1 Kasım 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

1 Kasım 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Nedime sordu: — Demek yarın Adanayâ gidiyor- sun ha?... Muallâ cevap verdi: — Evet... Yarın gidiyorum... Fakat âklım burada ağabeyimde kalacak... Ahmed burada yalnız nasil yâşıyacak? O öyle tuhaf bir erkektir Ki sorma. Bir kere katiyen dişarıdâ"Yömek yes mez, Onun yiyeceği yemek” mutlaka son derece iyi yağla pişm Gayet ha- fif olmalıdır. Şöyle di biraz kâ- © rışık yağla pişirilmiş Yl yiyecek a olsa günlerce hastalanır. ÇÜ zaten midesinden ve barsaklar dan rahat- sızdır. Sonra Ahmedin elindeh hiç bir iş gelmez. Ben Adanada iken kendisi. ne nasıl bakacak? Bilmiyörüm. Bana; «Beni merak etme... Sen git. diyor amma ben hep onu düşünüyorum. Ta nıdıklardan yaşlı başlı bir kadın var. O arasıra gelip ağabeyimin işlerini gö- recek... Fakat bu kâfi mi? Sağ olsun beceriksiz erkektir. Muallâ Nedimenin yanında çok kal- madı. Ertesi günü seyahate çıkacağı #çin yapılacak hazırlıkları vardı. Zaten iki eski arkadaş ayni apartımanın kar- şılıklı iki dairesinde oturuyorlardı. Muallâ: — Şimdilik Allahaısmarladık Ne dime... Yarın giderken gene görüşü. Tüz. diyerek karşıdaki kendi dairesine geçti. Ertesi günü Muallâ Adanâya hare » ket etti. Genç kadının ağabeysi Ah- med yalnız başına kalmıştı. - Nedime bazen apartımanın yan penceresinden karşıdaki dairede Ahmedin kendi ken- dine iş görmesini seyrediyordu. Genç kadının Ahmedle apârtımünın merdivenlerinde karşılaştıkları da olu- yordu. O zaman gelişi güzel birkaç söz konuşurlardı, Ahmed ötedenberi Ne- dimeye hayran hayran bakardı. Genç adamin Nedimeyi son derece beğendi- ği görlerinden belli idi. Fakat fazla ileri gitmeğe katiyen cesaret edemiyor. du. Hani birçok kadınlar vardır, insa- mın üzerinde o kadar hürmet hissi uyandırırlar ki erkekler kendilerini ne kadar beğenirlerse beğensinler onların karşısında aşırı bir harekette bulun- o mağa cesaret edemezler. İşte Nedime de bunlardan biri idi. Fevkalâde gü- zelliğine rağmen bir erkek üzerinde ilk uyandırdığı tesir hürmet hissi oluyor. du. Nedime duldu. Evlenmeği de aklın. dan geçirmiyordu. İlk kocasının elin- den çok çekmişti, Muallâ Adanaya gideli tam bir haf. ta olmuştu. Bir gün Nedime arkadaşı Ayşe İle beraber apartımanın yan pen. ceresinde oturuyordu. Buradan karşı- ki dairenin mutfağı görünüyordu. Ah- med mutfakta kendi kendine yemek © Pişirmeğe çalışıyordu. Hareketleri O kadar tuhaf, o kadar acemice idi ki, iki kadın onu seyrederken zaman za- man kahkahalarla gülmekten kendi. lerini alamıyordu Nedime: — Tuhaf şey... dedi, bu derece telâş- la ücaba ne pişiriyor? Ayşe: — Anlıyamadım ki... Karmakarışık bir işler yapıyor... Eyvâh, eyvah “gö. rüyor musunuz? Galiba ateşin üzerin- de soğan kavuruyor. Herhalde soğanı © Ateşin üzerinde unutmuş... ' Baksana tencereden ne kadar duan çikiyor. Muhakkak soğan yanıyor... Bu esnâ- da birşeyler ayıklıyan Ahmed de ten- cereden buram buram duman çıktığı- nı görünce yerinden fırladı.” Hemen havagazı ocağının başına koştu. Ten- cereyi bir fki kere karıştırdı. Fakat tencereden çıkan dumani eksilmemişti, Ahmed tencereye birez sii-attı. Sonra tekrar önündeki sebzeleri âyıklamak için eski yerine koşarken dirşeğile ta, baklara çarptı. Bir sürü tabak yere devrildi. Kırılan tabakların şangırtı. #ını Nedime ile Ayşe bile uzaktan işit. mişlerdi, Şimdi iki kadın Ahmedin' hiddetli hiddetli başını iki tarafa salladığını, tekrar eski yerine dönerek bir takım sebzeleri ayıkladığını seyrediyorlar, EE aza Bü aralık Ahmed canı bir hareket yaptı. Elinde rr çağı fırlatıp attı. Herhalde bir parma ğını kesmiş olacaktı, Çünkü sağ elile, 80l elinin parmaklarını tutuyordu, Bu | Yalnız kalan erkek İ tencereyi yakalayınca mutfağın bir köşesine attı. Onu uzaktan seyreden iki genç ka- dın: — Beceremedi... Yemek pişirmesini beceremedi. Hakikaten bu işlerde pek beceriksiz erkek. — Nasıl? Erkekler bir de kadınla. rin işlerini gayet kolay sanırlar... diye konuşuyorlardı. Bir müddet sonra Nedime ile Ayşe Almedin mutfakta beyaz peynirle ek- mek yediğini gördüler. Ayşe: — Zavallı adam... diyordu, müm- . kün olsa şunun yemeğini pişirirdim. Sevaplır... O günden sonra Nedimenin en bü- yük eğlencesi pencereden Ahimedin iş görmesini seyretmek olmuştu. Ahmedin ev işi görmek hususunda- ki beceriksizliği Nedimeyi hem güldü- rüyor, genç adamın hareketleri pek hoşuna gidiyordu. Nedime bu yalnız kalan erkeğe acıyordu da, bazen ken- di kendine: — Birçok erkekler mükemmel ev iş- leri görürler. Halbuki bunun elinden hiç birşey gelmiyor... Beceriksiz, bece- riksiz... Arada bir Ahmedin evine gelip iş- leri gören ihtiyar kadın da herhalde artık uğramaz olmuştu. Nedime bazen genç adamın mendillerini bile yıkayıp balkona astığını görüyordu. Nedimenin apartımanından karşi- ki dairenin bazı odaları da görünüyor. du. Bu odalar alt üst idi. Herşey kar- ma karışık bir vaziyette idi. Bir gün Nedime gene apartımanın merdivenlerinde Ahmede rasladı. Yü- zü limon gibi sarı idi. Ayak üstünde konuşurken genç kadın sordu: — Geçmiş olsun... Hasta mısınız? — Evet... Dışarıda yemek yedim ml. demi bozmüşum. O günü Nedime Ahmede adamakıllı | acımıştı. Ahmed yana yakıla şikâyet ediyor. du: — Muallânın Adanaya gitmesi be- nim için çok fena oldu. Giderken bir kadın bulmuştu. O da artık uğramaz oldu. Bir yere kapılanmış galiba... Evin içini görseniz... Tam mânasile dandini... * Nedime: — Bari sabahleyin İşinize giderken anahtarı bana bırakınız da âpartıma- nınızı düzelteyim... Ahmed: - Teşekkür ederim, çok lütufkârsı- nız. Fakat sizi büyük zahmete $ok- mak İstemem... dedi. — Estağfurullah.. Ne zahmeti? Bi. lirsiniz ki. Muallâ benim çok iyi arka- daşımdır. Ertesi sabah Ahmed işine giderken anahtarı Nedimeye bıraktı. Genç ka- dın Ahmedin apartımanına girdiği za- man hayretler içinde kalmıştı. Bir ev ancak bu kâdar karmakarışık olabilir. di. Hele mutfakta unutulmuş bir kıra. vat gördüğü zaman gülmekten ken- disini alamadı. Bu akla gelmiyecek derecedeki dağınıklık Nedimeyi biraz da eğlendiriyordu. Ortalığın düzeltilmesi saatlerce sür. dü. Nedime her tarafı gayet ince bir zevkle yerleştirdi. Apartımanın arka- sındaki kiracıların müşterek kullan. dıkları bahçeden çiçekler Okoparttı. Bunları masaların üstüne koydu. Bir aralık mutfakta gözüne bir çengele asılı soyulmuş bir tavuk ilişti. Nedime bir gün evvel Ahmedin elinde kırmızı kâğıda sarılmış bir paket görmüştü. Demek genç adam dün akşam tavuk almış, fakat pişirememişti. Nedime bu tavuğu bütün meharetini sarfederek gayet güzel pişirdi. Dolapta biraz da pirinç buldu. Tavuğun suyu ile güzel bir de pilâv yaptı. Sonra evine döndü. Akşam Ahmed gelince apartımanın anahtarını ona | MNEENANAADARSEEEEREAALESASENERAEASA BEAN SASA, NEVROZIN AKŞAM verdi. On dakika sonra Nedienin te lefonu çaldı. Genç kadın açtı. Ahme- din sesi: — Allo... Bendeniz Ahmed... Kapı- ya gelip sizi rahatsız etmek istemedim. Size telefonla teşekkür etmeğe karar verdim. Fakat teşekkür için kelime bu- Jamiyorum. Sabahleyin karmakârışık bıraktığım evi cennet halinde buldüm. Sonra yeryüzünde ne büyük saadetler varmış... Çoktanberi güzel bir ev ye- meği yememiştim. Tavuğu, pilâyı gö- rünce dayanamadım. Tattım. Aman ne harikulâde olmuş!... Doğrusu bir gün için bile olsa bana cennet hayatı yaşattırız. Nasıl teşekkür edeyim bil. mem... Nedime de yemeklerinin, gördüğü işlerin Ahmed tarafından beğenilme- sinden pek memnun olmuştu. Artık hergün Ahmedin anahtarını alıyor, genç adüm evde yokken onun işlerini ya kendi görüyor, ya hizmetçisine gö- dürüyordu. Arasıra yemeğini de pişi- riyordu. Her akşam Ahmed telefonla genç kadına uzun uzun teşekkür ediyordu. Bu vesile ile aralarında bir samimiyet de peydahlanmıştı. Nedime Ahmedin yemeğini pişirir, ortalığını düzeltirken bütün mehare-, tini gösteriyordu. Ahmed: — Şaşıyorum, diyordu, meğer bizim bilmediğimiz ne saadetler varmış... Dünya varmışda benim haberim yokmuş!... Tuhaf şey... Ahmede bakmak, arasi- ra onun hoşuna gidecek yemekler pi- şirmek Nedime için de bir zevk haline girmişti. Kendi evinde güzel birşey pk| şerse kendi kendine: — Şundan Ahmede de yapayım... diyordu. Kadınlardan bir kısmı yaptığı işle. rin, pişirdiği yemkelerin erkekler tara! fından pek beğenilmesinden son dere» | ce hoşlanırlar. Nedime de gayet lez- zetli yaptığı bir yemeğin Ahmed tara- | fından pek ziyade beğenilmesinden hoşlanıyordu. Aylar böyle geçti, Arka.| daşlıkları pek ilerledi. Ahmed rahatta | idi. Genç adam bir gün: — Benimle evlenir misiniz? diye sor. | duğu zaman Nedime hiç şaşmadı. Ev. velce evlenmeği aklından geçirmediği halde gülümsiyerek yiizünü yere in- dirdi. Ahmed onun parmaklarını tut- tu. Nedime elini çekmedi. Bir de Ahmede beceriksiz derler... Hikmet Feridun Es | BRIÇ layısile bugün dercedilemedi. Oku- yucularımızdan özür dileriz. YENİ NEŞRİYAT: Modern Türkiye Mecmuası | On beşinei yıl sayısı renkli güzel bir | kapak içinde bugün çıktı. * Gerçekleşen Rüya Ahmed Emin Yalman'ın bu adlı bir eseri çıkmıştır. Eserde muharririn, Cüm- huriyetin on beşinci yıldönümü arifesin- de memleket meselelerine dalr düşünce- leri bulunmaktadır. Mubarrir şu bahisle- Yi tedkik etmektedir: Binlerce #enelik bir arayış, Oğüst Kon- tun rüyalarındaki Türkiye, nasıl olabi- lirdi, Kemalizmin ana çizgileri, nerelere vardık, menfi cereyanlar karşısında, gö- rüş zaviyelerini ayar, hamleden plâna ve teşkilâta, iki zıd âlem, hayattan doğmı- yan kanunlar, İsrafa uğrıyan büyük kıy- met, müşteri sıfatile devlet, tılsımlı bir zemberek, kendimize güvenebiliriz, kal- kınmanın erkânı barbiyesi, azlık halin- | de bir ee mükemmel insan cevheri, barem ri, vatandaş fabrikaları, Üniversite âlemi, demokrasi ve otorite, Kemalizme lâyık gazeteler, içtimai boş- luklar, sözün sonu. Karilerimize tavsiye ederiz. YENİ BİRLİK Şehrimizde bu isimde aylık bir mec- mua intişara başlamıştır. Aaa dileriz. Baş, Diş, Nezle, Grip e melis İ görmüş.. Tarihi 1 Teşrinisan! 1938 > DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No. 162 İhtiyar bir korsan Haceri teselli etti: “Hançerini çaldılar, fakat yıldızını söndüremiyecekler.,, İşte, çöl Arablaımın «Cenbiyetüş- şahturs dedikleri oŞahtur hançeri böylece #ekrar Hamdanilerin eline düşmüştü. Şeyh Abdullah, hançerin şeceresi- De derhal mührünü bastı. Artık etil- sımlı hançer» in son sahibi kendisi olmuştu. Buhu belinde taşıdıkça, ölüm ona yaklaşamıyacaktı! * Şeyh Abdullah bir akşam bu han- çerin şeceresini tedkik ederken, bir kadın imzasını güçlükle okuyabildi. «Mahmure binti Ebyad» Abdullah böyle bir kadın adı duy- mamıştı. Müşavir ve muhafızı olan meşhur kahramanlardan Melik bir Nasir (Hacerle Bizansa gittiği zaman im- parator sekizinci Mihailin eline dü- şen ve başı kesilip sur dışına fırlatı- lan mücahid) bu kadın hakkında ka- bile reisine şu malümatı vermişti: «— Bu kadın, erkek kadar cesur bir muharibdi. Bir gün etrafına gö- çebelerden bir kaç yüz atlı toplıyarak Gazze'ye bir baskın yapmış ve Gaz- ze'lilerin başına geçmişti. Mahmure bir çoban kızıydı. Eline bu hançeri dağda geçirmiş ve şeceresini bulup İmzasını attıktan sonra akınlar yap- i mağa başlamıştı. Gazzeliler onu bir kaç kere öldürmek ve böylece bir ka- dın tahakkümü altında yaşamak 3il- İetinden kurtulmak istediler. mu- vaffak olamadılar. Çünkü, Mahmu- renin belinde «tılsımlı hançer» var- dı. Aradan üç ay geçtikten sonra - Mahmure bir gece uyurken - belin- den hançeri çalıp kendisini öldür- müşler, Ve hançeri Şeria nehirne gö- törüp atmışlar. Aradan uzun yıllar geçmiş. bir gün Yahudilerden biri Şeria nehrinde garib bir canavar suya ağ atarak, canavarı yakalamış. O güne kadar böyle müt- hiş bir deniz canavarı görmemiş olan Filistinliler bu hayvanı günler- ce teşhir'etmişler... Uzak iklimlerden canavarı görmeğe gelenler de var- mış. Nihayet bunlardan biri canava- rn satın almış. kemiklerini çıkar- mak istemiş, Karnını yardırmış. Ve *tılsımlı hançer» bu canavarın kar- nından çikmiş. Hançerin sapında çok kıymetli zümrüdler bulunduğu için, bunu kral ve sultanlardan baş- ka birinin satın alamıyacağını dü- şünerek, Kudüse gitmiş. meseleyi anlatmış. Ve büyük bir para muka- bilinde Kudüs hâkimine satmış.» Şeyh Abdullah bu hikâyeyi dinler- ken vücudünde hafif bir ürperme duydu. « Ya Nasir! dedi, Kabilem cifra- dından biri de tama edip bu hançeri elde etmek sevdasma düşerse, hayâ- tam sönecek. Sakm bu hikâyeyi bir başkasına anlatma! Nasir, şeyhe söz vermişti, Mahmu- re binti Ebyadın bu hançer yüzün- den nasıl boğulduğunu Hamdaniler arasında ondan başka bilen yoktu. Şeyh Abdullah bu malümatı aldık- tan sonra, tılsımlı hançerden - âdeta şeytandan korkar gibi - korkmağa başlamıştı. Hattâ bir gün Melik bin Nasirö: — Şunu Firata atıp kurtulalım... Demişse de, Nasirin ısrarı üzerine bu fikirden vazgeçmişti. Aradan yıllar geçti... Hacer büyü- dü.. Bizans seferi hazırlanırken, şeyh Abdullah mücabidlerinden ve değerli akıncılarından ziyade işte bu hançe- re güveniyordu. «Tılsımlı hançeri» &derken: — Bundan sonra, Alinin Zülfikarı gibi, bunu belinde taşıyacaksın ve hiçbir yerde mağlüb olmuyacaksın! Demiş, kızının arkasını sivazlıya- rak, Allahtan da kızma nusret dile. meyi unutmamıştı. Bu kadar heyecanlı ve esrarengiz bir tarihçesi olan hançerin son sahi- bi olarak herkes Haceri tanıyordu. Ve şecerenin sonunda kalan küçü- ek bi darer mührünü b Hacere teslim vora di Bu şecerede artık ne mühür basa- cak, ne de imza atacak e bir yer bile yoktu. Şimdi, Hacer dileri hançer» ini sramakta ve onu bulmak için her şeyi göze almakta haklı değil miydi? «Hançerini çaldılar.. fakat, yıldızını söndüremiyecekler!» Hacer, herkesten ziyade Selim Kar- vandan şüpheleniyordu. Arab kor- sanları arasında bu işi ondan baş- ka kimse yapamazdı. O gün Hacerin gemisinde toplanan reisler, Dişi kor. sana çok acıyorlardı. Yıldızlardan o insanların talihini keşfeden ihtiyar - bir denizci, bir ara» lık Dişi korsanın yanına sokuldu: — Sitti! dedi, hançerini çaldılar amma, yıldızını söndüremiyecökleri Allah seni koruyacak, Hacer, ihtiyar denizcinin sözlerin- den büyük bir teselli duymuştu. — Yıldızım sönmiyecek, değil mi? Ben yaşıyacağım, değil mi? Diyerek, ihtiyarın omuzunu ok- şadı ve elini öptü. İnsanlar böyle zamanlarda ne Kadar teselliye muh- taçlır. Hecer o günlerde çocuk gibi her- kesten teselli ve yardım arıyordu. Tılsımlı hançeri çalındıktan sonra, €ski iradesini kaybetmiş gibiydi, Reisler gemide yaptıkları toplantı- da Hacere sordular; — Bizansı muhasaraya devâm ede- cekmiyiz? Hacer: — Bu kararı siz vereceksiniz! dedi, Hacerin bu sözünden onun kork- tuğunu ve memleketine dönmek iste- diğini sanmışlardı. Reislerden biri bağırdı: - Böyle büyük bir hezimetlie dö- neceğimizi önceden düşünmedin mi? Bu söze Gemel cevab verdi: — Bunu ondan evvel bizim düşün- memiz gerekli. - Harbde kazanmak ve kaybetmek nihayet bir talih işik dir. Ortada bir hezimet varsa, mü- sebbib Hacer değil, biziz. 'Münakaşalar gittikçe uzuyor, rels- lerin bir çoğu dönmek istiyordu. Mu- hasaranın devamına taraftar olan pek az korsan vardı. Gemel: — Bir kere de Selim Karvanın dk. rini almalıyız. Selim Karvan o gün rahatsızlığı- nı bahane ederek bu toplantıya gel- memişti, Reiselr o gün, kırk sekiz saat s0n- ar, Selim Karvanın huzurile son bir toplantı daha yapılmasını Kararlaş- tırdılar, Selim, donanmada en çok nüfuzu olan bir korsandı. Onun reyini alma» dan bir karar veremezlerdi, » Harp içinde eğlence... Selim Kervan o gece gemisinde eğleniyordu. Hacerin o günkü davetine: - Ra- hatsızım.. gelemem, diye haber gön- derirken, bir yandanda sevgilisi : « Haydi, hazırol! Bu gece me- şaleler yakıp eğleneceğiz.. diyordu. Selim, bir hafta önce, Kiveliyi ni- kâhla aldığını ilân etmişti, Kiveli hakkındaki dedikoduların böylelikle önüne geçen Selim Karvan, bu her rektile en isabetli bir iş görmüş olu- yordu. O, Halili de Kiveli yüzünden öldürmüş değil miydi? Reisler - Hacer de dahil olduğu halde - Selimden Halilin hesabani sormayı düşündükleri zaman, Selim onlara sadece şu cevabı vermişti: — Sizin karınıza biri el uzatsaydi, ne yapardınız? Hepsi birden: — Gebertirdik.. demişlerdi. Selim; — İşte, ben de bunu yaptım. Fa la bir şey yapmadım. Çünkü, Kiveli benim nikâhlı zevcemdir. el Diyerek, herkesin sğzını kapatıvef” mist

Bu sayıdan diğer sayfalar: