11 Haziran 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

11 Haziran 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

harlamağa başladı, ç köpek uu RAĞA, hoplamağa başindı. gene keyifle havladı. . Başile ittiği kapı geniş. m alevini elile mu- u. Yatakta uyuk- kaldırdı! lar, Üz Yâlan küçük kar. Kk, kı sandalye uzattığı iç ayaklı oturdu. Me- hali vardı, Hiç ko- bir enli canlı yakmak is. yal buraya götürüyor. Pükaç si Uysal Uysal yürüyor. A «9 yaklaşınca tekme tekme almağa Onu İrina 1. doğru i yadı, iş itiler. Ön İr Şey cızırdadı " Yaktım. Hazreti y ında kırk kere istay- an, ne fecidi, Pet. Şikıyormuş gibi: #evlerdir bunlar) ve — Rüyagı k, MüNne Meler görünmez! . ek Üzere olan ocağa doğ Ocakia ba gul “lân annelerini BA, sin Üzerine, çocuklar, aba. P Xa? neşeli Neşeli Köni “rhun çı, tüklarından ne kadir e DI Söylüy ; Sİ Yiüyorlar; o mü Ptkları marifetleri anla. it, * Yaş, i ir ga, da bir “ğlan olan Hristo İni > AYvanla, ama; ÜN Çâyıra oötüram an a kağtıklarımı: paz Akne; © "İladığını anlara içel Hi H Bir Bulgar hikâyesi Babanın dönüşü Bu hikâyenin müellifi olan St. Tehilinguirov ( Çilingirof ) 1881 de Şümen'de doğmuş, ük tahsilini bu kasabada yaptık- tan sonra, Sofya üniversilesinde felsefe ve pedagoji okumuştur. Şiirleri, romanları ve bazı hikâ- ye kitapları vardır. .— Evet! » dedi, - Hayvanları çocu- ga beklettim. Erkek; — Zarar yok... - cevabını verdi, Bilâkis daha iyi... İşe alışsın... Bun- dan sonra artık yerimi tutması Iğ- zım. Üç yaşındaki Miçe elini babasının göğsüne götürerek: — Bak anne... Babamin ne güzel pandanı var. Erkek: — Pandan değil, nişan! - dedi, Hristo, babasına yaklaştı. Madal- yayı tutarak: — Ne güzel... Kaça aldın? Baba sustu. Gene omuzile gözünün yaşını sil- âi. Besi iztirabla boğularak: — Belli olmaz... Bazan fiati bir gözdür... Bazan bir bacak... Hıçkırdı, Kadın: — Petko! Niçin ağlıyorsun? — Meraklandım da... Bu madalya çok pahalıya mal oldu. Kurulan sofra, zamanlardanberi beklenilen babanm önüne getirilmiş- 4. Vaktle yemek yiyen çocuklar, yağda pişmiş yumurtalara dikkatle bakıyorlardı. Fakat erkek kımıldamıyordu.. Ye- mek yemek için elini uzatmıyordu. — Çocuklar... Siz yiyin... Benim karum aç değ Gözleri cam gibi dersinde görünüyor. donuktu. Göğeü inip kalkıyordu. Ma- dalya kapulunun düğmelerine çar- parak, madeni bir ses çıkarıyorud. Kadın: — Ye... Ye... İştiha dişin sltım- ye dadır, Çocuklar, oburcasına tekrar mek yemeğe başladılar. Sahanın İçi- ne parmaklarile ekmeklerini batırı- yorlardı. Kadımın içini korkunç bir endişe kapladı. Yüzü değişti. Acaba kocası hasta mıydı? Yok... Bual sormağa korkuyordu. Süküt ederse ürktüğü şey kaybolur, gene eski saadet döner gibi geliyirdu. Mu- hakkak.ki Petko yorgundu. O ka- dar azap çektikten sonra bu yollar- dan yaya gelmek şaka mıydı? Fakat gene birdenbire içini korku kapladı. ” Çocuklarını acabe niçin okşamı- yordu? Hiç olmazsa küçük kızı... — Petko!... Çektiğin iztırab belki sende çocuklara karşı biraz lâkayd- lik uyandırmıştır. — Baba... Beni kucağına al. Artık erkek kendini zaptedemedi, Odanın içi korkunç ve garip bir ağlama sesile doldu. Bu, insanın ağ- laması fevkinde bir hıçkırıktı. Adam, yere düşecek gibi oldu. Ka- rısı onu yakalamak için sardı. Ve birdenbire, perişan bir halde, çekildi. Kaputu açtı. Çekti ve bir tarafa attı. — Elerin?... Allahım... Şimdi çocuklar ânnelerile beraber ağlıyordu. Petko'nun yüzü iztırabla geri mişti, Islak kirpiklerini gözlerinin üs- tüne kapadı. Başını âdeta dizlerinin arasında saklamak istermiş gibi eğdi. Köpek kapıyı itti. Felâketi hissede- Tek ulumağa başladı, Tercüme eden: (Vâ - Nü) Kolların... Aman İzmir (Akşam) — İzmir Cümhuriyet kız enstitüsünden bu yıl 97 talebe mezun olmuştur. Yukarıdaki! resimde son sınıf talebesinden bir grup tabahat Edirne (Akşam) — "Trakya nalbantlarının beşinci kursu da İstanbulda Selimiyede bitmek üzeredir. Şimdiye kadar Trakyanın mahalli idarelerince idare edilen bu kurslar bundan böyle Ziraat Vekâletinin çıkardığı yeni kanun mucibince vekâlet bütçesinden idare edilecektir. Mükemmel surette yetişen Nalbantlar vilâyetlerinde iş görmekte ve es kilerine tercih edilmektedir. Resim, budan evvelki Nalbant kursunu ikmal eden Trakya nalbantla- nınm diploma merasimini göstermektedir. — Hava bir tuhaflaşmıştı... Bir ara- lık gökyüzü öyle kötü kötü karardı ki, O çatık yüzlü bulutların altında Çır- çıplak oturup kalmış olmuyasın diye korktum... Az kalsın dönecektim am- ma... Görülmiyecek şey değil... Nasıl olsa farketmiştir, içeri girer... dedim. İhtiyar kadın ıh, ıh diye inliyerek: — Uyuya kalmışım kızım... Hem de ne uyumak... Gözümü açtığım 20- man... Bir de ne göreyim?... Güneş çe- kilmiş... Ben de mevta gibi donmuş, buz kesilmişim... Ana hemen bir takım otlarla zence- fil kaynattı, usul usul kadına bunu içirdi. Amma soğuk algınlıklarına bi- rebir gelen bu koca karı ilâcı para et- medi, geceleyin, ateş büsbütün arttı. Zavnllı ihtiyar, yana yakıla, «iyi saatte olsunlarını göğsüne çıkıp oturdukla- rını söylüyor, «nefesimi tıkıyorlar, ci- ğerlerimi şişliyorlar» diye inliyordu. Gitgide konuşamaz oldu, nefes alışı bi- le, sıkışık göğsünden, zorlukla, hir hir yaparak çıkmağa başladı. Genç kadın yatağına giremediğine seviniyordu. Hasta, inliyerek «suv» di- ye yandıkça, ağzını biraz islatmak; zangır zangır titremeler içinde birden «yanıyorum diye haykırarak üstün- den attığı yorganı örtmek için, saba- ha kadar, kaynanasının baş ucunda oturmağa seve seve razi idi. Gecenin zifiri karanlığında, dışarısını seller gö- türüyor, saman basılı damdan, yer yer öylesine yağmur akmağa başlıyordu ki, kadın, ninenin yatağını oradan oraya çekiyordu. Çocukların üzerine , ıslanmasınlar diye bir hasir gerdi. Bütün bunları, gece vâktı kötü şeyler düşündürmiyecek bir iş çıktı diye se- vine sevine yapıyordu. Sabah olunca ihtiyarın hali daha kötüledi. Yanılmak kabil değildi artık. Ana hemen, büyük oğlanı gönderip emmloğlunu çığırttı. Adam kanısını almış, o lâhze koşmuştu. Yarında bir kaç komşu daha vardı. Hepsi birden, İhtiyar kadıncağızın üstüne eğilmişler bakıyorlardı ama, o, ateşten, bir de neş Yes almak için çektiği sancı ve zorluk- lardan kendini bilmez bir haldeydi, et- rafında olup bitenleri pek fark bile etmiyordu. Her kafadan bir ses çıkı- yor, kimi bir lâpa, kimi içirilecek bir Nlâç sağlığı veriyordu. Ana da odanın içinde o yandan bu yana koşa seğir- te, denilen şeyleri sırasile yapmağa çabalıyordu. Bir aralık, nine gözleri- ni açtı, etrafını âlan kalabalığı farket- $i, tıkanık, sıkıntılı bir sesle: — İyi satte olsunlar çarptı beni... Göğsüme çıkıp oturdular... Vaktım, santim geldi... Geldi artık! dedi. Ana hemen onun yanına koştu; ih- tiyar kadıncağızın, sırtındaki, yamalı partal kefen hırkasını tilriye titriye çekiştirerek bir şeyler söylemeğe ça- balıdığını, amma tıkanmaktan, bir türlü nefes alp, dilini çeviremediğini gördü. İhtiyar nine, vaktile, bu kefenlik bu- kaya her yama vuruluşunda güler ve «— İlle onu da paralayıp kendine bir yenisini daha yaptırlacağını. söyler dururdu. Bugün de işte gene onu çekiş. tiriyor... Bir şeyler anlatmak istiyor- du. Ana kulağını, kadının ağzına iyi- ce yaklaştırınca, kesik kesik; — Bu yamalı kefenimi... Oğlumun... diye inlediğini işitebildi. Herkes afa) afal, bakışıyordu. Bir- den büyük oğlan atıldı: — Anladım ana... İstediğini anladım ben... Hani babamın mektupta yazdığı, üçüncü kelenliği vardı ya, onu İstiyor, sırtına yeniyi geçirip, son uykuya öyle dalmak istiyor. Zaten her vükıt söylerdi... «Bur! nu da paralıyacağım... İlle üçüncü de nasip olacak bana» der dururdu ya. İhtiyarcığın yüzü belli belirsiz, ha- fifçe ışıldar gibi oldu, odadakiler de: — Bu yaşta, bu halde bile, inadın- dan dönmüyorha! Aferin sava be koca nine, istediğin üçüncü kefeni hakket. tin... Yetiştireceğiz sana onu, hiç kork- ma! diye bağrışlılar, Puhu kuşunu andıran arurtları çö. kük, porsuk yüzden, ülümle kucak kucağa geldiği şu sırada bile son hir sevinç gülümsemesi, belli belirsiz yayık Tefrika No. 30 Ğı geçti ve zavallı nine tıkana tıkana, üst üste: — Ölmiyeceğim... Dikilip sırtıma geçinceye kadar... Dayanâcağım... Öl- im... Ölmiyeceğim... diye inik Hemen bir acele, kumaş bulmağa gidildi, Bu işi einmloğlu üslüne aldı. Ana ona: «Paraya kıyıp kırmızı pa- mukluların en iyisini seç. Üstünde var, sa eğer, sen al, ben yarin veririm.» de- mişti. Kâdıncağız kaybanasına kumaşla. rm en âlâsını almak istiyordu. O ge- ce, evden el ayak çekilince, toprağı kazdı, gömülü «hazinesini. çikartt, ihtiyar ninenin öbür dünyaya, yüzü gülerek, hoşnudlukla göçüp gitmesi için lâzım olan parayı ayırdı çıkardı Uğraşıp durduğu müddetçe, hatira- sını tâ varlığının en diplerine basıp sakladığı ve bütün gayretile aklına getirmemeğe çalıştığı o gizli Şey... Ömrünün o bir tek saati... Âdeta ka- dının acıma duygularını arttırıyor, canlarına, yakınlarına karşı daha çok iyilik, yardım yapma istekleri veriyor- du. Kaynanası'için hem canı hem de parasile didindikçe, taşıdığı ağır suç ve sır yükü, sanki biraz hafifliyor g bi geliyordu ona, Tam iki gece, bir da- kika bile gözünü yummadı; yorgunlu- ga filân aldırış etmeden, çocuklarını szarlamadan, uğraştı durdu; can çe- kişen kadıncağıza çok iyi, bir evlâddan bile daha iyi, davrandı. Emmioğlu ku meşi alp getirdiği vakıt ana bunu, gitgide kulakları duymaz, gözleri büt. bütün görmez olan ihtiyarın, bir ya- na kaymış, neredeyse kapanacak güz- lerine iyice, iylee yaklaştırdı, sonra da bağıra bağıra: — Gayret nine, gayret... Göreyim S& ni, dikip bitirinceye kadar dayan... de- di. Zavallı ihtiyar da son bir gayretle; «— Peki... Bitmeden ölmiyeceğim!» diye fısıldadı. Halbuki artık tıkanıy du, değil konuşacak, soluk almağa bi. le mecali yoktu... Her nefes alışta da- yanılmaz bir ağrı duyuyor, göğsünden ıslık gibi bir ses çıkıyordu. Ana başını kaldırmadan dikiyorün, iğnesi öyle çabuk, batıp çıkıyordu ki... İbtiyarcık, bulanan gözlerini, gelinin dizleri üstünde pırıldıyan kumaşa dik- miş, kıpırdamadan, bütün canı bu bir tek noktaya bağlı kalmışcasına bakı- yor, © da tıpkı bir gelir hırkası gibi kıpkirmız!, patlak yüzlü kumaşı, *I- leri uça uça dikiyor, dikiyordu... Köca ninenin gırtlağından artik ne bir lokma birşey, ne de bir yudum su geçiyordu, hattâ emzikli komşuların. dan birinin memesinden sağıp gelir diği, (ve kaç defalâr böyle, bir ayağı çukura girmiş ihtiyarlara birebir gel- diği görülmüş.) âlâ ılıcık insan sütü. nü bile yutamadı. Bekliyordu, deha canı çıkmamış olduğunu anlatan sade kesik kesik bir. solukcağızı kalmış. Akıl almaz bir gayretle... Bekliyordu. Ana da hiç durmadan dikiyordu. Ara vermesin diye, çoluğun çocuğun yemeğini de, konu komşu getirdi. Nİ- hayet bütün bir gün ve o gecenin de yarısına kadar çalıştıktan sonra dikiş bitti. Emmioğlu ile karısı, bir iki kom- yu daha oturup onu seyretmişlerdi; das ha doğrusu, «yarışı kim kazanacak? Ana mi, Azrail mi?s diye meraklanan bütün köylülerin o gece, gözlerine uy- ku girmemişti. Ne ise, eninde sonunda, herşey bit- ti. Kıpkırmızı kefenlik hırka dikildi, tamamlandı ve emmioğlu, bir yığın ke. mik yükü zavallı ihtiyarcığı şöyle azı- cık doğrulttu kaldırdı.. Ana da, koni- şu yengeyle beraber, ölü bir ağacın ka- ra, kuru dal budağını andıran bu değ- nekleşmiş, porsumuş, kollara, külçe- leşen bedene «bayramlığını. giydirir gibi yeni, güzel, al hırkasını geçirdi. Zavallı koca nine artık dilini çevive. miyor, konuşamıyordu amma, anladı; son bir iki ölüm hurıltısından sonva, bözleri yerlerinden uğrarcasına açıldı, Ömrünün biricik isteği üçüncü ke'e. nine gülümsedi ve zaferine ererek, hoşnud, hoşnud can verdi. (Arkası var) mizikdön in İnsel knk ilini md

Bu sayıdan diğer sayfalar: