2 Haziran 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

2 Haziran 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Meşhur roman üstadı Ahığet Rifat Kar- dağ mevzularının daima kibar hayata aid olmasını kendisi için bir pümep eee Mene a si addeder, Onun dığı erkeklerle kadınlar pek kibar, mm insanlardır. Ekseriya . biribirlerile Niste, Montekarloda, Juvan Pariste ta- nışırlar. Avrupanın en otellerin- de aşk geceleri geçirirler. İâmi büsün dün- yada tanılan barlarda danşederler, En son ; modata göre giyinirler. En pahalı, en na- dide kokuları sürerler. Onların altlarında muhakkak en yalanlar lüks, en meşhur markalı otomobiller yardır. Dünyanın hed köşesindeki zengin kibar insanlardan on- ların dostları olduğunu görürsünüz. Meselâ bir gün İskoçyalı bir lğrd onları bir iki haf- ta misafir kalmak üzer» Şatosuna davet eder, Bir de bakarsınız kahramanlarımız bir gün Afrikada genç bir prensle beraber a5- lan avına çıkmışlar... Velhasıl Ahmet Rifat Karlıdağın kahramanlarının kibarlığına, N geçirdikleri hayatin lüksüne hiç. diyecek yoktur. Üstad kendi yaşayışının da kahramanla» rının hayatı gibi parlak olduğunu iddia eder durur. Meselâ harpten evvet zaman zaman or- tadan kaybolur, Avrupaya kadar bir uza- nırdı. Mevsiminde Vişide şöyle bir görünür, sonra Parise akardı. Bu seyahatlerinde b dalma romanlarında yazdığı meşhur otei- p lere inerdi. Üstlerinde Dü otellerin isimleri yazan zarf kâğıdinrla İstanbuldaki dostla- rına mektuplar göndeçmeği katiyen ihmal etmezdi. Meşhur posta tapurlarının, yen! yapılan büyük tonajdaki transatlantiklerin her köşesini, en ince girintisine, çıkıntısma, merdiven basamaklarının sayısına: kadac babasının evi gibi bilirdi Normandinin süvarisi iie dosttu. Gusen Mary'nin metr doleli bile onun İsmini öğ- Tenmişii, Ahmet Rifat Karlıdağın son rornanının ismi «TIK karşılaşmalar..sdı. Meşhur 79- marcı bu eserinde kadınlarla erkekler ara» sındaki İlk karşılaşmaların, ilk tesirlerin çok mühim alduğunu ânlağyordu. Roma- i pek kibar yerlere biribirlerile Karşılaşıyor- lar, tanışıyorlardı. Meselâ Atlantik üzerin- de büyük bir vapurda, yolculuğun nihayr- te ermesi, dolayisile son gece verilen balo- da biribirlerini sevdiklerini itiraf eden iki £ genç.. Yahud Venedikte mehtaplı bir ge- r eede, bir gondel içinde başbaşa bir erkek- le bir kadın.. Ahmet Rifat Karlıdağ aşk meselelerinde , ik karşılaşmanın, ilk anın, SX son derece mühlin bis Yol oynadığını anla tardı. : Bu eseri çıktıktan beş altay sonra onun evlendiğini haber aldık. Hâlbuki şimdiye kadar birçok kadınlara akldigelmiyecek ba- baneler bulmuş, uzun müddet bekâr yaşa- muşta, Herhalde aldığı kadın fevkalâde bir mahlüktu, Onunla Kimbilir hangi baloda, i yahud Avrupanın hangi meşhur şehrinde 7 tanışmışlardı, İlk karmlaşmaları kimbilir ” ne şalrane bir sahne idi, Nihayet Ahmet Rifat Karlıdağın yat arkadaşını gördük. Bu İri yarı, güçlü kur- vetii, sıhhatli, yanakları al al bir kadındı. Göğsü insanın nazarı dikkatini celhedecek bir şekilde idi, Güzel miydi? Katiysn... Li- kin yüzünde shhalin verdiği bir aydınlık vardı. Lâkin biraz sonra dehşetli şaşırdık. Çün- Xü Rifatın karısının dili pek kaba idi. Genç kadının yeni veni okuma yazma öğrendi- : dini haber almıştık. k Romanlarında daima nazlı, İnce, nazenin kibar kadınlardan bahseden Ahmet Rifat Kartıdağın böyle bir kadınla evlenmesi ha- #ikatan pek şaşılacaz birşeydi. Ulak tefek Bir adam olan romarncının bu pehlivan ya- > pılı zevcesinden arasıra dayak bile yediği- Bi tahmin ediyorduk. Kadının yumrukları da birer müthiş tomağı andırıyordu. Herkes bu evlenmenin iç yüzünü merak edip duruyordu. Lâkin Ahmet Rifat Karlı- dağ hiç kimseye hayatının bu en mühim gönül sırrını açmağa cesaret edemiyordu. Lâkin ben onunla daha senelerce evvel, mektep sıralarından tÂruşırim. Aramızda gizli kapağlı hiç birşeyimiz ol- ve bir gün arkadaşım Ahmet Ri- — an Rifat bu senin evlenmen etfa- fındaki esrar nedir? Herkes senin karın- İn nasl tanıştığını, nasl evlendiğini me- rak ediyor.. Hele «İlk karşılaşmalar» (0- manındaki şairane sahnelerden â&onra.. Ahmed Rifat Karlıdağ gülümsedi: — Anlatayım... dedi, meşhur bir söz var- dir. «Evdeki hesap çarşıya uymaz» derler Bu sözü bübün hayatı içine alacak kadar şümullü bir hale sok.. İnsanın kendi istikbaline aid bâşının için« de hazırladığı projeler ekseriya hayata hiç uymuyor, İşte benim evlenişim de böyle ol- “du. Kendime vaklile nasıl bir hayat arka- daşı aradığımı ve bulamadığımı bilirsin. Va- ziyet böyle iken geçen sene yeni bir apar- tımana taşınmıştam. Yeni apartımanı silmek için iki kadın buldum. Bunlar bir ana kızdı. Hemen pa- çaları sıvadılar. Tahta silmek işini genç kız üzerine almıştı. Hiç unutmam, sıcak bir ağustos günü idi. Genç kız ıslak tahtaları, bol su e ve çıp- lak ayakları ile gicir gicir siliyordu. İşte karımı ilk defa tahta silerken bu vaziyette gördüm, Eteklerini yukarıya kaldırmıştı. Tahtalar üzerinde ayağını oynatırken vü- cudünde şayanı hayret derecede güzel haf- lar beliriyordu. Bu sıralarda belinin, enda- mının bütün güzelliği meydana çıkıyore du Kadın denilen mahlüku her vaziyette en Aâirane sahnelerde görmüştüm. Danseder- ken, uyurken, kitap okurken . Lâkin en güzel vücudlü bir kadının dans edişi bi- le bu kadar güzel olamazdı. Eğer heykeltraş olsaydım tahta silen gü- gel vücüdlü bir kadının bütün hareketleri- ni, vücudündeki bütün hatları mermerleş- tirmeğe çalışırdım. İşte azizim ben Ayşeyi tahta silerken gördüm ve âşık oldum.» AKŞAM Son zelzelede yıkılan köyler Tokatta yeniden inşaata başlandı Tokat (Akşam) — Son zelzele vo seylâp- tan harap olan ve nakilleri icap eden köy- lerle vilâyet umumi meclisi kararile birleş tirilmelerine lüzum görülen köylerin an ri tayin ediliyor. Bunlar hemen kayma” kam ve nahiye müdürlerinin murakabası altında nakledilecsktir. Köylerde mevcut enkaz tesbit edilen yerlere sahiplerinin ve- saiti İle, bu mümkün olmadığı takdirde bu iş imece usulü 18 yapılmak öuretile naklo- lunacaktır, Köylerin ve yapılacak evlerin plânları tesbit edilmiştir. Kazalarda bulunan fen memurları tara- fından yorleri gösterilmek suretile plâna göre inşaata başlanmıştır. Bunun aksi ha- iinde yapılan binalar derhal yıktırılacaktır. İnşaata yardım olmak için tesbit heyetleri faaliyete başlamıştır. Bunların yapacakları tesbite göre nâkdi yardımlar yapılacaktır. Bu inşaatın ikmali için idare heyetlerin- den geçen mazbatalar vilâyet orman mü- dürtüğüne verilmiştir. Bu suretle halk ke- restelerini de gösterilen mıntakalara göre ormanlardan tebtin edecektir. İnşaatta en ön safta göz önüne alınan nokta binanın zelzeleye mukavemet etme- #ldir. Çeşme, kuyu, yol, helâ, gübrelik gibi köye ait müşterek yerler için köylü mun- tazam surette çalıştırılacaktır. Bütün bu iş- ler nihayet cumhuriyet bayramına kadar mutlak surette bilirilecektir. Bunun için İlk adım merkezin Dökmetepe nahiyesine bağlı Kalaycık ve Kirimkeri köyleri birleş- tirilmiş ve yeni plâna göre bu yeni köyün kuruluşü vali İzzettin Çagparın huzurlarile ingaata başlanmıştır. Memleketimize geleli henüz pek kısa bir zaman olan valimiz inşaat işlerile pek ya- kından alâkadar olmakta, #k sik teftişler yapmaktadır... #ikmet Feridun Es | Yıldırım çarpmasından öldü “a1 ane ANAN NANANASA KANER A ANAN ANKARA RADYOSU * Haziran Pazar 1230 Program ve haberler, müziği, 1430 Küçük orkestra, 18 Program ve alafranga plâk, 1850 caz orkestrası, 19,25 konuşma, 1945 Haberler, 2) Türk müriği, 20,45 Tarihi konuşma, 21 Türk müziği, 2145 Alafranga plâk, 2230 Haberler, 2245 Spor servisi, 23 Alafranga plâk. Bu gece nöbetçi eczaneler Beyoğlu muntakasında (merkezde; (Karizuki, Kinyoli), Taksimde: (Tak- sim), (Yenişehir), Şişlide: (Feyz, (fendeti. Galatadar. (Markam. KÜ08 Tuyol, Kasımpaşada: (Müeyyed?, Tas köyde: (Halıcloğlu), Eminönü mınta- kasında merkezde: (Salih Necati), Kü- çülkpazarda; (Yorgi), Alemdarda: (AN Riza), Kumkaptda (Cemil), Fatih min- takasında Şehzadebaşında: (Hamdi), Şehremininde (Nazını), Karagümrükte:i (Fuad), Fenerde; (Vitali), Samatyada: (Teotilosi, Aksarayda: (Sarım), Üskü- darda: (Selimiye), Beşiktaşta; (Nat Halid), Kadıköyde: (Yeni Moda), (Mer kez), Sarıyerde: (Asaf), Büyükadada; (Şinasi Riza), Heybelide;: O(Tanaş), Eyüpte: (Arif) eczaneleri. (Ortaköy, Arnavutköy ve Bebek ec- zaneleri her gece nöbetçidirler.) Apartıman sahipleri sapak ahi fade ediniz, İzmir (Akşam) Kemal paşa kaza- sının Beşpınar köyünde Salih Yılmaz, ” kardeşi Sabri Yılmaz, Halil ve Necip Kaya, dağda koyun otlattıkları sırada yağmurdan sakınmak için bir çam cı altına iltica etmişler, fakat ağaca yıldı- sım düşerek Salih Yılmaz telef olmuş, İeri de baş ve kollarından yaralan- 1259 Türk yp o Yeniköyde İsmail Göktaş adında bir çoban, yıldırım isabetile öl- müştür. Doludan zarar gören tütün tarlaları İzmir | (Akşam) — İzmir civarında Bulgurca ve Develi köylerinde doludan tütün ve bağlar, mülim zararlar gör- müşlerdir.* Mahsulü zarara uğrayan köy- lüler, un dairesinde vergi muafiye» tinden istifade için vilâyete müracaat et- mişlerdir. N Edirnede konferans Edirne 31 (A.A.) — Cühuriyet Halk Partisi umumi merkezi tarafından tertip edilen seri konferanslardan biri de bugün doçent Akdes Nimet Kurut tarafından Edirne Halkevinde saat 17 de verilmiş- tir. Akdes Nimet Kurat bu konfetansta Türklerin orta Asyadan garba akışını ve .bilhassa onuncu asırdan 12 nci asra ka dar Trakyada Peçenekler ve Kumanlar gibi büyük Türk kolunun faaliyetini an- atmıştır. Cenup vilâyetlerinde canlı hayvan ihracatçıları birliği Mersin (Akşam! — Cennp vilâyetlerine şamli ve merkezi Mersinde olmak üzere teşekkül eden «Canlı hayvan ihracatçıları birliği. heyeti umumiyesi ticaret ve zahire borsası salonunda toplanarak idare heyeti azalıklarına Vasfi Orgun, Export şirketi, Öztürk şirket, Mustafa Erdişliyi ve mura- kipliğe de Lütf! Bükülmezi seçmiştir. Tefrika No. 80 İmtihana çekilen cariyeler gökteki TÜRKÂN HÂTUN Yazan: İSKENDER FAHREDDİN güneşi görmez, yanlarında konuşulanlari da duymaz görünüyorladı Gıyas hayretle sordu: — Kimmiş o bir kişi?... — Türkân hatun... — Büyük annem mi? Çoban yalan aöy- lemiş. O uyur gibi görünür amma, için- den pazarlıklıdır. Bir harp olursa, en önde onu göreceksin! Büyük annsm, babamdan daha cesurdur, Zühre. “- Harp olursa, Semerkand sarayından ayrılır mi sanıyorsunuz? — O, dağda bayırda, derede tepede yatıp kalkmağu; samanlıkta uyumağa, kayalık» lar arasında Üni geçirmeğe de alışmış- ur. Sen, büyük annemi tanımazsın, Zühret Harzem ilinde onun gibi bir iki kadın da- ha olsaydı, hiç bir düşman, gözünü yur- dumuza çeviremezdi. — Türkün hatunun bir iki kere harbe git- tiğini duydum. Fakat, sizin kadar tesir ve foragatı nefs sahibi olduğunu bil- miyurdum, O hülde yurdunuzun istikbelin- den emin olabilirsiniz. Boş yöre endişeye mahal yoktur. Gıyaseddin o günlerde kuşku içinde ya- şıyordu. Bu kadar ince ve tehlikeli mev- sular üzerinde konuşan erkeklerden bile şüphelenirdi. Nerde kaldı ki, koynuna aldı- $ı, beraber yatıp kalktığı bir kadın ona Cengizden, akından, harpten, cesaretlen bahsederken, ona karşı lâkayıd kalacaktı. Buna imkân mı vardı? Giyas derhal Züh- reye karşı tavrını değiştirdi: — Ben, cariyelerimden biç birinin bu ka- dar tehlikeli mevzular üzerinde konuştuğu- nu duymadım. Onlar gece gündüz bana dua etmekten, benim İstirahatımı temine çalışmakla başka birşey bilmezler. Sen İse, Cengizin yanından yeni gelmiş, yahud Semerkand sarayında uzün müddet otar- Muş gibi, herşeyi bilir görünüyorsun! Se- ni de (Azrâ) gibi kafese koymağa mecbur olacağım. Zühre, a günlerde, etrafındaki cariyeler- den kafez hikâyesini dinlemişti. Kendisi de ayni kapana düşmemek için, ne mümkün- se yapacaktı. Gıyasın ruhunu ve nelerden hoşlandığını, nelerden nefret ettiğini he- müz tamamile ani O, evhamlı şehzadenin, kadınları akılı görmekten hoşlanmadığını nerden bilsin- di? Bereket versin ki, bu konuşmada Züh- re, Gıyasın bütün temayüllerini ve zevkle- rini anlamıştı. Kendini kurtarmak için, şehzadeye döndü: — Size hizmet eden cariyeler arasında gören, duyan ve düşünen kızlar yok mu sanıyorsunuz? — Onlar birer kör gibidir, Zühre! Birşey görmezler, Ayni zamanda da sağırdırlar, duymazlar, Görmeyen ve İşlimeyen bir in- san ne düşünebilir? em! Mele bir Yanılıyorsunuz, şoluzadı tazrüna ediniz. Onların nefer gördüklerini ve neler duyduklarını öğrenince hayret, edeceksiniz! Cariyelerinizin konuşmağa te- neszül etmediğiniz için, onlara; karşınızda hergün birer Çin kuklası seyreder gibi ba- Kıyorsunuz! Hele bir konuşun... Hele bir dos şin onları, kafalarının içinde neler Yer- leştiğini, neler düşündüklerini göreseksi- niz! Görü açık ve kulağı delik bir insanm bitşeyler görüp duymamasına imkân var mıdır? Garip bir imtihan!.. Şehzade Giyaseddin, Zührenin sözlerini havsulasına sığdıramıyordu, İdraki o kadar daralmış, görüşleri o derece basitleşmişti ki, ona, Türkün hatun gibi zeki ve anlayışlı bir kadının torunu demeğe bin şahid ge- rekâi, Giyas: Peki Zühre, dedi, bu tecrübeyi yapaca- Bım. Besi boş yere meraka düşürdün! Ha- Temde elliden fazla cariyem var. Ben bun- Jarın, benden başka birşey düşündüklerini sanmıyorum. Eğer dediklerin doğru çıkarsa, sana, annemin bana hediye ettiği gayet kıy metil bir Jâhur şalını hediye edeceğim. Ve haromağasını gönderdi... Cariyeleri iki“ şer ikişer osurduğu salona getirtti. Bu, sarayda Ilk defa görülen garip bir resmi geçid olacaktı. Bütün kızlae imtiha- pa çekiliyordu, Gıyas bu kızların hiç birle — O güne &a- dar — Uzun veya kışa, herhangi bir mevzu üzerinde münakaşa değil, ufak bir konuş- ma bile yapmamıştı. Zavallıların hepsini birer kelebek ve yahud birer hazan yapra- #i farsederdi. Güya ki, bir rüzgâr esin- ce hepsi yerlere dökülüp mahvolurdu... Ha- yatları vardı: Hareket ederler, yaşarlardı. Faka$ idrakleri, görüşleri, ihata ve muha- kemeleri yoktu. Gıyas onları bu derece ba- sit mahlüklar zannederdi. O yalnız (Azrâ) - nin zekâsindan korkmuş, fakat onu da çok sevdiği için, tehlikeli taraflarını iyice te$- hiz edememişti, Oysa ki, Zühre, Azridan bin köre daha akıllı, zeki ve görüşleri kuy- vetli bir kadındı. İmtihan başlamıştı. Gıyas, başta duran kızlardan birine sor- du: — Bugün gökte güneş yok, değil mi? Genç kız düşünmeden cevap verdi: — Hayır, şehzadem. Gökte güneş yoktur. Gıyas ayni suali birkaç câriyeye sordu. Hepsi de birinci cariyenin dediği gibi cevap verdiler, yoktur dediler, Halbuki, güneş gökyüzünde bütün azâms- tile görünüyordu, dünyayı nura garketmiş- ti Gıyas, sevgilisine döndü: — Gördün mü, Zühre? Bunların bep kördür... Başlarını kaldırıp gökyüzüne bak- maslar. Kulakları da sağırdır. Işte soruyo- rum, — Kızlar! Benim, şimdi Zühre ile önü- hüzde neler konuştüğumu duydunuz mu? Cariyeler hap birden cevap verdiler: —— Hayır, birşey duymadık... Gıyas, mânalı bir gülüşle Zührenin yüzü- na baktı: — Duydun mu? Cariyelerim, bizim yük“ sek sesle konuştuklarımızı duzmamışlar... zadem! dedi - Onları ben imtihan edeyim. Gıyas elile işaret ederek; İşte meydan, dedi, haydi kendini gös» ter bakalım! Zühre kızların yanına sokuldu? — Allah size göz vermiş, kulak vermiş. Noden, körler ve gağırlar gibi, az görme diğinizi ve duymadığınızı iddia ediyorsu- muz? Şu gökte ışıldayan ve ziyası pencere. lerden içeriye sızan koskoca güneşi nasl oluyor da görmüyorsunuz? Kızlardan biri yavaşça mırıldandı: — Şehzademiz hiçbir şey görmememizi 1 tiyor.. Biz de görmüyoruz. — Yanınızda konuştuklarımızı da duy- madınız nı? Kızların birkaçı birden cevap verdiler! — Şehzademiz, herşeyi duyduğumuzu ar- zu etmiyor. Onun için, bütün seslere ku- laklarımızı tikadık... Birşey duymuyoruz. (Arkası var) (1) Hüsrev Perviz, İranda hüküm ve sai“ tanat süren Sasani hükümdarlarındandır. Hüsrevin sarayındaki dalkavukları meşhur- du; bunlar gündüzü gece, geceyi gündüz de- mekten bile çekirmezlerdi. Dalkavukların hükümdar Üzerinde o derece müessir rolleri Vardı ki, bir gün Hazreti Peygamberin mü- bürü ile kendisini, İslâmiyete davet için ge- len mektuba bile yırtıp attrrmağa mecbur etmişlerdi. Tarihte, Hazreti Muhammedin mektubunu yırtıp elçinin suratına atmak küslahlığını gösteren Hüsrev Pervizden baş” ka bir hükümdar yoktur. O devirde Sasani sarayında Hüsrevden ziyade dalkavaklar hâkimdi, Onun için, İraniler bu devirde (Dalkavuklar saltanatı)na nihayet verme- ğe çalışmışlar ve Hüsrevi tahttan düşürme- ğe muvaffak olmuşlardır. © Tuzak içinde Tuzak p Tefrika No. 174 Delikanlı, bütün bu sergüzeşti din- ledikten sonra genç kıza karşı olan his. siyatının azalmamış olduğunu farke- diyordu, Şimdi üstelik ona karşı derin bir merhamet de duymaktaydı. O sırada bk düdük sesi işittiler, Dalgınlıkları zail oldu. İskeleye var- muşlardı. Vapur da tam onlarla bir- likte geliyordu... Kaptan, delikanlının kolunu tuttu. — İşte bunların .neticesi olarak, oğlum, şunu düşünüyorum ki, kızıma ği. karşi hürmet, muhabbet ve merha- v met ©esliyebilirsiniz. Zira hayatta ne müşküllere kahramalilıkla göğüs gerdi. Fakat zannetmem ki, tahak- kuku imkânsız ba2ı projeleri zihni- nizde artık yaşatasınız... Şimdi her şeyi öğrenmiş bulunuyorsunuz. Bü- | tün bunları anlatmak, benini için va- him bir şeydi. İzzeti nefsim rencide oldu; sizden gizlemiyeceğim... Zira hakiki mücrimin ben olduğumu bili. yorum... Amma, her şeye rağmen si. ze bunları hikâye etmeliydim. Ve söy- ee pişman değilim, Bip cevap vermedi, fakat kapta- ş Nakleden < (Vâ - NAJ nın elini muhabbetle sıktı. Yolcular iskeleye çıkıyorlardı. Bur- han onları karşılamağa gitti. Biraz göçmüş olan Molla bey... Daha fazla topalıyarak Halide Vildan hanıme- fendi... İrili ufaklı Dürrü ailesi... Sö- kün ettiler. Halide Vildan, ilk sual olarak: — Nasıl? - diye sordu. Kaptan bunun kıza ald im anlıyarak: — Nikbinim! - deği, Kadın, homurdandı: Demek hâlâ neticöye mıştı; hâlâ tereddüd vardı. Bunün üzerine nikbinlikten bahsolunuyordu. — Peki, İstanbuldaki? i Her iş yolundaydı. Aksi takdirde Molla bey tapınırcasına sevdiği kızı ile torununu bırakır muydı? Burhan, Ragıpla misafirlerini ta- hıştırdı. Şimdi yemek yemek lâzımdı. İ nuyorlardı. Burhan, Halide Vildanla | Ragıbı arabada yanyana oturtmuş- İ tu. Bunda kasdi vardı. Zira, Halide hnamefendirin ne yapıp yaparak, şu genç adamı İzdivaca İkna edece ğinde ümidliydi. Nitekim ihtiyar kadın, yol arkada- daşile müsaid bir muhayere zemini- ne girmekte gecikmedi. — Kaptan bana sizden büyük bir dostlukla bahsetti... Bu yerleri se- viyor ve buradan ayrılmıyormuşsu- nuz, Cidden haklısımz, — Âdeta taassupla buralara bağlı- yım, hanımefendi. — Demek burada mesudsunuz? — Elhamdulillâh... — Ne ile vakit geçirirsiniz... — Vakit öldürmem lâzımgelmez... Çok işlerim var. — Demek, toprak... Hayvanlar... — Evet... Beni meşgul eden bun- lardır... Av avlarım... Balık tutarım... — Mükemmel... Sıhhatiniz, genç- liğiniz de bunlar için müsald... İs tanbulü içiniz çekmiyor mu? — Aklımdan bile geçirmiyorum... Arada sırada uğrarım, fakat gönlüm — Kışları? — Kışın geceler uzundur... Fakat İki saat sonra, ikindi serinliğinde | bütün gün çulluklar, tavşanlar, ya- yolai düzüldükleri zaman, Ragipla | ban domuzları ardında koşluktan misafirler epeyoe dost olmuş bulu. | sonra, insan kış gecelerini de kısal- mış sanır... Sonra efendim, kütüpha- nem var... Binlerce kitap... — Filozofsunuz... — Bilmecbüriye öyle, hanımefendi. — Hayır, mecburiyet değil, zevk... Zita kaptandan öğtendim: Haliniz vâktiniz çok yerinde olduğunu öğren- dim. Herkesin yaptığını, siz de faz- lasile yapabilirsiniz... Ragıp: — Hanımefendi! - dedi, - Zengin- lik gönüldedir. İnsan hırslarını, ih- tiraslarını tahdid ederse zengin &â- yılır. İhtiyar kadın başını çevirdi. Deli. kanlıyı muhabbetle süzdü — Sizin gibi ve sizin fikirde bir genç nasıl olur da evlenmez... — Anlatayım efendim: Umduğu- nuzdan fazla müşkül bir iştir bu... — Müşkülüt neresinde? — Zevklerimi, âdetlerimi size an- lattım. Ben vahşi tablatli bir insanın. Buralarda dağ başında yaşıyorum... Genç kızlar, bilhassa benim geçine- bileceğim ayarda olanlar benimle ay- nİ zevki besliyebilirler mi2... Onlar kalabalık isterler, hayat isterler... Bense sosyete denen şöyden nefret ediyorum... o Tiyatrolar, sinemalar, balolar... Hulâsa İstanbul... Onların aradıklarını burada nasi bulmalı?... Şayet benim hayatima kendilerini mahküm edersem ölüm demektir, — Demek arzu ettiğiniz gibisin! pu“ Tamıyorsunuz. — Bulamamaktan korkuyorum... Esaşen reddedilmek öyle fenama gis der ki bir taleple de bulunmadım. — Iki taraflı fedakârlıkta buluna bilirsiniz. Bazı mevsimler burada, bazı mevsimler de İstanbulda otu- rulur... Erkek, başını salladı: — Böyle bir şey vadödemem... Çifliğimden üzün zaman ayn yaşı yamam... Yaratılışımda kKöylüyüm... — Hiç de görünmüyorsunuz. Bir müddet sustular. — Harumefendi... - dedi. - Benim vaziyelimde arkadaşlarım vardı. Çif lik, çubuk sahibi Anadolu Uşaklar rıydı. Akıllarına esti, İstanbula da- dandılar, Ellerinde #vuçlarında beş para kalmadı. Zira neleri var, nele yoksu hepsini sattılar, savdılar, İhtiyar kadın birdenbire mevzu das İ ğiştirdi. — Korsankaleye sık sık gidiyor mus sunuz? — Takriben her gün. — Sizin çiflik, o civarda gsliba? — Komşuyuz. — Hidayet hanımefendi nasıl? — Fevkalâde bir hanımefendidir... Son derece takdir eder, hürmet bes- lerim... (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: