2 Ocak 1948 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

2 Ocak 1948 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ER ve a ALLAHIN VE PEYGAMBERİNİN KİTABINDAN SONRA DİNİN EN BÜYÜK ESERİ: Gilt 1- Mektup 41'den EYGAMBERLER Pey- gamberinin Sünnetine rağbet... Tarikatla hakika- tin Şeriatı tamamlayıcı bi- linmesine dikkat... Şeriat ilmiyle de gerçek tasavvuf ilmi arasında hiç bir fark olmadığını anlamakta basi- ret.. Bütün kemal dâvası bu incelikler üzerinde top- lanır ve velâyet makamının son basamağı, bütün bu in. celiklerin nihai ifadesiyle (Sıddıkiyet - Hazreti Ebu Be- kirin makamı) derecesinde karar k v Efendimiz, âlemlerin Rab- - binin Sevgilisidir. İyi ve gü- , zel olan her şey o Sevgili içindir. Onun içindir ki, Hak, Kitabında, Sevgilisine büyük ve eşsiz bir. yaradı. lış ve ahlâkla vücud ver diğini haber verdi. Cihanın Efendisinde iç ve dış âlem. ler kemal halindeydi ve bir: birlerine asla aykırı bulun- muyordu, Bu bakımdan ger- çek marifet ve eriş, zahirle bâtının birbirinin tamamla- yıcısı halirde, birbiriyle a- henk belirtmesi ve hiç bir aykırı ifadeye imkân birak- mamasıdır. Meselâ : Yalanı ağza almamak şe- Katar, Kalbe giren Ke giren yalanı cehd imei nefyetmek tarikat iken, cehdsiz ve emeksiz atmak- da hakikattir. i Tarikat ve hakikat yol. cularına, Şeriatın zahir pi- lânına aykırı bir hal zuhur edecek olursa, bu, mutlaka, yolun bazı hususiyetleri yü- zünden düşülen manevi sar- hoşluk sebebiyle alur. On- lar ayılıp tabii hale geldik. leri zaman bütün bu aykı- rılıklardan hiç bir şey. kal. “madığını ve bütün mesafe. . lerin kaybolup gittiğini gö- rürler. Bir de bakarlar ki, Şeriata zıd gibi duran ilim “veidrâk adına ellerinde hiç bir şey kalmamıştır, 4 “ru görünür. “celerin incesi Bir zümre sırf manevi sarhoşluk ve muvazenesiz- liklerinden dolayı zat! iha- taya, yani kavranılabileceğine inanmış. tır, Onlar bizzat Allahı, âle- min muhiti bilirler. Bu anlayış, Hak ehli âlimle- rinin anlayışına zıddır. Zira onlar Allahın, zatile değil, ilmiyle âlemi muhit olduğu kanaatindedirler. o Gerçek- ten bu zahir âlimlerinin kanaati, hakikate öbürle. rinin anlayışından çok da. ha yakındır. Allah, hiç bir hükümle mahküm ve hiçbir ilimle malüm değildir Onu, mahlükunun kavrayış had- dine sokarken, her hüküm, nasıl ve ne türlü olursa ol- sun; yanlıştır. Orası, insan için nihai hayret ve mutlak - gaflet makamıdır ve o di- yarda münhasır bilgisizlik. ten başka bir şeye yer yok- tur. Her türlü idrâk ve mef- m oyununa karşı asla şaşmaz bir mizan halinde, Hakkın, hiç bir beşeri iha. taya Ger BŞ girift- liği nisbetinde basit, özle bir bedahettir ki, bunün ak sini iddia edenler, zatın iha. ası tabiriyle onun ilk taay- yününü kasdettiklerini söy- leyerek nefslerine bir. özür tedarik babi dsla af. kat bu ta. ayyüne zatın vi diyenler; bir “çoklarını şaşırtan, baş dönmesine uğratan ve de- rinliğine doğru çeken ölüm uçurumuna yuvarlanıp gi- derler, Onun taayyününü bilmeyenler, bu taayyüne zat derler, «Vahdeti Vücut» tabir edilen ilk taayyün bü. tün mümkünler âlemine sa- ridir. Bu bakımdan zatın ihatası gibi bir hüküm doğ. Fakat bu in- noktada şu sonsuz nükte vardır kiş Al. tah, kendi (Mâsiva . Dış dün- ya) sında mevcüt her şey- den . müstağni, mücerred ve münezzehtir. Elde bu mizan bulundukça, bu ta- Allahın zatile © “ , dadır. mının yolu olan ilham ile , hataya yer ayyünler hakikat yolunun gerçek kahramanları gözün- de de sabit olsa yine onla- ra Allah için zait nafarlar- la bakarlar ve Hakkı on. lardan tecrid imkânına erer- ler. Böylece taayyünlerin ihatasına, zatın ihatası de- mezler ve demek istemez- ler. İmdi, bu ölçüyle zahir âlimlerinin görüşü, öbür türlü gören tasavvuf ehli. nin görüşünden daha ulvi dir. Çünkü o türlü tasav. vuf ehlinin, ne kadar mü- cerret “Olursa olsun göre- bildiği zat, ilim ehlinin gö- zünde yine ve daima (Mâ- siva - Dış âlem) e dahil ol. mak icap eder, Büyük sır- ra varanların indinde, bâ- tın-irfanının Şeriata uygun- luğu o nisbette tamamdır ki, kıpırdamaya imkân bu- lunamaz. Velâyet makamın. dan üstün olan «Sıddıkiyet> makamı budur ve bu ma- kamın fevkinde yalnız nü. * buvvet makamı vardır. Se- lât ve Selâmın: hedefi olan P ey- gamberine “vahy eliyiş ge- len ilim, «Sıddik» a ilham vasıtasiyle açılmıştır . Bu iki ilim ârasındaki-fark sa- dece vahy ve ilham arasın- daki farktan ibarettir. Sıd. dıkiyet makamından aşağı her makamda ise bir parça «sekr- manevi o sarhoşluk» daima mevcuttur. Tam ve kâmil ayıklık ve tam ve muhteşem muvazene, yal- nız «Sıddıkiyet» makamın- «Sıddıkiyet» maka- nübuvvetin vahyi arasında. ki fark ise, vahyin melek vasıtasiyle oluşundan asla bırakmaması, ilhamda ise en ulvi merke. ze, kalbe hitab etmesine rağmen kalbin akıl ve nefs. le alâkası: yüzünden asgari bir. hataya imkân gösterme- sidir. Nefs itminan derece- ne çıktığı zaman bile ken. ilemi sıfatlarından uzağa düşmez. Hatta asli sıfatla- Bee rını kaybetmemesinde bir takım faydalar vardır. Eğer nefs kendi sıfatlarının bir daha zuhuru imkânından tamamiyle uzak düşseydi terakki ve tekâmül yolu ka- panmış' olurdu O zamafh ruhta meleklik hüküm sü. rer ve O bir makamda mah. bus olur, kalırh. Ruhun te- rakkisi nefsin muhelafetiy- ledir, Nefste muhalefet kal. mayınca terakki nasıl olur? Kâinatın Efendisi bir cihad. dan önline. şöyle bu- yurdu — mdi küçük cihad. dan büyük *cihada gidiyo- TUZ.» Ve büyük cihaddan mak- satları, yali arduların milyonluk ordularla cengin- den milyonlarca defa bü. ük bir marâ halinde, tek erdin kendi nefsiyle ci- hada girişmesiydi. Nefse muhalefet. onun çektiği istikamete gitme. mekle olur. Belki de imkân nisbetinde o muhalefeti mu- rad. etmekle... Zira nefsin m manâ- siyle karşı koyabilmek, ta- savvuru kabil bir iş değil- dir. Olsa olsa mukabil ira- deyle olur, Ve nedamete, pişmanlığa, tövbeye Öüş. Bu şekilde öyle ânlar ele geçer ki, bir yıl. dık — e saatte gerçek- leşive Bu mevzuun esası, mek- tubumuzun başında söyle- diğimiz gibidir : Sevgilinin ahlâk ve şekli bulunan her nesne, yine Sevgiliye olan bağlılığıyle (sevgili o olur. Âlemlerin Bfendisine uy- makta gayret ve hassasiyet, sevgililik makamına götü- rür. Her akıllı, zahir ve bâ. tın yoliyle ze Fab- rine uymaktaki &ırrı anla- an yisbette aklı bu- lur Ürun konuştuk; af büy Tunuz! Mutlak yöğülüei; — güzellik geldikçe, lâf dar uzasa yine kısa “değil midir ? Ha. A. Ka. ”

Bu sayıdan diğer sayfalar: