29 Haziran 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 4

29 Haziran 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURİYET 29 Haziran 1936 KUçük Hikfiye Izmir Istanbul telefonunda Canım bayanım... Nedâ masasına geçti: Susunuz ve çıkınz efendi.. Tatil saatlerinde, bir kadının odasma, paldır küldür hem de ses çıkarmadan girmek.. Müsaade buyurun, Bayan Nedâ.. Nedâ asabî asabî bağırdı: Çıkınız, diyorum, yoksa sizi koğ dururum.. A, üstüme iyilik sağlık, §una bak!.. Rüştünün canı sıkılmıştı... Kapıdan çıktı. Tuuu Allah müstahakmı versin, neler umduk, neler tahayyül ettik, neler çıktı karşımıza?.. Ve, İzmirin yolunu tuttu... * * * Izmire geldiğinin ertesi günü idi. Gene telefon etmek icab etti. Mikrofonda, her zamanki gibi, Necelâ ile karşılaştı. Neclâ, heyecanlı heyecanlı: Ya dedi bu kadar vefasızhk ha?.. Halbuki ben seni böyle tahayyül etme miştim.. Dostluğumuz böyle mi olacak tı? Hayrola, Bayan Necelâ!.. A, A... Şimdi de Bayan Neclâ mı olduk, bu da nereden?.. îstanbula gelmiş, gitmışsin de haber bile vermedin.. Size kim söyledi?.. Şeften haber aldım... Bu yaptığınız dostça bir iş olmadı... Samimiyetimiz bu nu iktıza ettirmiyordu. Yazıhaneye gelecektiniz. Beraber çıkacak, gezecektik ve bana misafir olacaktınız. Ummazdım doğrusu Rüştü senden bunu!. Vallahi ne diyeyim, ne söyleyim?.. Dinlemem, nafile!.. Hiç bir mazeret bu hatanı örtemez. Haklısınız, evet, yerden göke kadar haklısınız. Haklıyım tabiî.. Dostluk bu mudur sanki?.. Şey, Rüştü, dostluk dedim de hatırıma geldi, biliyor musun üç gün evvel ne oldu? Anlatırsanız öğrenirim. Iş saati haricinde biri çıkageldi. Terbiyesiz, maskara bir herif.. Hem de çirkin mi çirkin. A m a Allahım görme liydin yüzünü!.. Tıpkı maymun azması bir mahluk.. Dinliyorsun değil mi Rüştü, tıpkı maymun azması.. Yalnız, boynunda boyunbağı, sırtında elbise, başında şapka var ve bizirrr gibi komışuyor.. Ben de şöyle istirahat ediyordum. Hani birşey yaptığımdan değil, roman okuyordum.. Bana «Ben sizin dostunuzum Bayan Neclâ» diyip te birşeyler söylemeğe kalkmasın mı?.. Küstah herifin ağzının paymı verdim. Odacıları çağırttım, kolundan yakalattım ve sokağa fırlattım.. Benim dostummuş... Bak maskaraya, bak mendebura!.. Rüştü... Rüştü... Niçin cevab vermiyorsun... Alo alo, santral... Santral, duymuyormusun? Nasıl şeydir bu, rica ederim, konuşamıyoruz santral!.. İzmirle yolumuz bozuldu... 3 dakikasına yüz kuruş veriyoruz santral!... Rica ederim santral... Santral!... Bibliyoğrafya L'ENEİDE Dün ve Yann Tercüme Külliyatı 1936 Fiatı 100 kuruş Türkçe tercümesini Ahmed Reşide borclu olduğumuz bu eserin müellifi Virgile, Milâddan 70 sene evvel, yani iki bin sene evvel dünyaya gelmiş lâye mut bir şairdir. Yazıldığı dil, kısmen olsun, unutul muş, kahramanlıkları göklere çıkarılan devlet yeryüzünden silinmiş, fakat Virgilein eseri, mevzuundan daha canlı olduğu için, her asırda ve her millette heyecanlar uyandırmıştır. O, lisanı pürüzsüz, şiiri kusursuz büyük bir san'atkârmış. O, millî bir ede biyat yaratan büyük bir vatanperver miş. O, zamanınm ihtiyaclarını sezerek şehirlere doğru koşan halkı, toprağın şiirini terennüm ederek, gene toprağa döndüren bir içtimaiyatçı imiş. Velhasıl öyle yüksek eserler vücude getirmiş ki işte yirmi asırdanberi özlerini muhafaza etmişler ve hâlâ da etmektedırler. Bu eserler yirmi asırdanberi birçok lisanlara çevrilmişler ve hâlâ da çevrilmektedirler. L'Eneidei bu defa Maurice Ratın fransızca tercümesinden türkçeye çeviren Ahmed Reşid bütün muktedir insanlar gibi büyük bir tevazula: «Türk kütüb hanesinin böyle bir eserden mahrumi yetıne nihayet vermek emelinden münbais olan cur'etimin müsamahaya mazhariyetini ümid ederim. Tercümeye, bence mümkün olabileceği kadar, itina edilmek tabiidir; ancak tevfik Allahındır.> diyor. Bu eseri okuyanlar her halde bizimle beraber Ahmed Reşidin bu tevfika mazhar olduğuna şahid olacaklardır. Kitabın başında 42 sahifelik bir methal Virgile, L'Eneide'e ve mevzuuna, eserin membalanna ve veçhi telifine, tasvir edilen Romalı hissiyatına, eser deki seciyelere ve şahsiyetlere, Vir gilein hissiyatına ve daha bu gibi iki üç bahse hasrolunmuştur. Eserin kendisi de üç yüz sahife tutuyor. Bu vesile ile Ruşen Eşrefin de Vir gilein diğer bir eserini, Bucoliqueslerini türkçeye çevirdığini hatırlatalım. Bu eser Türk ocakları ilim ve san'at he yeti neşriyatmdan olarak 1929 da intişar etmiştı. O zaman, bilmem kaçıncı defa olarak klâsikleri tercümeye teşebbüs olunmuş ve bu kitab böyle bir serinin ilki olarak meydana çıkarılmıştı. Çok yazık ki arkası gelmedi. Kitabın başındaki «Birkaç söz» de Ruşen «bu cıhangir şairin ölmez mısralarından ben burada ancak solgun ve uçuk bir iz belirtebildim.» diyerek böyle bir tercümenin güçlüğünü tebarüz ettifiyor. Herkes kolayhkla teslim eder ki Virgile her halde lâtince okunmalıdar. Bütün şairler için de böyle değil midir? Hangi şair bir başka lisanda aslmdaki kuvveti muhafaza eder. Onun için bizde de lâtince öğrenenlerin çoğalmasmı ve onların, alacakları klâsik ve sağlam bir fikir terbiyesile, bu tükenmez membaların şiriyetini bize doğrudan doğruya nakletmesini temenni edelim. Bu sözlerim kültürümüzün kuvvet lenmesi için umumiyetle arzu edilecek bir temenniyi izhar içindir. Yoksa Ah med Reşidinki gibi Ruşen Eşrefin ter cümesi de çok itinalı yapılmıştır. Şüphe edenler varsa bunları okusunlar. Onlar da benim gibi bu kanaate erer ler. Erciyesin karlı tepelerinde Onlar, îzmir İstanbul telefon muhaberesi başlıyalıberi, hergün telefonda konuşuyorlardı. Ayni müessese namma çalışıyorlardı. İşleri için, hergün biribirine telefon ediyorlardı. Insan sesinin, güzel ve cana yakm konuşmanm tesirleri, karşılıklı olarak ve yavaş yavaş tesirini gösteriyordu: Evvelâ, resmî ve nazikâne başhyan konuşma, sonraları samimiyete döküldü. Sesten ve konuşmadan doğan bir ah bablık almış, yürümüştü. Alo, sen misin Rüştü? Benim Nedâ.. Nasılsın, iyi misin?. Bugün İstanbul ne âlemde? Hava sıcak.. Sorma, buram buram terliyorum. Ya İzmir nasıl? îzmir de öyle.. Fakat ben şimdi Birinci Kordonda açık pencereden deniz rüzgânnı ahyorum. Sorma nekadar gü zel?.. Siz de yanımda bulunsaydmız, şey, yani burada bulunsaydmız, diyecektim tabiî... Ve gülüşüyor, işlerini de bu arada konuşuyorlardı.. Her mikrofonu bırakışta aşağıyukarı ayni şeyi düşünüyorlardı: « Acaba güzel mi?. Çehresi, vücudü nasıl?. Saçlarının rengi kumral mı, san mı, siyah mı?.. Ben yeşil gözlerden korkarım, siyah olsalardı bari... Bu kadar güzel konuştuktan ve sesi böyle insan kulağma tatlı tatlı fısıldar gibi olduktan sonra, elbette ki, kendisi de hoş olacak?..» Ve bu düşüncelerle hiç yüzyüze gelip te konuşmadan dost olmuşlardı. *** Rüştü ansızın Istanbula gitmişti. Bilvesile Neclâyı da ziyaret edecekti. Fakat bir sürpriz yapmak için habersizce hareketi düşündü. Müessesenin yazıhanesi Galatadaydı. Merdivenleri çıktı, Neclânın odasını sordu ve kapıya vurmadan içeriye girdi. Sırtı kapıya doğru çevrilmiş bir kadın, çorabını çıkarmış, ayağım bir koltuğun üstüne koymuş, nasırını kesmeğe çahşı yordu. Rüştü dönecek oldu, yapamadı. Aksilik; vapurda nezle kaptığı için bir de öksürüverince, Nedâ sıçradı, başını çevirdi: Kimdir o? Rüştü ona baktı. Bu, kırk yaşlannda, taşgözlük takacak kadar miyoplaşmış saçlarile alnı arasında ancak iki santim mcsafe bulunan, kaşları çatık ve kemerli, burnu keza dudaklanna doğru eğik ve ke merli bir kadmdı.. Rüştünün gözlerindeki heyecan ve neşe, birdenbire boşalıvermişti. Kendi kendine «Aman Allahım bu ne mahluk?..» diye mınldandı. Telefonda konuştuğu kadın, o güzel sesin, o tatlı konuşmanm sahibi bu idi ha?. lnanılacak şey değil!.. Ben diye kekeledi dostunuz.. Neclâ, masasına doğru yürüdü: Ne münasebet, ne münasebet bayım?.. O kelimeyi kullanmak salâhiyetini nereden aldınız, siz kimsiniz?. Hem... bir daireye, bir odaya girerken kapıya vurmak nezaketini de öğrnmediniz mi?.. Erciyeşte bir tek ağaç, fundalık bulamazsınız lri yapılı ve yüzünden gürbüz bir sıhhatin kıpkızıl rengi fışkıran on beşlik bir Türk kızı, gölgede bizi görünce ürkerek çekinir gibi oldu. Mayanna değil, diline bile yabancı bir kelime almıyan bu Türk kızt utanmış ve sıkılmıştı... RADVO akşamki programj İSTANBUL: 18 Kavaleri Rustikana (plâk) 19 haberler 19,15 muhtelif plâklar . 20 halk musıkisl 20,30 stüdyo orkestralan 21,30 son haberler. Saat 22 den sonra Anadolu Ajansının gazetelere mahsus havadis servisi verile cektir. BUKREŞ: 18,15 orkestra 19 haberler . 19,15 konserın devamı 20,20 Rumen halk şarkıları 21 radyp orkestrası 22.05 şarkılar 22,45 koro ile Balalayka orkestrası . 23,20 konser nakli. BUDAPEŞTE: 20 cazband 21 konuşmalar 21,30 plâk22 20 haberler 23 spor röportajı (yüzme). MOSKOVA: 18,0 piyano konseri . 19,15 operet plye • sini nakıl . 22 yabancı dillerle neşriyat. PRAG: 18 parktan nakil 18,35 yaz skeçi 19,05 konser nakli 20,05 hafıf musıki . 21,50 Prag radyo orkestrası fOsvald Kabasta'nın idaresinde Brukner senfonisi) . 24 d a n s musikisi. BELGRAD: 20,30 milli neşriyat 20,50 muhtelif operetlerden parçalar 22 Sokol teşkilâtı t a rafından konser. 3 [•] Kayseri (Husu sî muhabirimiz den) Her çıkışın bir inişi, her inişin bir çıkışı varmış, doğru. Biz de, zirveye konulan demir saçtan bir mahfa zanın içindeki def tere (Cumhuriyet gazetesi) adına bir kaç kelime yazdıktan sonra iniyoruz. Hayatta yükselmek güçtür, derler. Bu Erciyesin zırvesınde hatıra dejten ımzalanıyor rada en güç en guç olan inmektir. Filhakıka çıkış gibi, ciğerlerin yorgunluktan körüklemesi yok, fakat inişte ödleri patlatan, kalbleri hoplatan yuvarlanma korkusu, ölüm tehlikesi var. Çıkarken önü müzden nihayet beş metroluk bir yer görürüz, inerken başdöndüren uçurum lar topuklanmızın altında!. Onun içindir ki bütün kudret ve hassasiyetimizi seferber etmiş, adımları bunlara akord ederek iniyoruz. Can korkusundan, ayaklarımıza tutunacak sağlam bir yer bulmak için, iniverdiğimiz bazı kaya parçalan, tekermeker yuvarlanarak gözden kayboluncıya ka dar gidiyor. Fakat bu sukutun kulaklarımızdaki uğultusu bizi her adımda ikaz eden bir çan sesi oluyor. Erciyeşte bir tek ağac, ufak bir fundalık, kökü toprakta nebat namma derman için bir şeyler arasanız, imkânı yok bulamazsınız. Burası zaten toprak de Erciyesin korkunc yerlerinden bir gorüntış ğil, kül ve küllerin taşlaşmasıdır. Her On iki saatlik yorgunluğumuzu suyun akorkunc kaya, dağılmak için bir kaç kıntısma bırakıverdik. balyoz darbesi bekliyor. Vur, önünde Yeşil çayırların serin ve yumuşak bir harmanlık çakıl hâsıl olacak. Bastıkoynunda gevşek bir tembellikle uzan ğın her yer, oynak ve kaypaktır. Tabiîdir ma§ dinlenjrkeı*, pmar^ kollarınd^ ikj ki ağac olmaz. ••r'Jr'c.nısn • büyük bftkraçla Türkmca obasının gejaç Üstünden indiğimîz şu Erciyes, asırve dilber bir kızı.su.alrnağa geldi. lardanberi bu kel tepeainden kimbilir kaç lri yapılı ve yüzünden gürbüz bir sıhyıldırım yemiştir. Eminim ki her yıldınm hatin kıpkızıl rengi fışkıran bu on beşlik onu, bir kaç karış arzm bağnna doğru Türk yosması, gölgede bizi görünce ür çökertmiş, sivriliklerini dağıtmış, kayala ker ve çekinir gibi oldu. Ona cesaret vernnı tümsekletmiştir. îndikçe ufuklar da mek ve on iki saatlik insan hasretini gi ralıyor, daraldıkça manzaralar o dilber dermek için sordum: liğini kaybediyor. Uzaktan farkedeme Bacı, dedim, buradan biraz önce diklerimiz şimdi gözlerimizde büyüyor! Hacılara doğru bir adam geçti mi?... Yorgunluğun acılannı, ümid dolu teselli O, bu sorgumdan cesaret alarak merd hayallerile avutmağa başladım. Düşünbir tavırla ve akan pınar suyu kadar saf düm, Italyanlar (Vezu) yanardağına ve berrak bir ahenkle: seyyah celbetmek için asfalt ve geniş Kadasını aldığım, başı günlüklü caddeler açmışlar. Asfalt caddeleri şe hirlere bıraktık. Tabiat ve coğrafyanın müydü?. dedi. Düşündüm, kaza mı ba böyle meşhur yerlerine sağlam birer şo lâmı alan bu Türk kızının (günlük) se olsun yapabilseydik, sanıyorum ki dediği ne olabilirdi?. Az önce bize gü lerek giden adamın başında şemsiyesi yaptığımız masraf bedava gitmezdi. Tekir yaylasına yaklaşınca inişimiz vardı. Demek Türk dilinde şemsiyenin hızlanıyor. Bizi aşağıya çeken bir kuvvet adı (günlük) müş.. Cevab verdim: Evet, başı günlüklü idi.. var. Nedir bu?.. Bu, bence, yorgunluk Şu çığırdan aşağı doğru gitti! Tive can korkusundan ziyade kalabalığa karşı içten gelen ezelî bir istektir. îki iii... Gidiyor işte!... Diyerek bana parmaklarile uzakları igündür yabanîleştik gibi!.. Tekire yakşaret ederken, laşıyoruz. Obanın zümrüd çayırlıkiar Bacı, kaç yaşındasm sen?.. dedim. ortasında gerili çadırlan uzaktan görü Küçüğüm!... Daha bürgüye gel Iüyor. Neredeyse Karabaş bizi istikbale medim!.. dedi. (Bürgü) Afşarlar ara koşacak. Geniş dallı, serin gölgeli bir ceviz sında çarşafa diyorlar. Bu bürgüsüz Türk kızmın başına, ge ağacına gelince son molamızı verdik. Hacılar nahiyesine gittiğini söyliyen bir lişigüzel sardığı beyaz, keten tülbendi adam yanımızdan geçerken bize gülü göstererek: Öyleyse başındaki nedir? dedim. yordu. Ağacın bir kenarında yerden kay O, börgü değil, utancaklıktır!... nıyan buz gibi bir pınardan elimizi, yü arasında zümüzü yıkıyoruz. Bu, su değil, kimse dedi. (Utancaklık, Afşarlar başörtüsü demekmiş.) nin bulamadığı abıhayat olsa gerek. KaPembe yüzüne hücum eden hafif yalar arasından gök mavisi renginde fışkıran bu bol ve buz gibi suda, yıkandık. kan renginden anladım ki, mayasına deKano yaydan fırlamış bir ok gibi ileri atıldı. O dalgaların üzerinden kayıp giderken polis motörü de yavaş yavaş, bir vakitler hayata ve cemiyete meydan okumuş olan gene kızın; Thaissa Straffordun parçalanmış cesedini Londra sahillerine götürüyordu. Düşünceler Cedricin beynini bir buğu gibi sarmıştı. Bunlar arasından bir tanesi hiç te kabili müsameha görülmüyordu. Gene kızla mülâkatında öğrendiği esrar ve ifşaatı Sir Basil Hamptona söylemek vazifesiydi; buna ihanet edebilir miydi? Büyük şef kendisine, Thaissayı tevkif etmek rolünü vermişti; ona rağmen gene kızın kaçmasına imkân hazırlaması kabil miydi? Şefleri hakikati öğrendikleri zaman Cedric hakkında kimbilir neler düşünürlerdi? Hatta bizzat kendi kendisinden şüphe ve nefret etmiyecek miydi? O takdirde yapılacak tek bir iş kalıyordu: Istifasını verip Scotland Yarddan ayrıl mak.. Gündüz belki yirmi defa, büyük şefin bürosuna gitmek ve herşeyi itiraf etmek için hazırlandı. Birşey onun elini ayağım bağlıyordu: Thaissaya zarar vermek ve kaçmasına mâni olmak!.. Zaten gene kızın aklına da bu şüphe gelmemiş miydi? Sonra bütün hâdiseler hayalinde resmigeçid yapıyor, zabitin endişelerini artırıyordu.;BiAtün gece ıstırabla Nöbetçi Eczaneler Bu gece nöbetçi olan eczanekr şunlardır: istanbul cihetindekıler: Aksarayda (Ziya NurD, Alemdarda (Abdülkadir), Bakırkoyde (Hilâl) Beyazadda fSıtkı), Eminonunde (Mehmed Kâzım), Fenerde (Arıf), Karagumrukte (Arıf), Kuçukpazarda (Hikmet Cemil), Samatyada (Teofilos), Şehremininde (A. Hamdl), Şeh. zadebaşmda (Halil). Beyoğlu cıhetindekiler: Galatada (Merkez), Hasköyde (Halk), Kasımpaşada (Merkez), Sarıyerde (Asaf), Şişlide (Merkez), Takslmde (Matkoviç), (Kemal Rebül). Usküdar, Kadıköy ve Adalardakller: Buyukadada (Merkez), Heybeüde (Yu suf), Kadıkoy, Altıyolda (Merkez), Modada (Moda), Uskudar, Selimiyede (Selimiye). Yeni çıktı ÇÎÇERON Hitabetile bütün eski Roma tarıhini parlatan Çiçeronun bu tercümei hali o zamanların en yük sek tarihçisi Plütark tarafmdan yazılmıştı. Haydar Rifatm kalemile dilimize çevrilmiştir. 40 kuruş. TAKSIM BAHÇESİNDE H A L K OPERET1 Bu akşam 21.45 te TELLİ TURNA Pek yakında RAHMET EFENDİ Masalarınızı ayırınız Tel. 43703 HALK OPEKETi Fransızca dersleri Yaz mevsimi, lisan için çalışmağa en müsaid zamandır. Diplomalı ve pratik bir metoda malik bir Fransız bayanı müsaid şeraitle ders vermektedir. Ga zetede (C.) adresine yazılmalıdır. ğil, diline bile yabancı bir kelime almı * yan, benim şu Türk bacım, utanmış ve sıkılmıştı. Halbuki dilimin kanşıklığın * dan ona karşı asıl ben utandım.. O, bakraçlannı pınardan doldururken, ben içimden: Günlük, bürgü, utancaklık!.. Ne güzel kelimeler!.. diye düşünüyordum! Türk Dili Tetkik Cemiyeti, sana bir Afşar kızının Erciyes kokulu üç güzel armağanı!... Erciyes seyahati bana, kendisi gibi dar olan hayat yolunun da inişli çıkışlı olduğunu bir kere daha öğretmiş oldu!. Bu da kâfidir! ORHAN RAHMt GÖKÇE Çatalcada sevindirilen yavrular Çekoslovakyada ekalliyetlerin vaziyeti iyi değilmiş Peşte 28 (A.A.) Pesti Hirlap gazetesi, Çekoslovakyada son kabul olunan devleti himaye kanunundan bahsede rek bu kanunun Çekoslovakyada yaşa yan bütün ekalliyetlerin imhasmı is tıhdaf eyledığini yazmakta ve hüku metten ekallıyetler hakkında 1920 de akdedüen muahedelerin bu ihlâline kar şı Lahey Adalet Divanına müracaat etmesini istemektedir. SAHİR ÜZEL Çatalca Çocuk Esirgeme kurumu ta.'afmdan 41 fakir yavru baştan ayağa kadar giydirilmiştir. Yukarıki resim gjydirüen yavrulan göstermektedir. [*] Birinci makale 15 haziran 936, ikinci makale de 21 haziran 936 tarihli nüshaları. mızda çıkmıştır. çırpmmış, ta sabaha karşı yorgunluktan bitab; koltuğuna uyuyakalmıştı. Telefonun hırçın hırçm çalışile uyandı ve yerinden fırlıyarak makineyi açtı: ^ Allo, allo? Şimdi kendihe gelmiş, bütün dikkatile dinliyor ve gözlerinde bir ışık parlıyordu. Telefonun öbür tarafında Paddy Mills çavuş vardı: Siz misiniz Mösyö Lacy? diyordu, ben Paddy Mills. Bu gece çok fena geçti. Şimdi, telefonda, size bütün vukuatı anlatmak istemiyorum. Bunları kabil ol» duğundan daha kısa zamanda öğreneceksiniz. Hayır, hayır! Miss Thaissa yeni den tevkif edilmiş değildir. Bu başka bir iş. Suç ortaklarının izi üzerindeyim. Köpeği buldum. Hani hatırhyor musunuz, Canteburyde bizi çok uğraştıran meşhur köpek? Burada yalnızım. Yardıma ihtiyacım var. Sonra bu vaziyette sizi habersiz bırakmağı doğru bulmadım. Bunun için telefon ettim. Siz şimdi nerdesiniz Mills? Z . j , :ıL4zkası vttrl r meden onun kano otomobiline atladı. « Thaissa Strafford. Kimsesiz gene İtiraz edilmez bir sesle: Madamı öteki motöre geçiriniz, kız. Olürsem beni hiç bir yere götürme «CumhuriyetT» in zabtta romant; 9 3 yiniz; olduğum yerde bırakımz. Peşinen diye emir verdi. Onu evine götürsünler. Bu kanoya ihtiyacım var. leşekkür ederim.» Gene biraz da mahçubane bir eda ile, Zabit başından kasketini çıkardı, ve: itiraz etmek istedi. Paddy Mills muka Yeşil elbisenin üstünde, gene çavuşun Zavallı küçük, dedi. vemet edilmez bir delille cevab verdi: Paddy Mills te arkadaşını taklid edeçok iyi tanujığı bir tayyör vardı. Gene Bu kadının ölümüne siz sebeb olkız kaç kere**,Scotland Yarda, Cedrici rek kasketini çıkardı ve ayakta sessiz dur dunuz. İşi örtbas etmemizi mi istersiniz, ziyarete geldiği vakitler onu giyinmişti, du. yoksa sırtmıza yüklememizi mi? Tercih Lâkin Mills birdenbire, yerinde hop ediniz! Büyük Allah! diye kekeledi. Gene adam, polis âmirinin karşısında Sözüne devam edemedi, önünde serili Iadı. Sanki vücudünden bir elektrik cereyanı geçmişti: yatan maktulün bileğinde, madenî bir pakemali hürmetle iğilmekten başka birşey Fakat ötekiler? diye bağırdı, öte yapamadı. Ve cesedi görünce tekrar fer nltı nazan dikkatini çekti. Ölünün kolunu yukanya kaldırdı. Plâtin bir zincirle kiler ne olacak? Onları kaçmağa bırak yada başhyan kadın da, bayılmak üzere kızın bileğine "oağh küçük bir plâka üze mamahyız! olmasına rağmen, polis motörüne naklerine yazılmış satırlar gözüne çarptı. O Sonra etrafma bir göz gezdirdi. Diğer dildi. Motör Londra yolunu tutarken kuyamadı. Heyecandan boğuluyordu. kano otomobil biraz ileride duruyordu. Paddy Mills kano otomobilde emir veriYanındaki arkadaşma: Gene adam nihayet, yanındaki kadını a yordu: vıltmağa muvaffak olmuştu. Paddy Şunu okuyunuz! dedi. Şimdi son süratle ileri! Eğer öndeGene zabit yere iğildi. Manzaranm Mills bağırdı: ki motörde kaçanları yakalarsak beşi fecaati ve bu yan karanhk sahne içinde Hey delikanlı! Biraz yaklaşınız! kırk iki geçe cinayetlerinin suç ortaklanBirkaç dakıka sonra iki motör borda nı ele geçirmiş olacağız! Son süratle, büsbütün elim tesirler yapan o müheyyic bordaya gelince gence hiç birşey söyle Allahaşkına son süratle! dakikada şu sade kelimeleri okudu: Beşi kırk iki geçe Yazan: Charles de Richter 20 Cedric Lacyyi telefon zili uyandırdı. îki gecedir hiç uyumamıştı. O gece de, geç vakte kadar odasmın döşemelerini arşınlamış, pipo üstüne pipo içmişti.. Bir türlü yatmağa cesaret edemiyen zabiti nihayet uyku, koltuğunda otururken bastırmıştı. Birdenbire delirdiğini zannetti. Thaissa neredeydi? Ne yapıyordu ve ne yapabilirdi? Londrada mı bulunuyordu, yoksa ona ifşa ettiği delice plânı tatbika kalkarak Ingiltereden kaçmağa mı teşebbüs etmişti? Fakat kaçsa bile, bütün dünya polislerinin faaliyet çemberi içinde hürriyetini uzun müddet muhafazaya muktedir olacak mıydı?

Bu sayıdan diğer sayfalar: