5 Temmuz 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

5 Temmuz 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ER Ben bir iki odalı bir ev, tavuklar, bir mektep hocalığı düşünmüştüm. Öyle çocuklar yetiştirmek İştiyordum ki... O kadar mühim çocuklar da değil: Şu delikanlıların söyleyip de sonra kahkaha ile güldüklerini hakikat ya- pacak insanlar!.. Sen ne düşünmüştün: Biraz daha şu aptal adamla meyhane, sinema, plâj dolaşayım. basta, yatağa düştük. Seni hala nasıl seviyo- rum; bu bir sırdır sevgilim, Gözlerinden öpe- rim, Ps Si Buna ne diyeceksin. Hamiş kelimesi hiç hoşuma gitmiyor, Frenkçe kısaltılmış beynel- milel, kullanıverelim mi dersin? Mektubumun mabadi demek de vardı ama birisi kalkar: yor değilim, hamiş demesini de mi beceremi- yor. Ah bu yeni nesil! diyiverir. Derler sev- gilim, bilmezsin. Hiç lâtife yepyeni kes degilim. Ne- den yapıyorum? Hem de soğuk cinsinden. Ben böyleyim işte, Kederimi unutmak için sanki kedersizmişim gibi yaparım. hir de benim gibi yapıyor: Yaz- lık sinemalar tıklım tıklım, adam almiyor. Belediye bahçesine bülbül sesli, Sulukuleden eği a hânendeler gelmiş. Sesleri biraz kısı a tatlı, Adeta sesleri bile sıcak, hem esmer. > Barakamn ikabiyölera pikap TELAŞINA bütü Sokaklar kalabalık, canlı. Bütün halkta bir lik gazabı, kış babanın altı yedi aylık buz gibi somurtmasına tercih bile edilebilir, Sen ne diyorsun sevgilim? Gürgen dedim de oradan hatırıma geldi. Öteki mektubumda « sahi, bu artık bir P.S. olmaktan çıktı - bazı yerleri unutmuşum. İşte gürgen dedim de hatırıma geldi. Efendim, o memur evlerinin temellerini gayet sağlam atmışlar, Sonradan (karkas) çatı meselesinde işler çatallaşmış. Bazı çürük gür- gen direklerinden (karkas) yapılmış. albuki zaten gürgenin sağlam bile olsa, diregi şöyle beş on senede toz haline gelirmiş: Gelirmiş dediğime bakmal Bizim ev de zelze- leden tamir edilirken, bazı direkler kırılınca “ içinden sünnet çocuklarının yaralarına > tozlar gibi bir toz dökülüvermişti. İşte o man Ahmet usta: — Gürgen diregi evlât, böyle olur. Canım çam, güzel, kokulu, sağlam, yağlı çam! diyede sıfatlar bulup eklemişti. diregi kurda karşı, her halde o güzel kokusu, reçinesi ile mukavemet ediyor olmalı. Tevek- keli degil, yaz kış yeşildir mübarek ağaçl Kuvvetinden diyeceğim, çam tahtalarından, ise oda insanı belki sağuga, zatürreeye karşı koruyordur. e öylede olmasa gürgenin fiatı eğ mikâbı 10 lira ise, ötekisinin 290 lira miş. Fiat vaziyeti ağ olsaydı, hiç üzer- ve bu işi alanlar ç kullanırlar mıydı? Zannetmem. Ba | bir içtihat meselesi olsa g a tuhaf bir şey anlatacağım: Şu mü- teahhitlerden bir tanesini görsem konuşsam, dedim. Hiç biri meydanda yoktu. Nihayet bir tanesini gösterdiler. Dört beş kişi bir tarafta Yaklaştım. Bir de baktım, bizim eski bir mek- tep arkadaşı. Geçen seneye kadar selâmlaşır- dık. Altıncı sınıftan kaybolmuştu. — e revülerde artistlik yaptığını görmüştüm. Ev- velki seneye kadar bir revüde kötü vi de alıyor, hiç de beceremiyordu. Ben ken di ken- dime «bari bu çocuk başka bir meslek tutsa ve demiştim. Ona doğru yürüdüm. Gayet bir selâm verince durakladım. Kendime dil dedim, işin mi yok? Sen gazeteci mi- vr Hangi gazetedesin diye sorarlar da ser- best muharririm derim eN » dedim. Kahvenin bir köşesine oturdum İşte müteahhitlerden biri o imiş. Ben kendi hesabıma memnun oldum. Aferin oğ- lana! dedim. Vallahi aferin! Demek ki benim kendi kendime onlar için düşündüğüm şeyi o da düşünüyormuş. Budala, sen kendi haline bak dedim, kendime. Hem müteahbit, hem de Y. Mimardır o, dediler, Yüksek Mimar diplo- ması ile revülerde artistlik yaptığı, bu kadar güzel sanata haveskâr olduğu için onu tebrike can attım. Beni tanımamazlığa in ısrar etti, ee Şu gürgen meselesini halledece PE bizim memleketin çocuklarının ne kadar güzel olduklarını bilir misin? Nasıl bilmeyeyim, diyip gülme; hepsi bana benze- mezler. Belki ben bir istismayım? Hem ben çirkin miyim, sevgilim? Ben de insan oğluyum. Bu, senin beni bir sevmene bakar. Bak o zaman nasıl burnum düzeliyor, gözlerim mahmurlaşıyor, küt parmaklarım incelip san- giz parmağı oluyor, dişlerim incileşiyor. o kadar tatlı güzellerini gördüm ki, on- ma bayıldım. Bilhassa memleketin çocukları- nın gözlerinde tatlı bir safvet, bir merhamet, bir safiyet vardır ki, deyme büyük şehirlerin çocuklarında bunlar yoktur. Bizim çocukların yüzünde o kurnaz, çapkın, alaycı, hem mahal- lebici çocuğu, hem it mânası yoktur. Bu göz- lerle on dakikada samimi olunur. Bu gözlerle on dakikada içli dışlı, kardeş olunabilir. Bir e her memlekette olduğu gibi bizim çocuk- larımızın da dudakları, öne doğru küskündür. Bir çoklarının bilahare bu güzel buseler alıp ver olan dudaklarının kenarlarında sarı, sulu, geceleri korkmaktan olduğunu san- dığım uçuklar gördüm. Bazısının bütün üst dudağı, bazısının bütün kenarlarını kaplamış olan bu uçukların sıtmadan olduğunu sonra- dan üğrendim. Yalan olacak ama şöyle yaz- mak istiyorum: İşte bunun için seni beraber getirmedim sevgilim. İster miyim senin güzel dudaklarını uçuklamış görmek? Onları öpü- cüklerimle uçuklatmak isterdim. Sıtmadan söz açılmışken memleketteki münevver kısmının ileri gelenlerinden olan doktorlardan da küçük havadis vereyim: Geçenlerde bir büyük zat burayı ziyaretlerinde doktorlara sormuş: 51 . - Sait Faik — Nasıl, halkta bit var mı? oktorlar hepsi birden - Belediye dok- toru müstesna - bir ağızdan: ayır efendim, bura insanları tubaf- tır, memeliler klimin insanlara bağışladığı - muhte- şem lutfe karşı büyük zat hamdü sena ede ceğine kapıda yeni elbiselerini giymiş, parlak o bir KrszYz A çağırarak: uraya yavrum, demiş. ii gömleğiyle iç fanilası ara- sından bir tane bit bulup doktorlara göster- miş. Doktorlar şaşırakalmışlar. Sonra ' bir tanesinin muayenehanesinde toplanarak ikli- min kendilerine gi hiyaneti Cenabı hakka protesto etmişle! Son Shay muayenehanesinde Belediye doktoru bana kendisi söylediği için mesuliyeti ona aittir a belki e Burada fa- kirleri sever gözüken, muayene ettiği frengili hastalara (Emu dintill) şırınga eden 75 kuruş hafif tabiri ile bir şarlatan, kendisine Şarbon çibanını gösteren hastaya hocaya okutmasını tavsiye etmiş. Ölüleri ziyaretten dönerken yol ortasında bembeyaz, tiril tiril titreyen, siyah gözlü, yeni temiz elbiseli bir köylü ço- kalkıp gelmesiyle Şarbon illetine hoca tavsiye eden âlim doktor arasındaki farkı düşünerek ben de mektepte okuduğum için utandım. Çocuk: — Belediye doktorunu bulamadım. Ecza- siya yalvardım yakardım, vermedi. Onda var ama. Ben biliyorum onda var. Onda muhakkak vardı. Ben de emindim. Dün keresteci Hasanın oğluna İken halda ya- kaladığı belsoğukluğunu a geçirsin diye (ultraseptyl) mis yal Bir havadis daha vardı. Neydi acaba? Dar hatırladım: Zelzeleden met e Ika dağıtılmak üzere biraz zeytin yağı, zeytin, mum, şu bu verilmiş. Binlerle takir hücum etmiş. Bakmışlar ki olacak gibi değil. Mem- leketi tanıyan bir namuslu heyet seçmişler. O dağıtsın demişler. Müracaat edenlerin için- de bakkal dükkânlarındaki - Allahın hikme- tinden - bir kocaman kara binnik zeytin yağı şişesine bile bir “> olmamış bir hafız efendi- nin: karısı da hu fakirler arasında değil mi imiş. Herife yüzbinlik derlerdi. ihayet, eb, dünya nizamı bu... Belki üç dört tane fakir feda edilip zeytin yağı alamamış ama, bir çok hali vakti yerinde olanlar da bu korkunç ve çirkin yağmaya karışamamış. Seninle'artık konuşmayacağım. Seni gör- mek bile istemiyorum, İçim kan ağlıyor. Görüyorsun ki seni hâlâ seviyorum. Seni sevdiğim için de gözümü dört açıyorum. Biz insanlar hep böyleyiz. Sağ gözün alla ha- beri yoktur. den öperim kızım. . Ahmet — SON — ei iğ Seni üzdüğüm için beni affet. Gözlerin. e ae lara ür >

Bu sayıdan diğer sayfalar: