16 Temmuz 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

16 Temmuz 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

My gr VE EEE Çocukluk hatıraları Vapurumuz köprüden hareket etmiş, bur- punu boğaza doğru çevirerek ilerlemeğe baş- lamıştı, Üst güverte püfür püfür esiyordu. “Tam karşımda bir delikanlı ile bir genç ka- dın oturuyordu. İkisi de güzel insanlardı. Yalnız şıklığı züppelik derecesine getirmiş- Teri, Hele kadının giyinişi, tara pek göze çarpıyordu. Konuşmaları da bir tuhaftı, Her fırsatta kendilerini biribirle- rine medhediyorlardı. Bir aralık çocukluk- larından bahis açıldı. Genç kadın: — Benim çocukluğum gayet gArip geç- miş... Sessiz, hayal kurmağı pek ziyade se- yen, romantik bir kızmışım.. Bazen elimi geneme dayar, oturduğum pencereden ufuk- Jara dalar, saatlerce düşünürmüşüm. Hat- $â eve gidip gelenler benim bu halimi gö- rürler: «Mutlaka bu kız şair, artist fln olacak» derlermiş... Sonra çok İçli bir kız- mışım efendim. Kaharyem öldüğü gün 8- atlerce ağlamış, günlerce yemek yememişini, Küçük bir kanarye yüzünden az daha ve- Tem olup gidecekmişim!... Genç kadının bu sözleri üzerine yanındaki delikahit onu hay- ran bakışları ile süzdükten sonra: Çok inee ruhlu bir kızmışsınız.. A- 14 dü öylesiniz ya. Demek daba pek ufak yaştan aşırı dercede hassasmışsınız. Genç kadın devam etti — Yana... Öyle imişim efendim... Sonra ek boğaşsızmışım, © derecede Kİ, hiç bir- Gy yemezmişim. Bütün gıdım çikola'a (miş. Ağzıma çikolatadan başka birşey koy- mazmışım!... Kadının bu sözleri, her nedense, sinirime dokunınuştu. İsnan yalnız çikolata yemekle övünür mü 14i?.. Lâkin genç kadın o ta- raflı değildi. Çocukluk hayatını büyük bir iftihar içinde anlata anlata biteremiyordu. — Sonra her çocuk ibi dehşetli oyuncak düşkünü değilmişim. Gayet iyi hatırlıyo- rum, Evin içi bay boy, çeşid çeşld oyuncak- larla dolu (di. Renk renk bebekler, tene- keden küçük otomobiller, trenler, evler, kar- yolalar.. Paşa babam boyuna eve oyuncak yığardı. Lâkin ben bunlardan hiç birine el bile sürmezdim. Yalmı£ bunların arasında 6 yaşımda din- irdiğim masallardaki prenseslere benzetti- Bim bir sarışın bebek vardı. Hülyah gözleri ile bu cansız küçük prensesi kendime pek yakın bulurdum. İşte yalnız onu severdim. Onler böyle koruşurlarken vapar Üskü- dara yaklaşmıştı. Buradan binen yeni Yol- culardan bir kımı güverteye çıkmışlar, göz- leri ile etrafta oturacak yer arıyorlardı. Bunların arasında ilk bakışta delibaş, âk- ına esen! yapan, ağzına gelen! söyleyen bir insan tesirini veren bir genç kadın da var- dı. Karşımda demindenberi çocukluğundan bahseden kadın onu görünce dehşetli bo- zuldu, Yanındaki erkeğe: — Aman, dedi, akrabamdan Mebrüre ge“ Uyor... Patavatsız, boş boğaz bir kızdır... Bi- Eihirimizi tanımıyormuş gibi yapalım... Va- purdan çıkınca buluşuruz... Olmaz mı? , Erkek buna «peki» cevabını verdi. İsminin Mebrure olduğunu öğrendiğim kadın şimdi gülerek bizim tarafa doğru iler- Jiyordu. Geldi karşımdaki kadının yanma oturdu. Delikanlı onları hiç tanımıyormuş gibi elddi elddi oturuyordu. Yeni gelen kadın yanındakine: — Zöhracığım... dedi, sana ras gelmem ne kadar iyi oldu. Vallahi her zaman ak- ımdasın... Daha düri aklıma çocukluğumuz geldi, Hani bitişik bostandan beraber incir aşırırdık. Çocukluk işte. Hatırlar msn bir gün bahçıvan bizi kovnlamıştı. Kaçar- ken daha rahat koşabilmek için takunyala- runızı ayaklarımızdan çıkarıp ellerimize al- mıştık, Taşların üzerinde çiplak ayakla larını alır da kemire kemire yerdik... Han hey!... Biraz evvel çocukluğunun kibar hatıra- larını sayıp döken güzel ve züppe kadın şimdi fena halde bozulmuştu. Kırmızı du- daklarını büzerek: — Tuhaf şey... Hiç hatırlamıyorum, hig amma... diyordu. Ötekisi israr esti; — Aman Zehra nasıl hatırlamazsın? Bu- na İmkân mu var?,. Yanımızdaki bostan unutmadın herhalde... Hani lahana koçan- Esrarlı Yarını alır da kemire kemiğe yerdin... Hani Düşün çocuk. yeme ayalımda lâhana koçanı gülim... Hiç hana koçanı yenir mi?.. Onu belki hayvanlar yer... Fakat Mebrure gayet iyi halırlıyonduz — Ne diyorsun? Çocukluğunda lâhana ko- çanı yemez miydin?... Unuttun mu benim elimden bir Jâhana koçanını kapmak için az daha gözümü çıkarıyordum... Unuttun mu?... Ne kadar aç gözlü bir kıydın... Hattâ mahalledeki çocuklar sana cAç gözlü Zeh- Tas adını takmamışlar mıydı? Zehra lı al moru mor cevap verdi: — Vallahi Mebrure sen bunamışsın.... Böyle söyliyerek demindenberi kendisini tanımıyormuş gibi duran yanındaki deli- Kanhya bakıyordu. Mebrure: — Bir de ne aklıma geldi biliyor musun? Hani senin hiç oyuncağın yoktu. Bir gün annenle beraber Kapalıçarşıya gitmiştik. Yanımızdan bir baloncu geçti, Sen: — Ben bir kırmızı balon isterim... diye ağlamağa başladın. Balon alınmayınca yer- Tere yatıp tepindin. Annen de güya seni bi- rakıp gidecekmiş gibi epey yürüdü. Ara- ya kalabalık girdi, Sen kaybaldun... Hatır- İıyorsun değli m!? O günü yatsı ezanından sonra elin yüzün ağlamaktan dalga dalga Kirlenmiş, burnun akmış olduğu halde po- Hisler son! eve getirmişlerdi. Az arsız çocuk değildin Zehra... İşte bu sırada fevkalâde birşey oldu. Bü- tün bunları dinleyen genç kadın yanındaki erkeğe doğru yıkılıp bayıldı. Zavallıyı göğ halle ayılttık. Şimdi arkadaşı bir yandan ona kolonya serperken bie taraftan da: — Vah Zehracığım... Herhalde sıcaktan üstüne fenalık gelmiş olacak... Amma sen çocukken de annenden her dayak yiyişte bayılırdın... diyordu... Hikmet Feridun Es BULMACAMIZ sg pg 9 10 9 — Yarı karanlık » Tersi dişlerin bulun- duğu yer. 10 — Tersi hariçtir - Gös üstündeki kıllar, Geçen bulmacamızın balli Soldan sağa ve yukarıdan aşağı: 1 — Müsellesat, 2 — Üzüm, As,Ga,3— Sümerbank, 4 — Emerold, Be, $ — Rooso- vel, & —Labis, Feli, 7 — Esadefendi, 8 — Ven, Eb; 9 — Aşkbeldesi, 10 — Ta, EBibir, Yüzük AŞK ve MACERA ROMANI 'Tefrika No. 39 Gözlerine bakmakla doyamadığı sev- gili evlâdınır yüzüne bakamıyordu. Ba- gını eğiyordu. Hicabından tetliyordu. Şayet Hayri bir an bile annesinin kal bini burkultan bu tereddüdü sezseydi... Maazallah... Fakat ihtimali var mıydı ki, Hayri, ta- mazisinden biraz bile şüphelensin?... Gözlerile sörmüz, vesikalar yakalamış ol- sa çildırdığına hükmeder, inanmazdı. Galibe, nasıl olmuştu da oğlunun bir an bile aklına fena bir şey gelmemesini temin o edebilmiş? o Hayri, çocukluk hatıralarını yokladıkça «baba» dediği adamı hafızasında silik bir şekilde can- Tandırabiliyordu. Kendisine terbiye ve şahsiyet veren annssinin büyük bir fera- gatle başucunda çırpındığı o basta adam... All adam... O kör... Hayri, annesinin komşu evinden reza- İetle koğulduğu gece ne hallere uğra- mıştı?... Acaba dimağında ufacık bir şüphe uyanmış mıydı? Uyai di. Fakat bu şüphe doğmu sönmüştü, Evlâd muhabbeti, itimadı, bir an içinde bütün diğer hisleri boğmuştu. Musmmanın halli merakı yerine, mu- babbetli bir endişe kaim olmuştu: 4— Ah, annem üzülmesin.» kay- Kusu... Müteakip günler zarfında, Hayri anne- sine sual sormamıştı Nakleden: (V& - NO) İzahatın kecdiliğinden gelmesini bek- liyordu. Kayalarda Masume'ciği görmüştü. On- dan sadakat teminatı almıştı ya... İşte onun için sabır ve sükünetle intizar, ona tahammülfesrâ iş Gözlerini kapıyor, kayalar üzerinde narin bir heykel gibi sevgilisinin hayalini dimağında canlandırıyordu. O tatk ba- Hayır hayırlı. Sarıvasıflarla Fennoz- lar öyle eski rabıtalarla biribirlerine bağlı idiler ki bu iki ailenin arasında Gene eskisi gibi dost olacaklardı. Masu- me'sini istediği gibi görebilecekti. Onun- la evlenecekti. 4— Çok geçmez, Lâtife hanımefendi annemi ziyaret eder, özür diler. Başka türlü olmasına imkân göremiyorum! diye düşünüyordu. Hakikaten de Gelibeye bir mektup geldi. Lâtfe hanım itizar ediyor, af dili, yordu. Kadır. bu mektubu alınca hemen oğ- lunu çağırttı. Hayrinin İâboratavanı ayrı bir köşk halinde isil binanın yanındaydı. Burası eskiden ebabasınıne selâmlığı iken şimdi Hayriye meşaj dairesi yapılmış kesrin , EU EN —— Adana pamukları Yugoslavya ve Yunanistanla haberata nazaran Yunanistan ve Yugoslar- ya iie Türkiye arasındaki pamuk meselesi- nin inkişafı çok yaklaşmıştır. Bu takdirde Çukurova pamuklar için yakın ve şayanı Kimad iki mahreç temin edilmiş olacaktır. Berbes dörizle Japonya ve Finlândiyaya Adana pamuklarnı satma teşebbüsleri he- nüz müsbet bir neticeye İntikal edememiş- tir. Birlik, Adana valisinin, fabrikatörlerin, büyük çifçi ve tüccarların iştiraktla büyük bir toplantı yapacaktır. Çanakkale Halkevinin faaliyeti Çanakkale (Akşam) — Çanakkale Halk- evinin bü seneki faaliyeti, diğer senelere nazaran daha verimli olmaktadır. İki yıl- danberi Halkevinde meccanen devam eden dikiş, biçki ve elişi derilerinin sergisi, Halk- evi salonunda merasimle açılmıştır. Bergi- deki intizüim ve bü müddet zarfında moy- dana getirilen işlerdeki! güzellik, eldden tak- dire lâyık derecededir. Sergiyi ziyaret eden ler pek çoktur. Bayın profesör Mazhar Osman, Üç konfe- Tans vermek Ssere buraya gelmiştir. İlk gecesi Halkeyinde muhtel(? mevmilar etrafın- da ve bugünlerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde çok kıymetli konferans. varmiştie, Ertesi gün Erine kazasına giderek orada da bir konferans vermiştir. Ayni gün rilâyetin muhtelif yerlerini dolaşmış ve gördüğü bie takım sağlık işlerini mevzu edinerök bunla” ra karşı alınması icap eden tedbirler hak- kında son defa olarak dün gece bir konfe- rans daha vermiştir, Konferanslar, hoparlğn tertibatile şehrin her tarafında dinlenmiş- tir. ANKARA RADYOSU 16 temmuz salı öğle ve akşam 12,30 Program, 1235 Şarkıla? (PIAk), 1250 haberler, 1305 şarkılar (P1âk), 13,20 Bet- hofen beşine! senfoni (PJAK), 1805 Dans muziği, (Plük), 10,30 Çocuk saati, 19,15 Pa- sil heyeti, 19,45 Haberler, 20 Çifçinin saati, 20,39 Küme saz heyeti, 21,15 Serbes saad, 21,30 Radyo gazetesi, 21,45 Salon orkestrası, 2230 Alans ve borsa haberleri, 22,45 Salon orkestensi, 23 cazband- (Plâk) 1 Temmuz çarşamba sabaha 130 Program, 745 Müz'k (Plâk), 8 Fas berler, 8,10 Ev kadını, 8,29 Alafranga (PL) Bu gece nöbetçi eczaneler ka), (Kurtuluş), Nal), Güeyyed), köyde (Halıcıoğlu), Fatih da: (Üniversite), Şeh- Temininde (Hamdi), Karagümrükte (Fund), Fenerde (Emllyadis), Samat- yada (Erofilos), Aksarayda - (Sarım), Eminönü mıntakasında: Merkezde (9 Mh Necati), Küçükpazarda (Yorgi), Alemdarda (Al Riza), Kumkapuia (Cemil). Diğer mıntakalarda: Kadı- köyde (Rifat), (Sıhhat), Üsküdarda (Ömer Kenan), Beşiktaşta (Süleyman Recep), Sarıyerde (Nuri), Büyükada“ da (Şinasi Riza), Heybellde (Tanaş), Eyüpte (Arif) eczaneleri, (Ortaköy, Arnavutköy, Bebek scza- nöbeteldirler) ÂŞIK GAR BÜYÜK HALK MASALI Tefrika' No. 18 Yazan; İSKENDER FAHREDDİN Âşık Garibin ati oynaktı, yolda giderken mütemadiyen kişniyor ve durmadan koşmak istiyordu , Aşık Garih, zindanda uykuya daldığı za- man: — Sanem... Sanem... Sana geliyorum! Diye haykırdı. Köşkün bekçisi bu sesi günde birkaç kere duymağa alıştığı için, arkık, #indandan akseden gürültülere de kulak vermiyordu. Kul sıkılmayınca, Hızir imdada yetişmez. Köşk bekçis! bahçede uykuya dalmıştı. Birdenbire köşkün bahçesinde bir at kiş- nemesi duyuldu. Bekçi başını kaldırınca, paşanın kâhya- sni gördü. Teişin yerinden fırlayıp kalktı: — Dedim ya, bana rahat yok bundan sonra, Bugün de bu baş belisıni yoklama- 8s paşanın kühyası geldi işte. Osman kâhya atından imerek, yularıni bir afaca bağladı. — Neredâsin, bekçi baba? — Buradayım, devletilmi Şuraya bims uranmıştım da.. — Âşık Garih ne yapıyor? Ve bekçinin cevap Yermesine meydan kalmadan, kâlya, sözüne çu cümleyi ek- dedi: — Ona iyi bakıyorsun, deği mi? -— Günde bir kuru ekmekle, bir desti sudan başka nasibi olmıyan bir insana ne yapılmak Ilmımsa, onu yapıyorum. Osman kâhya zemin katına inen merdi- yenin başında durdu: — Pekâlâ, Haydi, duş önüme bakayım. — Yiyecek vereceksenin, > yasaktır, dey- tetilm! Zübeyde sultan duyarsü, beni ge- bertir. — Merak etme; ona yiyecek değil, hürei- yet, ışık vereceğim. Gülerek, cebinden çıkardığı anahtari bekçiye uzattı: « AI şunu da, zindanın kapısinı â9 bakalım... Köşk bekçisi şaşaladı: — Aman devletim, şaka mı söylüyorsu- nuş? Zübeyde sultan, bana sıkı sıkı tem- bih etti. (Zindanın kapısını benden bağ” ka kimsa aşmıyacak) dedi. — İyi amma, Zübeyde anahtarı bana ved, Âsk Garibi affetti. Onu çıkarıp ha- mama götüreceğim... Elini, yüzünü temis- İedikten sonra da saraya... Bekçi anahtarı aldı. Tereddüdle #in- dün kapısına yaklaştı: mer, bügün de güneş görmeseydi, belki yarın çıldırdı. Diye söylenerek demir kapınm kilidini açtı. Osman kâhya kapıya sokuldu: — Merhaba, delikanlı! Ne yapıyorsan. Sesin çıkmıyor... Uyuyor musun? Paşanm kihyası $6s alamadı. Yavaşça İçeriye girdi. Garib yere uzanmış, xineir- lere başımı dayayarak uykuya dalmıştı. Kihyanın sesini duyunca nota: Zübeyde seni bekliyor. Dedi, Garibin zincirlerini çözdüler. Ga- rib kalkınca: — Ayaklarım ve kollarım hürriyete ka- vuğtu; Fakat, kalbim esirdir. Onu hiç kim- se ne hapsedebilir, ne de Azad... şam Aşık Garibi hamama götörüp temiz- üyecekti, Bahçede yedek bir at duruyordu. Osman kühya: — Haydi, şu hayrana sen bineceksin, dedi, şehre döneceğiz. — Hava çok sıcak, Akşam serinliğinde yola çıksak olmaz mı? i — Geç kalırız. Hamamlar kapanır. — Acele işimiz var mı? — Öyle ya... Elbette var. Hamamdan so TA Zübeydenin dairesine gideceksin! — Ne diyorsun, kâhya? Beni, İbrahim par şanın cellâdiarına mı teslim deceksiniz? — Hayır canım. Korkma sen, Cellâdların hepsi, vezirden ziyede Zübtydeden korka — Demek ben bu gece Zübeyde İle yüs yüze geleceğim, öyle mi? — Evet, Fakat, bu gece de kendisine ha“ karet edersen, işte o zaman korktuğun gey veya gelir... Kellent kopartırlari ik Garib yavaş yavaş başını sallıya- rak: — Peki, dedi, o halde hemen yola çıka» hım. Vakit geçmesin. Her ikisi de atlarına atladılar... (Meşum köşk) ten ayrıldılar, Osman kfbyanın kaşıkları ağriyordu. Yolda; — Aman oğul! dedi, sakın hayvemni koşturma! Ben hastalıklı bir adamım. Hüzk gidemem... Seni peşinden kovalamağaa mecalim yok, Şu ağaçlı yolun kenarından konuşa konuşa gidelim. Âşık Garibin atı oynaktı. Mütemadiyen kişniyor ve durmadan koşmak istiyordu. Osman kâlıya bir aralık kendi kendine Da- rıldandı: — Ah, şu hayvan, gençliğimde benim elime gaçmeliydi de ben ona sıplıyarak kig- vermemişse de, her halde ne yapıp yapa cak, Zübeydenin bir daha yüzünü görme çalışacakta. varken, daha neler yapmazdı? Garib, yol. dr giderken, vicdanlle bir hayli çarpıştı... (Arkası var) beleri esrasında bir tehlike olursa yan- gın ana binaya sirayet etmesin ve umu miyetle sakin ve tenha bir yerde bulun- sen diya Hayri böyle mützeri > bir'yeri seçmiş'i, Hizmetçi: — Hanımefendi sizi istiyor! Konuşa- cakları varmış... - dediği zaman nin yüreği bop etti. Lâboratuvarında genç bir arkadan vardı, Bu, parası kâfi gelmediğinden İs- Yaşlarında resimler vardı. Galiba gayet iyi bir remamdı. Anne oğul, işte bu odada karşılaştılar, Kadın bir köşede, koltukta oturuyordu. Önünde marketri bir ufak masa, b da da yastıklar dolu bir divanla koltuk ve sandalyalar vardı. Bu odams içindeki her şey, sahibesinin güzelliği Je imtizaç etmiş gibiydi. Divanın kenarına, Galibenin pek yar | kanına oturdu. Kadın, oğlunun haline bakıyordu. De- likanlının nazarları satırdan satıra atlar- ken yüzünde büyük bir memnuniyet ha“ ml oluyordu. Kendinin ise, çehresi solu- yordu. A oğlunun hayalini niçin harap ede- e Genç, memnuniyetle başını kaldırdı. Gülümsiyerek: — Zavallı Lâtife hanım... Biraz kas çık... Değil mi anne? Bu sairfilmeğam hali neymiş?... Sanki böyle bir krize ya” kançlık buhranına benziyor... O geceki elbiseniz sizu ne kadar yakışmıştı, ber seferkinden Odaha güzeldiniz. anmeci- ğim... Sizi sunre elbisesile asla görmedi. ğin için, oğlunuz olduğum helde ben de sizi kuukanmıştım. — Nasıl kıskanmak? — Evet... — Anlat bakayım, — Anlatamam... Fenanıza gider. — Benim fenaa gidecek şeyler dü- günüyorsun demek ki Hayri? — Yok yok... Fakat ne bileyim?.. amma anneciğim, sizi o gece tam mina sile kadın olarak gördüm... Güzel ka- dın... Herkesin beğeneceği kadın... İşte onun için kıskandım, Kızardı. Yüzünü, çocukça bir hareketle, anne- #iniâ omuzunda sakladı. Mudaklarının ucuna «bütün erkeklerin arzu edeceği» diye bir tabi; gelmişti. Bunu söyliyeme- den onu güzel bulmuşlar, meşalenin et» rafına öşüşen pervaneler gibi onun etra» fnı almışlardı. Düşündi; <— Ne suretle dünyaya geldiğini ona &geç anlatmağa mecbur kalacağım... O zaman kimbilir, ne hallere düşecek... Bu namuskâr tabiatli çocuk...» Birdenbire ürktü: < —Acaba her şeyi itiraf etmek va sifem midir? Siylemesem, bu can sik cı hakikati gizlesem daha iyi değil mi acaba?» Parmakları oğlunun beyaz alnı üzerine deki gür, kıvırcık saçlar arasında do- Şakacı şakacı: ii — Zalim çocuk... — dedi. — Bereket vemin kalbim, yüzümden daha ihtiyar... Dun et ki öyle. Demek beni saçları ağarmış, yürü buruşmuş görmek istiyor- sun. Delikanlı da işi şakaya vurdu: — Asl bu mektubu yazan sizi öyle ihtiyarlamış görmek İster... Fakat me demki itizar ediyor... Mademki bu he- diseye hiç bir yabancı göz şahid olma- dı... Mademki sairfilmenamlık buhranı tutmuymuş.. Her ne hal ise, bizde affe- deriz... Fa hadisenin üzetine bir nisyan perdesi çekeriz... Mektubunda #kendim. gelecekim amma, hâl& buhranım de vam ediyori» diye de ilâve ediyor. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: