyor, yüzünü, yanaklarını bıyıkları- nı öpüyor, öpüyor, o da yarışta, geri kalmıyordu. » Hatun da yanlarına yetişmişti. Kad- ri bey: — Misafirlerim var, biraz çekilin de gelsinler!.. dedi, Veli beyle İrfanı içeri aldı. Sokak üstündeki misafir odasına Soktu. — Bize üç kahve, birde buraya mangal!. diye bağırıyor, cıgara veri- yor: »— Asker kızı, asker karısı sabırlıdır, beklemeğe alışıktır. Aceleleri yok, he- le şunları bir tellendirelim!.. diyordu. Cıgarasını bitirip taplaya bastırdık- tan sonra çıktı odadan. Karısı yukarıki sandığından keten tepsi örtüsü çıkarmağa gitmişti. Kızı mutfakta hem kahve'pişiriyor, hem de mangal yakıyordu. — Guguriga! Mehlika mutfaktan fırladı. — Başını ört, yeldirmeni giy, misa- firlere kahveyi sen getir emi! Kızcağız: — Nasil olur beybabacığım? Kapi- nın aralığından uzatsam da siz alsa- hız olmaz mı? diyince doktor boynuna bir daha sarıldı; — Olmaz!.. Anlaşılıyor ya, hür fikirli, uyanık mizaclı adam. i Mehlika çok genç ve körpeydi. Das ha on altısının içinde, minyon yapılı - minyon diyorsak kukla gibilerden değil, orta boylu ve narince - güzelden ziyade son derecede şirin, sevimli, ca- na yakın ve sokulgandı. ' Koyu kumral saçlar; bunun biraz açığı ince kaşlar; erik gibi gözler; mat bir ten... Hele o gözler yok mu, en kuvveti, en çekici tarafı onlardı. Gür Kirpikler arasından baygın baygın bakan, ko- yu yeşil, hâreli hâreli o iki göz ayni zamanda pek zeki, pek te mânalıydı, Okumuşluğunun, yazar çizetliğinin kendine lâzım olandan çok olduğunu biliyoruz. Bunun mektebi, medresesi yoktur zaten; Allah vergisidir. Bir gazete okuyabilmesi, meramını anlatacak kadar kalem yürütmesi kâ- 1 görüldüğü için, şöyle böyle bir iki sarıklı hoca gelip gitmiş, yani okutu- Tuş gelişi güzel olmuştu. Fakat onda umulmaz bir zekâ, bir kavrayış çabukluğu vardı. Allahın balışı denilir buna... Hatun yukarıdan inip tepsiye kes ten örtüyü koyarak kahveleri fincan- Jara boşaltırken, Mehlika halecanlar içinde çırpınıyordu. — Anneciğim, beybabam başını ört, yeldirmeni giy, misafirlere kahveyi sen getir diyor, Çök sıkılıyorum, ya- pamıyacağım!. i Annesi; ti — Bey baban da hâlâ seni çocuk sanıyor galiba, aklımı şaşırmış mi 6 dir? dediği sırada gene doktorun s6si: — Mehlika, hani bizim kahveler?.. Üçümüz de kahve Liryakisiyiz ayol, bekletme bizi!,. , Hatun diyordu ki: t — Pek yabancı kimseler olsa bey baban seni yanlarına çağırmaz. Bari üzme, babacığını yânlarında küçük düşürmel.. Genç kız, başını örtmüş, yeldirmeyi de giymiş, tepsi elinde kapıya gelmiş- ti, Bir türlü odaya giremiyor, her ta- rafı titriyor... — Gugurigo!.. Neredesin yahu? © Mehlika yanlarına girdi. Şaşkın, sersem sepet, Kahveyi evvelâ kime verecek? Nanemolla en önce o bir çift yeşil gözü gördü... Sendeledi... Harikulâde!.. Tazecik bir yanlışlık yapıp mahcub kalmadı. Kehveyi evvelâ Veli beye, sonra İrfana, nihayet babasına verdi. Doktor gene emir savurmada: Ğ — Otur, filcanlar boşalıncıya ka- dar bekle!.. Mehlika kapının yanındaki bir san- dnlyeye ilişti, Mis gibi görücüye çıkmak derler bu- na; fakat zavallıcığın haberi yok.. (Arkası var) ©

Bu sayıdan diğer sayfalar: