13 Ağustos 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

13 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHüftfYET 13 Ağustos 1935 Küçük hikâye oevgılının guzellığı = c? *ı* • • • ıı # <* • Mahmud Yesari Volkan Yazan: Ali Mustafa Çoktanberi türkçe piyes yazıldığı yok. Ali Mustafanın Volkan adile bu yok sulluk arasında bir eser ortaya attığmı görünce enikonu sevindim. İşlerimin hayli taşkın olmasına rağmen yarı günümü gönül hoşluğile feda etmekten çekinmedim, eseri okudum. Açık söyliyeyim ki Volkan, bana sönük ve karmakarışık bir kül kümesi gibi göründü. Adın hatırlattığı lavlardan, alevli akışlardan eserde zerre yok. Bu, piyesin ruhsuzluğundan, deyimin tad sızlığmdan ileri gelen bir sönüklük ve karışıklık değil, belki yazıcının seçtiği konunun ağırlığından ve Symbolismee kapılmış olmasındandır. Elli yıllık bir ömür taşıyan senbolizm, gelişigüzel san'atkârlarm elinde anlaşılmaz b'r dil, hünerverlerin elinde ise şakrak bir bülbül oluyor. San'atkâr (artiste) ile hü nerver (virtuose) arasındaki ayrılığı ise söylemeğe lüzum görmüyoruz. Ali Mustafa, eserinde beliren düşüncelerle ve düşüncelerini anlatmak yolunda kullandığı dille anlaşılıyor ki san'at kârdır. Eğer piyesini bugünün en ışlek yolu olan realizme uygun bir çerçeveye yerleştirseydi bize çok güzel bir sahne seyrettirmiş olacaktı. Senbolizme kapılması o zevki bizden uzak düşürmüştür. Dediğim gibi konu da ağır. Yazıcı, insan ruhunda kaynaşan binbir çeşid ihtirasları, muhavere yolile, tahlil et mek istiyor. Halbuki bunlar, bu ihti raslar sahnede hâdiselerin, vakıaların dilmaçlığile canlandırılır, yani piyeste sözden ziyade <vak'a> yer alır. Volkanda vak'a az, söz çok. Tahlil edilmek istenilen de yalnız bir ihtiras, bir heyecan değil, bütün insanlık ve bütün «ruh» tur. O sonsuz konu, üç perdelik bir piyese nasıl sığar ki?... Piyesin kahramanları Bay ve Bayan Oranla kızları Arta, doktor Pist, dok tor Kolbay, genc Erdül ve Kadrnüstür. Gülsen kalfa adlı bir hizmetçi kadın da kendi seviyesinden çok yüksek roller oynamaktadır. Bay Oran bir Türk o larak tanıtılıyorsa da onun «Şehir Bakan> lığı yapmış, son seçimde oy alamıyarak duşmüş, bundan ötürü derin bir iç kızgınlığma, hınca, sürekli buh ranlara kapılmış olarak göstenlmesi kendine bir <gayritabiî» lik veriyor. Şehir Bakanlığı, bizirn Şarbaylık dediğimiz Şehreminliği ise onlar seçilmekle iş başma gelmezler, hükumet tarafından tayin olunurlar. Yok, bu Şehir Bakam bir kaza veya nahiye Belediye reisi ise o gibi yerlerimizde reyini satan veya kadın dedikodusu tesiri aîtında reyini kullanan seçiciler yoktur. Bu gibi seçim dalavereleri ancak Amerika da ve bir kısım Avrupada görülür. O nun için Bay ve Bayan Oranın nerede, hangi yerde yaşadıklarını kolay kolay kavrıyamıyoruz. Bir Rumen yatı îstanbula geldi Rumen gezginler yolda Tarihî roman : 14 Yazan : M. Turhan Tan çok güçlük çekmişler Akıncıyı saraya kapamak, bir çayı yatağından Bükreşli mühendis M. Lazar Herdan kaldırıp bir deliğe tıkamağa benzer! Senin gücün yücedir, Voyvada nın mülkünü altüst edebilirsin. Lâkin onu kolay kolay tutamazsm. Eflak olmazsa Buğdan, o olmazsa Macar eli var. Herif, sana karşı dayanamayınca kaçar, bir köşede saklanır. Onun için Voyvadayı yakalamayı bana bırak. Fatih, kendinin başaramıyacağı bir işi omzuna alan bu on beş yaşındaki de likanlının temiz yüzüne derin derin baktı ve sordu: Sen tekbaşına onu nice yakalarsın çocuk?. Herifin askeri var, leşkeri var. O Kara Murad gibi yiğiti avladıktan sonra ben onu niçin tutamıyayım? Kara Murad pusuya düştü? O da düşer! Kara Murad boş bulunup şarab içti, kendinden geçti. O da içer, kendinden geçer! Demek kendine bu kadar güveni yorsun? Ben Türklerin krallar avladığını bilirim. Rahmetli kardeşim, Alp Sevindiğin Bulgar kralını nasıl kafese koyduğunu sık sık söyleyip dururdu. Ne ben Sevindikten aşağıyım, ne bu Voyvada bir Bulgar kralından üstündür (1). parlar çocuğum! Küçük Mustafa, karnı tok bir adamîri önüne konulan değersiz bir aşa karşı gösterebileceği isteksizlikle yüzünü ekşitti: Bir akıncı ne dosta, ne düşmana el açmaz hünkâr. Vereceğiniz kâğıd, korkarım ki, işime yaramıyacaktır. Koy numda buruşup kalacaktır. Fatih kızmadı, düşüncesinden de dönmeiy: Avuc içi kadar bir kâğıd. Sana yük olacak değil a be çocuk. Muska yapar boynuna asarsın. Şayed bir zora uğrarsan dediğimi yaparsın. Küçük Mustafa bu zorlayış önünde yumuşadı, «peki» dedi. Fatih te kendi kalemile açık bir buyuruldu yazdı, mührünü bastı, imzasmı attı, genc Türke uzattı, buyuruldu, yalnız Osmanlı işyarlanna, ilbaylarına, kumandanlarına hitab etmiyordu, komşu mılletlerin koda manlarını da aytıç (muhatab) tutuyordu. Kâğıdda Mustafanın adı yazılı değildi, «bu yarlığımızı görenler onu gösterene yardım etsinler, dileklerini yapsmlar. Biz bu yardımm karşılığını öderiz.» deniliyordu. Kahvenin açık penceresi önüne ku rulmuş oturuyor; sokaktan gelen ge çenlere, meraklı bir panorama seyre der gibi bakıyordu. Beni görünce, yüzü güldü, elile işa ret etti: Gel yahu! otur, bir acı kahvemi iç... İki çift konuşalım. Ne zamandır görüşmedik... Yorgundum, hava da sıcaktı. Biraz dinlenmek ihtiyacında idim. O, ayağa kalkarak beni karşıladı: Kahve mi, çay mı? Eğer istek varsa, bir de nargile doldurtayım. Bu kahvenin nargilesi hafiftir. Ocakçı ya ayrıca da tenbih ederim. Vallahi memnun kalırsın. Oturdum, bir sade kahve! dedım. Onun iltifatından, benimle konuş maktan fazla, derd yanmak istediğini anlayordum. O, dinletecek taştan adam arıyordu. Bu, benim daha çok hesa bıma geliyordu. Cevab vermeğe mec bur olmadan, kafa sallıyarak dinliye cek ve dinlenecektim. O, sigara paketini önüme uzattı: Tellendir bir tane... Dirseklerini masaya dayadı ve bana doğru iğildi: Kaç yaşmda görünüyorum, der sin? Kırk, haydi bilemedin, kırk beş, değil mi? Tam kırk üç... İçini çekiyordu: İhtiyarlığa gidiyoruz. Kırkmı aştınmı, her adım, insanı ihtiyarlığa biraz daha yaklaştırıyor. Gözleri birden parlayıvermişti: Gel gör ki gönül kocamıyor... însanm vücudü ihtiyarlayıp ta içinin genc kalması, çok garib... Yorgun yorgun başını sallıyordu: Hem çok garib, hem de çok fe na... Herşeye hüküm geçiyor, gönül buyuruk dinlemiyor... Neye bıvık altmdan gülerek bakıyorsun? Âşık ol duğumdan mı kuşkulandm? Keyifli keyifli gülüyordu: Seviyorum, ne yapayım? Evli değilim. Bekâr bir adamın âşık olması ayıb mı, günah mı? Yaşım kırkı geçmiş... Kırk yaşında bir erkek, hele bekâr bir erkek, daha genc sayılır.. Fakat ayıb da olsa, günah da olsa, sev gilimi görürsen, bana da hak verir sin. Sevgilim, öyle güzel, öyle güzel ki... Doğruldu, pencereden sokağa baktı: Sana, nasıl anlatayım. Kıvır kıvır, ipek gibi saçlar... O, göz; o, kaş... Sokaktan geçen uzun boylu, balık etinde bir kadmı gösterdi: Şu kadma dikkat et, boy, işte bu boy... Endam da, hemen hemen böy le... Birden 'caymıştı, karşı kaldırımdan yürüyen kadını işaret etti: Şuna bak... Belin inceliği, tıpkı tıpkısma... Yalnız ayaklar, biraz daha küçük. Bununki, oldukça poyraz ka lıb... Artık büsbütün sokağa dönmüş, kahvenin önündeki ve karşı ka'dırımdan geçen kadınlara bakıyor, sevgilisile mukayeseler yapıyordu: Şu beyaz esvablı kadınm saçları, biraz daha kıvırcık, biraz daha koyu sarı olsa, sevgilime fok benziyecek... .Aman, şu koyu lâdverd mantolu ka dına iyi bak... Zayıflığı benzemiyor; biraz şişmanlat amma çok değil. sonra gözlerinin de rengini değiştir; ayak larını HLült... Hatta ellerini de... Ağzırn, burnunu bir parçacık ufalt... Buna bak, ona bakma... Koyu şarabî esvablı, bodur, tıknaz oir kadın görünmüştü. O, heyecanla doğruldu: t Geçen gün, Üsküdar bostanlarından bırkaçının, mevcud talimatnameye lağ men bostanlarını lâğım sularile suladıklanndan dolayı Uray tarafından cezalan dırıldıklarını yazmıştık. Sıhhat ve Içtimaî Muavenet müdür lüğü, bunun vaki olmadığından bahisle bize bir tezkere gönderdi. Pazar olduğu için Uraydan tekrar tahkik edemedik, Sıhhat müdürlüğünün tezkeresinden gazetemızde bahsettik. Sıhhat müdürlüğünün bu tekzibi üzerine aldanmış oldu ğumuza ihtimal vererek dün tekrar so ruşturduk. Bu tekzıbe rağmen maalesef mesele vakidir. Bostanlarını lâğım sula Küçük Bayan Arta, babasınm yerine rile sulayan Üsküdar bostancılarından birŞehir Bakanı seçilen adamın oğlu Er kaçı Uray tarafından cezalandmlmıştır. O, bu itham karşısında çıldırmıştı: dülü seviyor. Yazıcı bu delikanhyı A Arsıulusal temizlik kongrcsi rengi kıpkırmızı oldu, gözleri şimşek donise benzetiyor. Eğer eser sahneye 18 ağustosta, Frankfurtta toplanacak lendi: konulursa seyircilerin birçoğu bu ben olan arsıulusal temizlik ve çöp kongre Şekilsiz, renksiz mi? Sen, o ka zetilişteki ilgiyi şüphe yok ki anlamıyasinde memleketımızi temsil edecek olan dar bilirsin, o kadar anlarsm! Sev cak. Adonosin mitolojik bir güzel ol Uray Fen heyeti Direktörü Hüsnü ile gilimin güzelliğini şundan anla ki, şiş duğunu, Venüsün kendisini sevmesi ümakine ve sanayi şubesi direktörü Nus manlarm da, zayıfîarın da, esmerlerin zerine Mars tarafmdan kıskanılarak rat, yann hareket edeceklerdir. Delege de, sarışınların da, her renkte, her boy domuza çevrildiğini tiyatroseverier i lerimiz, kongreye verilmek üzere önemli da, her şekildeki kadınlann bütün tat çinde kaç kişi bilir? bir rapor hazırlamışlardır. Kongrenin lılıkları, şirinhkleri, güzellikleri onda Artayı seven, fakat onun tarafından dağılmasından sonra Almanyanın belli var. Hepsine benzeyişi, hiçbirine ben sevilmiyen Kadmüs te bir Türk. Piyese başlı büyük şehirlerinde incelemelerde zemeyişi de bundan... Hepsine ben göre kahramanlıklarile bulunduğu mu bulunlduktan sonra db'neceklerdir. Bu sezese, çirkin (Üurdu; hiçbirisine benze hitte, yani neresi olduğu anlaşılmıyan yahat bir ay kadar devam edecektir. meyişile de güzel oluyor. Bütün ka şehirde ünlenmiş bir delikanlı. Fakat dınlarda, ben, onu görüyorum; gene bu ad da mitolojik. Eski Yunanlıların Yugoslavyada islâm cemaati bütün kadınlarda. onu bulamıyorum! Fenikeden kendi yurdlarma geldiğine için yeni bir kanun Anladın mı, düdüğüm? ve ilk alfabeyi kendilerine öğretmer Belgrad (Özel) Yeni yıl bütçesile beraber Thebes şehrini de kurduğuna MAHMUD YESARİ buna bağlı finans kanununda ulus ve inandıkları Kadmüsün adını bir Türkün âyan kurumlarmca, bir takım kanun kullanması acaba mümkün müdür? ların tadilleri için hükumete salâhiyet İşte piyes bu bir sürü «gayritabiî> a verilmişti. Bu kanunlar arasında Yu damların sahneye girip çıkışile dolu. goslavya cemaati islâmiye teşkılâtı kaÜç perdede birçok durumlar var, fakat nunu da bulunmaktadır. dekor yok. Doktor Pist, doktor Kolbay, Bu kanunu bizzat yapması için müsbirbirine zıd inanları temsil ediyorlar, lüman liderlerden ve Münakalât Bakaboğuşuyorlar. Erdül gelip Arta ıle ku nı Mehmed Espahu Tüze Bakanlığma caklaşıyor, sarmaşdolaş oluyor. Hızmet getirilecektir. Şimdiki Tüze Bakanı çi, lâkin psikoloji sosyal incelikle Auer de Münakalât Bakanlığma geçe rini kavramış bir kadın olan Gülşen cektir. kalfa, o sevişme anlarından cinsî bir imrenişe kapılıyor, sonra casusluk ya de, dip varliğında eskidenberi var olan, pıyor. Kadmüs, kendi nişanlısı olup ta orada avını bekliyen, diğeri insanın i başka bir genci seven, Artaya saldırı çerisine dışarıdan giren, kendisini içeryor. Arada doktor Kolbay insanlıktan dekine yedirmekten, sırasına göre onu çıkıyor, köpekler gibi havlıyor, biraz da yemekten tad duyan, öbürü bu iki vakit geçince gene insanlaşıyor! canavarı birbirlerini yemekten alıko Piyese niçin Volkan adı verıldiğini de yandır. Bu alıkoyan Volkanı yaratıyor! biz vakıalardan değü, doktor Pistin sözVolkan bu amma doktor Pisti bu ağızla Köylüler sinek mücadelesine gidiyorlar lerinden anlıyoruz. O, bir münasebet sahnede dinlemek, bilmem ki, ne deErdek (Özel) Beşyüz binden faz yapmaktadır. Gönderdiğim resim bu düşürüp şöyle bir ruhî tahlil yapıyor: receye kadar mümkün olur?.. Önce temizken murdarlaşan ınsanlar la zeytin ağacı bulünan Erdek mlntaka mücadeleden bir safhayı gösteriyor. Bence Ali Mustafa. derin ve pek deBu yılın balık bolluğu da denizcile pislikten temizlığe, karanhktan aydın rin düşünmüştür. Eğer düşüncelerini sında birkaç yıldır Daküs Olea denilen rimizi sevindiriyor. Yarım milyon kiloya lığa çıkmak için savaşır dururlar. On başka bir üslubla yazsaydı okuyanlan 'zeytin sineği ürünün fena olmasına se yakın bir istihsalin yarısı taze olarak Yu ların dışarı vurdukları uygunsuzlukla da, sahnede temsil edilişini seyreden beb oluyordu. Tarım Bakanhğının ciddî nanistana yollandı. Buz teşkilâth Yunan rın kaynağını iç savaşlarmda aramalı leri de memnun ederdi. Fakat fikirlerin tedbirler alması üzerine bu hastahkla mü vapur ve kayıkları hergün buraya akın dır. Her insanın içerisinde bir vçlkan, senbolize edilışi Volkanı kül edip bırakcadele yapılmaktadır. Köylü bu müna etmekte ve yüklenerek Yunanistana yoi birbirıle boğuşan üç canavar var. Bun mıştır, lardan biri insanın içerisinde, canevinscbetle kendine düşen ödevi seve seve lanmaktadır. M. TURHAN TAN Boyu bir karış uzunca, beli de biraz daha ince olsa, işte sevgilim... Ayni güvercin gibi ayaklar... Ayni kıvır kıvır saçlar... Yalnız bununki siyah, sarıya boyadm mı, mesele kalmaz. Aşağıya inen siyahlı kadına gözleri ışıldıya ışıldıya bakıyor: Çene, o çene... Omuzların tatlı düşüklüğü de ayni... Hele göğsü de bir parça daha dolgun olursa, yarım elmanm yarısı! Benzeyiş bu kadar o lur. Yukarıya çıkan beyaz bluzlü, siyah etekli zayıf, kuru, çelimsiz genc kızı dikkatle süzüyordu: Benimki de tıpkı böyle beyaz bluz, siyah etek giyer... İşte bu enda mm, daha toplusu... Boyun, daha ka lın... Ama, pehlivan ensesi değil, düzğün, tatlı düzğün... Kalçalar, daha a henkli... Bunun gözleri, koyu siyah, benimkinin koyu mavi... Hayır, daha doğrusu, lâciverde çalar mavi... Du daklar da daha etli... Karşı kaldınmda görünen upuzun, taşkın kalçalı, pıhtı vücudlü, Macar katanası gibi kadına gözleri dalmıştı: Boyubosu görüyor musun? İşte gargolu kadın, böyle olur. Biraz fazîa uzun, biraz fazla etine dolgun, diye ceksin, değil mi? Tamam! Ben de o fikirdeyim... Şimdi bunu, çarka ver, incelt, ufalt... İşte sevgilim... Sokaktan geçen, bodur, şişman, zayıf, uzun, esmer, sarışın, orta yaşlı, genc kadınlarm, genc kızların birini kaçırmıyor, hepsini ayrı ayrı süzüyor, sevgilisile onların arasında birleşik noktalar, çizgiler, renkler, şekiller, arıyor, buluyordu. O, kendini kaptırmış, hayran hayran bakarken, omzuna bir el dokundu: Hazret, galiba, gene sevgüini a nıyorsun? Onun omzuna dokunan adam, bu sevgi macerasını yakından 'biliyor ve çok dinlemiş olmahydı; hain hain gü. lüyordu: Yahu. şu sevgiliyi bir de biz görsek te, senin gösterdiklerinle bir mukayese yapsak! O, alayın farkına varmıştı, kaşları çatıldı: Sanki ne demek istiyorsun? Öteki, omuzlarını kaldırmıştı; so kaktan geçen nefti esvablı bir kadını gösterdi: f Buna benziyor mu? Karşı kaldırımdaki kırmızı esvablı kadını işaret etti: Buna da benzİ3'ordur. O, cevab vermiyor. için için homurdanarak bakıyordu. Öteki, bu için için homurdanışa hiç aldırış etmiyordu: Peki amma, senin sevgilin nasıl oluyor da, hem şişmanlara, hem zayıflara, hem esmerlere, hem sarışınlara benziyebiliyor... Darılma, gücenme, senin sevgilin galiba, şekilsiz, renksiz b''r kadın! ile Bükreş hâkimlerinden M. Joan Ras novanu bir kotra ile Köstenceden îstan bula gelmişlerdir. M. Lazar Herdana aid olan bu kotra Isveçte yapılmış bir yarış kotrası olduğundan Karadenizde çok zor yoluna devam edebilmiştir. İlk defa olarak gemi kullanan Romanyalı mühendisle hâkim Köstenceden îstanbula tam 47 saatte gelebilmişlerdir. Bu yolculuğyjs ancak on saati sükunetle geçmiş, geride kalan 37 saat zarfında dalgalarla mücadele edilmiştir. Moda koyunda bulunan Rumen kot rası Karadenizdeki poyraz fırtması biter bitmez Romanyaya dönecektir. îki Ro manyalı Moda deniz kulübünde misafir edilmişlerdir. Romanyalılar Türk ma kamlan tarafından gördükleri hüsnü kabulden şükranla bahsetmektedirler. Iran Parlamentosunun yeni başkanı Günden g ü n e kuvvetlenmekte v€ yeni yeni terakki adımları atmakta olan dost İranm en maruf devlet adamlarından Muhtemeşüssaltana Mirza Hasan Han İran parlamentosu riyasetine büyük ekseriyetle seçilmiştir. Akay İsfender • yari birçok defa Muhteşemüsaal lar Dış, İç, Bayın tana Mirza Hadırlık ve Tüze Bî san Han kanlıkları yapmış tır. Şark ilimlerinde büyük iktidarı olduğu gibi dört ecnebi lisanına vâkıftır. Hususî kütübhanesi şarkın en kıymet tar eserlerini ihtiva ettiğinden Avrupada dahi meşhurdur. SAGLIK tŞLERİ Lâğımla sulanan Üsküdar bostanlan Fatihin böyle birşeyi yapmayı gerekFatıh kahraman ruhlu gencin hatır li buluşu ve buyurulduyu çocuğa \er lattığı hikâyeyi biliyordu. bu yüzden ye mek için uzun uzun zorlayışı başka bir ni bir heyecan duydu, haykırır gibi ko düşünceden ileri geliyordu. Nitekim kânuşarak Mustafayı alkışladı.. ğıdı Mustafaya sunduktan sonra yavaş yavaş düşünceyi açmağa girişti: Sen gerçekten yiğit imişsin çocuk, gözüme girdin, yüreğimde yer aldın. İs(Arkan var) tersen seni burada alıkoyayım, çarçabuk (1) Bu sözler, Sofyanın Türkler tapaşa yapayım. Bana çok şey kazandırarafmdan alınması vakıasile ilgilidir. O cağını umuyorum. vakıa da gerçekten bize kıvanc ve SofMustafa başını salladı: yanın o devirdeki sahiblerine utanc ve İstemem, ulu hünkâr, paşalık iste recek ayardadır. Bir Frenk tarihi o hâmem. Beni özgür bırak, yeter. Akıncı ka diseyi şöyle yazıyor: Sofyayı İnce Balanı sarayda su olur, durulur. ban Bey sıkıştırıyordu. Güzel düşünül Biz de savaş eriyiz, atımız eğerli, müş bir plân şehrin kapılarım Türklere belimiz kılıclı durur. Sarayımız çelebi açtırdı. Uzunca Sevindik adlı ve eşsiz çergesi değil babayiğit. denilecek kadar güzel bir genc Sofyaya Oyledir ulu hünkâr ama akıncı ak girdi, hıristiyan olmuş göründü, ken mak ister. Onu saraya kapamak bir çayı disini Sofya kumandanının yanına doyatağından kaldırıp bir deliğe tıkamağa ğancı olarak kabul ettirdi. Bir gün balıkçın avmda iken kumandam şehirden benzer, yapılamaz ki... Fafih düşündü, hem uzun du|ündı dışarı çıkardı ve bir yolunu bulup at ıdü, sonra tatlı bir sesle yeniden konuşmağa tan aşağı aldı, bağladı, Türk ordusuna götürüp Balaban Beye teslim etti. Bulkoyuldu: garlar kumandanın böj'le yakalandı Rüzgâra köstek vurulmaz demek ğını görünce korktular, Sofyanın anahistiyorsun. Doğrudur delikanlı. Bunu tarını Türklere veridler (1382). İşte bikimse yapamaz. Sen de atalann gibi, uçzim küçük Mustafanın Alp Sevmdik dedaki (2) yoldaşların, kardeşlerın gıbı güdiği bu yiğit Türktür ki Sofyayı tek bale güle ve gürleye görleye esedur. Bahşına almak gibi inanılmaz bir işi başartın açık, yolun ışık olsun. Yalnız sana mıştır. bir iyilik etmek isterim. Dünya hali bu. (2) Osmanlı ve Selçuk tarihlerinde, Bır gün öbürgüne benzemez. Şımdı sağ hatta daha eski Türk devletlerinin taolan yann sakat olabilir, yardım aramak zorunda kalır. Bunun için sana bir kâğıd rihinde sık sık görülen uc kelimesi. sıvereyim, koynunda taşı. Şayed bir sikın nırboyu demektir. Uc halkı sımrlarda tın olursa onu dost olsun, düşman olsun oturan ahali demektir. Uc beyi de huilk gördüğün beye, paşaya, gospodine, dud muhafız ve kumandanıdır. M. T. T. voyvadaya göster. Ne dilersen onu ya Erdekte zararlı zeytin sineklerile mücadele L, Kadınlar, yazdan ve deniz mevsimmden yalnız banyo ve sağlık için değil, vücudlerinin güzelliğini göstermek için de istifade ederler. Bu atlama yerinin orta katında duran dılber de, şüphesız kı atlamaktan ziyade güzel endamını ve zarif mayyosunu göstermek içia buraya çıkmıştır. Bu, objektife bakışından o kadar belli ki..*

Bu sayıdan diğer sayfalar: