14 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5

14 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14 Teşrinievwel 1939 O Ortamekteplerde okutulan coğrafya kitapları riamekteplerde okutulmak üzere yazılmış ve çocukların eline verilen birkaç coğrafya kitabımı bir müddetlenberi tedkik ediyorum. Bilhas- sa, kıtaları kedisine mevzu olarak alan kitaplarda ilk göze çarpan pokta bunların her hangi bir usul dalresinde yazılmadıklarıdır. Programın İs- mevzular geliş güzel kaleme alınmış. Gerçi her memleketten bahsedili- Yor; fakat nasıl? Meselâ Avrupayı ve bu kıtadaki memleketleri anlatan bir coğrafya kita- yor, bir kil kati olarak Bütün < amanaş Memleket, Balkan devletleri ayrı ayrı ele alınmış, coğrafi mevkileri tayin edil. Şehirleri sayıhyor, iktisadi vaziyetleri, ihracatları, ithalâtları anlatılıyor, Ayrı ayrı nüfusları ne kadardır, mesahaları nedir? Unutulmuş. Başka idare merkezi yazılmamış, Diğer bir memleketten, coğrafi mev» tayin edilmeksizin «Avrupanın şimalindo bulunan bu küçük -» diye bahsediliyor ve daha bunlara benzer noksanlar, bazan yan- bunlar, kitap yazılırken esaslı bir usul tayin edilmeden işe baş- olmasından İleri gelmektedir. Bir memleketin nüfusu ve mesahası © hakkında ilk canlı fikri veren unsurdur. Coğrafi mevki tayin eğik Medikşe bir memleket anlaşılmış olmaz. Bir memleket anlatılırken çocuğa © memleketin, Lan Var, bazan De, dersimi İdare merkezi söylenmezse sarfedilen gayret noksan kalır, güzel bahsettiğimiz bu üç esaslı nokta coğrafya kitaplarında bazan yoktur. Bunları şüphesiz muallim tamamlıyacaktır. Fakat tale- hazırlamaya mecbur olduğu kitabın içinde bunları neden bulama- Sın? Mektep her bilginin bir usul dalresinde öğretildiği yerdir. Kitap usulsüz pa 7Z oya yazılmışsa, walâmat da şüphesiz karışık olacaktır. Çocuklar bu nevi bilgiyi epektep haricinde de öğrenebilirler. Şevket Rado Da NELER SrBYeR Harp dolayisile öldürülen köpekler mim dolayısile her tarafta yiyseek eşya rinde sıkı tasarruf yapıldığından pek İyi olmıyan hayvanlar imha edilmek- tan Meselâ harbin birinei ve ikinci haf- da İngilterede pek çok köpek öldü- | Şülmüştür. Bir rivayete güre tam 2000.09 ipek öldürülmüştür. Lâkin bimayel âyvanat kralık cemiyeti bu miktarı Mübalâğalı bulmuş ve iki hafta içinde itlâf Silen köpeklerin sayısı takriben 200.000 ğunu ilân etmiştir. “ka öpeklarin öldürülmesine bir sebep de ne hücumlarında mütemadi grlamak ve “lamak suretile halkın kuvvel manaviye- bozmaları ihtimalidir. Fakat hayvan- Hanı sevenler bu sebebi kâfi bulmuyorlar. Mrum)iu su vermek suretile köpeklerin SAD ve heyecanını teskin etmek ve sesle- Bini kesmek mümkün olacağını ileriye sü- Küyorlar, !, Kalan köpeklere hava hücumlarında ibalar infilâk ettiği ve toplar atıldığı in han seslerini kesmeleri için ne kadar Ş“ronlta Brumidi verileceği şimdiden tes. X İngiltere Ziraat Nazırı radyoda Büyük Betanya çitçilerine hitaben söylediği bir : ta çavdar ekilmesini tavsiye elaniş ve # zeri için elverişli olmıyan kumluk Mrüzide çavdar zeri kabil olduğunu ve bu Büretle ingiltere bükün araziden hububat, Yetiatirmekte istifade edilmiş bulunacağını Söz lemiştir. Nazıra göre her çifçi elindeki arasisinin zs0, dörtte birine çavdar ekmeli- . İngütere erazisini kısmı azsmı kumlu dibi asidi olduğundan ne buğday na de ve arpa yetiştirmeğe müsald değil- 1. Halbuki bu gibi arazide çavdar gayet ÇİN taneli olmaktadır. Çavdarın bir iyiliği de kuraklıktan mü- Söensir SEE, | ingilterede çavdar yetiştirilecek olmamasıdır. Buğday, yulaf ve arpa-| tün büyümesin 8 ve tanelenmesine mâni olan | tirmektedir. GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ bit edilmiştir. Küçük köpeklere beş ve av köpeklerine on ve çöban köpeklerine on beş habbe vorüseektir. Bunlar az bir suda halolunacaktır. Londradaki mektep çocukları İngillere- nin uzak yerlerine nakledildizleri zaman evde ve mektepte beslenen köpekleri «6 beraberce alıp götürmelerine müsaade edil miştir. Geçen umumi harpte İngilizler köpekle- Yine pek merbut kalmışlardı. Askere giden- er zevcelerine muhafız olarak köpeklerini bırakmışlardı. Köylüler bile koyun sürüle- rini feda etimeği köpeklerini ilaf etimeğe | tercih etmişlerdi. Fakas bu defa hükümet gürültüsüzce birdenbire köpekleri bir kısa asmanda imha etmiş oldı kurtu» danlar ax kalmıştır. i Fransaya gönderilmekte olan İngiliz as- kerlerinin beraberlerinde köpek gölürme- leri yasak edilniiştir. Vapura sokulan Xö- pekleri himayel hayvanat cemiyeti müfet- tiğiri toplayıp muhafaza altına almışlardır. Bu gibi köpekleri bakacak hayır sahibi çık- tığı zaman bunlar itlât edilmemektedirler. şiddetli kuraklıklar çavdarın büyümesine ve yetişmesine hiç mâni olmamaktadır. Sarki Suffolkdaki bir teorübe istasyo- Bunda yarık ve kireçli arazide on iki sens- denberi mükemmel surette çavdar yetişti- rilmiş olması bunun bir delili sayılmıştar. Tikbaharda nitrojenli suni gübre kullanıl. dığı saman çavdarın verimi bir misli ar- tiyor. Ayrupanın karasında ve bahusus şark ve ortasındâ çavdar buğdaydan ziya- de sarfedilmektedir. Bundan sonra İngi- | liler dahi çavdar ekmeğine alışacaklardır. Çavdar hayvan yemi olarak da kullanıl maktadır. Fakat ihtiyaslı davranılması ta siye ediliyor, Çünkü fazla hararet vermeX- tedir. Hayvanın yemine ancâk yüzde on beğ nisbetinde karıştırmak lâzımdır, Yeni harp “İngilterenin zirai hayatını büsbütün değiş- Finlandiya Cümhuriyetinin idare merkezi Helsinki şehrinin tarihi yn günlerin siyasi faaliyet sahasmı Mindiya, teşkli ediyor. Bu memleketten tmiştik; bugün de Pinlândiyanın idu- Merkezi Helsinki şehrinin tarihini an- talim; 1938 de yapılan sayıma göre nüfusu Kişiden #baret olan Helsinki (Hel- Miiztora) şehri Finlindiya körfezine uza- ğa müteaddid koylarla oyulmuş bir bu-. Sun. üzerinde yükselir, Finlândiya, arazisi- - bu körfez sahili sayısız adaları ve gi- #İ çıkıntalırile bir danteli manzarası *ktedir. Helsinki limanının boydan. eza çeviren nbtmlar dumanlardan siyahı bağlamış antrepolar yerine, geniş Meydanlarda yükselen sado fakat cesim bi- hin süslüdür. Helsinki sakin ve beyaz pi sehirdir, pe isinki'nin tarih! 1550 senesinden itiba- 205 başlar, Bu tarihten evvel şehrin bugün Kapladığı saha boş bir araziden ibaretti. 80 senesinde, yani Pinlindiymnn İsveç birleşmiş olduğu devirlerde İsveç kral /Dustav Vesa Vantajoki nehrinin denize döküldüğü yerde bir şehir kurulmasını em- Eiki. Mnksadı o tarihte gok işlek bir İmam ilan Talim (Reva) şehrinin karşına ye- Mi llrhap kurarak bu şehirle rekabet etmek, Ele ticaresini baltalamaktı hir kurulmaya başlandı. Yerli ahaliden iiecoğu krahn emrile Tallin şehrinin Fin- teni ya körfezindeki hâkim mevkiini «is e siye hazırlanan bu şehirde yerleşme- ,, mecbur edildiler. Pakat hüdiseler Kra- hi Arzusu dairesinde cereyan edemeği, Çün- tah antajokl nehrinin denize döküldüğü “aj biyik bir liman tesisine müssld ola- İtin adar derin değildi. 1576 da yonl şeh- “li, Düfus ancak 600 kişiden ibaretti ve Ta ' ri faaliyetine devam ediyordu. dp bayat 1640 da Helsinki bugün bulun- küb, e parçasına nakledildi. Fakat tea“ “dar (5 birçok felâketler, şehrin düşman- bârafından zaptedilmesi, yangınlar ve m i arasıra baş göstereni kıtlık gehrin süratle inisişafına mani oldu. 1710'da baş gösteren bir veba salgini şehrin 1800 kişiden ibaret olan nüfusunun 1200 ünü atıp götürdü. Üç sena sonra Ruslar tarafından işgal edildi, Fizl tarihine yani Nyatad muahedesinin akdine kadar İşçal altında kaldı. 1742 de tekrar Ruslar tarafından zaptedildi. Her- hangi bir girme hareketine mâni olmak üzere Rus hududu karşısında Sveaborg (Viayori) önünde istihkâmlar yapıldı se de 1808. - 1809 Rus - İsveç harbinde Sveahorg Finlândiyanın İsveçten ayrılma- Si üzerine Helsinki'nin yıldızı parladı, Fin- lâdiyanın eski payıtabtı olan Turku İzve- çe çok yakın Petersburg'a (Lenigrad) gok uzaktı. 1812 den iğibaren Helsinki Finlân- diya Grandükalığının merkezi oldu, 1819 da hükümet buraya nakledildi. 1897 de Turku şehri büyük bir yangınla harap olun- ca Üniversite de yeni hükümet merkezine getirildi, İnşaata başlandı; şehir süratle büyüdü. K Helsinki şehrinin nüfusu da çoğalıyordu. 1810 da ancak 4000 kişiden ibaret nüfusu 1830 da 11 bine, 1850 de 21 bine çıktı. Geçen Germ sonunda Helsinki memleketin iktişa- di faaliyetini toplıyan Moari, snal, ve fikri ie haline geldi. nüfusu 9 bini ui, Burada #on devirlerde Finlândiyayı alâ. kadar eden birkaç tarihi hâdise daha kay- dedelim: Kırım harbi esnasında bir İngi- )iz Fransız filosu Svenborg (Viapori) İs- tihkâmlarını bomdardıman etmiştir. Büyük barpte Ruslar bu istihkâmlerı başlan ba- şa yenileştirip takviye ettiler, Mugün Rus- Yarın burada nüfuz mırtakası istedikleri bildiriliyor) MU hareket başlayınca Svea- borg Finlândiya kuvvetlerine derhal teslim 19 mayısmda Finlerin milli kahramani ma- zeşal Mannerhelim muzaflerane hükümet oldu. 1916 de Helsinki alındı. Ayni senenim İ merkezine giriyordu. ekl ini a ei yk di AKŞAM «— Çamlarında sarı çiçekler açardı, €kinlerine kanarya sürüleri inerdia «— Bana geçen sefer Bahriahmer den geçerken Habeşistan dağlarını gördüğümü söyledim mi, R?» «— Ah vatan, vah vatan!» Yüzünü görmüyordum. Çocuklu. ğZumdanberi Aşina olduğum ses bana yabancı geldi. Gerçi üslüb ayni, ya ni birnevi uzun inleme, fakat sesin kendisi bambaşka, Eskiden güneş görmez, rütubelli mağaralarda yâr şayan kör, sağır bir mahlükmuş gibi cansızdı, şimdi güneşin içine atılmış, hararet ve ışıkla tutuşmuş, iztırabın- da bir nevi cezbe olan bir insan gibi inledi, «— Demek Habeşistan hâlâ çok seviyorsun R?» «— Biçimleri başka dağlara ben- zemiyordu. Tepeleri dümdüz, üstleri dümüdz, başldrı geniş ehramlara , Âdeta kalemtraşla kesik miş gibi, Renkleri, hani güneş çeki dikten sonra denizin öbür tarafında» ki sırtlara dumanla karışık bir mavi- Mik çöker, işte onun gibi, Sizin dağlar bana topraktan gibi gelmedi, duha siyade bilezik yüzük yapılan parlak Mekke taşlarından oyulmuşa benzi- yorlardı.> 4#— Bana niçin geçen sefer bizim dağları gördüğünü söylemedin, ha- nım?» Âdeta dargındı. «— Ben ne bileyim... Sen kendi dağlarınızı hiç görmedin mi?» «— Hayır, bizim taraflar ormanlık, dağları yassı, alçak, üstleri çamlıktır» «— Hâlâ köyünü hatırlıyor mu- sun?» Kendi kendisine söyler gibi mını danmağa başlıdı: «— Bugünkü gibi Köyümüzün arkasında çamlık vardı. Kulübeleri- mizin önünde tarlalar vardı. Akşam- ları önünde olurur buğday öğlür. dük... Güneş batarken hava kıpkır- mızı olurdu... Çamlarında sarı çiçek» ler açardı, ekinlere Kanarya sürüleri inerdi. Ah vatan, vah vatan!» «— Amma sen şimdi orada yâşaya- mazsın R, Doktor islersin, ilâç ister- sin, muşamba. döşeli oda İstersin, o kulübelerin üstü çalı çırpı,“içleri top- rak, karanlık, içinde hayvan sürüsü gibi yatarsınız değil mi? Bir köre s- / nin temiz beyaz çarşafı yatağını düşün...» O kadar coşmuştu ki gözü Afrika köylinden bşaka bir şey görmüyor. du, Sırlları ormanlık bir dağa daya- nan, önlerinde akşam rüzgürlarında dalgalanan altın ekinler olan, ağaç- larından zeberced rengi kuşlar uçu- şan çalı çırpı kulübeler... Orada hâ- 1 eğile doğrula buğday döğüyormuş gibi vücudü sallanıyordu. O yerlerin güneşi, havası sahici, O yerler sahici vatan, sahici toprak, oradan başka i her yer gurbet, gurbetin ışığı hara reti suni, me kadar güzel olursa ol- sun bir limonluktan ibaret... Bunlar rın hepsini bana (R) beş on kelime ile ihsas etti. Hatırıma bir eski masal geldi. Bir kızı bir ayı çalmış, ormana gölür- müş, çalı çırpı içinde karı koca ha- ler. Kız yalnız kaldıkça hep sayıydı uyuydu kocamıdı yâ; çalıydı çırpıy- dı evimidi yal» diye dövünürmüş. Bizim (R) de şimdi eçamlarında sarı çiçek açardı, ekinlerine kanarya sü- Tüsü inerdi» diye dövünüyor, bir ne- karat halinde «ah vatan, vah vatan» diye inliyordu. ş «-- Köyünden nasil ayrıldın anlat» «— Biz müslüman tarafındaydık. Gârurlar hücum eder çocukla gençleri esir ederdi. Bir seher vakti köyümüzü bastılar. Babam hacıydı. (İçinden şehadet getirdi). Erkekleri mızrakladılar, kadınların sırtına kü- çük çocukları yüklediler, delikanlıla- rın ellerini birbirine bağladılar, yü- rüyen çocuklar analarının arkasına düştü, yola çıktık. Yürüyemiyenleri kırbaçla sürdüler, düşenleri yolda bi- raktılar. Anneme ne oldu bilmiyo- Ah vatan, vah vatan Yazan HALİDE rum. Küçük bir oğlan kardeşim var- di, eline yapıştım. Kaç gün gittik bü- miyorum. Nihayet bizi bir köye bırak- lar, «— Habeş köyü değil mi?» «— Evet amma dilleri yabancıydı, müslüman değillerdi. Kardeşimi beni ayrı ayrı kulübelere verdiler. Benim olduğum kulübede bir kıs vardı, ba- na acır muz ekmek verirdi. Ben de süklar kardeşime verirdim. O köyü biç unutmam. Geceleri uyumazdım. Fakat gözlerimi sımsıkı kapar, başı- mıza gelenlerin rüya olduğunu düşü- nür, sabah olunca annemi köyümü göreceğim sanırdım. Hele köyün or- tasında bir kuyu vardı. Bugünkü gi bi gözümün önündedir, arkasından ânnem çıkacak sanırdım. Ah vatan, vah vatani «O köyde bir gün ben kızlarla odun kesmeğe bir dere içine gittim, İki ta- rafı taşlık, kayalk bir dere içi, Bir- denbire kızlardan birinin başına bir kaya parçasi düştü, kufatası ikiye bölündü, yere yuvarlandı. Yukarıya baktık, kayaların tepesinde bir may- mün sürüsü vardı, adamdan büyük maymunlar... Göğüslerini dövüyor, kollarını sallıyor, çığrışıyorlardı. Kız- lar imded için beni köye yolladı. Di- lerini bilmiyordum amma işaretle an- lattım. Erkekler ellerine birer sop& aldılar, köy halkı peşlerinde dere içi- ne koştular. Köylüler maymunlara, maymunlar köylülere baktı... Ölüyü aldılar hep beraber köye döndük. «— Sonra” EDİB Vakayı olduğu gibi anlattım. Kah- rTamanını takdim edeyim. Ellinin üs- tünde şişman bir Habeş kadın. Adı- na sadece (R) diyorum. Çünkü pek ehli perdedir, adı gazeteye geçen ka» dını bab tutmaz. Bizim eye çocukluğumuzda halayık diye girdi. Derhal azad edildi ve bi- zimle daha doğrusu benimle beraber büyüdü. O zaman belki on iki yaşındaydı. Es- ki bir bakır statü gibi güzel endamh, göz kamaştıracak kadar beyaz diş- liydi. Dost olmak istemiyen, haşin bir Kızdı. Gözleri ve sesi cansızdı. Çabuk dil öğrenmedi, okumak İsle- medi, Etrafile pek alâkadar olmazdı, Dalma dalgındı. 'Tek hayat eseri gös- terdiği zaman doğduğumuz evin bü- yük taşlığına inip bir nevi şarkılı oyun oynadığı anlardı. «Fida fanki fida fanki, taşayuru şu rururu...> diye bir Afrika hava- sina uydurıp söylediği ve 4ru ru riw- ları sonsuz olan bir türkü ortasında birdenbire saçlarını yün gibi ka- bartır, çömelir, çömeldiği oyer- de bir çekirge gibi çınamafğa başlar, siçrarken dişlerinin arasından «çü- çumabi, çuçumbiz diye hışıltı nevin- den bir seş çıkarırde, Ona Yemende İstanbulluların yam- yam olduğunu söylemişler, küçük kardeşim de esasen her hangi siyah insanın tenini kazıyınca altından yamyam çıkscağıns İnanırmış. Gel- diği akşam R ye kardeşimin odasına bir yer yatağı yapmışlar. İkisi de sa- baha kadar birbirini gözetlemiş, han- gisi uyursa öteki tarafından yenile- ceğine kanimiş. Hâlâ ikisi de o kor- kunç geceyi anlatır, güler. Yıllar geldi geçti. R dalma içi uyur gibi dalgındır, Tek alâkası sıhhatidir. beyaz koca isterdi, kocası beyazdır, ev isterdi, küçük bir evi var. Gençliği şıktı. Yüzüne kalın peçe kor, eline eldiven giyerdi. Maksadı Habeş olduğunu göstermemekii, Ba- cı diyene «bücağın kopsun» diye hay- kırırdı. Geçen defa İstanbula geldiğim za- man Habeşislen istilâsi başlamak üzeer idi. Gazeteler hep Habeş kralın» dan İtalyanlara şöyle yapacak, böy- le yapacak diye bahsediyordü. Mem. bun olur diye anlattım. «— Öyle kral yere geçsin, İtalyan gâvurundan ne farkı var» dedi. “ * «— Amma senin kralın, dedim, * «— Benim Kralım olsa ben şimdi vatanımda olurdum. İnsanları esit diye satlıran kral olur mu7> dedi, Bana o zaman R. nın vatan mefhi- mu, ferdleri için mutlak emniyet ve hürriyet temin eden bir mefhuma bağ lı göründü. Şişman ve cahil bir Afri- kal için bana bu hayli ileri bir vatan mefhumu gibi geldi. Bu sefer beni görmeğe geldiği gün başım ağ'ıyor, perdeleri indirmiş din- leniyordum. Karşımdaki koltuğa otur du. Yüzünü görmüyordum. Her za- manki gibi midesinin fazla asidinden, yanını belini aldırmıyan siatikinden bahsetti. Hastalık lâkırdısından o ka» dar bizarım ki, değişsin diye Habeşis- tan dağlarını gördüğümü söyledim. Birdenbire bostan kuyusu çıkırığı gi- bi tek ahenkli cansız sesi karanlık vu- buna çevrilmiş bir projektör gibi be- Ba İlk defa kalbinin içindekini göster. di, «Ah vatan, vah vatan» diye inliyen ses, vatanı emniyet, refah ve rahat iptilâ ile sevdiğini anlattı. Çamların- da sarı çiçek açan, ekinlerine kanarya sürüleri inen Afrika köyü onun tek aşkı olduğunu, ondan ayrı geçen yil- ları bir heyülü gibi yarım hayat içinde geçirdiğini anladım. Bu aşkta hiç bir nazari mütalâa, hiç bir şahsi şart yok- tu, Medeni insanlarda çok terkibi ve biraz da dimaği olan vatan aşkırı onun sevki tabiisi tek unsura irca etmiş- ti. Btinde, kemiğinde, karında müz- min bir hastalık gibi hissettiği, doğdu- ğu yere, manzaraya, oradakilere bağlı olan sade, fakat kudretli bir aşk... Ve inanıyorum ki vatan aşkı tek veiptide bir unsura, hattâ şehir, mahalle, doğ- duğu ev etrafında toplanırsa çok kud- retli oluyor. Vatan aşkının bir nevi yurd hasreti olmasına ald birçok mi- sallerden birini burada tekrar edece- Cepheden Ankaraya garp cephesi- nin «Tedkiki mezalim» şubesinin ra- porlarını bastırmak için izinle gelmiş- tim. O aralık idare heyeti azası ard sında olduğum Kayseri yetimhanesi- ne gitmek icap ett. Neferim İbrâhim Kayserili idi. «Beni de götür, bizimki- leri göresim geldi. dedi. Ankarada bu- lunan küçük kardeşim de beraber gel- mek istedi. Bir kamyonetle yola çık- tık. İkisini de götürdüm. Kayseriye girer girmez evvelâ İbra- himi evine bırakmak istedik, çünkü iki gün sonra dönecektim. Anasını, ba basını, bilhassa hasret olduğu genç | karısını doya doya görsün istiyordum. Kamyonet sokağının köşesinde durur durmaz, çocuklar etrafımızı aldı: «— İrbaaaam aabi (İbrahim ağa bey) İrbaaam amucas diye koluna ba cağına asıldılar. Onların feryadından mahalleli de dışarı fırladı, sarmaş d0- Jaş oldular. Dönerken kamyonette kardeşimi hıçkıra hıçkıra ağlar buldum. «— Ne oldun?» «— Acaba biz de bir gün İstanbula gidecek miyiz? Acaba bizi de çoluk ço- cuk abla teyze diye karşıladığını göre cek miyiz... Acaba İstanbulu bir daha görmek nasip olacak mı? Ah vatan... Ah vatan...» O dakika kardeşim için de vatan na- zari ve terkibi değildi, çekirdeğine, İlk unsuruna irca edilmiş bir aşktı... Doğ- yer olduğunu yalnız kafamla değil etimle, kanımla duydum, O kafile ya- kın uzak her vatandaşın maddi v8 mâ» nevi hak, selâmet ve saadeti için öl meğe gidiyordu. Fakat her hangisi toprağa düştüğü an altında oynadığı bir nar ağacını, anasının hatırası sak» lı olan bir çeşme başını son hayal ola» rak görecekti, Ah vatan, vah vatan! Halide Edip PROF. DR. Gülhane Üroloji Kliniği Şefi Hastalarını Galatasaray Güney- palas No. 1 de kabul eder. Muayene saatleri; 15 - 19

Bu sayıdan diğer sayfalar: