8 Eylül 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

8 Eylül 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Eylul 1936 Almanyanın askerî hazırlığı Izmir üzümleri Mahsul az, fakat ihrac vaziyeti çok iyi Halı sergisi münasebetile İzmir üzüm kurumu müdürü İsmail Hakkı dün İzmirden şehrimize gelerek Türkofis İstanbul merkezile ve Müsteşar vekili Hüsnü Yamanla temaslarda bulunmuştur. İsmail Hakkı yarın İzmire dönecektir. Bu seneki üzüm rekoltesi geçen seneki rekolteden bir miktar azdır. Geçen sene rekoltenin 80,000 küsur ton olmasma mukabil bu sene 75,000 küsur tondur. Bu sene Koliforniya, Avustralya ve Yunanistanda üzüm mahsulü havaların tesirile çok zarar gördüğünden memleketimiz, ihracat için fevkalâde müsait vaziyette bulunmaktadır. Gerek alivre, gerek doğrudan doğruya satışlar çok iyi şerait içinde olmuştur. Üzüm kurumu geçen seneki ilk tecrübelerden sonra bu sene şiddetli tedbirler almıştır. İlk zamanlarda piyasada fiatları .t*. kırmak istiyen iki firmaya karşı üzüm Asker gibi hazırlanan gencler bir geçid resminde... kurumu derhal mubayaat yaparak piPariste intişar eden Vu mecmuası, lar vücude getirmeğe kadirdir. Fakat, yasayı tutmuş ve bu firmalar zarara Almanyanın, bir senelik askerlik müdde efrad yetiştirmek, malzeme vücude ge girerek cezalarmı görmüşlerdir. tini iki seneye çıkarması münasebetilc şu tirmekten daha zordur. Fakat bunda da Almanlar bir program yapmağa ve bunu yazıyı neşrediyor: Hitler, Almanyada askerlik müdde takib etmeğe muvaffak olmuslardır. Parti reisliklerinin valilere geçmesi ü1932 de Von Seeckt, erisilmesi mattini, 16 ağustosta, bir seneden iki seneye lub olan gayeyi, silâh altında 500,000 zerine bulundukları mıntakalarda ken çıkardı. Bütün dünyada büyük bir hayret uyandıran ve matbuatta birçok gü neferlik bir faal ordu bulundurmak şek dilerini halka sevdirmiş ve idarî cephe rültülere sebebiyet veren bu karar, Al linde tesbit etmişti. 1935 senesine ka den muvaffak olacaklarına kanaat hasıl manyanın, birçok senelerdenberi, daima dar, mahdud bir o'du hazırlandı. Fakat olmus olan iki Parti reisinin de münhal muvaffakiyetle neticelenen şayanı takdir 1935 te, ayni ordu, yeni efradla takvi valiliklere tayinlerine karar verilmişti. sebatınm tabiî ve mantıkî bir neticesidir. yesi düşünülebilecek kadar talimli, mü Bunlardan Izmir Parti reisi Avni Do Versay muahedesile nazarî olarak or tecanis ve müttehid bir hal almıstı. ğan Kastamonu, Balıkesir Parti reisi tadan kaldınlan Alman ordusunu, bu Martta, bir senelik mecburî hizmet, 1935 doktor Lutfi de münhal Manisa valilik" gün, 1914 teki Alman Imparatorluğu kur'a efradından 160,000 kisi temin et lerine tayin edilmişler ve tayinleri millî nun askerî kudretinden daha korkunc bir ti. 1936 bidayetinde 500,000 kişiiik iradeye iktiran etmiştir. harb aleti haline getiren bu tedbiri, ile kuvvet toplanmış bulunuyordu. Bugün Kastamonu valisi Tevfik Talât ta riyi azçok gören her müşahid tahmin e bu miktar 800,000 den aşağı değildir. mülkiye müfettiş heyeti reisliğine tayin 1,5 milyonluk ordu dört senede nasıl hazırlandı Halıcılık Türklere has yüksek bir san'attır Bu çok ince ve giizel san'at Türkün kafasında doğmuş ve onun elinde en mükemmel şeklini bulmuştur Halı sergisi açılırken artık söylemek zamanı gelmiştir ki, yeryüzünün dört bir tarafında işlenen ve muhtelif isimlerle anılan halıların hepsi, baştan ba şa Türk san'atının, Türk zevkinin, Türk göz nurunun mahsulüdür. Hahsile meşhur İranda, Efganistanda ve Türkistanda hangi halı imalâthane sine girdimse, ilk karşılaştığım ses, uzaklardan, ta uzaklardan gelir gibi, süzüle süzüle akan, yayık, hazin bir türkçe türkü oldu. Ve öğrendim ki, halı denen bu güzel san'atı doğuran da, yaşatan da, yapan da Türktür. Bugün hâlâ her yerde sermayedarı da, ona çizgilerinin, şekille rinin, renklerinin bin bir güzelliğini veren kafası da, ustası da, işçisi de Türktür. Halının beşiği sayılan İranda bu ince san'ata ne zaman başlandığını doğru dürüst bilen yoktur. Ancak en eski olarak İran tarihle rinde (Hüsrev Pezir) in halısından bahsedilir. Medayinde Ömerülfarukun mücahidleri eline geçen ganimetler arasındaki bu meşhur ve tarihin kaydettiği en eski halı, rivayetlere göre, kıymetli taşlarla işlemeli, dört mevsimi gösterir bir tablo halinde imiş.. Bugün ise, en kıymetli halılar, Safeviler devrinde îsfahanda gene Türkler tarafından dokunmuş ve artık antika sayılarak müzelere kapanmış halılardır. Nerede Türk varsa, orada halı vardır. Bilhassa İranda, meselâ, Kaşkailer gibi, yalnız halıcılıkla geçinen Türk kabileleri çoktur. Irakta, Efganistanda, Kafkasyada ve daha birçok yerlerde Türk kabilelerinden başka halı dokuyana racgeline mez. Fars kabilelerinin en büyüklerinden biri olan Bahtiyariler bile halı dokumasını bilmezler, keçe ve cicim yaparlar. Ahalisi kâmilen Fars olan Kirman ve Kâşanda halı dokuyanlar, oralara giden Azerbaycan Türkleridir. Yunanistanda halıcılığı canlandıran lar da bizden giden muhacirler değil midir? Bizim Buhara halısı diye sevdiğimiz Halılan Asterabaddan Merveye kadar, o geniş sahaya yayılmı§ Türkmenler dokumuyorlar mı? Hangi birini saymalı? ^ Halı o kadar Türk işidir kı, zengin Fars dilinde onu ifade edecek bir kelime bile yoktur. Orada, eskidenberi türkçe (halı), (kali) ve kilimden kalıncaları için kalin isimleri kuUanılmaktadır. Halı imalâtbaneleri bir nevi mekteb halindedir. Öyle bir mekteb ki hiç türkçe bilmiyen bir çocuk, orada, birkaç hafta içinde türkçe öğrenmek mecbu riyetinde kalır. Birçok yerlerde gezdiğim halı ima lâthanelerinde Türkten gayri ustabaşıya rasgelmodim. Bunlar, nerede olur larsa olsunlar, kâğıd üzerine çizdikleri halı modellerini işçilere daima türkçe anlatırlar. Ve iş arasında konuşulan dil, sade türkçedir. îtiraf etmek lâzımdır ki halıcılık îran Türklerinin elinde en mükemmel şek lini bulmuştur. Dünyanm her köşesine dağılmış, yerleşmiş olan bu Türkler, gayretleri, iş becermeleri, açıkgözlülükleri sayesinde (halı) ya (müşteri) buldukları içindir ki. Harbi Umumiden sonra bile İranda halıcılık gittikçe ar tan bir kuvvetle yaşamakta devam et miştir. Ben, Horasan tezgâhlarında, on sene evvel, metromurabbaı bizim para ile iki bin liraya dokunan halılar gördüm. yoksa gene benim anlıyamadığım bir kıskançhk buhranına mı uğradı?» Sonra, mahzun aşkına ümid ve cesa ret vermek için oturup ona uzun bir mektub yazdı. Bu mektub, şefkatle dolu idi. «Ercümend gel artık, benim de seni bek" lemeğe tahammülüm kalmadı. Aramız daki bu uzun mesafelerin üstünden ba şımı uzatarak o güzel yeşil gözle * rinden hasretle öperim» diye bitiriyordu. En meşhur Türk halıcılarmdan Am mi oğullarının İranda ilk defa dokut tukları bu halılar, nakışları, şekilleri nin ahenk ve imtizacı, renklerinin gü zelliği, dokunmasmm inceliği itibarile Türk güzel san'atının bir şaheseridir. Bu halıların beher rubu metro murabbaında 700,000 düğüm bulunmaktadır. Bunlardan ewel yapılan en kıymetli halıların ise bir rubu metro murabba mda 240,000 düğüm bulunmakta ve metro murabbaları bizim para ile altı yüz liraya satılmakta idi. Bu halıların her on santim murabbaını bir usta işçi bir ayda dokuyabiliyordu. Bilmem, işin inceliğini gözönüne getirebiliyor musunuz? Orta derecedeki halıların bir arşınını üç çocuk on günde dokuyabilmektedir. Hatta daha süratli çalışıp, daha çabuk iş çıkaranlar da yok değildir. Yukanda bahsettiğim pahalı halıla nn da, en ucuzlannın belli başlı müş terileri Amerikalılardır. r Size İran ticaretinde halıcılığm 3 eri1ni anlatabilmek için elime geçen b r gümrük istatistiğinden iki küçük ra kam vereyim: Meselâ, işlerin hiç iyi gitmediği 1916 senesinde yalnız Horasandan, harice, 960,888 kranlık, yani bizim para ile aşağı yukarı 200,000 liralık halı ihrac edilmiştir. O zamanki karmakarışık İran güm rüklerinde kaçakçılığm da hududsuz olduğunu hesaba koyarsanız bu rakamı bir hayli kabartarak karşımza alabilir siniz. İranm birçok yerlerinde, Avrupa ve Amerikanm muhtelif şehirlerinde şu beler açmış, yüzlerce memur ve bin lerle işçi kullanan öyle milyonerler gösterdiler ki, bunlann, omuzlarında sec cadeler ve kilimlerle, daha yirmi beş, otuz sene evvel, sokaklarda, çarşı ve pazarlarda yalın ayak dolaşarak müş teri aradlklarmı bilenler vardı. Bunlardan Tebrizin meşhur halı ta oirlerinden olan birine, bir gün hasıl mu*ıffak olduğunu sormuştum. Mazi sileıftihar eden bu kınalı sakallı ihti yar, bana, kısaca: Halı, Allahın en büyük nimetidir, demiş ve izah etmişti: < Halı altındır. Onu da altın gibi kullanmasını bilmek lâzımdır ve altı nın ayarını, değerini anlıyan bir adam gibi elini*daha sürmeden, şöyle bir göz atarak karşısındaki halının kıymetini bilen adam, eğer bir de, onun nerede, nasıl satılabileceğini öğrenmişse, vur gunu vurmuş demektir. Ben bilhassa eski, antika halılar sayesinde servet yaptım. İran evlerinde dede yadigârı öyle halılar vardı ki, sahibleri bunları yenilerüe değiştirmek için dört gözle yolumu beklerlerdi... Zavallılar bilmezlerdi ki sekiz, on tümenlik bir yeni hahya değiştikleri o ecdad yadigârı, bana bir hamlede on, yirmi, bazan yüz, iki yüz misli kâr getirecektir. Hiç unutmam bir gün, Meşhedde, tmam Eızanm altm kubbesi altında, bana, dört yüz küsur sene evvel dokunmuş bir şaheseri gösteren hazinedar, gözleri önündeki güzelliğin. ince çizgilerinde ve birbirinden ferah renklerin de, gülümsiyerek, ayni hakikati itiraf etmişti: Bu da bir Türk eseridir!. Evet, gidin, diyar diyar dolaşın, bu cak bucak gezin, araştırm, sorun, gö rün; anlıyacaksmız ki, bu çok ince ve güzel san'at ta Türkün kafasında doğmuş. ruhunda pişmiş ve en mükemmel şeklini gene onun elinde bulmuştur. Bilgi değişikliği ilgiler de zaman zaman değişiyor, gerçi küre durdukça değişmiyecek olan bilgiler yok değil. Meselâ akla ve tabiat kanunlarına sığmıyan bir zelzele, umumî bir sarsınh olup ta denizler yerlerini değiştirmedikçe bugünkü coğrafya kolay kolay anahatlarını kaybedemez. Riyaziye düsturlan, birçok fizik kanunları da öyledir. Lâkin cemiyet hayatında süs teşkil eden bilgiler sık sık değışmekte ve dün bir kıymet ifade ettiğine şüphe olmıyan o çeşid bilgilerin bugün aykırılaştığı görülmektedir. Bu hakikate ilgili olarak ayni zamanda dinlediğim iki muhavere o kadar hoşuma gitti ki dayanamadım, şu fıkrayı yazdım. Muhaverenin biri iki yaşlı bay arasında cereyan ediyordu ve şu biçimdeydi: Piyasada iyi yakut kalmadı. Nerde o behremaniler, mehtabiler, usfuriler?. Bunlardan ne Bedestende, ne evlerde eser kalmadığına değil, yakutun kadrini bilenlerin göçüp gittiğine acıyorum. Bizim gencliğimizde yakut, salt bir kıymetli taş olarak taşınmazdı, onun hassalanndan ruhî faydalar elde edildiği de bilinirdi. Ben bile o hassalan öğrenmiştim, yakutun taşıyanlara mehabet ve vakar verdiğini, ağza konunca tatlı bir sulanış yaratıp harareti giderdiğini, sar'ayı kesriğini, büyüyü karşıladığını, kalbi ferahlandırıp kuvvetlendirdiğvni biliyordum. Bu sözleri dinliyen bay, esner gibi içiruVçekerek: «Öyleydi, öyleydi» derken kulağıma ön tarafta oturan iki gencin muhaveresi çarptı. Onlardan biri son Olimpiyaddaki futbol maçlarını anlatryordu: Görülecek şeydi monşer, forvetler, gülle gibi atılıyorlardı, önlerine geleni devirip geçiyorlardı Ya, hafbekler. Onlar da forvetlerin bir başka çeşidi idi. Ötekiler dumanlı, berikiler dumansız baruta doldurulmuşa benziyorlardı. Bekler, icabmda yürüyen birer kaleydi. Top, forvetlerin ayağına düşmiyegörsün. Ne korner, ne tac olmak var doğruca ağa yapışıyordu, her şüt bir gol oluyordu. Favulsüz, ofsaydsız bir oyun ki ben ömrümde eşini görmedim Yakuttan ve yakutun cinslerinden, hassalarından bahseden yaşlı baym parmağında o gevherin en güzel bir örneği vardı, nar tanesine benziyen bu şeffaf taş, parmağa sarılmış sönmez bir kırmızı tebessümü andırıyordu. Futbol maçını heyecanla hikâye eden gencin parmaklan boştu, yalnız yakasmda spor kulüblerinden birinin rozeti görünüyordu. Ben, bilgi değişikliğini bir kısa konuşma sırasında tebarüz ettiren bu iki yurt|aştan hangisinin daha faydalı bir bilgiye bel bağladığını ölçmek için o yakutla rozeti mikyas tutmak istiyordum. Fakat bir yığın hassalanndan bahsolunan taşın güzelhğine ve kolaylıkla bir koca demet banknota tahvil olunabileceği de meydanda bulunmasına rağmen bu mikyası bırakmak zorunda kaldım. Çünkü yakut sahibi acınacak kadar ölgündü, maziye benziyordu. Obürü bir futbol topu gibi sıçramağa, atılmağa, ağlar parçalamağa hazır görünüyordu, ümid dolu yannlar kadar gürbüzdü. Hitler şu sözünü teyid edecek vaziyete geliyor «İcab ederse bir gecede hazırlamp şafak vakti bütün Alman ordusile taarruza geçebilirim!» Yeni Valilerimiz debiliyordu. Bu hâdisenin, ne gibi muhakeme sil sileleri neticesinde vücude geldiğini, Almanyanın 1918 denberi geçirdiği askerî tekâmülü tetkik ederek görebiliriz. Versay muahedesinin kabul ettiği Alman ordusu basit bir zabıta kuvvetinden ibaretti. Hizmet müddeti 12 sene, ih tiyat efradı yok, asker toplama ve seferberlik keza mülga idi. Malzeme ise artık mevcud bile değildi. Bu kuvvetin mecmuu, 7 piyade fırkası ve 3 süvari fırkasmdan mürekkeb 96,000 nefer olup, ağırtop ve mühim mattan eser yoktu. Yani ordu bir hiçten ibaretti. Almanya, bu kadar fakir bir kuvvetle artık askerî devletler arasında yer tut muyordu. 1932 ye kadar iktidar mev kiine gelip giden Alman hükumetlerinin Marksist temayülleri, hertürlü askerî endişeden azade bulunduğu için, Almanyanın bu silinişi büsbütün muhakkak bir hal almıştı. Almanya, 12 sene, Versay muahedesinin tesbit ettiği ordu ile idare etti. Fa kat 1932 den itibaren yeni bir ruh doğdu. Memleketin büyüklüğü bu haysiyet kıncı tazyiklerle kabili telif değildi. O zaman, milletin isyanına tercüman olan General Fon Scleicher ve Fon Seeckt orduyu tekrar tensike ve orada yeni bir disiplin ruhu yaşatmağa başladılar. Versay muahedesinin askerî hükümleri giz lice ihlâl edildi, ordu, esrar içinde yeniden vücud bulmağa başladı. 1934 te Almanya, 21 fırkaya sahib bulunuyordu. Kendini kâfi derecede kuvvetli hissetti; 16 mart 1935 te muahedenin ihlâli, bir senelik mecburî hizmeti askeriyenin ih dâsı suretile resmiyet kesbetti. Almanya, artık hertürlü tazyikten azade, Hitlerin tesbit ettiği program mucibince 12 kol ordu ve 36 fırkanın teşkiline, mütezayid bir süratle devam ediyordu. Fakat bu iş birkaç ay içinde başarılacak birşey değildi. Almanyanın sahib bulunduğu kudrette bir endüstri bir hamlede toplar, hücum arabalan, istihkâm Fakat, hükumetin başka bir hedefi daha vardı ki, o da, 25 le 35 yaş ara sındaki ihtiyat efradın talim görmesi idi. Bunlar, halihazırda 40,000 kişiiik seriler halinde ikişer aylık talim ve terbiye görmek suretile askerliğin iptidaî terbi yesini görmektedirler. 1935 senesinde, bu sekilde talim ve terbiyeye tâbi tutu lanların sayısı 250,000 dir. Almanyanın, bir senelik askerlik hizmetini iki seneye çıkarmasındaki amilin en büyüğü, 1915, 1916, 1917 ve 1918 sınıflannm, orduya normal sayıdan pek daha az kur'a efradı temın edebılmesındedir. Bir senelik müddet muhafaza . dilmiş olsaydı, Alman ordusu, 1938 senesinde ancak 500,000 neferle kalacak ve askerî üstünlük hulyasmı ebediyen kaybedecekti. Halbuki, askerî hizmet müddeti 2 seneye çıkarılınca, ordu, bu seneden itibaren 750,000 kişiiik bir kadroya sahib olmuş bulunuyor. Askerlik müddetinin artınlmasında amil olan diğer bir nokta da, bugünkü piyade efradının, gaz hücumuna karşı korunmak, mitralyöz kullanmak, bomba atmak ilh. gibi birçok şeyleri öğrenmek için bir seneden fazla zamana ihtiyacı olmasıdır. edılmiştir. Yeni Ağırceza reisi Mahkemei Temyiz azalığına nakle dilen Suaddan açılan Ağırceza mah kemesi reisliğine dokuzuncu ihtısas hâ kimi Refiğin getirilmesi tahakkuk et miş, keyfiyeti tayin Tasdikı Aliye arzedilmiştir. Suad yeni vazifesine başlamak üzere birkaç güne kadar Ankaraya gi decektir. Bulgar Kralı Duçe ile görüşmüş Belgradda çıkan 4 eylul tarihli Vreme gazetesinde okuduğumuza göre, Bulgar Kralı Boris, Almanyadan dönerken Venedikte M. Musolini ile görüş müştür. Görüşme 3 eylul perşembe günü öğle vakti Venedik sarayında vukua gelmiştir. hakkaktır. Çünkü bir asker, hükumete, ancak bir işsiz nisbetinde yük teşkil etmektedir. Şimdi Alman ordusu, gönüllüler, 1914 ve 1915 sınıfı, ihtiyat efrad, iş bölükleri ve S. S. lerle beraber, 1 milyon 440,000 kişiiik bir kadro toplıyacaktır. Gerçi bu tedricen olacaksa da, son se nelerin tarihi, bize, bu işin de tesadüfe yer bırakmıyan ve iradelerde gevşekliğe yer vermiyen Alman metodile yapılacağını kâfi derecede ispat etmektedir. Ekonomik mülâhazalann da, bu ka rarda müessir olduğunu, hatta hepsinden ileride olduğunu unutmamalıyız. Alman endüstrisinin, mevcud ordunun teçhizi için sarfettiği mesainin yakında nihayete ermesi bekleniyordu. İsçi sayısmı dört senede beş misline çıkaran fabrikaMalzeme ile tıkhm tıklım dolu, en lar yakmda bosalmak tehlikesine maruz düstriyel bakımdan hazır bulunan Al du. manya, plânlarının son safhasını tahakİki senelik askerlik müddetinin tatbikı, kuk ettirmektedir. Toplarının ve garbdeekonomik bakımdan,' faydalı netice ve ki yeni istihkâmlannın arkasında, yakmrecektir. Yaklaşan kışın, fabrikalann aza da, dört senelik sebat ve himmetin vü lan faaliyetine inzimam ederek memle cude getirdiği ordular yığılacakhr. kette işsizliği artıracağından korkulmakO zaman, Alman Başvekili, son za ta idi. Teşrinievvelde terhis edilecek ef manlarda söylediği şu sözü teyid etmiş radm silâh altında muhafazası milletin olacaktır: İcab ederse, bir gece içinde gerek manevî kuvveti, gerek ekonomisi hazırlamp şafakla beraber bütün Alman bakımından kötü olan böyle bir ihtimali ordusile taarruza geçebilecek vaziyettebertaraf etmiştir. Bu tedbirin, hükumet yim! için fazla masrafa mal olmadığı da muYazan: Miralay * * * la Bursaya gideceğim. Müstacelen Bursaya gidişimin sebebi, hayırlı bir iş içindir. Bizimkiler, bana orada, saf ve masum bir kız bulmuşlar. Gerçi, bu Bursalı kızcağız, Şişlili hanımefendilerın sihirli cazibesinden, ve yüksek meziyetlerinden mahrummuş amma sade, afıf ve temiz yürekli imiş. Bilirsiniz ki bu meziyetler de, Şişli hanımefendilerinde çokluk bulunmaz. Bulunsa da makbul sayılmaz.» Bu mektubu okuyunca Saniha şaşınp kaldı. Çok müteessir oldu amma deli kanlının bir sinir buhranı içinde bu saçma mektubu yazdığına hükmederek hiddetini yatıştırdı. «Benim zavallı mahzun askım; bazan böyle delilikler yapar» diye düşündü. Nitekim, beş gün sonra, aldığı bir mektubda, Ercümend, yaptığı manasız lığa pişman olmuş, teessür ve nedamet dolu bir mektubla, Sanihadan özür ve af diliyor, «sizi meraka düşüren sükutumun da, sonraki delice mektubumun da se bebijıi, size izah edemiyeceğim. Bunu, geldiğim zaman kulağınıza fısıldıyarak itiraf ederim.» diyordu. Saniha, mektubu okuyunca: «Zavallı yavrucuk, dedi; kimbilir, gene ne yaph, aylığını harcayıp parasını mı bitirdi; M. TURHAN TAN KANDEMİP "CumhuriyetM in tefrikası 60 Abidin Daver DAV'ER Artık Saniha da sabırsızlanmağa baş1 ti. Sinemada, gördüğü filim, Büyük Iamıştı. Gelmesine on beş gün kala, Er Harbe aid bir filimdi. Sevişme, ayrılma, cümendden hiç mektub almamış olması boğuşma, esir düşme, sonunda ölüm sahbu sabırsızlığı artırıyor, onu endişelen neleri onu büsbütün asabileştirdi. diriyordu. Hemen hergün Beyoğlu pos Akşamüstü saat dokuza doğru Bey tanesine uğnyarak kendisine mektub o oğlu postanesine girerken kalbi çatlıya lup olmadığını soruyordu. Memur, post cak gibi çarpıyordu. restant gözüne bakıp: Sabahki telgrafıma cevab var mı? Hayır hanımefendi, yok! Diye sordu. Memur, telgraf kâğıdını Diyince, ümidsizliğe kapılıyordu. uzattığı zaman elleri titriyerek parçalar Önce, mektublann postada kayboldu gibi açtı, imzaya göz attı: Ercümend keğuna hükmetti. Sonra, hepsinin kaybol limesini görür görmez derin bir nefes almıyacağmı düşünerek Ercümendin bir dı. Mülâzim, mezuniyetinin 20 gün tehir felâkete uğramış olması ihtimali aklına edildiğini bildiriyordu. geldi. Hastalanabilir, yahud son gün Birkaç gün sonra, Ercümendden acalerde kaçakçılarla çarpışırken yaralanmış yib bir mektub alarak fena halde sinir hatta ölmüş olabilirdi. Bu feci düşünce lendi. Bu, kısa, soğuk ve müstehzi bir aklına gelince, hemen cevablı bir yıldr mektubdu. nm telgrafı çekti, cevabı, bizzat gelip a«Annemden bir mektub aldım. Beni, Iacağını söyledi. alelâcele Bursaya çağırıyor. Onun için, Vakit geçinnek için bir sinemaya git îstanbulda pek az kalacağım. îlk vapur> 4 Şimdi, Saniha, içi içine sığmıyan bir telâş içinde ve sabırsızlıkla, hummalı bir sevinc içinde, ne yaptığını bilmez halde giyiniyordu. Bildiği yalnız birşey vardı; güzel, çok güzel, süslü ve zarif olmak, hicranm ve güneşin beraberce yakıp kuruttukları o yarı köylü haline gelmiş sevgilisine yüksek tabakadan bir îstanbul hanımefendisinin bütün ihtişamile görünmek istiyordu. O, beni Payasta, adeta mütevazi bir Amerikalı seyyah kadm kıyafetinde görmüştü. İsterim ki şimdi, tam Istan bullu olarak görsün. Kocası, sabahleyin erkenden işine gitmiş ve akşam geç geleceğini de söylemişti. Demek ki öğleden sonra, en az, se kize, dokuıa kadar vakti vardı. Ve bu vaktini, kendisine ve aşkına hasredebilirdi. Ercümend, o sabah îstanbula gelmişti. O uzun ayrılık aylarından, zahmet lerden, sıkınhlardan, tehlikelerden ve manialardan sonra, nihayet gelebilmişti. Geldiğini de sabahleyin, Süha gittikten sonra telefonla Sanihaya bildirmişti. Şimdi, şu anda, tayin ettiği yerde, Gaİatasaray lisesinin büyük kapısı önünde onu beklemekte idi. Allah versede bu seyahat onu yormuş olmasaydı. Son günlerde, şiddetli bir lodos Akdenizi, Adalardenizini değil; hatta Marmarayı bile altüst etmiş, dalga ve köpük içinde bırakmış, Kadıköy ve Ada vapurlan işliyememişti. Sonra bu lodosun arkasmdan hava, dün akşamdajıberi birdenbire poyraza dönmüştü. İstanbul adamakılh soğumuştu. Acaba, kalın fanılâsı var mıydı? Sakın, o sıcak iklimden İstanbula gelir gelmez üşüyüp hasta olmasın, diye düşü nüyordu. Mektublarında yazdığı gibi hakika ten pek çirkinleşmiş miydi? Ne ehem miyeti var! O, mahzun aşkını, şimdi, daha çok sevecekti. Son yazdığı mektubda Ercümend, ona: lArkası var} H: Ineboludan C. C. remzile mektub yollıyan okuyucuma: Rum kelimesi Roma kelimesinden gel medir. Eski Roma bir yandan Mısır ve Yemen yolile Hicaz Arablarına, bir yan dan da iran hududlarına dayanarak o yoldan Orta Asyaya admı tarutmıştı. Hi cazlılar da, Orta Asyalılar da Romayı kendi selikalarına gore telâffuz ederek rum şekline sokmuslardı. Anadolu, Romanın ve şarkî Roma Imparatorluğu adile ondan ayrümıs olan Bizansın idaresi altında kal. dığı muddetçe Orta Asya Türkleri ve A rablar tarafından Rum memleketi diye anıldı. Selcukluların iranda ve Suriyede huküm süren şubeleri o memleketlerin a . dile anıldıkları gibi Konyayı payitaht yapan şubeye de Rum Selçukileri denildL Osmanlı devleti kurulurken bütün Anadolu Turk hakimiyeti altında İdi. Bu sebeble yalnız Boğazm öte tarafına, Trakyadan Moraya kadar olan topraklara Rumeli denildi. M. T. T. Mevsimin son kır balosu Sağır, Dilsiz ve Körleri Koruma Ce* miyeti tarafından 12 eylul cumartesi gecesi Suadiye plâj kazinosunda güzel bir kır balosu hazırlanmıştır. Mevsimin son kır balosu olacak olan bu balonun çok güzel ve eğlenceli olması için bütün tertibat alınmıştır. Balo hasılatı, muavenete muhtac olan malul vatandaşlara verilecektir. Eden iyileşiyor Londra 5 (A.A.) M. Edenin sıhhî vaziyetinde hafif bir salâh hâsıl olmuştur.

Bu sayıdan diğer sayfalar: