31 Mayıs 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11

31 Mayıs 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ge ARKO NDAN 777 77117 2 Ne elinin şehadet par- Vi N , Va zaman bizi sar- mağjnı, gözümü ç dıkları okundak çıkartmak ister- 2. e bir. fildişi kule, #w FİLDİŞİ KULE >; tarak dekidi: man da bizi ya- — Sen vak- tırdıkları tabut, tiyle, şimdi oldu- Necip Fazıl KISAKÜREK başka bir fildişi ğu gibi, meydan- kuledir.Yalnızlık- larda haykırmak ihtiyacında bir fikir ve sanat adamı değildin! Hattâ böy- lelerinden tiksinirdin. Kendi i le müdafaa eder gibi bir halin vardı. Ne oldu, duryp dururken sana; bunu hiç nefsine izah etmeğe kalktın mı? — Evet efendim! — Nasıl? — Çek iyi belirtdiniz. Ben vak- tiyle; fildişi kulede kapalı kalmaktan daha aziz gayesi olmayan bir insan- dım. Sonra onu yıktım; ve onun yı- kılmasından daha aziz gaye tanımaz oldum. Fakat fildişi kulenin içindey- ken de, dışına çıkıncada, kendime göre hak ve fark imtiyazlarını muha- faza ederek... Bugün benim için, en aziz ve nâdir hakikatleri, bir ha- malla bir çobanın kulağına kadar üf- leyebilmek sihrinden daha üstün kud- ret yoktur. Fakat bunu yaparken, kalabalıkların şahsiyetsiz hamurkârlı- ğını yapanların meşhur bayağılığına düşmeden.. Nasıl izah edeyim; bilmem- ki... Fildişi kulede kapalı kalmakla dışarı çıkmak arasında çok 1 ince fark ve münasebetler 0 ifade, şahsiyet humması çeken ya- pıcı mizaçların, evvelâ fildişi ku- lelerine çekilmesi, oOorada pişmesi, olgunlaşması, sonra fildişi kulesini yı- karak sokağa ve meydana intikal et- mesidir. Yani âdi sokak adamiyle, inzivasının yeraltı hayatını yaşadıktan sonra sokağa atılan adam arasında, dış benzerliğe rağmen farkların en esaslısı var. — Seni, ben anlatayım, seni, ben anlatayım! Fildişi kule... Bu tâbir, içinde yaşadığı cemiyetle bütün alâ- kalarını kesmiş sanatkârın, ferdiyeti etrafında ördüğü kozayı anlatır. Sa- natkâr bu kozanın içinde, halka ya- sak edilmiş bir sarayın bekçisi ha- linde şahsi servetlerine muhafızlık eder. Bu servetlerin yegâne tanıyıcı ve alıcısı eği m dişarı âlemin bü- tün kıymet hükümlerine rakip, fakat dışarı âlemi kendi kıymet hükümle- rine kazandırmak gayretinden de müs- tağni, mermer duvarlar ve atlas per- deler arasında, doğmıyacak bir yarını bekler durur. Fildişi kulede oturan sanatkârın her edasından sızan şikâyet şudur : «Ben anlaşılamıyorum b Bu şikâyetin âhenginde dışarı âle- me teklif etmek istediği bir BEN has- reti gömülüdür. Onun içindir ki, dışarı- siyle alış veriş yapan her geçer ak- çeye düşman; ve dışarısı, değersiz insanları visâline alan zevksiz bir ka- dınmış gibi ona küskündür. Hakikatte bir aşkın ters tecellisin- den başka birşey olmayan bu küs- künlük, derinleşe derinleşe o hale gelir ki, asıl gayeyi unutturur, kendi- sini gaye diye kabul ettirir. Alâka- sızlığın, ifadesizliğin, dilsizliğin felsefe ve mizacını yaptırır. Sanatkâr, timsah derisi benzeri bir dikenli kabuğa bü- rünmüş, başının üstünde gidip gelen güneşlerin acelesine kayıtsız, ömrü- nün sonuna erer. Sanatkârı fildişi kuleye çeken benlik ve şahsiyet humması, büyük çaptaki insanı, maskarasından ayıran en esaslı çizgidir ama, hiçbir mesele fildişi kulede fasledilemez. Fildişi ku- lede doğan hayat, tohumun kabuğu- nu çatlatışı gibi, fildişi kuleyi yık- makla işe baş- layacak; ve bu dışarıdan içe- riye giriş veiçe- riden dışarıya çıkış, her par- çası irtibatlı bir tekevvün halinde kendisini tamamlamış olacaktır. İnkilâpçı, sanatkâr, âlim, filo- zof, tek bir üstün yaratılış gösterile- mez ki, kendi iç âleminin zindanına kapanmadan dışında mevcut hayatı kabul etmiş ve sonrada o zindanda sonuna kadar kalmış olsun. Fildişi kule, ulvi hastalıkların te- davi gördüğü ve yüksek şifaya çev- rildiği hastahanedir. Kendisini bu illetten muaf ve bu şifadan müstağni gören sıhhatli sokak yaygaracısı AHMAK; ve büyük hayatı bu has- tahanenin içinde kabul eden zavallı a5 da CÜCE'dir. larımızın fildişi kuleleri sayısız ve her yıkılacak fildişi kulenin içinde bekli- yen fildişi kuleler namütenahidir. Bu- na rağmen en mübarek gaye fildişi kuleyi yıkmak ve içimizin ışıklarını bir sinema perdesi gibi sokağa ve piyasağa aksettirmektir. Tasavvufi telâkkiye göre her şey- den ve her ifadeden evvel var olan Allah, âlemleri bir aşk hamlesi için- de, görünmek, bilinmek ve sevilmek için yarattı. O halde hayat, ilk sebep ve ilk hamlenin, fildişi kulesini yıkması ve gömleğini sıyırması hâdisesidir. İçinde sonsuz varlıkların tazyi- kini duyan herkes ve herşey, bir gün gömleğini parçalayacak ve bu göm- leğin altından çıkacak çizgileri ya- bancı gözlere sermek ihtiyacını du- yacaktır. Ne dersin?.. — Sadece hayranım! — Düşünki, yüksek hakikatleri anlamaz sanılan halk, Peygamberlerin mucizelerine muhatap oldu. Hangi fikir ve sanat hamlesi, mucize çapı- na yükselebilir? Sen ona mucizeyi göster; bak, onu hiç olmazsa bir ulviyet heyecanı kadrosunda, anlıyor mu, anlamıyor mu? Halk dediğin, bir hâdisenin en aşağısiyle en yukarısına tutkun, tılsımlı aynadır. Meşhur ölçü: «Hakkın zâhiri halk, halkın bâtını hak...» O, yalnız ikisi ortasını anla- maz, Leke sa- bunu satan âdi açık gözlük be- lâgatinin basa- mağında da, Peygamberlerin mucize kürsüsü kar- şısında da aynı halk birikir. Büyük adam, fildişi kule mahpusu değil, halkın bâtınındaki ulviyetin sihirbaz öksecisidir. Hayattan daha ulvi ve girift hiç bir pilân olmayacağına ve bu pilânın baş unsuru halk olduğuna göre, selâm olsun fildişi kulelerini yıkan kahramanlara !.. * Fildişi kulelerimizi yıkalım ki, memleketimizi yeni baştan yapalıml.. 1

Bu sayıdan diğer sayfalar: