2 Aralık 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 7

2 Aralık 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ri ay Birkaç Hadisle bir dünya: a a. İmanın halis olsun: amelin az da olsa sana yetişir. *. İhlâs sahiplerine ne mutlu! Onlar, hidayet ışıklarıdır. Her fenalık ve fitne onların üzerin- den sıyrılır, kalkar. * Ey nâs! Amellerinizi halis kı- lınız! Zira Allah, amellerden, ancak kendisi için halis olanını kabul eder. kimseyi ihtiyarlığında terkeyler.» Çünkü şahsiyet ve itiyatlar, bun- ların büyüme ve yayılma kabili- yetleri genclikte teessüs eder, Şahsiyete hürmet, tasavvuf dün- yasında o kadar ileri gider ki, sâ- lik için ahlâk olarak gaye, Allahın ahlâkını obenimsemekten ibaret olur. Bunun ilk şartı da mukad- derden, her türlü şikâyeti obırak- maktır. Bu başlangıçtır. Bunun ar- kasından terki dünva, terki ukba, yâni dünyevi zevkleri ve ebediyet- te var olma iştiyakını terketmek gelir. Nihayet soyunacak bir şey kalmayınca, terketmek endişesini de terketmek icabeder.. Büyüklerden birinin dediği gibi: «Sofi oldur ki olmaya. Eğer olur ise sofi olmaz.» Zira yalnız Allaha inanabilir ve ancak onda var olma- yı düşünebiliriz. «Allahın gayriyle düşüp kalkmak vahşetten başka bir şey değildir.» Resul: «Fakirlik şerefimdir» dedi. Bununla beraber fakirlik hiclik de- ğildir. Fakirlik, haddi zatında bir fazilet sayılmamalı... Nitekim Pey- gamber de bir sözünde «Fakirlik az kalsın küfürle bir olacaktım bu- yurmuşlardır. Onlara vöre fakirlik, hakiki fakirlik şudur: «Her şeye malik ola ve ana bir şey malik ol- maya.» Sofiye gelince, yine an'anaye gö- re; «Sofi odur ki yok ola. Gündüz olsa güneşe ihtiyacı olmıya ve gece olsa mehtaba ihtiyacı olmıya. Sofi- lik bir yokluktur ki, varlığa ihti- yacı olmaz. Sofi hakkı yad eyleye; baştan ayağa kadar... Hak anı yâd ettiğinden haberdar ola!» Bu da an- cak sıdk ve ihlâs ile kabildir. Sıdk ise, gönlün konuşmağa başlamasın- dan başka bir şey değildir. Burhan TOPRAK » DİNİMİZİN itikad yunsurlarB dan birisi de kader ve kadere imandır. Bu bahis, dinin en girift ve kü- çük akıllara pek giran gelmeğe mahküm ve umumiyetle üzerinde ileri ve geri binbir lâf söylenmiş bir mevzuudur. Denilebilir ki, sağ veya sol köşelerden insanoğlunu uçuruma düşüren ve iman daire- sinden çıkaran en hassas mesele- lerden birisi de budur. İnsanlar, tarih boyunca, kader meselesi üzerinde şu dâlâletlere düşmüşler ve kaderi anlıyamamakta şu zümrelere ayrılmışlardır: 1 — Kaderi hiç kabul etmeyenler ve herşey müstakil ve mutlak olarak insan iradesine bağlıdır diye düşünenler... 2 — Kaderi kabul edenler ve insanı kaderine mahküm bilip yap- uğı her fiilin muztar ve mazur olduğunu iddia edenler; ve bu cihet- ten fiil sahiplerinde hiç bir suç ve suçlandırılma imkânını bulmıyan- lar... Ve birbirine zıt olduğu kadar dalâlette bir olan bu iki telâkki etrafında daha binbir mektep ve mezhep... Kadere itikadın en sâf mânada esası şudur: Olmuş olan, olan ve solacak olan her ne varsa onları, ezellerin ezelinde takdir ve irade eden Allahtır; ve bu bakımdan her fiilin ya- radıcısı Allah, fakat aynı fiilleri yapıp yapmamak hususunda malik olduğu irade sebebiyle mesul fâili de insandır. Bir hâdiseyi yapıp yap- mamak hürriyetini kuluna verdiği halde yine kendi mutlak irade- sine bağlamış olmak gibi aklin alamıyacağı ve cemmedilmez gibi du- ran bu tezatların toplayıcısı olan kudrettir ki, bizzat Allahtır. Eğer insan aklı, Allahın, eşref kulu olan insanı serbest bıraktığı halde tahdit etmesindeki hudutsuz sırrı kavrıyabilseydi, Allahı kavramış olmaz mıydı? Bu ise muhaldir; kavranabilen hiçbir şey Allah olamaz. Kaderin en ince sırrı bu noktadadır. İnsanlar kaderi düşünürken onu kendi mahdut kudretlerine göre ölçüp biçtikleri için fasid bir daireye girmişler ve işin içinden bir tür- lü çıkamamışlardır. Bu derin sırrı ya en üstün bir akıla, yahut en akılsız bir imana şu esaslar içinde teslim edebilirsiniz: 1 — Kadere inanmak, fiilde değil, her fiili içine alan itikaddadır. Yâni bir fiil yapılırken «kader böyleymiş» diye hiçbir düşünceye im- kân ve mahal yok, yalnız her neticenin bir kader işi olduğuna dair mutlak bir itikada yer vardır. 2 — Kaderi, insanın yapacağı bu fiili Allahın daha evvel bilmesi diye anlamak lâzımdır. 3 — Kulun yaptığı iyi ve kötü her hareketin mutlak irade maka- mı Allah olsa da o, hem kulunu cebr ve iztirar altında tutmak, hem de her hangi bir kötülüğü irade etmiş olmak gibi bütün ayıp ve nok- sanlardan münezzehtir. 4 — Kader bahsinde bütün incelik, birbirine zıt gibi duran mâna- ların ilâhi kudretin tasarruf ve istihlakinde birleştiğidir. 5 — Daima ayni sonsuz kudretin bir cilvesi olarak, fertte iyilik ve kötülükten dilediğini işlemek hususunda bir ihtiyar hakkı vardır; bunun da ismi iradedir. Şu kadar ki, mutlak iradeye nisbetle insan iradesini cüz'i irade diye isimlendiriyor ve yine insan diye isimlen- dirdiğmiz mahlükun bütün hariküladeliğini bunda buluyoruz. Allah, o kudrettir ki, hem kuluna hürriyetin tâ kendisini vermiş, hem de izni olmaksızın bir toz zerresinin bile yerinden kalkmasını imkânsız kılmıstır. Bu iki mânayı bir arada kavrıyabilen, kaderin ne demek oldu- ğunu anlar. Ç d J 7

Bu sayıdan diğer sayfalar: