5 Nisan 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

5 Nisan 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5 Nisan 1936 CUMHURİYET { SAGLIK BAHİSLERİ Biz bize Eksildikçe... Bana anlattıklarına göre: İstanbulda bir takım fabrikalar varmış ki, orada çalışan işçilerin bazı uzuvları ve bılhassa parmakları daimî bir tehlikeve maruzmuş. Bir işçinin bir veya birkaç parmağını makineye kaptırması, buralarda sık sık vaki olan ve artık tabiî görülen hâdiselerdenmiş. Sakat kalan bu adamlar ne oluyorlar? Kapıdışarı mı ediliyorlar? Henüz bir iş kanununa malik olmıyan bir memlekette bu netice gayet tabiî karşılanırsa da yukarıda bahsettiğim fabrikalar böyle hareket etmiyorlarmış. Onlar, parmağı kopan işçiyi alıkoyuyorlar, fakat gündeliğini biraz kısıyor larmış. Ve parmaklar eksildikçe gündelik te mütenasib bir surette azalıyormuş. Baska yerde iş bulamıyacağına emin olan eksık parmaklıların sesini biz duyamıyoruz. Onlar «aman ekmeğimizden oluruz» korkusile en ağır şartlara katlanıp çalışmalarında devam ediyorlarmış. amııca 1 Temiz hava Tatlı su Parlak güneş Güzel manzara Yazan: Selim Sırrı Tarcan lnsan Istanbulda yazı geçirmek iste diği bir sayfiyede üç şey arar: Hava! Su! Manzara! îşte Üsküdarm yıllardanberi dillere destan olan Çamlıcasında bunların üçü de vardır. Havası saf ve temizdir, insana taze hayat verir. Suyu şeker gibi tatlıdır Mide ve böbreklere olan faydasını dok torlar, yaza yaza bitiremiyorlar. Manza rasına gelince bunun eşi memleketin hiç bir yerinde yoktur. Büyükçamlıca tepesinden Boğazın, İstanbulun, Marmaranın görünüşü insanı kendinden geçirecek kadar güzeldir. Gören göz için o panaroma tabiatin bir ziyafetidir. Yeryüzünün bir cenneti olan Boğaziçini Çalmıcadan seyretmeli. Atalar bu gönül açan, sağlık veren semtin kıymetini bildikleri içindir ki oralan bağlar, bahçeler, zarif köşklerle donatmıslar, subaşlarında, çamlar altlarında yemişler, içmişler, gönül eğlendirmişler. Mehtabh gecelerde bülbüller dinlemiş ler. Tam manasile yasamışlar. Bu satırlan yazarken mazi gözümde canlandı. Bundan yanm asır evvel ço cukluğumda şimdi nur içinde yatan anasığımla Üsküdarda Kepçedede mahallesinde oturuyorduk. Bazı yaz günleri tek atlı bir araba ile Çamlıcada Hassa Müşiri Rauf Paşanın köşküne giderdik. O köskün güzelliği, bağındaki çavuşüzümlerinin nefaseti, o kirazlar... O vişneler... Hâlâ aklımdan çıkmaz. Onları hiç unutamam. Bağda kütükler boydanboya gözün alabildiğine asker gibi dizili idi. Koca koca üzüm salkımlan ince kıl torbalarda saklıydı. Her ne tarafa baksanız mutlak gözünüzü çeken köşkler, itina ile bakılmış bağlar görürdünüz. Her taraf ağachklı, yemvesildi. Maddî ve manevî birçok sebebler yüzünden Çamlıca günden güne gçzden düştü. Onun sevimli yüzüne kimse bakmaz oldu. Veliahd Yusuf îzzettinin Büyükçamlıcada bir zamanlar ikameti de birçok bağ bahçe sahiblerini o civardan uzaklastırdı. Hafıyelerin şerrine uğramaktan herkes korkuyor ve Çamhcadan kaçıyordu. Çamlıca öksüz kaldı. Paşalann, beylerin o gönle ferah veren köşkleri viran oldu. Hepsi de birer birer yıkıcıların baltası altında inliye inliye car» verdiler. Bağlar bozuldu, kütükler kurudu. Bundan üç yıl evvel kızlanmla bir bahar günü yürüyüşe çıkmıştık. Yolum Çamlıcaya düştü. Çocukken anamla ziyaret ettiğim Rauf Paşa köşkünü aradım. Ne köşkten, ne bağdan eser kalmış! Suphi Paşa korusunda dolaştık. O bakımsız, o sahibsiz koru gene ihtişamlı, gene azametli, gene asaletini muhafaza ediyor. Gene içinde bülbüller ötüyordu. Ne yazık ki dinliyen yok! Çamlıca bir harabezara dönmüş. Bu yerlerde dolaşmak bana elem verdi. Yüreğim sızladı. Elli yıl evvel pembeçavusun en âlâsmı yetiştiren o Rauf Paşa bağmı şimdi baldıran otlarile devedikenleri sarmış. Şu son birkaç yıl içinde bazı kadir ve kıymet bilen kimseler ölmekte olan ve adela can çekişen Çamlıcayı diriltmek, ona taze hayat vermek kaydine düştüler. Allah onlardan razı olsun! Bu azimkâr insanlann himmetile Çamlıca şimdi günden güne güzelleşiyor* İşlenen toprak derhal feyiz ve bereketini gösteriyor. Yeni bağlar gene yeşeriyor. Çamlıca lâtif havası, parlak güneşi, nurlu mehtabı, gönül açan manzarası, şifalı sularile tam manasile bir sağlık yuvasıdır. Çamlıca tabiî bir senatoryomdur. Geçen yaz bir gün Küçükçamlıca suyunun basındaki kır kahvesinde hasır iskemlelerden birine oturdum. Kahveci yanıma geldi. Pişirdiği kahveye el sürmedim, fakat suya dayanamadım. Tam manasile abıhayat! Kahveciye sordum: Adın ne senin? Osman! Oğlum! Burası çok pis. Şu çardağın üstündeki kuru meşe dallarını kaldınp ona bir asma sardırsan, şu kapkara kulübeyi kireçle badana etsen, buralannı silsen, süpürsen daha iyi olmaz mı? Olmaz bayım! Biz onun tadını tattık. Ben burasını kiralamadan önce bey likten ta şu ileride görünen Ömerbey suyunun yanındaki kahveyi tutuyordum. Orası da burası gibi viran, harab, kötü bir yerdi. Temizledim, önüne bir sed yaptım, bahceyi ciçeklerle süsledim. Şu görünen kulübeyi beyaza boyadım. Ne oldu bilir misin? Kirayı yükselttiler. Ben onu vere meyince attılar beni dışarı. Şimdi bunu tuttum. Bir çivi çakmıyorum, bir taşına dokunmuyorum. Ancak ekmek param çıkıyor, geçinip gidiyorum, dedi . Ne yazık bu yerlerden kira almak değil, onlara oraları imar etmeleri için üste para vermelidir. Hayır! Hayır! Bu dünyada misli bu lunmıyan sayfiye bizlerin teveccühüne, bizlerin alâkasına, bizlerin iltifatına muhtacdır. Geliniz! Çamlıcaya geliniz! Baharda sabahlara kadar bülbüllerin şakrak seslerini dinlemek isiiyorsanız Çamlıcaya geli Puvason ^ davril mi? Brezilya ormanlarında garibeler! Bir Fransız mecmuasına göre, dana başlı çüvercinler, ördek kafalı ku7"lar varmı«! Albükerk ve Mareşal Badoglio Nevv Chronıcle gazetesi, ltalyanlann Tana gölüne yaklaşmaları dolayısile ilk heyecanlı yaygarayı kopardı. Bu gazete, İtalyan pamukçularının İngiliz pamuk endüstrisini tahrib etmek için yaman bir plân kurduklarını, Tan» gölünü Romaya bağlı kalacak topraklara akıtacaklarını, Mavi Nilin yatağını değiştıreceklerini ve bu suretle Mısın yarıyanya susuz bıra kacaklarını yazıyor. Yazının alttarafı telâş, gürültü ve kelime bombardımanı!.. *** Hancere karşı bomba, oka karşı kara torpili, kalkana karşı tank kullanarak, ordulardan önce tayyareler yürütüp gidılecek yolu insandan ve hayvandan tamamıle temizlemek şartıle Habeş ılınde harb yapmaya memur edılen Mareşal Badoglıonun askerî plânlar yanında böyle ticarî projeler de taşıyıp taşımadığını bilemem. Fakat admı yazdığım İngiliz gazetesinin verdiği haber sahi ise İtalyanlar Albükerkın düşünüp te yapamadığını basarmak istiyorlar demektir. Albükerk, malum olduğu üzere, on altmcı asrın başında Kızıldenize musallat olan bir Portekiz denizcısidir. Daha sonraları Hindistanda büyük işler goren, Visroda sıfatile hayli ülkeler yıkıp hayli ocaklar söndüren bu adam, Surıye ile Mısırın Osmanlı Türkleri tarafından zaptolunması, Hıcazm da Türk hakımiyeti altına airmesi üzerine Kızıldenizde Portekiz bayrağının tehlıkeye düştüğünü ve Hind yolunun Türk nüfuzu altına gireceğini görerek büyük bir plân kurmuştu. Cesur denizcinin uluorta düşündüğü şey şuydu: Habeş ilini almak, Tana gölünü aşağıya akıtmak, Mavi Nilin yatağını değiştirmek. Eğer bu düşünülen işler yapılabilirse Mısırın kıymeti sıfıra inecekti ve kuraklasacak bir ülkede Türklerin barınmasına imkân kalmıyacaktı. Fakat Albükerkin plânı bu kadarla kalmıyordu, o, Cidde yolile Mekkeye gitmeği ve o şehri zaptetmek suretile 'bütün hıristiyan âlemini heyecana verdikten sonra Mekke ile Kudüsün mübadelesini İstanbula teklif eylemek ve bu hareketile kilise azizleri sırasına geçmek istiyordu. Herifin emeli yalnız aziz olmak mıydı, yoksa Kudüsü kurtarmaktan, hıristiyan dünyasını minnettar etmekten doğacak kuvvetle kral olmayı da tasarlıyor muydu?.. Buraları, tarihçe karanlık kalmakla beraber Albükerkin Tana gölünü uzaktan göremediğini, Ciddeye ise adım atamadığını, bıliyoruz. Mareşal Badoglio Habeş ilinde Al bükerkten çok fazla ilerledi. Acaba eskilerin tulüemel dedikleri dipsiz kuruntuda da ilerlemeği göze alacak mı?.. Bunu ancak hâdiselerden öğreneceğiz. Şimdilik Nilin Mısırı harıl hanl suladığma ve Mısır pamuğunun denk denk îngiltereye taşındıiına süphe yoktur. M TIJRHAN TAM L mahkum olan Bahşiş köyünden Kara Ali, takıbine çıkan jandarma müfrezesinin pususuna düşürülmüş ve bir bu çuk saat devam eden bir musademeden sonra haydud ölü olarak ele geçirıl miştir. Kara Ali bundan üç sene evvel mah:umiyet müddetini Karamanda geçir mek üzere nakledilirken yolda kaçmış ve şimdiye kadar birçok defa yol kes miş, Başdere köyünde bir adam öldürmüş ve son defa da şehirden ıki buçuk saat kadar uzaktaki maden labrikasın dan iskelemize develerile kurşun ta lyan bir kadının yolunu keserek ken disini zorla dağa kaldırmıştır. Bu yaman haydudun şerrinden çok ;an bıkmış olan köylü, ölüm haberini amca kurban kesmiştir. Bu hikâyeyi dinlerken eski bir nazariyeyi hatırladım. «Contrat d'adhesion» diye anılan bu nazariyeye göre, bir mukavele, âkidlerin şartlar üzerinde uyuşmasile meydana gelmiş gibi görünürse de, bu görünüs ekseriya doğru değildir. Eğer âkidler arasında büyük ekonomik farklar varsa, mukavele ahkâmı, yalnız ekonomik şartları müsaid olan tarafın arzusile ve diğer tarafın da onlara inkıyadile doğar. Işte işçi ile patron arasmdaki münaseesası budur. Ve bu münasebetlerden doğan mukaveleye, mukavele denemiyeceği içindir ki elli altmış senedenberi dünyanın her tarafında işçi ile patronun münasebetlerini tanzim eden kanunlar konulmuştur. Bu kanunlar olmazsa, biraz evvel yuniz! karıda okuduğunuz gibi parmaklan ekLezzetli, şifalı, billur gibi berrak sular sildikçe isçi de, gündeliği de Nasreddin içmek istiyorsanız Çamlıcaya geliniz! Hocanın kuşuna dönerler. Saf ve terniz bir hava ile hergün ciğerN. lerinizi yıkamak istiyorsanız Çamlıcaya geliniz! POLÎSTE îstanbul ve Boğazın hergün başka bir şekilde güzelliklerini seyretmek istiyorsaBADEM YAĞINDAN ZEHİRLEN nız Çamlıcaya geliniz! Dİ Taksimde Hacı Ahmed mahalle Fikir yorgunluklannızı gidermek, sinir sinde 30 sayılı evde oturan Nurettin lerinizi dinlendirmek istiyorsanız Çamiı müptelâ olduğu hastalığın geçmesi için caya geliniz! fazla miktarda badem yağı içtiğinden Gencler! Sizlere hitab ediyorum. Tatil zehirlenmiştir. Nurettınin hayatı teh kamplarınızi Çamlıcada kurunuz! Çünkü likede görüldüğünden Cerrahpaşa haso havayı, o suyu, o manzarayı başka yer tanesine kaldırılmıştır. de bulamazsınız. Hayatınızın kıymetini BURGAZ ADASINDA FUNDALIK biliyor, tabiatle başbaşa kalmak istiyorsa YANDI Evvelki gun Burgaz ada nız Çamlıcava çeliniz! sında Ayanikola civarında fundahklarSELlM SIRRI TARCAN dan yangın çıkmış ve 20 metro murabtaAnamurda bir şaki öldürüldü baı fundalık yandıktan sonra itfaiyetahrafından söndurülmüştür. Yapılan Anamur (Hususî) Bundan bir müdkikatta yangının oradan geçen birinin det evvel yol kesmek, insan soymak, attığı sigaradan çıktığı anlaşılmıştır. ırza geçmek gibi suçlardan on seneye BİR ADAM DENİZE DÜŞTÜ Evvelki gün Köprüden Kadıköyüne saat üç postasını yapan vapur Sarayburnu açıklarına geldiği sırada bir adamın denize düştüğü görülmüştür. Yolcuların bağırması üzerine kaptan vapuru dur dutmuş ve denize sandal indirilerek adamcağız boğulmak üzere iken kurta rılmıştır. Bunun Musevi lisesi mızıka muallimi Goldenberg olduğu anlaşılmış ve Haydarpaşa hastanesine kaldırılmıştır. TRAMVAYDAN ÜRKEN HAYVANLAR Arabacı Alâettin Karagümrükte tramvay caddesi üzerinde hayvan larını başıboş bırakarak sigara almağa gitmiştir. Arabacı sigarasını alıp dö nerken o sırada oradan geçen tramvaydan hayvanlar ürkmüş ve arabayı tramvaya doğru sürüklemeğe başlamışlar dır. Vatmanın fren yapmasına rağmen hayvanlar arabayı tramvaya çarptır mıştır. Çarpışma sırasmda tramvayın camları ve çerçeveleri de kırılmış, in sanca eksiklik olmamıştır. Polis arabacıyı yakalamıştır. Garib Pariste çıkan «Vu» mecmuası 1 ni san tarihlı sayısında Puvason Davril olduğu anlaşılan şu garıb havadisı veri yor: «Holandalı âlimlerden mürekkeb bir heyet Amazon mıntakasında yaptığı bir tetkik seyahatinden avdetinde, şimdi ye kadar asla görülmemiş bir yığın garıbe getirmiştir. Bu garibeler, Brezilya ormanlarında bulunmuş bir takım hayvanlardır. Brezilyanın balta girmemiş, insan ayağı değmemiş yabani ormanlarında en vahşi hayvanlarla en munis hayvanlar, adeta bir cennette yaşar gibi yanyana, kardeşçe ömür sürerler. Kaplan yırtıcılığı, kartal avcılığını, âciz kuşlar. kendinden ufak ve kuvvetsiz hayvaniar üzerinde tatbık etmez. Öyle ki, bu alışkanlık, biribirinin ezelî düşmanı san dığımız başka başka tıynette hayvanlar arasındaki bu kardeşlik, bunların bir leşmelerine ve döl yetiştirmelerine se beb olmuştur. Işte Holandalı heyetin Brezilya ormanlarında ele geçirdıği garib hayvan nümuneleri, bunların nes lindendır. Resmimizde gördüğünüz dana başlı güvercin, ördek başlı kuzu, horoz kafalı kuğukuşu gibi çeşid çeşid acayib mah lukların neslini üretmek için, zoologie hayvanla. guvercın: âlimleri birçok tecrübelere girişmişler, fakat muvaffakiyet elde edememişler dir. Bu muvaffakiyetsizlik, Avrupadaki hayvanat bahçelerinde, Brezilya ormanlarının hususî ahval ve şeraiti mevcud bulunmamasına atfediliyor. Oralardaki ıklimi, ormanların kendilerine mahsus olan türlü türül şartları bir araya toplamadıkça, bu garibelerden kendilerine benzer döl almağa imkân yoktur.> Halk Operetinde «Florya)) Amy Mollisonun tayyaresi bozuldu Cezayir 4 (A A.) Kapla Londra arasında yeni bir rökor kurmak üzere dün sabah Londradan hareket etmiş olan kadın uçman Amy Mollison saat 13,48 de Oran üzerinden uçmuş ve 16,44 te Colombecharda karaya inmiştır. Kolomb Beşar 4 (A.A.) Uçman Bayan Amy Mollisonun uçağının iniş cihazı Miamiye doğru havalanırken sakatlandığından uçuştan vazgeçmesi muhtemeldır. Colombechar 4 (A.A.) Kadın uçman Amy Mollisonun uçağı, tamir edilmek üzere Orana gönderılmistir. Hukuk ilmini yayma kurumunun kongresi Ankara 4 (Telefonla) Hukuk il mini yayma kurumu kongresi yarın sat 11 de Halkevinde toplanacaktır. Topantıda idare heyeti raporu okunacak ve kurumun bir senelik konferans verme. müsabaka açma ve sair çalışmalan akkında izahat verilecektir. ukarvia tFıoryai dan bır sahne, solda Mehmed İbrahim ve Yaşar Nezıhinin muvaffakiyetli makiyajları Halk Opereıinde Yunan ve Türk san' atkârlan; Nezihe Muhiddinin yazıp Volga nehri taştı Seyfeddin ve Sezai Asaf biraderlerin bestelediği «Florya» operetinin temsili Moskova 4 (A.A.) Volga nehri Yabaşlamıştır. Yeni oyun fevkalâde rağbeti celbetmekte ve çok muvaffak olmak roslav yakınında taşarak, birçok kövleri tadır. Bütün san'atkârlar ve bilhassa Mehmed İbrahim nazarı dikkati celbet su basmış ve Yarosîav şehrini de tehdid etmekte bulunmustur. mektedir. şekil şekildir. O da ayn mesele... Kapatılmağa sebeb olan, nedir? Ali Tunc, göz kırptı: Siz, çok ihtiyatlı hareket ederdiniz. Çürük tahtaya basacağınızı zannetmiyorum. Zülfü Şahin, cevab vermiyordu. Ali Tunc, sakin bir sesle sordu: Bu iste sabıkanız var mı? Zülfü Şahin, birden başını kaldırmıştı: Hayır! Ali Tunc, gülmekten kendini alamadı: Bu, cidden tebrike değer... îşiniz hakkında da bana ümid veriyor. Zülfü Şahin, yerinden kımıldanmıştı: Ban, öyle bir iyilik ediyorsunuz ki beyefendi... Size borcumu, nasıl ödiyeceğim! Ali Tunc, elile işaret ederek, onu, oturttu: Daha hiç birşey yapmadım.. Bir birimize daha birşey borclu değiliz... Şimdilik sadece konuşuyoruz. Zülfü Şahin, güldü: Bana ümid veriyorsunuz.,. Sizin sözleriniz değil; sesiniz, haliniz bana emniyet veriyor, beyefendi. Ali Tunc, ömründe belki ilk defa olarak, böyle bir iltifata, icinden sevinmış ti: «Sesi, hali, Zülfü Şahine emniyet veriyordu!» Onun sesi, hali; belki bir kadına, bir kıza, emniyet verebilirdi; i« başında, soförlere, ustabaşılara eronivet verebilirdi. Bu, Ali Tuncun yaratılı<:ın<n, ve ustalığının bir hakkı idi. Bu çeşid «emniyetleri» tabiî görebilirdi, onlara alıskındı. Fakat Zülfü Şahin gibi, hayatın büsbütün ayrı bir cephesinin adamına «emnı yet» vermek, en sıkı bir imtihandan, tam numara almak gibiydi. Ve bu, Ali Tunca, keyif vermişti: İltifatına tesekkürler.. Mademki sabıkan yok, şefaat isi, kolaylaşıyor demektir. Sen de kabul edersin ki araya gıren de müşkül vaziyete düşmek istemez, değil mi? Zülfü Şahin, basını sallıyordu: (Arhmm mmr) Aşk ve macera romam Yazan: MAHMUD YESAR1 63 Aman beyefendi, sizin o kadar tanıdıklarınız vardır. Hatınnızı kırmazlar, sanıyorum. Ali Tunc, kaşlarını hafifçe çatmıştı: Dostça konuşuyoruz, değil mi? Evet... Emrettiğiniz gibi... Hayır... Dostluk, emirle olmaz... Dostça konuşuyoruz. Yani, bu işin olabilir ve olamaz taraflannı beraber düşünelim. Zülfü Şahin, başını iğdi: Hakkıâliniz var, beyefendi. Ali Tunc, kolunu uzattı, Zülfü Şahinin elini tutarak dostça okşadı: Hakkıâlim yok... Beyefendi de değilim. Zülfü Şahin, şaşırmıştı: Af buyurunuz, bir kusur mu ettim? Ali Tunc, elini çekmişti: Ben, Ali Tunc ustayım. benli konuşmaktan hoşlanmm. Zülfü Şahin, gülümsedi: Biliyorum, efendim! Senli Ali Tunc, sigarasını derin derin çek korkmasında hakh buluyordu. Çünkü tikten sonra, dumanı, havaya savurdu: Zülfü Şahinin bütün işleri, hangi yaka sından tutulsa, korkulu, şüpheli, bulaşık O halde, anlaşabiliriz... tı. Hatta Zülfü Şahin, hakikaten samimî Ve ağzından sigarayı çekti, tablaya bastırdı, dirseklerini masaya dayadı, gözle davranmak, içini açmak, dökmek istese, gene asıl hakikati, bütün çıplaklığile söyrini Zülfü Şahine dikti: Evet, açıkça konuşalım, azizim. liyemezdi; kendi kendisine bile itirafa Beni tanıyanlar, ve hatırımı sayanlar çok çekinirdi. tur. Fakat, herşey gibi, bunun da yeri, Ali Tunc, buna, o kadar emindi ki, ozamanı, derecesi vardır. muzlannı kaldırarak güldü: Şüphesiz, efendim. Eviniz kapatıldı. Fakat bunu zabı Mademki bunda da anlaştık, ötesi ta, nasıl kapattı? Sormak istediğim bu!.. kolay, demektir. İçinizden biri mi haber verdi? Her işte Zülfü Şahinin gözleri parlamıştı: olduğu gibi, tabiî sizin de birçok rakib Size nasıl teşekkür edeceğimi bile leriniz ve dolayısile düsmanlarınız vardır. miyorum. Düşmanlarınız mı haber verdiler? Yoksa, zabıta mı izinizi buldu? Ali Tunc, tekrar kaşlannı çattı: Şimdi, teşekkürü filân bırakın. Işm Zülfü Şahin, Ali Tunca baktı, yut aslını, esasını bana anlatın. kundu: Zülfü Şahin, gözlerini açarak baktı: Zabıta kapattı! Nasıl, aslını, esasını? Ali Tunc, sinirleniyordu; taşmamak için dislerini sıktı: Ali Tunc, gözucile, onun gözlerini k'^ntrol etti; gözlerinde korkunun ne ÎŞI Tabiî zabıta kapatacak, azizim! ğı, nr gölgesi vardı; fakat Ali Tunc, o Mahalle bakkalı, yahud konukomşu genun korkhıgup'u içinden sezmişti. Onu, lip te kapatamazlar a... Kapatılmak ta

Bu sayıdan diğer sayfalar: