29 Temmuz 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

29 Temmuz 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

29 Temmuz 1936 CUMHURÎTET Şam sergisinde yeni Türk paviyonu Türk ziraat ve endüstrisinin hakikî kıymetini gösteren giizel ve yüksek bir eser oldu Ege mahsulleri Üzüm ve tütün piyasaları açılmak üzere İzmir (Hususî) İnhisarlar Vekili Ali Rananın, bu yıl piyasadan, tütün, üzüm, hurda incir mübayaa edıleceği hakkındaki beyanatı, mıntakamızda mem nuniyetle karşılanmıştır. Tecrübe ile sabittir ki, İnhisarlar İdaresinin senelerdenberi bu üç mahsul üzerinde oynadığı rol, tam zamanında isabet ettiği takdirde, iyi neticeler vermektedir. Zaman zaman bazı tacirler, piyasayı ucuz fiatlarla paniğe uğratmak teşebbüsünde bulunmuşlar ve her defasında, müstahsıl, ancak Inhisar idaresinden istimdad etmiştir. İnhisarlar İdaresinin mübayaatı, piyasada mahsule normal kıymeti vermekte ve paniği durdurtmaktadır. Üzüm kurumu da faaliyete geçtiğine göre, bu yıl üzümün kıymeti daha iyi olacaktır. Vekıl, Izmirde şarap yapılacağmı ve bunun için de misketle çekirdeksiz üzüm alınacagmı söylemiştir. Bize kalırsa siyah üzüm de satm almmak icab eder. Geçen yıl bu yüzden yakm mıntaka bağcılannın gördükleri ziyan büyük olmuştur. Dıkkat edılecek diğer bir nokta, ihtiyac hasıl olduğu zaman derhal piyasaya girmeğe hazırlıklı bulunmaktır. İç ve dış tütün rekolte haberleri de tütünlerimiz için çok iyi bir şekil taşımaktadır. Vekilin söylediğine göre, havala rın yağışlı ve kapalı gidisi, sık dikilmiş tütünlerde külleme ve ballık hastahklan tevlid etmisse de ehemmiyetsizdir. Havaların açılması ile mahsulün de nefaseti artacaktır. Mahsul hazırlanmış gibidir. Amerikalılar, daha geniş mikyasta mü bayaat yapacaklardır. YAYLADAN DUYGULAR : YAYLA Yunus Nadiye letin derinliğini, nimetler, servetler arasında yaşayıp ta havasızlıktan ve susuzluktan ölecek kadar elim bir vaziyette bulunduğumuzu öğrenmek!.. Kuvvetle iddıa edebiliriz ki, iyi ve temiz su içmeye, iyi ve temiz hava almaya, senelik yorgunluğumuzu dinlendirmek hakkımızı ve vazifemizi anlamaya, çoluk ve çocuğumuza teneffüs etmek lüzumunu anlatmağa ve nihayet dört tarafımızın tabiî zenginliklerinden istifadeye de cum huriyettenberi başladık.. Uzağa hiç gitmiyeceğim. Ödemişin o kadar çok yaylaları var ve bu yaylalardan tarihin en eski zamanlanndanberi istifade edıleni mevcudken, biz Odemişliler, ancak son senelerde Bozdağ yaylasına, Gölcük yaylasına, Gölcüğün 1000 râkımh gölüne lâzımı kadar rağbete başladık.. Bizler hep o insanlar; kazancı o zaman da bugünkünden eksik olmıyanlar, fakat görgüsü ve bilgisi noksan olanlar... Bir devre girdik, o devrin her safhasında büyük bir varhğın nimetini görerek şükürlerimizi eda ederken, geçmiş günlerin hüsranını da, çekilen cehalet felâketlerinin acısmı da duyuyoruz. Başka memleketleri bilmem, fakat bizim memlekette zamanı gelince; yayla dan bahsedılmiyen ve yaylaların serin havasına ve suyuna, bilhassa yazın iç çeke çeek hasretler ıfade edilmıyen hemen hiç bir yer yoktur. Sıcakların yakıcı güneşinden kaçıp yüksek yerlerin tatlı ve diriltici havası içinde hayat geçirmeğe doğru yeni bir zevke, münevver tanınan halkın, yeni alışmağa başladıklarını görüyoruz. Frenklerin mevsim seyahatleri, kamp hayatları bizim aslımızda vardır. Fakat onu unutan aslilikten çıkıp ta şehriliğe kendini kaptıranlara acırım!.. Yayla!.. Yaylaktan gelme. Kışlaktan kışlanın gelişi gibi.. Türkün raiyane hayatmın icabı olan ovadan dağlara çıkmak, dağlardan ovaya ınmek itiyad ve ihtiyacı, bugün artık umumî bir medeniyet ihtiyacının ifadesi olmuştur. İstanbulun yakınındaki dağlara, sayfiyelere bir göçüş, Odemişin Bozdağına ve Gölcüğüne göçmekten, Adananın Toroslarına çıkmaktan hiç farklı değıl. Hepsi ve hepsi istirahate, serinliğe, yeşilliğe, tabiate, nihayet eğlenmeğe doğru beşerî temayüllerin ve ihtiyacların zarurî hareketleri!.. Yaylalar; bizim gibiler için şehirlerin hakikaten sinirleri yıkan ve bozan, ruhu öldüren çeşidli hayatın yerine, insana sükunet içinde ferah veren ve tabiat güzelliklerine insanı bağlıyan ve her güzelliğm pürüzsüz şekilde ancak tabiatte tecellı ettiğine güzel misal olan bir ayrı âlem... Bu âlemlerde ev bulundurunuz, çadırda yaşayınız, kendinize lâzım gıdaî maddeleri çoğaltınız, fakat sakın şehirlerin yıpratıcı zevklerini buraya taşıraayınız... Oyunlar, dansigler, kumarlar, tuvaletler buralara girdi mi, bakir tabiatin ufkunda riya ile sun'iyetin calî parıltıları gene hâkim olmağa başlar, ne tat kalır, ne tuz!.. Evereste nasıl çıktık? tomobil birden yana yatınca üç arkadaş ilk tosu yaptık. Hayır; bu yapılan tos değil, karamboldu, üç kafa görünmez bir istekanın zorile ve kırılacak bir şekilde çarpışmıştı. Her felâketin terbiyevî ve hatta talimî faziletleri de olur. Bizim çarpışmamızdan da gözlerimizde birer şimşek parladı ve onun yardımile otomobilin derin bir çukura yan verip istirahate daldığı görüldü. Everestin henüz eteğinde bulunuyor duk. Onümüzde daha tırmanılacak bayırlar, aşılacak hendekler vardı ve bunlar tümen tümendi. Biz gafiller, yolun büyücek bir kısmını olsun otomobille çıkabileceğimizi umduğumuz için ilk adımda çukura düşmek gücümüze gitmişti. Bununla beraber yolumuzdan dönmek hatırımıza gelmiyordu. Çünkü yanımızda yenilecek ve içilecek hayli şey taşıyorduk. Onlan geri götürmek istemiyorduk. Karambolun acısı geçtikten sonra se petleri omuzladık, bastonlara dayandık, Everesti tırmanmağa başladık. Adımba şında sendeliyor ve bir çukura düşer gibi oluyorduk. Tufandan nişan veren yağ murlar, her yanı çukurla doldurduğu için tehlikesiz iki adım atmak bile mümkün değildi. Bereket versin ki neşeliydik. Uçurumdan uçuruma geçtikçe dinleniyor duk ve her moladan istifade ederek, birbirimize şen fıkralar anlatıyorduk. Işte böyle düşerek kalkarak tepemizde kümelenen korkunc irtifaı aşmıya savaşırken önümüze dik bir bayır çıktı. Eski masallarda olduğu gibi az gitmiş, uz gitmif deretepe düz gitmiş olmakla beraber otomobili bıraktığımız noktadan arpa boyu uzaklaşabilmiş gibiydik. Şimdi önümüze dikilen bayır ise çektiğimiz zahmetlerin büsbütün heder olacağını müjdeliyordu, çünkü bu engeli aşmak tamamile imkânsız görünüyordu. Nasıl imkânsız olmasm ki benim bayır dediğim beliyye yukandan aşağı doğru uzanan karaı yank bir asma uçurumdu. Bağrında milyonlarca sivri çakılın sıralandığı bu dar uçurumun içinde yürümek dıkine konulmuş keskin uçlu çiviler üzerinde dans etmekten daha tehlikeliydi. Fakat dedim ya, Everestin zirvesine çıkmayı bir kere kafamıza koymuş bulunuyorduk. Ne pahasına olursa olsun hedefimize ermeği de tasarlamıştık. Bu sebeble yaradana sığındık, yere kapanıp kalkarak, elimizi dizimizi çakıllara parçalatarak yürüdük. Bilmem kaç saatte o bayırı da aştık. Şam sergisindeki Türk paviyonunun salonlarından biri Şam (Hususî) Şam sergisinde ye niden tanzım edılen Türk paviyonu nun açılma merasi minde Cumhur Reisi, Fransız Komi seri, vezirler, kadı ile müftüler, Hicaz konsolosu ve birçok davetliler hazır bulunmuslardır. T!ir ; Bir jandarma müf * " » . ser^s! ' / paviyonu komıseri rezesi de sergi ka Baha pısında mevki alarak gelen resmî zevalı selâmlamıştır. Sergi komiserliğine sureti mahsusada gönderilen İskenderiye ticaret mümessili Baha davetlilere hitaben kısa bir nuhık söylemiş ve zahmet edip geldiklerinden dolayı teşekkür ettıkten sonra teşhır edılen Türk malları hakkmda izahat vermiş ve sözünü Surive ile Türkiye arasındaki ticaret mübadefesine intikal ettirerek bu münasebetlerin inkisafını temenni etmış ve Suriyelileri İzmir panayınnı görmeğe davet etmiştir. Bahanm güzel bir fransızca ile söylediği bu nutka sergi komiseri cevab vererek: « Tarihî ve iktısadî bağlarla mer but bulunduğumuz Türkiyenin inkisafını gıpta ile karşılarız. Paviyonun tertibinde gösterilen itinadan dolayı Türk arkada şıma, ve sergimize iştirakinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti hükumetine teşek kürler ederim» demistir. Bundan sonra paviyonu gezmeğe başlıyan davetliler bilhassa Sümer Bankın Kayseri fabrikası mamulâtından muhte lıf cins beyaz renkli pamuklu bezlerle İpekiş, Yüniş fabrıkalarının mamulâtı üzerinde durup tetkikatta bulunmuşlar ve emsali Avrupa mamulâtına cins ve fiat hususlannda faik olduklarını teslim et mıslerdir. Türk paviyonundan takdirkâr hislerle aynlmak üzere olan misafirlere zarif paketler içinde sigara, üzüm, incir, Karahisar rraden suyu ikram edilmistir. Davetliler paviyondan cıktıktan sonra, tatil günü olmamasına rağmen, halkın paviyona rağbet ve tehacümü o kadar fazla olmuştur ki sergi idaresi paviyonumuzun giriş ve çıkış kapılarında pohs kordonları tesis ederek intizamı temine çalışmak mecburıyetınde kalmıştır. Sergide ilk Türk paviyonunun bırak tığı nahoş tesire mukabil bugün Şamdn yeni Türk paviyonunun gerek dekor tekniği ve gerek nefasetce fevkalâde olan mallanmızın teşhirindeki muvaffakiyet ten sitayisle bahsedilmektedir. Sergideki Türık paviyonu muhteşem bir abide halinde yükselmektedir. Türk ler bu güzel eseri, İstanbul ve Izmirde açjlan sergilerde yerli mallar paviyonlannı fevkalâde bir surette tanzim edip bu müesseseye daima birincilik kazandıran Ankara Yerli Mallar Pazan müdürü Ekremle İktısad Vekâleti ressamı Hak kıya medyundurlar. Türk paviyonu, bugünkü halile beynelmilel Avrupa sergilerinde bile birincilik iddiasmda bulunabilecek bir güzelliktedir. Şamda oturan bir TürkLn teşekkürleri Şamda yaşıyan Türklerden Şahin Yusuf imzasile aldığımız mektubda denili yor ki: «Yazılannızın tesirile Iktısad Vekâletince yeniden tanzim edilen Şam sergisindeki Türk paviyonu, bundan evvelkinin tevlid ettiği fena tesirleri silmiş \e Türk san'atile iktısadiyatmın lâyık ol duğu veçhile yükselmesine sebab olmuştur. Üzüm piyasası Şehrimize ilk kuru üzüm gelmiş olmak" la beraber piyasa henüz açılmamıştır. Menemen, Manisa, Alaşehir, Salihli havalisinde bağlar sergi halindedir. Üç, dört güne kadar ilk parti olarak 1,000 çuval gelmesi bekleniyor. Her sene borsa, 3,000 çuvalla açılırdı. Fakat bazı sımsarlar, çok mahsul karşısında tacirlerin nazh dav randıklannı ileri sürerek bu yıl bu 1,000 çuvalla muameleye başlanmasım istemektedirler. îlk kuru üzümü istıhsal eden, Menemenli Şaban Süleymandır ve bir çuval miktarındadır. Mahsulünü, tüccar dan Menemenli Hıfzı müessesesine gön dermiştir. Yayla hayatı; köylüler için hayvan besleme, çitfçihk yapma, mevsimin müsaadesinden her suretle istifade etmedir. Fakat şimdi fazla olarak yaylaya gelen şehirliler de istismar etmek vesilesi oldu... Evler kiraya verilir, gıda maddeleri satılır, gelen şehirlılerin hayat ve irfanlarından istifade olunur... Dün kendi yatacağı yerin bir çatıdan ibaret dört duvar olmasına bin şükreden köylüler, şimdi görgü ve bilgi ile kanşık istifadenin hızile evlerini iki kat yapmakla kalmıyorlar, kiralık evler de hazırlıyorlar... Işte içtimaî hayatta esaslı bir fark... Bu farklar, şuurlu yükselişin ve insani duygular fekâmülünün hakikî nişanesi sayılamaz mi? Cumhuriyetin faydalannı sayar, duruÖdemiş Gölcüğü ruz. Bence en büyük faydası ne oldu, REFİK tNCE bilir misiniz? İçinde bulunduğumuz ceha Atatürk dün Ankaraya hareket etti Bu yüzden, burada yasıyan Türk kolonisi, şimdi basımızı kaldırarak iftıharla övünmeğe başladık. Bu hususta gazete nize nekadar teşekkür etsek azdır. Şam sergisinde Türk paviyonunun aPiyasada taze incir satışı başlamıştır. çılmasına sebeb olan ve bu uğurda An îik mahsul Buca, Ödemiş ve havalisinden karada altı ay kalan vatandaşiânmızHan Şani Dürrüye de teşekkür etmeden geçe 'gclmiştir. Tütün satışlart başlıyor miyeceğim. Tütün mıntakasında mahsulün tesbiti Bu hususta gazetenizin tavassutunu ridevamdadır. Alıcı kumpanya ve mües ca eder, saygılarımı sunarım.» seselerin eksperleri mmtakayı dolaşmak tadırlar. Piyasanın birinciteşrinin ilk günIzmirde müthiş sıcaklar lerinde açılması beklenmektedir. Izmir (Hususî) Şehrımiz ve hava ^ >K H* lisinde dehşetli sıcaklar hüküm sürmek Kuru üzümlerimizin memleketimizde tedir. 70 80 yaşında köylü bir kadın ışlenmeden ihrac edılmemesı hakkındaki cağız, Burnuva civarında şoseye yakm Vekiller Heyeti, kararı piyasada çok iyi tesir yapmıştır. Çünkü bu suretle, hem işcibir ağaçlık içinde sıcaktan b'lmüştür. Kenye iş ve kazanc çıkacak, hem de mahsulüdısı, Liman idaresınde amele başının amüzün dış piyasada başka mahsullerle nasıdır. 95 yaşındadır. karıstırılmasına imkân verilmemiş olacaktır. Şimdiye kadar buna riayet etmiyen bazı firmaların mevcudiyeti de anlaşıl Açık teşekkür Eşimin yıllardanberi müptelâ bulun mıştır. Tekrarına meydan verilmiyecektir. Yalnız, havaların son vaziyeti, bağcı duğu (İspandolit Ramatizmal) in tedavisi hususunda gösterdikleri sonsuz ve arasında epevce telâş uyandırmıştır. Anî ıhtimamkâr hazakatlerinden dolayı, yağmurlar tehhkesi üzümünü sermiş olanGureba hastanesi Elektrik profesörü ları düsündürmektedir. Hatta, bazı yer Oman Cevdet, doktor Bayan Şaziye ve ler, korktuğuna bile uğramıstır. dahıliye mütehassısı Emin Kâşif ve oğİzmirde şarab fabrikası lum Nureddine muvaffakiyetli ameli inhisarlar İdaresi, Halkapınarda şa yat yapan çok değerli operatör Ali Rızaya ve muavinlerine açık teşekkürle rab ve rakı imal eden bir fabrika açmak rimi sunarken, kıymetli başhekim Ö tasavvurundadır. Fabrikanm büyük bir mer Lutfmin hastanenin emri intizamı deposu da bulunacaktır. Deniz yollarile ve müracaat eden hastalar hakkmda kendi sahillerimize ihracat yapmak üzere gösterdıği yakırı alâkavı da şükranla hususî iskeleler kurulacaktır. kaydetmeği bir borç bilirim. Ayni zamanda Burnuva havalisinde Ceridei Havadis ve Saadet gazeteleri yetişen misket üzümlerden hususî şarab sahibi Fethi Uzkan imali de kararlastırılmıstır. Fıntenindeki meşhur beytini okuyordu: Dalgalar, ben sizi döndürmeden ateşzâra Siz kıhn naşımı isali kenan yara, Sonra hayret edilecek bir çeviklikle havada bir taklak atmak suretile kaya dan kumluğa indi. Süha, delikanlınm çevikliğine bayılmıştı. Yaşa Ercümend, yaşa diye bağırıyordu. Ercümend, ayakları havada, ellerinin üstünde yürümeğe başlamıştı. Hem geri geri, yahud yan yan gidiyor, hem de çizmeli bacaklarını sallıyarak gene kadma: Saniha Hanım, bakınız ne mükemmel çağanoz, diyordu. Onun bu canlı ve çevik hareketleri karşısında hayran hayran gülen yalnız Süha değildi. Sanihanın köpeği Pırlanta da delikanlınm etrafında sevincden havlıyarak fırıl fırıl dönüyordu. Yalnız Saniha memnun değildi ve neş'esiz neş'esiz: Yaramaz çocuk, yaramaz çocuk! diyordu. Ercümend bir sıçrayışta ayaklarını yere indirdi, belinden yukan fırhyan ceketini ve kayışını düzeltti, ellerindeki kumları silkeledi. Başına bastırdığı kasketini çıkarıp tekrar giydi. Şimdi dinleniyorduk ve konuşuyorduk. Içimizden biri vaktile bir gurub seyretm:k zevkıne kapılarak bu yollan aşan şairleri andı, onlann yazılarından parçalar okuAtatürk Haydarpaşa garında... du. Bu anışlar ve bu okuyuşlar cesaıeti[Baştaraft 1 tnci sahifedel lâyıhasının da görüşüleceği anlaşılıyor. mizi kamçıladığından gene bastonlara damet înönü, Hariciye Vekili Tevfık Rüs Malum olduğu üzere yeni Boğazlar muyandık, iki üç düzine çukur, uçurumdan tü Aras, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve kavelesi mucibince sıhhî resimlerden bir bozma üç beş bayır daha aştık ve.... tepeAdliy> Vekili Şükrü Saracoğlile birlik miktar tenzil edilmiştir. ye ulaştık. te bu sabahki çkspresle Ankaraya geldi. Bundan baska Boğazların tahkimi müLâkin gün çoktan batmıştı, ışıksız bir Bu münasebetle istasyonla şehir baştan nasebetile lâzım gelen tahsisata aid kanun çıplaklığın enginlere doğru haykırdığı başa donanmıştı. İstasyonda askerî ve po lâyihasile Montrö mukavelesinin tasdıkı yetim seslerden başka ortada birşey 3'oklis müfrezeleri selâm vaziyetindeydi. Bir hakkındaki lâyiha da ruznamededir. tu. Ister istemez çamurlu toprağın bir köbando mızıka da bulunuyordu. Meclis 1930 senesinde de fevkalâde şesine çömeldık, yemeğimizi kesik bir Şehrimizdeki Vekiller, meb'uslar, Vebir içtima yapmış ve Türk parasmm ko istahla yarımyamalak yedik ve dönmeğe kâletler erkânından başka kesif bir halk runması hakkmda tedbirler almıştı. hazırlandık. kütlesi de istasyon meydanım doldurmuşBu defaki fevkalâde içtima, Montrö tu. Vaktile İstanbul halkı Çamlıcaya güle Tren alkışlar arasında ve mızıka bir zaferi gibi sevincli bir vesile ile yapılmaktadır. Bu içtimaın, zaferin bütün memle oynaya çıkarmış. Biz bu rivayete inanıp marş çaldığı sırada gara dahil oldu. Karşılayıcılar Hariciye Vekilimizi tebrik et kette bıraktığı büyük sevincle kabili kıyas o güzel tepede bir gurub seyretmek isteolacak derecede heyecanlı olacağı mu dık. Fakat Çamlıcanın Everest kesüdiğitiler; halk ta tezahüratta bulundu. hakkaktır. ni gördük. Yeni kanunlar Meclis ruznaEski çamların bardak olması gibi 250 General Özalp Ankarada mesine alındı râkımlı tepelerin Everestleşmesi de demek Ankara (Hususî) Millî Müdafaa Ankara (Hususî) Meclisin per şembe günkü fevkalâde içtimaında rüsu Vekili General Kâzım Özalp bu sabah ki mümkünmüş!.. mu sıhhivenin tenzili hakkındaki kanun muhtelit trenle şehrimize geldi. udi Cemile, Arab değil Türktür. Vaktile bir Şamlı ile evlenmiş İstanbullu kimsesiz bir kızdır. Kocası, zavallının üstüne iki karı daha almış, kadıncağız ortakla hem de iki ortakla yaşamıya tahammül ede miyeceğini söyleyince onu boşayıp sokağa atmış... Cemile de, bir hayli sefalet çektikten sonra udile ve güzelliğile yaşamak mecburiyetinde kalmış. Sonra, müteahhide hitab etti: Hacı Efendi, sen güzellikten ne anlarsın. Sen ya şişman Leh kanlanna, yahud da Abonos gibi zenci kadınlarma bayılırsm. Udi Cemile ile aramızdaki münasebete gelince, hiç birinizin keyfime kaıışmağa hakkınız yoktur. Söyledikleriniz bana vızgelir... Ondan sonra güzel sesi etrafı çınlattı. O akşam ve ertesi akşam, Saniha, başının ağrıdığını bahane ederek kazinoya gelmedi. Üçüncü akşam kocasına ar kadaşça sordu: Süha, Şamlı udi Cemile Hanımı tanıyor musun? Niçin soruyorsun? Çok iyi ud çahyormuş amma çir kinmiş, öyle mi? Niçin sordugunu anladım karıcı M. TURHAN TAN "Cumhuriyet,, in tefrikasi! 21 Atidin Daver DAV'ER Haniya ben de az kaçık değilim, dedi. Saniha Hanım, kim bilir, beni nekadar gülünc buluyorsunuz. Doğrusunu isterseniz, benim hayatım, ışte hep böyle istemediğim şeyleri yapmakla geçer. Ne manasız adamım ben... Sonra, basmı önüne iğdi, sessiz Sani hanın yanına sokuldu. Ertesi gün, Saniha, akşam yemeğin den evvel meb'us beyin salonunda oturmuş, mektub yazıyordu. Bitişik salonda erkekler bağıra bağıra konuşuyorlardı. Şamdan gelen udi Cemile Ercü mende abayı yakmış... Ercümend de ona bayılıyormuş, her fırsat buldukça evine uğrıyormuş. Vay canına, bizden gizliyordun ha! Söze müteahhid Oktay Abdüsselâm Efendi de karıştı. Vallahi efendi, bu kadın, Şamın en adi kadınıdır. Orada kimse yüzüne bakmazdı. Çekilir şey değildir mende bur! Böyle bayağı bir kadınla düşüp kalkmak sana yaraşmaz doğrusu... Ercümendin sesi bu çirkin şakalara nihayet vermek ister gibi yükseldi. Çok söylenüp durmayın. Bir defa Saniha Hanım koklayın şu çiçek!eri... Böyle mehtabh gecelerde, çiçek kokulan beni deli eder. Gene kadın dostça şaka etti: Deli olmak için çiçekleri koklamağa ihtiyacımz var mı Ercümend Bey? Sonra, yüzünü kokulu yaprak ve çiçeklerin arasına soktu, derin derin kok ladı ve dalgın ilâve etti: Hakkmız var. Bu koku însanın başını döndürüyor, adeta sarhoş ediyor. Şarablar geldi, içtiler. Süha neş'elendi; yarımyamalak bildiği bir iki şarkı y, mınldandı. Kalktılar, Ercümend onlan sahile doğru sürükledi. Süha gitmek istemiyor, uykusu geldiğini söylüyordu. Gene zabit, dostunun koluna girdi ve bu temas onun peş'esini Sühaya da sirayet ettirdi. İki sporcu, resmigeçid adımile yürümeğe başladılar. Ercümend, resmigeçid marşını mınldanıyor, arasıra, «sağa bak!» diye bağırıyordu. Saniha, onlara yetişmek için arasıra koşmağa mecbur oluyordu. Nihayet bu askerî yürüyüş onlan askerlikten, harb den bahse sevketti. Bu bahis, gerçi gene kadını alâkadar etmiyordu amma Ercünıendin fikirlerini nekadar açık ve düzgün bir ifade ile anlattığına dikkat etti. Münakasaya dalmış olan erkekler bir aralık geride kalmışlardı. Saniha, önden gidiyordu. Deniz kenarında kimseler yoktu. Birdenbire, arkadan koşup gelen bir adamın ok gibi yanından geçtiğini gör dü. Az kalsın kendisini düşürecek olan bu adamm Ercümend olduğunu tanıdı da duyduğu korku geçti. Gene zabit, bir ta§ın üstüne çıkmış, Abdülhak Hâmidin ğım. Ercümend geçen akşam beni onun evine götürdü. Zavallı kadma o kadar acıdım ki... Talihsiz, derdli bir İstanbul kızı... Suriyede, Şamdan Beruta, Be ruttan Halebe süründükten sonra buraya gelmiş. Geleli üç hafta oluyormuş... Fakat burada dikiş tutturamıyacak. San saçlı, mavi gözlü narin kadınlardan hoşlanmıyorlar. Bura halkı, şu hastabakıcı Zehra gibi, iri yarı, güçlü kuvvetli, sağlam ve esmer güzeli kadınlan beğeniyorlar. Udi Cemile sana benziyor, senin kederli, dargın ve küskün haline... Saniha, kocasının söylediklerini dinlemiyor, işitmiyor, dalmış düşünüyordu: «Geleli üç hafta oluyormuş. Ercü mend de tam üç haftadanberi gürültücü halini, neş'esini kaybetti. Daha muvazeneli, daha uslu akıllı oldu. Ben de budala gibi ondaki bu sükunetin benim dost luğumdan ileri geldiğini sanıyordum. Kadın dostluğunun kıymet ve manasını dünyada hangi erkek anlar ki o anlasın... İşte o da, benim etrafımda dolaşıyor, baıa «Mimozalar melikesi» diyor, geceyansına kadar binbir gece masallarındaki gibi benim şehzadem oluyor. lArkan var]

Bu sayıdan diğer sayfalar: