23 Eylül 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

23 Eylül 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURIYET S3 Efrfiü Küçükj hikâye; Nikâhta keramet Ercümend Ekrem Talu Derhal, Uraya gidip, kâğıdlarını astırdılar. Aralannda epeydir süriip giden gayrimeşru vaziyete nihayet verecekler, kanun nazarında da kan koca olacaklardı. Buhaber köyün içinde çabucak duyuldu Zaten ayıp. cirkin bir şey değildi ki gizli tutulsun. Bilâkis bunu kendileri memnuniyetle ilân ediyorlardı. En önce ev sahibi suratı astı. Komşusıle derdleşirken: Gördün mü, kardeş, başıma geleni? diyordu. Ben onları kan koca sanıyordum. Mefierleyim, boyu devrilesi kan kapatma imiş! Evimi rezil, kepaze ettiler. Artık hangi namuslu kiracı gelir de odayı tutar? Derdsiz başımı derdlere saldım. Allahtan bulsunlarj. Bakkal, bir yandan da kârını düşündüğü için, pek o kadar alenen husumet gösteremiyordu. Arkadan arkaya, tek tük, imalı sözlerle, köyün nefret duygularına iştırak ettığinı anlatıyordu. Kadınlar, kızlar, eskiden, Süheylâva rastgeldikçe, Htifatını dilenirlerdi. Şimdi, başlarını öteyana çevırıp geçıyorlardı. Asıl köpüren imamdı. Her akşam, kahvede, köyün erkeklerine zina hakkında konferanslar veriyor, zanî ve zanıyelerin, nikâhsız yaşıyanlann, ahirette ne gibi ukubetlere uğrıyacaklanm ağdah, tecvidli ifadesile sayıp döküyordu. En sonunda da: Bari, mübarekler! diyordu; fakiri çağırıp ta akdi şer'î yaptırsalardı.. Maazallah, günahkâr olmaktan kurtulurlardı! Arada sırada odalannı süpürmeğe, silmeğe, bulaşıklarını yıkamağa gelen bir acuze vardı. Günün birinde o da Süheylâya dayattı: Ben bu yaşıma kadar, AHaha şükür, namusumla yaşadım. Artık bundan sonra, kapınızda çalışıp ta dillere destan olamam. Paranız da, pulunuz da sizin olsun. Nikâhlarının Urayda tescil edildiği günün akşamı, köye döndükleri zaman, bir kul yüzlerine bakıp ta: «Kutlu ol sun!» demedi. Bu vaziyet Süheylânın canını sıkıyor, onu son derece sinirlendiriyordu. Adeta içlendi.. Ağlamalı oldu. Behçet onu teselliye çabalıyordu: Aldırma karıcığım!. Yarın, öbur gün hepsi düzelir. Biz kendimize bakalım. Lâkin, günün birinde, kasabın verdiği kokmuş ete itiraz edip te, değiştirilmesini istiyen Süheylâya, herif kaba kaba çıkışmıştı: Yabanın aşiftesine mal mı beğendireceğim? Git te başka yerden al! Zavalh kadıncağız baygmlıklar geçirmiş; aksamüstü kocasına şikâyet etmiş, o da kasabın terbiyesini vermek üzere dükkâna seğirtmişti. Gürültüye koşan bütün köy halkı kasabdan tarafa çıkmış, Behçete dünyanın en ağır sözlerini söylemişlerdi. Burada yaşamak artık tahammül edilir gibi değildi. Köyü çok sevdikleri halde, eşyalarını toplayıp, İstanbula dönmeğe karar verdiler. Şevkle, hevesle, ve bin türlü emelle gelmiş oldukları bu yerden uzaklaşmak üzere otomobıle binerlerken, mahalle çocuğunun biri yanlarına kadar sokulup dilini çıkarmakla beraber fırlattığı bir taşı Süheylânın yüzüne isabet ettirdi. Behçet: Tepeleyim şu piçi! diyerek atılmak isterken, Süheylâ kolundan tutup mâni oldu. Fakat otomobıl hareket eder etmez, hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı. Bir yandan da mınldanıyordu: Nikâhta keramet var, derler.. Bu mu keramet?!. Ercümend Ekrem TALU îzmir Şarbaymm Selânik gezisi Atatürkün evi ve Selânik panayırı için intıbalar İzmir (Özel) Selânik panayınnı ziyarete giden Şarbay Doktor Behçet Salihin îzmire döndüğünü bildirmiştim. Şarbay intıbalarını şöyle anlattı: 1 Bu ziyaret davetini, Atatürkün doğduğu evi ziyaret etmek saadetini vereceği için ayrıca bir sevinc ve heyecanla karşılamıştım. Ziyaretimde bazı zevat ta bulunuyordu. Evde türkçe bilen aile bizi nezaketle karşıladı. Atatürkün doğduğu odada tatlı ve heyecanh bir saat geçirdım. Halk evın etrafında toplandı, samimî dostluk tezahürleri gösterdi. Selânik şarbayı, evin istimlâk edilerek müze halinde muhafaza olunacağım söyledi. Selâniğin bugünkü bayındırlığında panayırın tesiri büyüktür. Selânik plânının, bugünkü şehircilık bakımından bir güzelliği var. Panayır bu şehre çok kazanc temin ediyor. Hükumet te bu sebeble, 9 milyon drahmi ile daha geniş bir saha istimlâkıne karar vermiştır. Panayırda bilhassa endüstri kısmı rok zengindir. Bu yıl, Yunanistandan bu kısma iştirak edenlerin sayısı 4500 den fazladır. Bu büyük toplantı, ilbayhk ve mutasarrıfhkların başkanlığmdaki muhtelif komisyonlann özel çalışmalarile kabil olmuştur. Arsıulusal fırmalar, satıştan ziyade teşhire kıymet veriyor'ar. Muvaffak o lanlara mükâfat, m? • e ve takdirna * meler dağıtılmaktadır. Bunda hükumet ve zıraat bankasının da yardımlan olu yor. Panayıra birçok ecnebi hükumet ve firmalar iştirak etmişlerdir. Atina ve Selânikte Türk Yunan dostluğunun halk arasmda tamamen yayılmış olduğunu gördüm. Bizi çok seviyorlar. Her iki şehrin şarbaymm göster dikleri dostluğa mütesekkirim. Atina gazetelerinin arsıulusal Beşinci Izmir Pa nayın ve dostluğumuz hakkındaki yazı lan vesilesile kendilerine Atinada teşekkür ettim.» Duymadıklarımız ve bilmediklerimiz Kışın, gidip gelirken, yolda tamşmışt, tanınmış bir avukatın yanında çalışmakla beraber, Hukuk Fakültesine devam ediyordu. Süheylâ, büyük mağazalardan birinde veznedardı. Her gün, ayni saattlerde, tramvayda rastlaşıyorlardı. Bu mütemadi tesadüflerden, önce bir aşmalık, sonra karşıhklı bir temayül, en sonra da sevgi doğdu. İkisi de kimsesizdi. İkisinin de hayatı loş ve rutubet kokulu bir pansiyon odasında geçiyordu. Behçet yirmi altı, Süheylâ da tam yirmi vaşmdaydı. Süheylânın başından bir macera geçmişti. Behçetten evvel, bekâr olduğunu bin türlü yeminle teyid eden zengin bir kumusyoncunun evlenme vaidlerine inanmış, kendinı ona vermişti. Sonra herifin evli ve iki de çocuk sahibi olduğunu haber alınca, ağlıyarak ondan ayrılmıştı. Behçete ilk rastgeldiği zamanlar, kırık gönlünde hâlâ bu elemli maceranın ıstırabını, gözlerinde, döktüğü yaşların son damlalannı taşıyordu. Behçeti sevdi; ötekini unuttu. Behçette şen ve merd bir sima vardı. Süheylânın macerasım kendi ağzından dinledi ve affetti. Evlenmeğe karar verdiler. İkisinin de kazancı bir araya gelince, mütevazı fakat mes'ud bir yuva kurulabilirdi. îlk yerleşme masraflannı toptan görmek için, Behçetin Tasarruf sandığında biraz da birikmiş parası vardı. Evlenme merasimini hemen icra etmelerine bir tek şey engel oluyordu: Süheylâmn nüfus kâğıdı gaipti. Doğduğu yer de uzak olduğundan, yenisini çıkartmak en az bir iki aya bakıyordu. O kadar sevişmiş, anlaşmış, birbirlerine güveniyorlardı ki, bu eksik tamamlanıncıya kadar, yalnızca geçen hayatlarını birleştirmekte beis görmediler. Mevsim yazdı. Bir pazar günü, îstanbulun civar köylerinden birine gidip, orada bir oda kiraladılar. Süheylâ çocuk gibi seviniyordu. Bahtiyardı. Ellerini çırparak: Oh! Ne iyi! Ne iyü. diyordu; mağazadan on beş gün izin alırım. Gündüzleri odamızı toplarım.. Alışverişimi yapar, yemek hazırlarım.. Akşama da gelir, seni iskelede karşılanm. Odayı bunlara kiralıyan kocakan Behçeti sorguya çekmişti: Ne iş görüyorsunuz r Avukat kâtibiyim, Ben daima kiracılarımdan üç aylık peşin alırım. Buyurun: Işte size üç aylık! Birkaç gün sonra, Süheylânın himmetile zarif ve iç açıcı bir yuva haline giren odalanna yerleşmişlerdi. Öyle mes'uddular ki, nüfus kâğıdınm peşinden koşmağa lüzum görmüyorlardı. Ev sahibinden, köşebasında oturan sakat kundura boyacısına kadar, bütün köy halkma kendilerini sevdirmişlerdi. Onların bahsi geçtikçe, işleri güçleri adam çekiştirmek olan kocakanlar: A a ! diyorlardı, Allah birbirlerine bağışlasm! Kibirsız, kurumsuz, cana yakın tazeler doğrusu! Karısı kadın ka dıncık, başı yerde, ırz ehli, şirin bir yavrucuk. Kocası dersen, evcimend, terbiyeli, akıllı, uslu bir delikanh. Adeta köyün evlâdlığı olmuşlardı. Akşamları birlikte, deniz kıyısına doğru giderlerken, imamı, bekçisi, bakkalı, kasabı, kızı kızanı arkalarından gururla ve muhabbetle bakakalıyorlardı. Böylece, üç ay kadar geçmişti. Bir gün, tesadüfen uğradığı nüfus dairesinde, Behçet, bekledikleri evrakm geldiğini haber aldı. Musolini ile Habeş Imparatorunun falları Tarihî roman : 55 Yazan : M. Turhan Tan Adapazarı panayırı açıldı Panayırda »attltğa çıkarılan hayvanlar Adapazan (Ozel) Her yıl bu ay içinde açılan Adapazarı panayırı, Sa karya kenarında iki gündenberi bütün hızile çalışmaktadır. Panayırda bilhassa havvan satımı önemlidir ve civar kaza, nahiye ve köylerden gelenlerle adeta bir bayram yeri gösterişindedir. Panayırda gündüzleri hayvan satımı hararetle devam etmekte ve geceleri de fenerler altında, Sakaryanın serin suları kenarında muhtelif eğlencelerle günün yorğunluğu giderilmektedir. Hay van fiatleri, eskisine nisbetle biraz diişük gitmektedir. Son günlerde satışın normal hale gireceği bekleniyor. Antalyada bir lise yapılacak Antalya (Özel) Saylavlarımızdan Türkânla Rasih Kaplan lisede Antalva öğretmenlerüe samimî bir konuşma yapmışlardır. Konuşmada lise öğretmenleri, binanın sekiz yüz talebeyi istiaba kâfi gel mediğini, bu kadar yıldanberi emvali metrukeden olan ev bozmalarmda ço cuk okutmanın ulusal gururlarma dokunduğunu söylemişlerdir. Bunun üzerine Rasih Kaplan, Cum huriyet hükumetinin Antalyaya çok değer verdiğini ve Antalya lısesinin Ak denizde bir kültür merkezi olabilecek değerde olması noktasını, büyüklerimızin gözönünde tuttuklarım söyliyerek yeni bir lise binası yaptırmak için büyüklerimize ricada bulunacaklarmı Tür kânla birlikte vadetmişlerdir. Özyuva Biçki Yurdu sergisi Af kanunundan istifade ettikten sonra... Bursa (Özel) Bıri silâhh olmak üzere iki şahsm Gölcük köyü civarınds dolaştıklarını haber alan jandarmamız hiçbir hâdiseye meydan vermeden bu şahısları yakalamıştır. Yapılan tahki Kadıköyünde Acıbademde iki sene evvel Bayan Hamdiye Asafın tesis ettiği kat sonunda bunların evvelce yedişer buçuk sene mahkumken af kanunun Özyuva Biçki ve Dikiş dershanesinin mezuniyet imtihanlan Kültür Direktörlüdan istifade ederek hapisten çıkan Na ğüpçe gönderilen heyet huzurundı yapılarak muvaffakiyetle neticelenmiştir. lıdere köyünden iki kişi oldukları an Ozyuvanın açtığı sergi 29 eylu! pazar günü akşamına kadar serbest ve herkese laşılmış ve her ikisi de Adliyeye verilaçıktır. Resmimiz jnüdire Hamdiy* Asafla bu seneki mezunları gÖstermektedir. mişlerdir. Josef Ranald ismindeki muharrir, ayni zamanda gaipten haber veren bir adamdır. Şimdiye kadar yaptığı sayısız seyahatlerde, birçok dünya büyüklerinin avuçlarındaki çizgileri okumuş ve istikballe Tasalanma yavrum, dedi, kızma ti, uzunboylu konuşmuştu. Ondan ötürü rinden haber vermiştir. Bunlann içinde dım, yalnız irkildim. Çünkü şarab gör kız hem kafa, hem ruh bakımından ha iki tanesi bugün bütün dünyayı kendilezırlıklı bulunuyordu. Ablalannın ko rile meşgul ettikleri için, haklannda Re dükçe rahmetli kardeşimi hatırlanm. Ovulduğu yere sağlam bir güvenle geli naldın savurduğu kehanetler dikkate de nun kanı da böyle kırmızı idi. Sen çanayordu, sarsılmıyan erkeği yıkmak ülküğını geri götür, bana ayran ver. Bu küçük hâdiseye öbür kızlar büyük sünden kuvvet ve cür'et alıyordu. Renald, 1922 senesmde Musolininin Delikanh tadsızlaşan oyunu çarça bir mim koymuşlardı, delikanlının sar eline bakmış ve demiş ki: hoş edilemıyeceğıni anlamışlardı. Hal buk bitirmek kaygusile bu son ziyartçiyi «Siz, bu senenin sonundan evvel iktidar mevkiini ele geçirecek ve on beş sene buki hepsinin en kuvvetli tutamak nokta de ekşi bir yüzle karşıladı, sorusunu e ları şarabdı. Güneşin oğlu gibi görüp te şiğe fırlattı: muhafaza edeceksiniz.» Senin bir buluşun var mı kız? Hakikaten de, Musolini, altı ay sonra bütün benliklerile kendine yamanmak istedikleri delikanlıyı bol şarab verip sar Voyvadayı kaçırmak için ne yapsak Roma üzerine yürümüştür. Renaldın, Haile Selâseye söylediği de hoşlatmayı, o durumda güneşin gelini ol dersin? mayı tasarlıyorlardı. Bu ümid şimdi suKız, kendinden önceki gibi sendele §u: . ya düşmüştü, güneşe gelin olmak için medi, bu sert soru önünde şaşırıp kal Siz, kırk dört yaşına geldiğiniz za başka bir yol bulmak lâzım geliyordu. madı, ağır ağır yürüdü, Mustafanın ö man büyük bir tehlike geçireceksiniz. Fa Kızlar, kendi gözlerinde kendilerini ya nüne geldi, kollarını yan açık göğsünün kat saadet çizgisi devam ediyor.» şatarak ve bu aynada güzelliklerinin en üzerinde birleştirdi, saçlarının güzelli Negüs, bu sene kırk dört yasında oldu alıcı kaynaklarını araştırarak yeni plân ğini ve sırtınm beyazlığını gösterecek bir ğuna göre, bu kehanetlerin ikisi de doğru lar kurmaya girişmişlerdi, bir taraftan biçimde iğıldi, sonra doğruldu: galiba. sofrayı dönerken bir taraftan bu önemli Yiğitim, dedi, soyunmamışsınız. Gürültünün faydaları işle uğraşıyorlardı. Hele bir soyunun, yatağınıza uzanın. Meşhur îngiliz romancısı H. G. Wells, Yemek bittikten sonra sofranın ye Beni sorguya çekin. gürültüye karşı mücadele cemiyetinin mi rine yatak serildi. Posbıyık Mihalin Mustafa, titizlendi, haykırır gibi cetinginden cemiyeti telâşa düşüren bir dı evinde, Türk evlerinde olduğu gibi se vab verdi: yevde bulunmuştur. Wells, sessiz yerde vaî, Hindî kumaşlardan yapılma yükler Ben yarenlik etmek istemiyorum, tek satır bile yazı yazmasına imkân olma dolusu yatak yoktu. Çoluk çocuk birer babanın gönlü hoş olsun diye sizinle sudığını ve gürültünün kendisi için bir ih köşeye büzülüp yatarlardı. O sebeble mi dan bir konuşma yapıyorum. Beni soyup tiyac olduğunu söylemiştir. Wells diyor safire de ancak üç beş kebeyi üstüste ta nideceksin? Başıma geçip masal mı ki: koyarak bir yatak yapmışlardı. Yorgan söyliyeseksin? Çocukluğu bir yana koy yerine de bir yamçı veriyorlardı. da bir düşüncen varsa söyle. Bana, sessiz bir dünya ile.şimdi Kırlarda, dağlarda, su kıyılannda uKız, hiç aldırış etmedi, biraz daha içinde yaşadığımız neviden gürültüliı bir zanıp yatmağa, yağmura, kara karşı bir delikanlıya sokuldu, sanki bir aşk ayeti dünya arasmda tercihte bulunmak hak ve gocukla örtünmeğe alışık olan Mustafa fısıldıyormuş gibi ılık bir sesle mınldanfırsatı verilse hiç düşünmeden ikincisini için kebeden yatak, yamçıdan yorgan en dı: tercih ederim. Şehrin gürültüsü, kırda işi yumuşak bir şilte ve en güzel bir örtü Büyük işler ağır ağır, yavaş yavaş tilen gürültülerden bin kere daha az müt demekti. Fakat o, yatmaya değil, konuşkonuşulur. Acele işe şeytan karışır diyen hiştir. Bülbül sesi kadar asab bo/ucu bir maya muhtacdı. Bir ayak önce yalnız Türklerdir. Sen de biraz ağır ol yiğitim. ses tasavvur edemem!?. kalıp Posbıyığın kızlarile yüzleşmek ve Ilkin soyun, uzan. Ben de yanına çö onlann ne diyeceklerini anlamak isti meleyim. Yanını, yönünü gözeterek deBu da bir rökor yordu. diğin işi inceliyelim. Bu, daha iyi, daha 1916 haziranınm 5 inci günü, bir AlMihal da sabırsızlık, o da kız'ardan doğru olmaz mı? man mülâzimi tarafından, Belçikada birinin rolünde muvaffak olması için Demiri eriten ateş gibi bu mırıldanış Tournai şehrinden yazılan bir kartpostal, telâş gösteriyordu. Nihayet ayağa kalk ta sinirlere gevşeklik, yumuşaklık veri birkaç gün evvel Werel şehrinde göndetı: yordu. Sylli dönüşünde Maryanın du rildiği adrese gelmiştir. Kartı gönderen Yorgunsun Mustafa Bey, dedi, daklarından sızan alev, şimdi de bu gene mülâzim 22 şubat 1919 da cephede vurularak ölmüştür. Aid olduğu adrese ben ahıra çekiliyorum. Kızları bırer bi kızın ağzında yanıyordu, Mustafanın hatam on dokuz senede ırişebilen bu kart rer yanma yollıyacağım. Konuştuğumuz tıralan birer birer şahlanıyordu. Buna postal acaba bu kadar zaman nerejerde gibi kendılerile anlaş. Umarım ki onlar rağmen sert davranmak istedi, kızı elile dan biri bize yol gösterir, yapacağımız dı. Bu hareket, Maryanın yumuşaklığmı işd kolaylaştırır. Bereketi tenassOt '"" Ve Allah rahatlık versin diyerek ay kendine hatırlatmaktan başka bir fay Birkaç gün evvel, 86 yaşında olduğu rıldı, kızların kümelendıği yere gitti, on da vermedi. Parmaklan sıziadı ve kız halde ölen Portekizli ihtiyar bir kadın, ların da kulaklarına bir şeyler fısıldıya yerinde kaldı. Odada mum vazifesini gören çıra küemsalıne hemen hemen tesadüf edilme rak karısının yanına gitti. Üç dakika sonmesi sönmek üzereydi. Gece bu durumda mış bir bereketi tenasül sahibi imiş. ra en büyük kız, Mustafanın önünde. buPortekizin şimalinde bir kasaba halkı lunuyordu. Bütün kadınlığını bir tebes daha hızlı bir kucaklayışla onları sar mıya başhyordu. Yavaş yavaş kızın saçhemen hemen hep bu kadının neslinden sümde toplıyarak soruyordu.. larındaki renk görünmez oluyor, yalnız Yiğitim, seni soyayım mı? gelmiş. Kasabanın posta müvezzii, orman dudakları parlıyordu. Bu dudaklar, geGene akıncı, bu soruya hıç te uygun bekçisi, kasabı, ekmekçisi ve bütün diğer cenin göğsüne atılmış iki kızıl yakuta sakinleri bu kadının çocukları, çocukla düşmiyen bir cevab verdi.. Kazıklı Voyvadayı kaçırmak için benzıyordu ve gerçekten güzel görünürının çocuklarıdır. Bu beTeketli ihtiyann yordu. 14 çocuğu, 59 torunu, 82 tane de to ne yapmalı? Gene akıncı o çoğalan karanlık, o aKız, bu konu üzerine konuşulacağını rununun cocuğu varmış. ralannda bir dizi inci gülümseyen iki bildiği için şaşkmlık göstermedi, beş on Devrilen çam akıncı ile Bükreş yakınlarında bir yeıe parça yakut ve yüzüne dökülen ılık haSara Bernar, Britanyayi ve Brilan saklanılması, Voyvadanın gezmek için va içinde bir bunalma duyuyordu, vakyalıları pek sever, ve her yıl, Britanya kırlara çıktığı bir gün üzerine atılıp ya tile at üstünde geçirdiği sersemliğe bendaki köşküne gider, tatilini orada geçi kalanması mülâhazasını ileri sürdü. Mus ziyen bir beyin sarsıntısına uğruyordu. rirmış. Bundan kurtulmak, yapıflnasını gerekli tafa dudaklarını büktü: bulduğu konuşmayı çabuk bitirmek için Köşküne yakın bir yerde oturan iki Çocukça bir söz, dedi, beğenmeihtiyar kızkardeş varmış. İkizmişler. Bi dim. Benim öcümü arkadaşlarıma yük yatağına uzanmıya razı oldu, börkünü, risinin de gözü körmüş. Sara Bernar, bu yapmak elimden gelmez. Sonra orman sakosunu attı, çizmelerini çıkardı, kebeihtiyarcıklarla oturup konuşur, derdle larda filân saklanıp beklemek te sıkıntılı lerin üstüne yığıldı: şir, halleşirmiş. bir şey. Haydi sen git te bacını gönder. Işte, dedi, dileğin oldu. Şimdi söyle bakalım, benim iş için ne düşünüyorGene bir sene, oraya gittiği zaman, Bakalım o ne yumurtlıyacak? Kız sendeleye sendeleye giderken ge sun? ihtiyarlardan birinin öldüğünü haber aiKız, iki yakut parçası arasında taşı mış. Hemen gitmiş, kalan ihtiyan tesel ri çağırdı, yanağmı okşadı ve eline bir altın tutuşturdu: dığı incileri açığa vurarak yürüdü, deli için birkaç söz söylemiş: Bu, benden sana yadigâr olsun. likanlının dizi dibine oturdu, kelimesi Ne yapalım, Allah size ömür vcrsin. Kızkardeşiniz belki ahirette, daha Deldirip boynuna takarsın, beni anarsm. başka ve anlamı gene başka bir sesle koKız, «altın istemem, bir öpüş ver» diye nuştu: mes'uddur. Zaten buradaki hayatı hep karanlıklar içinde geçiyordu. Körlük zor haykırmamak için dudaklarını ısırıyor Düşüncemi beğeneceksin yiğitim, du. Fakat bir akıncı önünde her şeyden kuşkusuz beğeneceksin. Lâkin bu bir aşeydir. Büyük Fransız artistinin aldığı cevab vaz geçmek lâzım geldiğine inan besle lışveriştir. Pazarlık ister. diği için o dileğini de içinde sakladı, al Ne pazarlığı? şu olmuş: Öyle ya. Ben size yol gösterece Tabiî madam, haklısınız. Teşck tını alıp çıktı. Ikinci kız daha eşikte iken ablasına ğim, demek ki bir iş göreceğim. Bu emekür ederim. Fakat kör olan o değildi, yapılan soru ile karşılaştı ve kekeliyerek ğin karşılığı olmasın mı? benim! karşılık verdi: Bedava yolcu Para istiyorsun galiba. Vallahi Siz birkaç dil biliyorsunuz. Sırplı, hoşuma gitti. Sen akıllı bir kıza benzi Vaşington adındaki transatlantik, yahud Macarlı kılığa girin, alış veriş yayorsun. Bedava konuşmak bile işine gelAmerikadan hareket ettikten birçok za par gibi Bükreşe gidin, bir ev kiralayın, miyor. Peki. Razı oldum. Eğer düşüuman sonra, Avrupa sahillerine yaklaşır fırsat kollaym, uygun gördüğünüz biı ceni beğenirsem sana on altın veririm. ken, içeride, biletsiz bir yolcu bulundu sırada işinizi başarın. Ben para istemem yiğitim, seni isğunun farkına varılmıştır. Yolcu sağır Bu fikir de beğenilmedi, eline bir al terim. ve dilsiz bir delikanlıdır. O tarihten, ya Beni mi?.. Amma yaptın ha. Ben ni on gündenberi, geminin kaptanı telâş tın konularak bu matmazel de geri çevrildi. Üçüncü, dördüncü kızlar ise deli alınıp satılır kisilerden değilim. Türküm, içindeymiş. Çünkü bu delikanlıyı hangi limana çıkarmak istedise, kabul etme kanh ile Mihal arasında uzun uzun ko akıncıyım. Biz alıp satarız amma satılnuşulan yollan yanm yamalak ileri sür mayız. mişler. mekten başka birşey yapamamışlardı. Yanlış anîadın yiğitim. Seni isteDilsiz delikanh, kaçamaklı yolculuğu Ayni suretle geri yollanmışlardı. Mus rim demek, sana kul olmak isterim de • farkına varıldığı zaman, sorulan suallere tafa, çocukça bir oyalanma biçiınine gi mektir! yazı ile verdigi cevablarda Londralı ol ren bu konuşmaların tadsızlığından si Çıra kümesi büsbütün sönmüştü, yal duğunu, Majestic gemisine gene böyle nirlenmişti, için için Posbıyık dostuna nız havada dolaşan islerinden bir koku dökülüyordu. Kız da bellibelirsiz bir sükaçak binerek Amerikaya geçtiğini söy atıp tutuyordu. Işte bu sırada kızlann beşincisi, yaşça rünüşle yerini değiştirmişti, Mustafanın lemiş, fakat Nevyork limanı memurlanen küçüğü içeri girdi. Bu, ötekilerden ta yanına ulaşmıştı. Odaya düşmüş biı nın da kendisini kabul etmemesi üzerine, üstün bir güzellik taşıyordu, anlayış ba mehtab gibi pırıl pırıl parlıyordu. Gene Londrada değil Broklynde dünyaya gelkımından da böyleydi, ablalarına ben akıncı, kullandığı kelimelerden bambaşdiğini iddiaya başlamış. zemezdi. Mihal, bütün ümidlerini bu kı ka manalar sızan bu pek sıcak nefesli Hasılı, bu zavalh dilsiz galiba va za bağladığından bir aralık öbürlerine kızın burnuna kadar sokulmasından tatlı purda kalmağa mahkummuj. sezdirmeden kendini bir kenara çekmiş bir ıstırab duyuyordu. (Arkam var) Ben para istemem yiğitim, seni isterim. Beni mi? Amma yaptın ha! Ben alınıp satılır kisilerden değilim. Türküm ve akıncıyım..

Bu sayıdan diğer sayfalar: