19 Ocak 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 5

19 Ocak 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

W dö Trevil Kardinale: “Bir adam'n diğerini zi- ) azan: Alehsandr Duma m—erosn yaret etmesi yasak mıdır?,, diye sordu -—M Dınıhyını murat bu- *uruyorsunuz. — Himayenizde bulunan bir delikanlı demek istiyorum; M. dö Trevik. * — Evet, Haşmetli, doğrudur. — Bu deüikanlının - teşvikte Bulunacağından şüphe — etmez misiniz?... — M. Atosu hal Kendinden iki kere yaşliı bir adamı m? Hâayır, elendimiz. Bundan baş- ka, Dartanyan o akşamı benim konağımda geçirmişti. Kardinal gülümsiyerek dedi ki: — Âlâ, anlaşılan © akşam herkes sizin konağınızda im ş! — Haşmetli sözümden şüphe mi buyuruyor? — Hayır Allah göstermesin! Fakat yalaız onun saat - kaçta konığınızda bulunduğunu bil- mek istiyorum.. — Oh, bunu haşmetliye kat'i olarak söyliyebilirim; geldiği za- mün vakit geç olduğunu zan- netmiştim amma saatin dokuz buçuk olduğunu gördüm. — Peki, konağınızdan saat kaçta çıktı? — Saat on buçukta; vak'adan bir s&at sonra.. Trevilin doğruluğundan şüphe edemiyen ve fakat zaferinin de elinden kaçtığının farkına varan Kardinal cevap verdi: — Fakat öyle amma, Atos, Fossoyö sokağındaki evde w kalandı!.. — Bir adamın diğerini ziya- | 'reti yasak mıdir? Yoksa maiye- t#imdeki bir silâhşorun M. dö Essart fırkasından bif muhalızla - dost olması memnu mudur? — Evet, ahbabının evi şüphe altında ise öyledir. Kral söze karıştı: - ev şüphe altındaydı, belki sizin bundan haberiniz yoktur. — Emin olunuz, benim bun- dan hiç haberim yok. — Ev şüphe altında olabilir. Fakat M. Dartanyanın oturduğu kısmın da şüphe altında bulu- nacağını kabul edemem; çünkü, onun sözlerine inanabildiğime göre, Şevketli efendimize ondan daha sadık ve kardinal hazret- lerine ondan daha hürmetkâr bir kimse tasavvur edemiyorum. Kral, can sıkınlısından yüzü , kızaran kardinale bakarak sordu: — Geçenlerde karm Deşose frika No, Tcıı” Manascırı yanında vukus gelen müessit m sademede — Jussakı yaralıyın Dartanyan mı bu? — Etrtesi gün de Bernajuyu yara'ıyan, Evet, eve'; © çocuk, Efendimiz pek — güzel batırlır yorlar, — Ey, şimdi neye karar ve- receğiz? diye kral sordu. — Bu iş benden ziyade şev ketli efendimize aittir, bence cürüm sabittir. Trevil söze atıldı; — Ben de aksini iddia ede- rim. Fakat efendimiz'n hâkim- leri var ve bu hâkimler işi meydana çıkarır. Kral tasdik etti: — En doğrasu. budur: Mese- leyi hâkime havale etmektir. Bu oyların işidir. ve her şeyi meydana çıkarırlar. Trevil cevap verdi: — Yalnız, yaşadığımız bu fe- na devirde, en temiz bir hayat, en muhterem bir faziletin insanı zillete ve 'zülme düşmekten kur taramadığı teessüfe şayandır. Şunu söylerim ki, potis ellerin- de hakarete duçar olmak hur susu ordunun pek hoşuna git- miyecektir. Bu söz bir 9z cür'etliydi; fa- kat Trev | bunu tam duygusu ile sarfetm'şti. O bu iş (çin bir patlak ver. mesini istiyordu. Çünkü attığı torpilden ateş çıkardı amma ©o ateş her şeyi aydınlatırdı. Kral, Treyilin sözlerini kapa- rak bağırdı: — Polis işleri hat Po'is işleri fena hal Bu hususta neler bili- yorsun, elendi? Kendi silâhşor- larınla meşgül ol. Böye şey- lerle beni şaşırtma! Sizin sözle- rinize göre bir silâhşor tevkif olununca Fransa tehlikeye dü- şŞüyor demektr! Bir silâhşor için işte bir mesele! Ne demek, istersem on tanesini, yüz tânc. sni, hatta bütün taburunu hap- settiririm! Hangisi gık diyebi- lirmişt... Trevil cevap verdi: — Bu andan itibaren hepsi efendim zce fena nazar altına altına girm'ş bu'unuyor. Bütün silâhşorlar kabahatli görülüyo;; bunun için işte kılıcımı teslime hazırım! Çünkü benim ma yetim müttehem gürülünce M: 1ö Kar- dinalin nihayet beni de mütte- hem tutacağına şüphe yoklur. En iyisi, henüz mevkuf bulunan Atos ile levkif edileceği anlaşı- an Dartanyan ile beraber şim- dıden gid p hapse kapanmaktır. — Gaskon kalalı adam! Ar: tık susacak mısın?. Trevil ise sesini bile alçalt mıyarak sözünde devam etti: — Efendimiz, ya emrediniz silâhşorumu bana teslim etsin- ler, yahut mahkemeye çeksinler. — Muhakeme edilece... Diye Kardinal söze karıştı. — Pek güzel, istediğim de bu; çünkü bu halde Şevketli Elendimizden onun müdalaası çin izin istiyeceğim, Kral bir kavga çıkmasından korkmuştu.. — Eğer Kardinal hözretle- rince bir mabzur yoksa..... Dedi. Kardinal kralın ne demek is- tediğ ni farkederek sözünü kesti: — Afedersiniz, bu hususta Şevketli efendimiz beni hakem olmakta mazir görünüzl. Kral dedi ki: — Bana bak, vak'a zamanı Atosun sizin evinizde bulundur ğuna ve bu İşte parmağı olma- dığtna babamın ismiıne yemin eder misin? — Şerefli babanızın ve dün- yada en sevdiğim ve en hür met cettiğim elendimizin ismine yemin ederim!. Kardinıl söze karıştı: — Efendimiz lütfen düşün- sünler ki, mahpusv serbest bi rakacak olursak hakikati öğren. mekliğimize imkân kalı Trevil cevap verdi: — M. Atos her zaman elde- dir. Uzun setreli adamlar onu istintak etmek isterlerse cevap vermeğe her zaman hazır bulu- nacaktır. Onun gizlenmiyeceğ ne M. İö Kardinal emin olabilirler; kefili ben olacağım.. Kral bu sözü teyid etti: — Hayır, bir yere sıvışmaz; Trevilin söylediği veçbile o her zaman bulunabilir. Dedi ve sonra tıp ricakâr ikmal etti: — Onaları kefalete bağlıya- ha; bu bir siyasettir. 13 üncü Luinin bu siyasetine kard.nal gülümsedi, — İstediğinizi irade buyuru- puz, efendimiz; afletmek - hakkı size asttir. Kati emir almak arzusuna düşen Trevil söze atıldı: — Sonu var — sesini alçal- bir halde sözünü ANADOLU yacaktır. ı—'iîtîâd—'—| Sigala yağı Akdenizin sıcak — ikliminde, Köygeğiz ve Fethiye kazalarıma sahile yakın sulak — arazisinde hudayinabit olarak yetişen Gün- lük ağaçları memlekete, senevi yüz bin liralık bir gelir temin ederlerdi. Fakat bu gün bu gelir kesil- miştir. Bunun tek sebebi ihmal- ciliktir. Memleketimizden — başka bir de Hindistanda yetişen bu ağaç: lardan sizala yağı ve sonra da günlük, buhuru elde edilir ki bu iki maddenin yakın tarihe kadar yabancı ülkelere ve tâ İngilterenin Kap müstemleke- « ne kadar ihracı yapılmakta idi. Itriyat ve tababette kullanılan sigala yağının şimdi mühim ih- racatçısı Rodostur. İtalyanlar bu maddeyi bizden diledikleri Fat- le alarak tasfiye etmekte ve sonra da diğer memleketlere, hususile Fransaya ihraç eyle- mektedir. Yağın Rodosa tasfiye edilme- den gönderilmesi ve oradan da Avrupaya ihracına imkân veril- mesi bittabi memleket menfaa- tinin yabancı ellere, bile bile terki demektir. Halbuki Rodosta yapılan tasfiye ameliyesi basıt ve iptidaidir. Binaenaleyh mem'eketimizde de tali mümkün ve kolaydır. Günlük buhuruna gelince, ya. kın bir tarihe kadar memlekete döviz getiren bu maddenin ar- tık ticareti ve ihracatı durmuş- tur. Günlük buhurunun da 8- gala yağından sonra — ihracını mümkün kılacak araştırmalara ihliyaç vardır. İhmale uğrıyan servetlerimizin tekrar ihyasına çalışırken güne lük ağaçlarının da aluna ikaz işaretini çizelim, İlk plânda yapılması gereken iş şe olmalıdır. Köyceğiz ve Fethiye — kazalarında — günlük ağaçlarına — yapılan — tahribatın önüne geçmek. Cünkü köylüler bu ağaçları keserek damlarına çatına yapmaktadırlar. Onların çoğaltılmasına imkân vermek ve daha sonra da Rodosta gö- rülen — sigala yağı tasfiyesini memlekette mümkün kılmak... Nejad Böğürtler Dr. Behçet Uz İ l Çocuk hastalıkları mütehassısı || Hastalarını 11,30 dan Bire ka- dar Beyler sokağında Ahenk matbaası yanında kabul eder. Muayenehane telefonu 3990 Ev telefonu 2261 İnkılâb hatıralarından İstanbul bir takım emniyet bölgelerine ayrılmış ve her biri liva, ferik ve müşir rütbesinde bir kumandan idaresine verilmişti Milletin, otuz üç sene müte- madiyen sultan Hamidin zulüm ve istbdadından çekmediği azab kalı amıştı. Bir çok kurbanlar wermişti. Fakat bunlar hep mün- ferit hareket ve h:yecınlııdıı ibaret olduğu için tesirini gös termemişti. Yukarıda da arzet- tiğimiz gibi Mzancı Murad, üç dört yaşındaki bir kızının ta- hassürüne, otuz, otuz beş mil- yondan (baret bir milletin saa- detini feda etmemiş olsaydı. Bu inkılâb on sene daha evel ba- şarılmış olacak Bulgarların bir kısmı ile Sırp, Rum ve Ulah gibi hıristiyan anasır arasında #özün ayağa düşürülmesine ve araya soğukluk girmesine ve k devletlerin de © kadar derek pervasızca oyun oyaamalarına meydan kalmıya- caktı. Üç yüz on dört senesinden so;ra toplu olarak hemen biç bir iş yapılmamış idi. Bul med ötedenberi ele - geçi bürriyetperverler — kafile kafile sürgüne — gidiyor ve — tazyike maruz kalıyor, canlarını veriyor kanlarını — akıtıyorlardı. — Hele Tıbbiye mektebinin verdiği va- Purlar dolusu kurbanlar, Fizan çollerinde inleye inleye ölenler geride — bıraktıkları ailelerinin kanlı göz yaşları çoğaldıkca ço. galıyordu. Mület, bürriyet yolunda mün- ferid hareket eltiği için — çok kan dökmüştü. Bu dökülen kan- lar Hamidin mezalimini teşdid. den başka bir şeye yaramıyor- du. Necip ve Selim Melhame adında Suriyeli iki Arab Yıldız mezbahasının engizisyonu idiler, Taşkışla divan harbı da ayrıca bir işkence şebekesi id. Akla ve hayale gelmedik mezalım bu- ralarda ifa olunurdu. Galâtada Voyvoda karakolu serbafiyel bazreti şehriyart ferik kabasakal Mehmed paşa adında bir çerkezin zülüm ve ölüm sa- çan bir yuvasıydı. Bu herif ba: şına topladığı avenesile sobaha kadar bu karakolda vakit ge- çirirdi, Yıldız, yapacağı meza- Kmi gece işlerdi. Denize atıla- cak zavallıları bu kabasakal Mehmed çatanasına alır, Mar- mara açıklarına gider, denize atardı, Basılacak bir çok evleri bu adam basardı. Padişaha fenalık edenler hakkında yapacağı zu- lümde babasını bile dinlemezdi. İstanbulun bir takım emniyet bölgelerine ayrıldığını ve her bi- rinin liva, ferik, müşir rütbesinde birer kıımındınm idaresine ve- rildiğini yukarıda arzı Bu Kal Mehmed NASREDDİN — PCT n EKtUplArı. ah HOLHU 3bi Yazan: Şeyh Küşteri Gozumun birisi yok oldu, diğe- ri de tepeme çıkıp yerle Açaba hangi muhasebe dai- resine?. Her halde bizim mü- terakim âhret maaşlarını vere- ceklerdir. Derhal doğruldum, Zırtakil beni 6muzlarımdan yakalıyarak şöyle bir tartakladı; hı limi değiştirdim. Gözümün risi yok oldu, öteki de tepeme çıkıp orada yerleşti. Artık sağı, solu görmece yok, münhasıran yukarısını görüyoruz. Mezar birdenbire açıldı, bir kapıdan geçtik; sekiz, on daki- ka kadar yürümüştük ki genişce bir meydanda bekleşen arka- daşlara rast geldik. Biribirimizi göreceğiz diye, rüküa varır gibi, eğilip kalkışlarımız da ayrı bir manzara idi, Bu zavallılarla ayni ölmüşüz. Ne ise.. Bizi manga kolunda dizdiler. Sağdan - çift, tek saydırdılar. Güzelce bizaya getirip parti, parti ayırdıktan sOnra: — Marş. Kumandasını verdiler. Buram, buram terliye, terliye üç gün, üç gece tevakkufsuz yürüdükten sonra geniş bır meydana geldik. Ayağımı kaşımak behanesile eğilp şöyle bir göz gezdirdim: Beş yüz kadar kâtip melâike he- sap yapmakla meşgul idiler. — Durl Kumandasile beraber tepedeki göz yerine geldi, öteki de kar- şıdan uçarak süratle eski yerine yapıştı. Aman yarabbi; ne gö- reyim: Hindden, Çinden, İngil- tereden, Habeşistandan, Japon- yadan, Amerikadan, Hollanda- dan, Türkiyeden, İrandan, Fran- sadan, hulâsa dünyanın dört tarafından gelmiş — müslüman, hiristiyan, yahudi, mecust bir alay insan., Yekdiğerimize melül, melül bakışarak lisanıhâl ile ne ola- cağımızı sorarken Zırtakil, elin- de tuttuğu listeden birer birer isimlerimizi okumağa başladı: — Mister Con.. — Yes. — İagilizsiniz. değil mi? — Olkcayt.. Derhal iki Melek peyda ola- rak koltuklarında tuttukları iki teri açtılar. Muhasebe mü- dürü olduğu hal ve tavrından anlaşılan iri bir Melâike Mister Conun defterlerine şöyle bir göz attıktan sonra: — İngilizdir, iyi mal olmasına imkân yoktur, sol tarafa ayırınız Emrisi verdi. İngiliz bir türlü bizden ayrılıp gitmek istemiyor- du. Herif inad edeyim derken yanı başında kötü bir Arap be- lirdi ve: — Domuz oğlu, burasını dün- ya mi sanıyorsun? Yürü.. Der, demez belinden yakala- yınca sol taralın köşesine fırla- tiverdi. Hazırun, isimlerile çağırıldıkça ilerliyorlar ve gâh sağa, gâh sola ayrılıyorlardı. Nihayet beni de çağırdılar: günde & MARDMUL AAMAMACI MA ei D07 BAF resmen — serhafiyeci hazretişehri- yari olduğu — öylece de imza attığı için bunun mıntaka'nüluzu İstanbulun her tarafı i Büyüklerden ve bir az 'da şüp- heli adamlardan biri öldü mü kabasıkal güya cenazede bulu: nuyormuş gibi — geli; n’= takribini ” bolarak SlMeAİŞilatü görür ve sultan Hamide: *—..... Kulunuz ölmüştür. Ce- | nabılak sizlere ömür versinl., — Sonu var — A kme ni gazeteci ıen!.. — Efendim. Cartakille Tartaf |, defterlerle, göründüler. . Muhasebe yüzüme baktıktan - s0n — Ulan senin biç b yok mu?. — Aman elendim, vası! İzmirde b'z üç kişi id göllü Hasan ağa, Giri baba, bir de ben... — Ne yapardınız?, — Önümüze gelene kefil olur- duk, iyilik ederdik, bu yüzden gümledik. güne kadar kefalet b dim, ölmeseydim daha kırk yıl ödeyecektim. l yok?. Sarı» ili Raşid üçümüz de Ben cu son öde — Böyle saçma sapan şey- lere hasenat değ ; enayilik der- ler. Ben sana basenat — soruyo- rum., — Hasenatım da vardır efca- dim, muhak'cak ki melâike unuts muş, yazmamıştır, — Melekler hata ve nisyane dan özadedirler. Unutmazlar, Geç bakalım şuraya.. Geçtik.. Herkesin defleri tet kik edilip hasonatla seyyiatın esaslı bir şekilde karşılaştırık ması imahşer gününe havale olunduktan sonra — tekrar yola düzüldük. Fakat bu gidiş, e$ kisi gibi değildi. Herkesin boy« nuna günahının timsali asılmıştı. Kimisi bakire kızların bekâret gışasını, kimisi öldürdüğü adam- ların cesedlerini, kimisi çaldığı eşyayı, kimisi de yadığ yetim haklarının demire tahavvül el miş sikletini tuşıyordu. Bana, gelince: Boynumda yirmi dört bin kadar okkalık sallanıyordu.. Muhasebe dairesi Ârâfa gi- den yolun üzerinde imiş. Biz meydanın bir köşesinden çıkar» ken mukabil — köşesinden de bizden bir gün sonra ölenler geliyorlardı. — Artık — cesedlik, filân bitmişti. Hepimiz de tayf halinde ruh olmuştuk. rakı şişesi Yüz yirmi yedi gün — bilâ fa- sıla yürüdükten sonra “Akeron: te, nehrinin sahiline vasıl ol duk. Bu nebirde Karun hazret. lerinin büyük bir kayığı vardır. Yaradana, ebeveyne, beşeriyete, doğduğumuz güne ve neslimize ağız dolusu küfürler ede, ede bu kayığa dolduk. Karun, kü- reklere yapıştı, çekmeğe başla- dı, Biz; soluk mevcelerin Üstün- den öbür sahile geçinceye ka- dar kayığa bindiğimiz yer, biz den bir gün sonra ölenlerle tek- rar dolmuştu. Karunun vazifesi, sahile gelen ervahi bu kayıkla muttasıl kar- şıya geçirmekmiş. Bu hali - öğ- renince Karun olmadığıma bin şükür ettim. Akeronte nehrini bu süretle geçtikten sonra yeriden yürü- meğe başladık. Az gttik, uz gittik, dere, tep:, düz gttik, nihayet kımbilir kaç yıllar daha Yürüyerek üç yol ağzına geldik.. Habif, Tilkilikt- Yeni |ıııı r, lıı_ldpnıı mda As1, Güzelyerde Adiyet cezahaneler: nöcc çıdirler.

Bu sayıdan diğer sayfalar: