10 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

10 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BİR HİKÂYE Ayşe ince parmakları ile bembeyaz sağ- larını düzeltti. Ellisine yaklaşmış bir kadın- dı. Fakat hâlâ yüzünde eski güzelliğinin i7- leri görünüyordu. Tü çocukluğundanberi arkadaşı olan Selmaya döndü: — Şimdi artık yapyalmızım!.. dedi, Ah- med beni bırakıp gitti! . Düşün, bu yaştan sonra yalnız kalmak! Ne kadar acı deği mi?... Si : — Peki amma Ayşe, dedi, Du Iş nasıl ol- du? Anlatasa: Ayşe hizmetçinin kendisine uzattığı tep- siden kahve fincanım aldıktan sonra hikâ- yesine başladı: — Tamam yirmi beş sene evvel dul kal- dığımı bilirsin. O vakitler uzun müddet ev- Wnmemeğe karar vermiştim. Artık benim için “aşk ve macera gibi şey- lerin bittiğini zannediyordum. Fakat bir gün karşıma ahmed çıktı. Haya- tıma bir erkeği karıştırmamak hak. kında verdiğim bütün kararları unuttum. Ahmed benin etrafımda pörrane gidi dönüyordu. Hareketlerine bâktıkça ouun beni ölünceye kadar seveceğini tahmin vdi- yordum. : Evvelâ birlikte gezintiler, sonra da biri- birimizi ziyaretler başladı. Nihayet bir çün Ahmed: — Ayşe ben sensiz yapamıyacağım be- raber yaşıyalım!,. Deyince hayatımızı bir- leştirdik. Yalnız beni ürküten bir şey var- dı. Ahmed benden bir fki yaş küçüktü. Ki dınların erkeklerden daha evvel ihtiyarla- dığına dair işittiklerimi düşündükçe içimi bir kurd yiyordu. Pakat Ahmedin bana Kkar- şi olan hisleri günden güne kuvvetleniyor - du. Hiç unutmam o zaman oturduğumuz evin tam köşesinde bir jokak feneri vardı. Bu fener hava gazı Ne yanıyordu. Geceleri hafif ışığı ile kıvrılarak uzanan yolu aydın- Yatırdı, Bazı geceler Ahmedle beraber 20- kağa bakan odamızda oturuyorduk. Odadaki Miğı yakmazdık. Pencerenin tam yanında geniş bir koltuğumuz vardı. Dışarıdan gelen hava gazı fenerinin ışığında biribirimizin yüzünü hayal meyal görürdük. Ahmed »ir Btce pencereden Bana evin önündeki feneri gösterdi: — Bak Ayşe, dedi, tıpkı bu fener gibi sen de benim hayatımı aydınlatıyoraum. Bu bir gece yanmasa sokak ne kadar rifiri karan- lik olur değil mi? Sen de olmasan ben ns yaparım? O zaman Ahmedin bu şairane sözlerine gülmüştüm. O geceden sonra Ahmed pen- cereden sık sık feneri göstererek bana; — Bak, diyordu, bizim fenerimiz!.. Bu gece ne de Büzel yanıyor değil mi? Beraber geçen günlerimizde bu fener Ah- medle konuştuğumuz başlıca mevzulardan biri oldu. Hattâ Ahmed, etrafi aydınlat” ması dolayısile -yarı da şâka ölarak- fenö- rin ismini de Ayşe koymuştu. Çok defa prmeorenin önüne yaklaştık vakit bana feneri gösteriyor: — Görüyor musun diyordu, bu gece sAy- ge» ne kadar parlak!... Etrafı ne güzel ay“ dınlatıyor... Bu fener bana âdeta canlı imiş gibi geliyor. Günler, aylar, seneler böylede geçip gitti. Artık yavaş yavaş ihtiyarladığımı hissedi. yorum. Fakat ihtiyarlıyan yalnız ben 4e- gildim, Evin önündeki fenerde ihtiyarla- muşta. Bazan yanmıyordu. Onu gelip tamir ediyorlardı. Fakat öyle bir zaman geldi ki urtık bu eski fener hiç yanmaz oldu. Bi- zim evin köşesine raptedilen demiri du- yardan çıkmıştı, Fener âdeta kanburl muştu. Çocukların attıkları taşlardan ca: lari kırılmıştı, Eğrilmiş demiri, kırık catı ları ile fener boynu bükük bir ihtiyarı an- diriyordu. Onun eski parlak zamanlarını düşünüyür. dum. O zaman ne kada: şatafatlı bir halt | vardı, Kirafa ışık serperdi. Herkes ondan | mısmnundu. Zaman zaman camları silinir, | demirleri de böyanırdı. Nerede eski parlak günlerindeki fener nerede şimdiki kambur- | İaşmış, camları kırılmış. bir iskelet halin- | de kalmış acalp külçe?.. Ötedenberi onu kendime çok yakın bulduğum için bu hali Adeta içime dokunuyordu, Hattâ onun İsmi de «Ayşe. idi. Biz «İki Ayşesler karşılıklı Mhtiyarfamaştık. iefrika No. 95 Halbuki seneler Ahmedi o kadar az değiş- tirmişti ki şimdi onunla aramızda âdeta büyük bir yaş farkı varmış gibi görünüyor- du. Bir gün oturduğumuz mahallede, sam karşımızdaki eve yeni kiracılar taşındı, Bun- ların arasında çok genç, çok güzel bir de kadın vardı. Eskiden hiç âdeti değilken Ahmed artık sık sık bizim evin balkonuna çıkımağa baş- Jamıştı, Bu balkondan karşıki yeni kiracı- ları evi çok iyi görünüyordu. Zaman zaman karşıdaki eve Ahmedin gözlerinin daldığını görüyordum. Aradan biraz zaman geçti, Ahmed bir gün: — Bugün karşıdaki Kiracılarla tanıştım. dedi, bir Iş için bizim şirkete geltpişlerdi de. Çok iyi, çok kibar insanlar., Herhalde gö- rüşmemiz iyi olacak!.. dedi. Sesimi çıkarmadım. Ahmedi ilk defa de- HM gibi kıskanıyordum. Yeni kiracılarla bir müddet sonra bön de tanışmıştım, Bühas- sn genç kadının her hareketinde Ahmede kendisini beğendirmek istediği göze çarpı yordu. Bir gün evimin penceresinin önün- de otururken birşey gözüme ilişti. Birkaç kişt bizim evin önündeki ihtiyar feneri ye- rinden Kaldırıyorlardı. Âdeta çok samimi bir arkadaşımdan büsbütün ayrılıyormuş gi. bi oldum. Hizmetçiyi göndererek feneri kal- dıran adamlardan tahkikat yaptırdım. Me- ğer artık bu eski püskü fenerler kaldırılı- yormuş. Bunların yerine yeni elektrik Him- baları konulacakmış!... O günü âdeta çok yakından tanıdığın birisi ölmüş gibi müteessir oldum, Ameleler emektar fenexzi yerinden çıkardılar. Sırtla- dılar. Gölürdüler. Bir cenaze alayının arkasından bakıyor- muşum gibi onlar köşeyi dönünceye kadar gözlerimi ayıramadım. Zavallı ihtiyar fener!,, dedim. Bu sırada odada bulunan hizmetçi kız arsız arsız gülümsedi: — Etendim, dedi, eskiye rağbet olsa Bit- pazarma nur yağardı!... Gülümsemeğe çalışaral — Evet... dedim, doğru Aradan birkaç zaman geçtikten sonra bi- zim evin önüne gıcır gıcır yeni, şık bir elek- trik lâmbasi diktiler. Bu etrafa eski fenör- den çok daha fazla ışık saçıyordu. Karşı- daki genç kiraciyi hatırladım. Onun ismi «Yildizadı. Ahmed eski, ihtiyar feneri bana benzet- mişti. Bu yeni, şık, iki dirhem bir çekirdek elektrik lâmbasını da belki içinden Yıldı- za benzetiyordu. Biliyorsun Ahmedle uzun seneler beraber yaşamamıza rağmen aramızda resmi bir bağ yoktu. Bir gün Ahmed gelmedi. Ertesi günü 0a- dan bir mektup aldım. Bunda artık er- lenmek “istediğini, aramızda geçenleri ti- miz de unutmamız lâsım geldiğini yazıyor. du. İhtiyar fenerden sonra ben de bavulu- mu alarak o en güzel günlerimin geçtiği Hikmet rs Pek yakında Beyoğlunda açâa- cak ve yeni modellerini giyim meraklısı sayın müşterilere arze- Dr. Suphi Şenses İdrar yolları haslalıkları mütehassası Beyoğlu Yıldız sineması karşısı Lekler apartıman. Fakirlere purası. Tel. 43924 © Göz Mütehassisı Dr. Şükrü Ertan (Cağaloğlu Nuruosmaniye cad. No, 5 doktor Osman apartımanı) Telefon SEViLEN KADIN Gülümsemek Yundu. Mevzuu birdenbire değiştirdi: — Şu tarafa doğru sapalım islerse- niz... Ne güzel kalabalık... Hem de şık bir kalabalık. Erkek sordu: Zengin olsaydınız Beyoğlunu daha çok severdiniz her halde... Tak- #imde mi ey tutazdınız?... — Yok, yok, hayır... — Peki nasıl yaşamak istersiniz öyleyse? — Nasıl mı?... Şayet zengin olsay- dım buralarda yasamaz, sakin bir ta- rafa çekilirdim... Ağaçlıklı, yeşillikli, çiçekli bir bahçem olurdu... Denizi de seviyorum... Of, bu sokaklar ara- sında bunalıp kalmak, zevkime hiç de uygun değil. — Demek tabiatten hoşlarnıyorsü- nuz? , — Son derece. Delikanlı, dostluğun müsaade et- tiği rabıtalılık derecesini aşmıyacak derecede genç kızın elini tuttu; onun teşebbüsünde bu- Nakleden : ( Vâ - Nü) gözlerinin içine baktı: — Koskoca tabiatin ortasında ya- payalnız mı yaşardınız? Hazin hazin gülümsedi. İki sıra be- yaz dişi göründü. Muziplikle: — Bir kız zengin olursa nadiren yalnız kalır... Halbuki ben serveti kendi şahsım için bir kere bile ak- lımdan geçirmiş değilim... Kendi ken- dime Fransızca öğreniyorum, o lsan- da bir tabir var: «İspanyada şalo- larsl <Olmiyacak hayal; mânasına- dir. Ne yazık ki benim de şatolarım İspanyada... Yalvarır gibi: — Artık dönsek... Değil mi? — Birkaç dakika daha... Rica ede- — Görüyorsunuz ya... Sözümü tut- tum... Sizinle gezmeğe geldim... Mümkün olduğu kadar da iyi giyin- meğe gayret ettim. Akin yarın sa- bah gene iş var... Tatlı gezmemiz ar- tık bitti... Sizinle dolaşırken kendimi hulya âleminde sandım... Fakat şim- di de bir hakikat var; Yarınki iş... SALI 10/10/939 1230 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250 Türk müzipi: Çalanlar: Ruşen Kam. Ve- cihe, Cevdet Kozan, Reşat Erer, 1 — Oku- yan: Muzaffer İlkar 1- Ferahnak peşrevi, 3- Zekâi dede - Ferahnak besle: (Söyletme beni canım efedim), 3- Lemi - Ferahnak şarkı: (Lerzan ediyor), 4- Reşat Erer - Keman taksimi, 5- Tanburi Cemil - Eriç Şarkı: (Bir nigâhın kalbimi etti esir), 6- Sa- dettin Kaynak - Eriç şarkı: (Doğuyor öm- rüme), 7- Muzaffer İlkar - Eviç şarkı; (Gör- lerim kan ağlıyor). 8- Eviç saz semaisi, 3 — 1- Tanburi Cemil - Hicaz şarkı; (Hep s- yel vaslından), 2- Şevki bey - Hicaz şarkı: (Demem cana beni yadet, 3- Türkü; (Alişi- min kaşları kara), 13,30 - 14 Müzik (karı- pk program - PL) 18 Program, 1805 Memleket saat ayan, ajans ve meteorsloji haberleri, 18,25 Mü- zik (Eğlenesii müzik - Pl), 18,55 Konuş- ma (Halk iktisat saati), 19,10 Türk müziği: Klâsik program, Ankarr radyosu küme 869 ve saz heyeti idare eden: Mesud Cemil, 19,50 Konuşma (Ormanlarımızı tanıyalım ve ko- ruyalım), 2005 Türk müziği (Karışık proz- ram), 21 Konser takdimi: Halli Bedi Yönet- ken, 2115 Müzik (Radyo orkestrası - Şef Hasan Ferit Alnar), 1- Lortaing: «Czar und Zimmermann. operası uvertörü, 2- Be- ethoven: «ePrometheus»den parçalar, 3- Gri eg: Senfonik danslar, 22 Ajans, zirnat, 6s- ham - tahvilâş, kambiyo - nukut borsası (fini), 2220 Serbes saat, 2230 Müzik (Car- band - Pl), 23/25 - 2330 Yarınki program ve kapanış. BULMACAMIZ 3 — Eşeğin papucu - Tersi fıkaraya ve- riten paradır. 4 — Hükümdar adına, $ — Sonuna rH. gelirse teessüf adatıdır - Tersi yüzdeki lekedir, 6 — Sarkmaktan emir - Dans, 7— Mamulit - Bir cins tüfek. 8 — Sıfat edalı - Bayağı saat. 9 — Düğmenin geçtiği delik - İnce de- mir lâvha. 10 — Âdice, Yukarıdan aşağı: 1 — Cep hırsızı, ? — Tskarta mal, 3 — Atmasyon - İbrahimin başı, 4 — Başına «K, gelirse bıçak kılıfı olur - Gevezelik. $ — Hicab et - İsim, $ — Çene kılları - Tersi hamızdığ, 7 — Emreden - Hayatta, 8 — Dağ selvisi. 9 — Yadet - Tersi su cedvelidir. 10 — Tersi pantalonu düşürmez - Pü- ruht etme. Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa; 1 — Emirali, Aş, 2 — Kayabalığı, $ — İsim, Nacak, 4 — Naciye, Açı, 5 — Lez, 6 — İs, Mandal, 7 — Tövbe, Baba, $ — Ayar, Kurut, 9 — Alâlm, Baği, 10 — Tez- kere, Un. Yukarıdan aşağı: 1 — Ekin, İtaat, m? pa İyice, Me 5 — ab, Yeme, Me, 6 — Lane, T — İlh, Enbube, 8 — Ica, Dara, 9 — Ağaçkabuğu, 10 — Sıkı, Lâtin. Ne yazık ki hakikat hiç de güzel değil... — Güzel olur inşallah... Genç kız, başını salladı. — Sizin için, umarım... Bütün kal bimle de güzel olmasını dilerim... Benim için... Söylediğim gibi, ne ya- zık, ebediyen terzilikte kalmak Jâ- zımgelecek. Ragıp, bu gece komşusunun büs- bütün tesiri altında kalmıştı. Dünya- da bu kadar saf ve temiz bir ruh ola- bilir mi diye şaşıyordu. Kendi kendine; «— Bir hazine kadar kıymetli bir mevcudiyete yakın bulunuyorum! | diye düşünüyordu. Bu necip ruhlu, güzel ve gayretli çocuğun - daha pek yüksek hayata lâyıkken - böyle eziyeb içinde bir mevcudiyet (geçirmesine acıyordu. Ah, elinde olsaydı da ona mesud bir yaşayış temin etseydi... Bu fikir daha ilk gündenberl dima- fanı meşgul etmekteydi. Balkondaki görüşmelerinden itibaren Süzanı be- nimsemiş gibiydi. Doğru: Aşk ısmarlama değildir. Fakat Rağıbın hemşireleri tarafından temenni edilen çift, işte, mukadde- rat tarafından delikanlının muhitine kendiliğinden gelmiş değil miydi? Buna rağmen genç adam, kendi ken- disile mücâdeleye uğraşıyordu. He İ itiraf etmek ! olmasını çok arzu ederdim, Fakat ne LEYLÂ ie MECNUN| 'Tefrika No. 86 Yazan: İskender Fahreddin Herkes dağıldıktan sonra mezarlığı korkunç bir sessizlik kaplamış, rüzgâr selvileri kımıldatmağa başlamıştı Mansur mânalı bir bakışta başını sal- Tadı: — Öyleyse &iz birbirinize çok uygunsü- nuz, velinimetim! Tanrıdan dilerim ki, çok yakında birbirinize kavuşarak mesud ola- sınız! Can Bey ölüyor mu? Relsin oğlu pazardan döner dönmez ya- tağına girdi, yalandan hastalandı ve köle- sine: Ben ölürsem, sen cenazemi takip et, Beni, mezara götürdükleri zaman uyandır... Dedi. Mansur hayretirden aklını oyna- tacaktı: — Ölürseniz, ben sizi nasıl uyandırabi- Tirim? Diye sordu. (Can) bey gülümsedi: - Ben yalandan öleceğim, Bu bisurdan başka türlü kurtulmak imkânı yok. O an- man herkes beni unulur, Ben de dağlar- da serbesçe dolaşırım., derdlerimle, Iztırab- larımla başbaşa kalırım Mansur, Can beyin fikrini anlayınca ga“ niş bir nefes almıştı. Mansur, Can beyin hilesinden anasına bahsetmeyi düşündü. Fakat, bunu yap- mak, Can beyin bütün emellerini ve hül- yalarını suya düşürmek olacaktı, Son gün- lerde Mansur da (Can) beye acıyordu. O gün elendisnin israri üzerine Ayşeye gitti: — Oğlunuz birdenbire hastalandı, bir ke- re geliniz, görünüz. Dedi. Ayşe bu haberi alınca beynind.n vurulmuşa döndü, koşarak oğlunu yanına geldi: — Yavrum, ne oldu sana? Nerenden muz- taripsin? Diye sordu, (Can) bey yatağa girmiş, yorganı başı- na kadar çekmişti. Annesini görünce gözlerini açlı: — Hastayım anneciğim! Ben artık öbür dünyaya göç ediyorum. Zaten hepimiz O Yolun yolcusu değil miyiz? Ayşenin gözleri sulandı. Oğlunu bu hal- de görmek İstemiyen kadıncağız elleri ve dizleri Ütremeğe başlamıştı. Can bey ölürse, Urman'ın nesli sönecek, saltanatı, debdebeyi. herşeyi mahvolacak- tı. Ayşe bunlari düşünerek, oğlunu biran evvel iyileştirmek için her çareye baş vür- du. Sihirbazları, bilginleri saraya topladı; — Oğlumu ölümden Kurtarınız. Diye yalı . (Can) ın hastalığına rel- sin de canı sıkılmıştı. Oğlunu yatakta gö- rünce içi sızladı: — Ben senin için Şama kadar gitmiş, yıllarca bütün dünya bilginlerinden çocuk dilenmiştim. Tanrı seni bana verdi. Senin ölümünü görmeğe ben nasıl dayanabili- rin? Diyerek ağlamağı başladı. (Can) bey çok merhametli ve duygulu bir gençti. Bütün bunları önceden tahmin eğerek, kulaklarını pamukla tıkamıştı, Ya- takta yatarken gözlerini kapıyor ve birşey görmüyordu. “Anasının, bübasının sözlerini de duymuyordu, (Canım başı ucunda ağlaşanlar çoğal- mıştı. Zehra ve Gülsüm de göz yaşı dökil- yordu. Bilginler( Candan ümldlerini keğ- miş görünüyordu. Bu vaziyet Iki günden fazla devam etme- di. (Canlın hayalinde yaşıyan Leylâ, onun bu kadar İşkence çökmesine tahammül edebilir miydi? (Can) bir aralık: «— Leyli... sana geliyorum. o» Diye bağırdı. Başı ucunda duranlar: — Ölüyor. Diye söylendiler. Can birdenbire Başını kaldırdı: nüz pek becrübesizdi; fakirdi, avukat olamamıştı. Şimdilik ancak bir avu- kat kâtibiydi. Kazandığı para kendi- ne ve ailesine bile kâfi gelemiyordu. Bu vaziyette evlenmeği aklından ge | çirmek, maceraperestlik sayılırdı. Civanmerd ruhu, kendinden evvel sevgili annesile zavallı kız kardeşle. rinin sââdetini düşünüyordu. Evvelâ onları müreffeh bir hale sokmak; sonra kendi nefsile meşgul olmak... Taşkın sözlerle bu yavrucağın zih- nini karıştırmakta, uhdesinden gele- miyeceği mükellefiyetler altına gir. mekte mâna yoktu. Onun dürüst ah- lâkından böyle bir hata sadir ola- mazdı, Fakat hissiyat ekseriya düşünceye galebe çalar. Birdenbire kararını verdi. — Suzan! - dedi. - Ben Sizi takdir ediyorum. — Beni mi? — Gaâyretlisiniz, zarifsiniz, cazipsi- niz, saf ve nezihsini... Size her şeyi isterim. Servet sahibi çok yazık ki değilim. Annem de fakirdir. Bana muhtaçtır. Ayni vaziyette iki de hemşirem olduğunu biliyorsunuz. Bunların istikballeri benimkine bağlı. Hayatın müşkülâtı ortasinda kendi- me selâmetli bir yol açmak, onları da arkam sıra sürüklemek zor bir İş- — Hepiniz dışarıya çıkınz. Beni Mansur- la yalnız birakiniz. i Herkeş dışarı çıktı. 4 Can etrafa şöyle bir göz attıktan sonra, sadık kölesini çağırdı: — Haydi, Mansur! Benim işimi çabuk bitir. şu pazardan aldığım kefeni çıkar... be- ni sar. Ve soranlara: (Vasiyeti vardır. Onu böylece gömeceksiniz!) diyerek, beni det- hal tabuta koydur, dedi, Can bey teneşir tahtasında yıkanmaktan korkuyordu. Mansur, elendiğinin emirlerini aynen #ap- tı, çarşıdan aldıkları beyaz bezi çıkardı, hastayı iyice sardı. (Can) gözlerini kapamış ve başını da iyi- ce sardırmıştı, Mansur bu işi bilirdikten sonra, kapıyı açlı, Orada bekliyen bilginlere: — Velinimetim vefat etti, vasiyeti üyeri- ne kendisini, evvelee hazırladığı kefenle sardım. Reise haber veriniz. Cenazesini kaldırsın. Dedi ve ağlamağa başladı. Sarayın içini. birdenbire korkunç bir matem havası sarmıştı, (Canjın ölümüne horkes ağlıyordu. Cesedin üstüne ilk önce Zehra kapandı: — Papaganlarını, tavuslarımı bırakıp no- reye gittin? Diye haykırıyor ve (Canlın kefenini göz yaşlarile ıslatıyordu. Biraz sonra kabile reisi ve kars da (Canın odasına koştular ve biricik yavru- larının cesedi önünde ağlamağa başladıla.. Urman büyfik bir ümidsizliğe düşmüş ve ebediyen kaybettiği oğlumu kendi tahtına geçiremediği için fena halde sarsılmıştı Kubile reisi kendini güçlükle tutuyor- du. Urmanı, iki nöbetçi, kollarından tutarak odasına götürdüler ve bir et ve kemik kül- çesi halinde yatağa yatırdılar. Ayşe de bir müddet oğlunun cesedi ba- şında sğlıyarak saçını bağını yolduktan sonra, cenazenin başından çekilmişti. Kabilein âdeti veçhile cenaze hazırlığı yapılarak, (Can) bey o gün ikindi ezanın- dan sonra mezarlığa götürülmüştü. Mezarlıkta Mansur, birdenbire çok müş- kül bir vaziyete düştü. Tabulu mezara gö- mercekler ve üstünü Loprakla kapıyacaklar- dı. Gerçi (Can) bey o dakikaya kadar lig birşey duymamış ve görmemişse de, felâ- ketin büyüğü şimdi yüz göstermişti, Mansur tabutun gömülmesine nasıl mâni olucaktı? Meyarlıkiz binlerce halk toplan- muş: Relsin biricik varisi öldü, Bundan #on- ra Urman kabilesine kim baş olacak? Diye söyleniyor ve Can beyin ölümüne herkea ağlıyordu. Onu sevmiyen ve arkasın- dan acımıyan bir ferd yoktu. Zlansur mezarlıkta bir çare düşündü: — Velinimetim sağlığında (Benim tabu bumu yirmi dört saat mezarlıkta bıraksın- lar, ondan sonra gömsünler) demişti. Bu gire tabutu mezarın üstünde böylece bıra- edi. İmam buna razi olmadı. Urman: — Oğlumun bütün vasiyetleri aynen ya- pilmalıdır. Deyince, herkes: Tanrı taksiratını affetsin. Diye mezarlıktan çekilmeğe başladı Mansur mezar başında duruyordu. Urman: — Sen neden dönmüyorsun? Diye sordu. (Can)ın kölesi gözlerinin ya» şini silerek iüve etti: — Velinimetim son nefasinde: (Beni me- Fakat, zarımın başında sen bekle!) demişti, Bu * gece onu bekliyeceğim. Dedi. Varman kölenin omuzunu Okşa- di: — İşte sadakat böyle olur. Urlular yavaş yavaş mezarlıktan uzaklaği yorlardı. (Arkası var) tir... Buna rağınen düşünüyorum ki,. üç kadın için hayat mücadelesi yap- mak kudretini kendinde bulan, dört kadın için de bulur. Suzan, şaşırarak: — Anlamıyorum! mek istiyorsunuz? — Anlarsınız... İzah edeyim: Siz benim muhitime — geldiğinizdenböri yegâne düşüncemi teşkil ediyorsunuz. Evvelce bütün mevcudiyetimle ken- dimi işime hasretmiştim. Artık işim de zihnimde ikinci dereceye indi. Si- « dedi, - Ne de- .zin güzel hayaliniz benimle kitapla rımın arasına girmiş bulunuyor. Ba- na sükünumu iade edip etmemek si- zin elinizde bir şeydir. Bir sokak fenerinin ışığı altını gelmişlerdi. e Delikanlı, sevgilisinin utançtan kıpkırmızı olduğunu gör- dü Zavallı Suzancık: — Aman yarabbi! Niçin gelâlm?... - diye kekeledi. Elini Rağıbın kolundan çekmek is- tedi, Fakat genç adam hafifçe onunu bu hareketine mani oldu, VW coşkunlukla: — Sözlerimi fenaya m tefsir etti niz? - dedi, - Üzüleceğiniz, çirkin manaya alacağınız bir şey söylemek istemem. Anneme, â hemşireler:me hürmet ettiğim derecede sizi de muh- terem bilirim. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: