9 Haziran 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

9 Haziran 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

di, şişman, ne- adamdı. Karsı Nermin ina- dei sinirli, çenesi kuvvetli bir yemâral bir erkekli. Bir gabari ale beni görünce biraz bozul- ve konuşmağa Bird mşum diyordu ki: 5” vs Her Insanın bir zevki rim “nde halı silkmesini pek eği Evde halılar tozlandıkça N ben silkerim Güldüm. ii we) Ve i oksa, dedim, sizin bayan mi ze mizi emretti? zak ni alçaltarak : N hair yok... dedi, beno ar i£ bir erkek miyim? Halı- ka İçin silkiyorum, Yoksa be- ? halı silkmeğe mecbur ede- * ya sana... Ben bunu zevkim için yapıyorum... e bayan nerede? kün, va kaç gün geçli, Bizim İhmedin Penceresinden komşum Ünür £vihin mutfağı tabak gibi . Detrenin kenarmda otu- ş ver izini Şöyle karşı- las i, Mehi k Yıkıyor. ehmed harıl harıl SN Pene Düm, “ceremi açtım, Mehmede - Kı (hik çe a gele komşu... Ne o? Bu- Ringe Kiyorsun? dalgı, porselen tabağı sabunlu âp v e arirken Mehmed ba- edi: g ei Ev p Di Dulaşık yüuyorum... Ne da Vader... Bulaşık yıkama» dı €rim!.. Ben annemden Sak doğacakmışım amma işim, - kek olarak dünyaya gel Masha yosun ya... Bulaşık Onunla yı, Yiiyorum!... — alay etmek istedim: adar zi icin bulaşık yıkamak j Mehmeg, li bir iş mi yahu? —y am Baya yorum azizim, ne diyor ln yıkamak dünyanın en key, nden biridir... Düşün , üne bir çok tabakları Temiz bir kap içinde s- P Yıkayı sü ii Kirli tabakları yr ralayıp —P çalkalıyor, kurulayıp Müdeeş, Taflara diziyorsun... Bir d OE önünde kirli kirli du- tarı, e biraz sonra rafta pr- . Temiz bir halde sıralan- — Sunlap k İhsan *1 uzal 8 Gülüm, z ktan bile seyref- çin bir zevktir yahu... e — iy cevap verdim: ire. Ben, <a'deşim, beni mazur Badi, VU Zevkli işlen birşey sh- ehmed i Ee Aziz, ela yırtınıycasına: tâvsiye ederim sana... © Lecrübe et... Bir iki bu- k, 0 zaman bulaşık evkini anlarsın... Ben tü arma; d Müsag İğikayn, miş €t.de bulaşıkları ben ç Ya, iye adetâ yalvarıyorum... rn, birader? Bulaşık yıka- yg severim... — Bayı diye, Mehmede sordum: — evde yok mu? Terzisine gilti!... Ün hafta geçmişti. Birgün ordum, onunda oturmuş 'kitep het evini Baktım, Kamşum Meh- alanını slliyor... Hem nde, işgüzar hizmetçi ei i ayır. İyi be Vİ gibi İnd Koçar “Detrenin dışına çıkmış, YP uya eman bir bez, camları Yine ç,. VIP duruyor, > Kola, seslendim: «Bu pe, Bele efendim! . Mehr temizlik böyle? iş tar e Med pencereniz &. başı enarna tu- e kom doğru çevirdi: panama Y& ben camları siliyo- uvâ- ge — » eli e e hiç cam 5 silmedin mi? *Aman karıcığım, ! — Hayır, hiç silmedim. — Aman azizim, tavsiye ederim, bir kere tecrübe et... Cam silmenli ne büyük bir eğlence olduğunu o 28- man anlarsın... Ben de eskiden bu- nun zevkine yabancı idim. Sonra tecrübe ettim. Şimdi haftada bir cam silmesem âdetâ rahat edemiyorum. Ne yapayım birader? Alıştım bir kere. Bu kâfir iş o derece gevli ki tasavvur Mehmed bundan sonra cam silme- nin böyük zevkini anlatmağa başladı: — Düşün birader, düşün... Eline bir bez alıyor, tozlu, kirli bir cami silmeğe başlıyorsun. Bir müddet sonra 0 toz içindeki kirli cam senin elindeki bezin altında ayna gibi pi- nil pınl yanmağa başlıyor. Ne zevk değil mi? — Vallahi bilmem ki kardeşim... — Bir iki kere sil de bak... İste o zaman bunun zevkini öğreneceksin. — Peki... Sizin bayan nerede? — Şapkacısında... Bundan sonra komşum Mehmedi, hemen ber gün birçok ev işleri yâ- parken görüyordum. Mehmed bü- tün bu işleri sırf kendi zevki için yaptığını söylüyor: — Azizim, diyordu, birçok kimse- ler, meselâ spordan zevk alırlar, bir çoklarının en büyük zevki aydır. Ba- zıları aşk ve macera peşinde koşma- ğı severler. Bir çoklarının en hoşlan- dıkları şey seyahattir. Benimde zevkim bu... Bayılıyorum ev işlerine vesselâm!... diyordu. Mehmedin bu zevkine pek hayret ediyorum. Bir gün bizim komşuların evinde müthiş bir gürültü koptu. Mütehassıs fından senelerdenberi tetkik ve tetebbü edilen ve bütün dünyada tesir ve faydası mühüm olan yeni bir KEŞİFTİR Püskürtmeye lüzum yok, Yakmak lüzumu hissetmez. Hiç bir zahmeti yok. Yalnız odanızın veya cibise dolabınızın herhangi - bir köşesi- ne asılması kâfidir. Sizin başka bir meşgaleniz ol madan ASEPTA tâbleti vazifesi- ni kendi görür, Şark İspençiyari Hamarat bir erkek ÇAPA MARKA Hububat unları Eezanelerde ve büyük bakkaliye mağazalarında salılır, Karı koca kavga ediyorlardı. Mehme- | din karısı bağırıp duruyordu: — Bugün yine ev işlerini ihmal et- mişsin... Bu ne rezalet, bu ne kepa- zelik!... Söylesene... Ben sana ne Z0- mandanberi tenbih etmiyor mıyım? «Camları öl, ebulaşıkları yikae, «balları silkl; demiyor muyım?... Mehmed buna yalvaran bir sesle cevap veriyordu: — Karıcığım... Vallahi bu halı şilk- mekten, cam silmeden, bulaşık yıka- maktan nefret ediyorum. Fakat se- nin güzel hatırın için bunları yapk yorum, Eğer komşular beni ev İşi ya- parken görürlerse, o zaman da onla- râ: — Bütün bu ev işlerini kendi zev- kim için yapıyorum, ben ev işlerine bayılırım!... diye yalan atıyorum. Ne yapayım? İsmim ekılıbıks çıkma- sın diye ev işlerini zevkimden yaptı- ğını söylüyorum... Artık insaf karr- cığım... Allah aşkına, bu hiç sevme- diğm işlerden beni kurtar... bunlardan beni affet emi? Hikmet Feridun Es Artık İş bulmak Için a Uzun, uzun düşünmeğe hacet yok! «Akşamı bir KÜÇÜK İLÂN vermek kâfidir. SIHHAT VE ir, GA a 1 hi Kürkleri, elbiseleri, çamaşırları, halıları, ve saireyi tahrip eden GÜVELERİ kökünden yok eder, Yemek salonuna, yâtak odasi- na, banyo odasına, mutfağa, ap- tesanelere koyacak olutsanız, SİNEK - SİVRİ SİNEK ve bütün haşeralı uzaklaştırdığı gibi fena kokuları da İzale eğer, Sari hastalıklar mikroplarını taşıyan haşerattan korunmak için EVİNİZE, APARTIMANINIZIN içine birveya birkaç ASEPTA tabieti asmak kâfidir. Lâboratuvası, İstanbul. Yakından görmek için, ana bunları katı sert ellerinin içine aldı, baktı. Zircirin birinin ucunda minnacık bir balık, ötekinde ufacık bir çan, üçüncü- Sünde de sivri bir yıldız takılı idi. Kim. bilir ne göz nuru dökülerek yapılmış bu ince işli canım şeyler, herhangi bir kadını bile sevindirebilirdi, nerde Fal. mış ki, onu! Zavallı ananın çatlak ka- tı avuçları hiç bir zaman bu kadar elel, güzel şeyler tutmamıştı. Bir müd. det, elindekileri hayran hayran, sey- retti, içini çekti, ondan sonrada ne yapacağını, o adama bunları nasıl ge- ri vereceğini bilemeden, kapattı sar- dı, Amma çocuklarının yanına, yorga- nin altına girince bir türlü gözü uy- ku tutmadı. Gecenin buz gibi nereli ayazında, her tarafı donmuş, titrerken yanakları ateş gibi yanıyordu. Saba- ha karşı anca biraz dalabildi. Rüya- sında da ışıl ışıl parıldıyan bir şeyle, eline değen, basan, çok sicak bir crkek eli gördü. —0— O yılın ilkbaharında kâhyaya hiç raslamadı amma, gene de, bir türlü aklından gitmiyor, onu unutamıyor- du. Yaz başlarında bir gün, adam Çi- kageldi. Buğday başakları altınlaş- miş ve kadın da, fidelik pirinçleri ye- tirştirme işini bitirmişti, eve yakın bir yerde, zümrüd rengi dört köşe tarhlar içinde yeni filiz veren tane- ler, yemyeşil taze sapçıklarını titreti- yorlardı. İhtiyar nine de oturduğu yerden, böyle yeni çıkmış yeşilliğe Üüşüşmeği pek seven kuşları kışkışlı. yordu. Ana bütün bu günlerde yalrız kalmış, için için yanan, sonsuz bir bezginlikle didiniyordu. Tam yaz başlarında, mis gibi koku- Jar getiren, iç ısıtıcı bir gündü bu: Cırcır böceklerinin, sevişme çığlıkla- rı en keskin perdelere kadar yükse- | lerek çiluyor, sonra sesler birden bay gınlaşır gibi alçalıyor ve duruveri- yordu, Güneş, ateşini, ışığını, vadinin koynuna, köyün biricik yoluna kay- nar bir şarap gibi döküyordu. Gök- ten vuran sıcağa sanki yer, bir ay- na tutuyordu. Havanın kendisi bile Oynuyor, sıçrıyor, ötüyor gibiydi; kü- çük çocuklar çırçıplak, terden parıl- dar bir halde koşuyor oynuyorlardı. Hiç rüzgür yoktu, Yaprak kımıl damıyordu, Ana kapısının eşiğinde ayakta dur- muş, kendi kendine, yaz başlarında, birdenbire basıveren, hiç bu kadar boğucu nefes tikıyan bir sıcak görmediğini düşünüyordu. Küçük oğ- Tan, dereye koştu. Suyun içine girip Oturdu. Gülmekten katılıyor, avaz avaza bağırarak arkadaşlarını da ya- nma çağırıyordu, Ağabeysi, sırtımdan ceketini çi- karıp pantalonunun paçalarını sivâ- dı, başına babasından kalma, geniş kenarlı, eski hasır bir şapka geçirdi. Mısır tarlasına doğru yürüdü gitti, Kız, karanlık bir kıyı bucak bulaca- ğım diye, evden bile çıkamıyordu. Ana Onun derdli derdli içini çektiğini duy- du. Sevinen sade ihtiyar nineydi, Ap- aydınlık, güneşli bir yere oturdu, bu- ruşmuş pörsümüş vücudile, yarı be- Une kadar çırçıplak soyundu... Ku- rTumuş deri parçaları gibi sallanan memelerine, sızıldayan kemiklerine, Azıcık can girsin diye, kendini güne- şe verdi. Gelinini görünce, düdük se- sile: — Ah şu canım yaz... Yaz geldi yni öleceğim diye tasarlanmak, kork. mak kalmıyor artık. Güneş, kanıma iliklerime, dinçlik, dirilik veriyor... Gücüm - kuvvetim yerine geliyor... Ah bu ihtiyarlık kızım, ah!... diyordu. Amma ananın buboğucu sıcağa dayanacak hali yoktu. Ona, içinin ateşi yangını, yetiyor da artıyordu bile. İşte gene damarlarının içinde, Adeta kanının fıkır fıkır kaynadığı bir gündü bu, Kendini dışarı alma ğa karar verdi: — Gidip şu pirinçiikleri sulayayım, güneş kavuracak gibi... Ne kızgın... dedi. Çapasını aldı; omzuna iki boş ko- va astı, pirinç fideliklerinin biraz ts- tünden geçen bir dere daha vardı, oraya doğru gitti. Yürümek iyi gel mişti; hava, sanki, sokaklarındaki kadar boğucu değildi. Biraz dirildi, rahatladı. , Yolda kimseye raslamadı, çünkü O saztte erkekler, yemek üstüne, ev- lerinde biraz şekerleme yapar, dinle- nirlerdi. Şayed köylülerden biri, da- ha hamarat çıkayım diye tarlasına gitmiş bile olsa, çalışamadan bir ağaç altında uzanıp, sinekler rahat versin diye yüzünde ya mendili ya da hasır şapkasile muhakkak uyuyaka- kırdı; yanı başında da camısı, kafası- nı toprağa doğru eğmiş, yakıcı sica- don altında, uykudan büsbütün bu- lanmış patlak gözlerile geviş getirip dururdu. Lâkin ana, açık hâvada bu kavu- rucu güneşe dayanıyordu, razı İdi... Ne de olsa bu sıcak, gökyüzünden yağıyordu, dört duvar arasındaki ce- hennemden, damarlarının yangının» dan elbette ki gene daha iyi idi. Pirinç filizlerini çapaladı, dört kö- şe dört köşe ayrılmış tarlaların en ba- şındakinin kenarını açtı, bir çukur kas zarak biribirlerine bağladı. Sonra da bi£ sırık ucundaki boş kovalarını dereye daldırdı. Arka arkaya bu çukura be- şalttı. Bu işi üstüste bir çok defalar tekrarladı; toprağın du rengi koyu- laştı. Nemli bir hal aldı. Kadın yap- tığı işi, aç susuz kalmış bir canı bes- Jemek, diriltmek gibi sayıyordu. Böylece çalışırken, biran durdu, doğruldu, kovaları elinden bıraktı, azcık soluk almak için, gitti derenin kenarına olurdu. Şöyle, köye doğm bir baktı, kendi evlerini hemencecik buldu... Bir erkek, kapılarında dur muş nineyle konuşuyordu... Ondan sonra da kendi bulunduğu tarafa doğ- ru yürüdü. Biraz yaklaşınca, kadın onu tanıdı. Mal sahibinin adamı idi bu. Daha hâlâ mücevherleri geri ve- rTememişti; utandı başını eğdi ve bu lâkırdıyı, 2damı kırıp incitmeden na- sıl açacağını düşündü. Böyle güpe- gündüz tekrar eve koşup paketi alip getirmeği doğru bulmuyordu. Biri gö- rebilirdi. Yahud da nine uyanır, üs tüne vazife olmıyan şeylerdeki kur- nazca sezişle, hemen birşeyler farke- debilirdi. Adam gittikçe yaklaşıyor, ananın iyice yanına gelince, kadın ağır ağır yerinden kalktı; çünkü o, vaziyetçe hem adamdan daha aşağı idi, hem de kadın kısmı, bir erkek önünde daima ayakta durmağa mecburdu. Adam ge- lişi güzel birşey söyleyiverdi: — Şöyle buğday başaklarını bir gür“ meye geldim hemşire, bu yıl mahsul nasıl olacak, diye bakayım dedim. Bunu söylerken, gözlerini de, yiye» cekmiş gibi kadına dikmiş, bâkıyor- du. Havanın #icağından, oda pek açık saçıktı. Sırtında bir gömlekle, vücudüne sıkı sıkı yapışmış, yer yer yamalı, eski mavi bir şalvar vardı. Adam, tekrar tekrar tepeden tırnağa kadâr onu süzdü ve en sonunda göz- lerini, çıplak esmer ayaklara dikti, Xa dın kendi kendinden ürkmüş bir hal de, helecanlı, kesik kesik bir sesle; — Tarlalar öte yanda... Gidin ba- Adam yerinden kıpırdamadı, şöyle uzaktan baktı ve anca şehirlilerin oğ- zından çıkabilecek, yarı şaka bir hik- met savurdu: — Şimdilik görünüşleri pekâlâ am- ma, böyle şeylerde peşin pazarlık ol maz... Sakalımız ak mı kara m, düşer önümüze, görürüz! dedi. Sonra da cebinden küçük bir defter çıkardı, bir değnekle cızır cızir bir seye ler yazdı; ana hiç böylesini görmemiş- ti... Arzuhalci gibi mürekkebe filân batırmadan, nasıl da kendi kendiliğin- den kara kara birşeyler yazabiliyordu bu değnek! y Kadın, merakından, hem, de için için böbürlenerek adamın yazışinı sey- retti, Böyle okuma yazma bilir, keli felli, efendiden bir adamın, -yasak, haram bir şey de olsa- onu seçip be- gendiğini görür de böbürlenmez miy- di hiç? O gün, şu mücevherlerin lâfınş açmaktan vaz geçti. Adam da yazısını bitirdi, gülümse. di, dudağını sıvazladı: (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: