18 Şubat 1944 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11

18 Şubat 1944 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

EZ Ya ay MAY (4 zaman asil kişi oldu- 8. Sumu aklıma getirme- den yaşadım. Fakat bir gün geldi ki, bu işlerden anlayan bir zat, bana asaletimi ifşa etti. Evet bunu söyleyen, bu sahada salâhiyetli bir adam- dı. Esasen o ve bütün mes- lekdaşları, her hususta sa- lâhiyet sahibidirler. ün mühim bir işim vardı. Alelacele giyinip so- kağa fırlamış; fakat evden uzaklaşır uzaklaşmaz, sakal- lı olduğumu farketmiştim. Artık eve dönmek mana- sızdı. Eli ayağı düzgün bir berbere gitmekten başka çare yoktu. Çok geçmeden tenha ve temizce bir dük- kân keşfettim, içeriye dal- dım. İlk işim acelemden dem vurmak oldu. Berber bu gibi hallere alışmış bir adam olacak ki, hemen yer gös- terdi ve usturasını bilemeğe başladı. Bir dakika sonra yüzüm sabunlanmış, ustura işlemeğe başlamıştı. Her , halde acele ihtarımdan do- layı olacakki, berber işi sadece usturaya bırakmış; mesleğimi sormağa, muvaf- fakiyet için çareler göster- meğe kalkışmamıştı. İşte tı- raş bitiyor ve adam hâlâ su- suyor. Neredeyse kalkaca- gım. Bu esnada berber bir çekmece açtı ve yüzüme bir kan taşı dokundurdu. De- mek bir yerim kesilmiş. Zararı yok, alışkınız. Parasını veriyorum. Çık- mağa hazırlanırken, adam hiç sırıtmadan : — Cildiniz gayet ince, berber değiştirmeseniz iyi olur ! Diyor. Eh, tabii; ticarette reka- bet şart... Günlerden bir gün, taşra- da bulnnan kardeşimden bir mektup aldım. Bir kaç gün için İsanbula geliyor- muş. O gün kendisini istas- yonda karşıladım. Sarmaş dolaş olduktan sonra evin yolunu tuttuk. Bir aralık : — Ağabey, dedi, saka- lım var, bir berbere uğra- yıp aldırıversek... Sirkecideki dükkânlardan birine girdik. Benim tıraş günüm olmadığı halde, yan- yana iki koltuk görünce ani bir kararla oturuverdim. Bir taraftan kardeşimle konuşuyor, bir yandan da aynada berberin hareketle- rini takip ediyordum. Bir » an geldi ki, yüzümde kan görür gibi oldum. Berbere işaret edince, adam: — Şimdi dindiririm bayım! Fakat cildiniz öyle ince ki, ne kadar dikkat etsem yi- ne kesilir. Dedi. Dönüp kardeşime bakı- yorum. Gülümsüyor. Onun yüzünde kan filân yok. Birdenbire eski berberi ha- tırladım. — Bunu size başka ber- berler de söylemedi mi? Ten inceliği soy sop yük- sekliğini gösterir. asâletimin bu yeni vesikası karşısında, düşünmekten kendimi ala- adım. Sokakta şundan bundan konuşarak eve vardık. Annem ne zamandan be- ri hasret kaldığı küçük oğlunu öpüp kokladıktan sonra ikimizi de kollarımız- dan tutarak bir koltuğa doğru ilerledi. Orada hoş beş ederken kafama yerleşen bir şüphe... İşte bu kadın, annemiz! Fakat şu cilt me- SİZ a selesine ne demeli? Yoksa gençliğinde bir günah mı işledi? Aman Allahım, deli olmak işten değil... Bu ne şüpheli şüphe ?... Bütün gece uyuyamadım. önüne geliyor. Ben bir asil- dim, fakat ne pahasına... * »* Aradan epeyce zaman geçmişti. Kardeşim yerine dönmüş, işine başlamıştı. Kendisine eskisi gibi sık sık ve candan mektuplar yazamıyor, şikâyetlerine ise sudan bahanelerle set çeki- yordum. Anneme karşı ga- yet sert davranıyor, babamı çök defa görmemezlikten gelerek hayrete düşürüyor- um. Günlerim, asaletin verdiği gurur ve buhranlar içinde geçerken, birgün, eski mek- tep arkadaşlarımdan birine rastladım. Belki son zaman- larda birçoklarına yaptığım gibi onuda bir selâmla sâ- vip geçecektim. Fakat bir- denbire onun İstanbulun en tanınmış ailelerinden birine lerde bulunmuş arkadaşlarla görüşmek ve hattâ yeni- 231 z ği Ed e z. * O Lim ye Ni “ evlenmiş. Onlar lu?) lerile tanışmak icap etmez- miydi? © Beraberce yürürken bize doğru bir adamın ilerledi- ğini gördük. Biraz sonra yanımıza yaklaşan bu şiş- man ve karayağız adam, arkadaşıma sarılmış, iki ya- nağından gürültüyle öperek heyecanlı bir sesle çağla- yordu: — Ah benim küçük Ne- jadım. Arkadaşım ona «Hasan ağabey» diyordu. Kendi- sinden ayrılmağa niyetle- nirken: — Bırakamam dedi, şu- İster istemez razı olduk. Adam koltuğa yerleşti. Biz se bir kenara çekilerek es- ki hatıralardan açtık. Ara- dan pek az bir zaman geç- mişti ki birinin : — Dikkat et, körmüsün? Diye haykırmasile ken- dimize geldik. Bağıran, ar- kadaşımın «Hasan ağabey» si idi. Berber ona: — Ne yapayım bayım, diyordu, öyle ince bir cil- diniz var ki1.. İşte bir asil daha... Hem- de Nejat gibi tanınmış bir aileye mensup... Bunun uy- durma, şüpheli tarafı yok... Tıraş bitmiş, sokağa çık- mıştık. Hasan ağabey, biraz şundan bundan bahsettikten sonra Nejadın annesi ve babasına selâm söyleyerek ayrıldı. Arkadaşıma sor- um : — Akrabadan mı, Nejat ? — Bizim evde doğmuş, babamla beraber büyümüş. Onun babası, dedemin Mı- sırda bulunduğu sıralarda hizmetine aldığı becerikli bir kıpti imiş. Dedemle birlikte İstanbula gelmiş. Hizmetçi sonra Hasan ağabey uzun müddet bizde kaldı. Asker- liğini bitirince ticaret ha- yatına atıldı; ve kıyafetin- den anlı yorsun ya, epeyce muvaffak oldu... Oh, yarabbi asalet buh- ranımı yenmiştim. kızlardan birile.” | “Bldüktei Ep af, hü ii; ii ğ

Bu sayıdan diğer sayfalar: