28 Eylül 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

28 Eylül 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

2S Eylul 1936 CUMHURIYET f TERBİYE BAHİSLERİ Londrada Bir ingiliz çocuk babasile neler konuştum ? Yazan: Selim Sırrı Tarcan Eski bir dostumun delâletile geçen yaz Londrada (Strand Palas) otelinde orta halli bir İngiliz ailesile tanıştım. Bunlar bir genc kankoca idi, iki de kız çocuk ları vardı. Kızm büyüğü sekiz, küçüğü beş yaşında. Babaları bir bankada çalr şıyor, analan bir ilkmekteb öğretmeni. Ben kendilerini çaya davet ettim. On lar da beni akşam yemeğine çağırdılar. Evleri şehrin bir ucunda. Otobüsle kırk beş dakikada gittik. Demir parmakhk kapıdan (Mrs. Weill) ile küçük bir bahçeve girdık. İki sarı saçlı yavru minimini bahçe kovalarile çiçekleri suluyorlardı. Çocuklar beni evvelce otelde tanıdıklan için görünce gülümsediler. Hemen işle * rini bırakıp bize doğru geldiler. (Kniks) yaparak başlarile selâmladılar. Ikisinin de ellerini sıktım ve ingilizce Havaryu diye hatırlannı sordum. Fazla birşey ko nuşmadım, çünkü bu dilde bütün bildi" ğim sekiz on kelimeyi geçmez. O sırada evin kapısından madam da işlemeli beyaz önlüğile gözüktü. İnci gibi dişle rini göstererek ingilizce birşeyler söyledi. Bereket versin kocası biraz fransızca biliyor. îmdada yetişti. «Salona buyurunuz! Ben de şimdi gelirim. Mutfakta size yemek hazırhyorum!» dıyormuş. Salona girdik. Burası hem misafir, hem de yemek odası imiş. Ev üç oda, bir mutfaktan ibaret. Damda bir de boy danboya taraçaları var. Bu yuva ken dilerinin mah imiş. Benim herşeyi gör mek, öğrenmek merakım malum! Ma sanın başına oturur oturmaz hemen sor guya başladım: Affedersiniz Mrs. Weill bana çocuklarınızı nasıl büyüttüğünüzü lutfen anlatır mısınız? İkisini de pek renkli, pek canlı gördüm. Zaten geçen gün Hayd parkta da dikkat ettim, küçük gölün kenannda yüzlerce çocuk mayyo ile koşuyor, haykırıyordu. îçlerinde bir tane olsun soluk benizli görmedim. Hepsi de sıhhatli ve neş'eli idi. Bunun bir hikmeti olacak dedim. (Mrs. Weill) iki metroya yakın koskoca boyile ve bir çocuk saffetile sallana sallana güldü ve bana: Hikmeti filân yok! Onlara eli mizden geldiği kadar iyi bakıyoruz ve size doğru bir fikir verebilmem için geliniz evimizi gezdireyim, dedı. Beraber küçük holden karşıdaki odaya girdik ve anlatmağa başladı: Küçücük evimizin bu en büyük odasıdır. Çocuklar burada yatar. Bizim kankoca yattığımız yer bundan çok küçüktür. Güneş içinden hiç çıkmaz. Bu oda yirmi metro mikâbı hava alır ki yav rulanmıza kâfidir. Gene güldü ve oda çok çıplak değil nıi? dedi. Fılhakika dikkat ettim ne yerde hali, ne duvarlarda resim, ne de pencerelerde perde vardı! Eşya olarak o dada karşılıkh iki demir lâke karyola, üç tahta iskemle, birinden sıcak, birinden soğuk su akan iki musluklu bir lâvabo, camekânlı küçük bir kitab dolabı, her iki çocuğun karyolasmın başında küçücük bırer çerçevede anasının, babasının re simleri, gene başuçlarında küçük bir mahfaza içinde birer İncil, ayakuçların da mendil kadar birer kilim parçası, hav lu sırığmda iki yüz, iki de ayak havlusu vardı. Mrs. Weill anlatıyordu. Burada ku maş namına birşey görmüyorsunuz, çünkü fotöy, şezlong, halı gibi şeyler mik rob yuvasıdır. Karyolalardan binnin kundaklı gibi sarılı olan battaniyesini açtı. (Ne de sıkı sarmış! diye de söylendi.) Büyük kızım yatağını kendi düzeltir, kü" çüğe de yardım eder, dedi. Yatak çar şafı bembeyaz ve sanki yeni ütülenmişti. Elile bastırıp karyolayı birkaç kere es netti, gene gülerek: Jimnastik! dedi. Ben de elimle yokladım. Şilte ne yün, ne de pamuk, kaskatı kıtık dolu idi. Ya yastık? dedim. Böyle daha rahat ediyorlar! de mekle iktifa ttti. Açık duran pencereleri gösterdim ve sordum: Geceleri bu pencereleri kapamaz mısınız? O... Bunlar gündüz akşama ka dar açık durur, gece yatarken kaparlar, fakat üstteki yukan doğru açılanları sabaha kadar açık bırakırlar, dedi. Gene sordum: Kışm çok soğuk ve fazla rutubet Imaz mı? Kışın! dedi ve şömineyi gösterdi. Çok soğuk olursa akşamüstü buraya birkaç odun atarız ve çocuklar yatmadan bir saat evvel söndürürüz. Bu rutubete karşı bir tedbirdir. Yalnız sabaha karşı bazı geceler çok soğuk olur. Onun için ikisinin de ayakucunda birer fazla battaniye var. Çok üşürlerse onu da üstlerine çekerler. Ben gene sordum: Evimizin en aydınlık, en güneşli, en büyük odasını çocuklara verdik! dediniz. Küçüğü sabahtan akşama kadar (Kindergarten) de, büyüğü ilkmektebe gidiyormuş. Demek yalnız bir yatmak için o odaya giriyorlar. Sizin kendinize ayırdığınız küçük oda onlara yetişmez miydi? Bu sefer koca îngiliz gözlerini aça, aça: Zannettiğiniz kadar (egoîste) değiliz! dedi. Çocukları güneş almıyan o dada yatırmak, onlan bile, bile (rachi tisme) ye, (scrofule) e, fakrüddeme, vereme kurban etmek demektir. Vakıâ çocukların gündüz bütün ömrü dışanda geçiyor amma gece on saat te bü dört duvar arasında kalıyorlar. Birşey daha öğrenmek istiyorum, de dım. Çocuklarınız kaç saat uyurlar? Kaçta yatıp, kaçta kalkarlar? Yedi ile sekiz arasında. Akşam yemeğini hep beraber yeriz. Sekizde ikisi de yatar ve sabah yedide kalkarlar. Tam on bir saat uyurlar. On dört, on beş yaşına kadar böyle gidecek, ondan sonra dokuzda yatıp, yedide kalkacaklar, yani on saat uyuyacaklar. Kış, yaz bu hiç değişmez. Ne bir dakika evvel yatarlar, ne de bir dakika geç kalkarlar. Bilirsiniz ki hayatta intizam ve disiplin birinci şarttır. Buna küçük yaşta alışılır. Biz böyle çocukların odasında tatlı tatlı konuşurken, Madam koşarak yanımrza geldi: Yemek hazır buyurunuz! dedi. Malatyada hiç durmıyan faaliyet Şehir imar, köyler ihya ediliyor Malatya (Hususî) Doğu ve cenub doğusu vilâyetlerinin kapısı olan Malatya gündengüne güzelleşmektedir. Ankara imar direktörlüğüne yaptırılan şehrin bayındırlık plânının birinci parçasınm tatbikına başlanmıştır. Şehre su getirilmek için 140 bin liralık bir su pro jesi yaptırılmıştır. Son iki yıl içinde Malatyanın Orta • köy, Kale, Kürecik, Sincik, Tahir gibi beş nahiyesinde hükumet konakları ye niden yapılmış Adıyaman, Hekimhan, Arapkir, Kâhta hükumet binalan da esaslı surette tarair edilmiştir. Bu yıl mer kezde bütün daireleri içine alacak bir hükumet binası ile üç nahiyede nahiye b r naları yaptırılacaktır. Geçen yıl yirmi iki köylüye arazi verilerek iskân edil miştir. Malatya yollarından Adıyaman ile Resni arasındaki yollar ve büyük Göksu köprüsü 22 kilometroluk Gölbaşı Besni şosası ikmal edilmiş, Elâziz yolu üzerinde iki bcton köprü ile Adıyaman Besni ve Malatya Kâhta arasındaki yollar yeniden yapılmıştır. Otomobil gitmiyen nahiye ve köyler hemen hemen yok gi bidir. Köylerin sağlık, kültür ve sulama işlerine de büyük ehemmiyet verilmektedir. Köy kanununa göre köylüye yaptırılması icab eden işler hep köylünün boş zamanında yaptırılmakta ve hasad za manı köylü serbest bırakılmaktadır. Malatyada bir lise ve 97 ilkmekteb vardır. Lisede talebe mevcudu 350, ilk okullarda da 6,500 kadardır. Geçen yıl 16 yerde yeniden mektebler açılmıştır. Yeniden 15 köy mektebi yaptınl maktadır. Malatyanın tanm, ekonomi ve tecim vaziyeti iyidir. 927, 28, 29, 30 yıllanndaki kuraklık yüzünden Adana ve civanna giden bir kısım halk Malatya Sıvas şimendifer inşaatı ve geçen yılki mahsulün fazlalığı dolayısile tekrar köylerine dönmüşlerdir. Malatya arazisi ziraate çok müsaiddir. Yağmur olduğu yıllar Yazıhan mıntakannda 1 /80 nisbetinde mahsul almmak tadır. Vilâyet hayvan miktan da geçen yıllara nisbetle bu yıl 50 bin kadar artmıştır. Malatyada ziraati yükseltmek için halkı karasapan ve kağnı arabalanndan kurtarmak, bunların yerine pulluk ve dört tekerlekli arabalar getirtmek lâzımdır. Akçadağ ve merkezde köylüye 50 kadar pulluk ve ayrıca 1,000 kilo Tosya pirinci dağıtılmıştır. Meyvalara ânz olan hastahklarla da şiddetli mücadele edil mektedir. Yakınlarda yeni bir meyva fidanlığı açmak ihtimali de vardır. Malatya mülhakatında halı dokuma sanayii epeyce ilerlemiştir. Belediye bu yıl yeni bir belediye binası yaptırmaktadır. Çarşı da güzel bir şekilde değiştiri lecektir. İsmet İnönü caddesinin şehre kavuşturulması düşünülmüş ve bu yerin istimlâki için yirmi bin lira verilmiştir. Cadde tamamlanmak üzeredir. Her yıl Belediye şehrin imarına 30 40 bin lira sarfetmektedir. Şehir yavaş yavaş istas yona doğru genişlemektedir. YUGOSLAVYADAN MANZARALAR Dalmaçya sahillerinde yaşıyan Türk eserleri Dost Yugoslavyamn bu güzel sahilleri Istanbulun Boğaziçi kıyılarına çok benzer Toptan cevab enim dil ve tarih meraklısı olduğumu sezen okuyuculardan zaman zaman sorular alırım, Elimden geldiği kadar da karşıhk veririm. Bugün baktım, henüz cevabı verilmemiş mektubların kabank bir yekun aldığını gördüm. Bunlara hergünkü fıkraların altında karşıhk vermek uzun sürecek. Soru sahiblerini bekletmek ise saygısızlık olacak. Bu sebeble içlerinden lâtifeye müsaid olanlarını seçtim ve cevablarını toptan vermeği uygun buldum: Numara 1 «Tercüme» nin mi, tercemenin mi daha doğru olduğunu bir liseli imzasile soran okuyucuma: Ben henüz güvenilir, inanıhr, sıhhatine bel bağlanılabilir bir terceme görmemi| gibiyim. Elde dolaşan tercemelerin hepsi söz götürür. Bu durumda kelime üzerinde oynamakta fayda yoksa da terceme ile tercimenin doğru ve tercümenin yanlış olduğunu söylüyorlar. Numara 2 Emekli yarbay Hayri imzasile Kabataştan mektub yolhyan okuyucuma: Hacı Atmacanın hesabı, kerrat veya lugaritme gibi cetvel olmayıp karacümleyi ve iptidaî hesab kaidelerini talim eden bir kitab olsa gerek. Hafızam beni aldatmıyorsa bu kitabm adı Mecmaülkavaiddi, Hacı Atmaca oğlu Muhiddin tarafından yazılmıştı. Osmanlılar devrinde yazılan hesab kitablarının en eskilerindendir. Numara 3 Öğretmen Meliha Yürektaşır imzalı mektub sahibine: Lâdes yanlışür, yades doğrudur. Bu kelimenin yadigâr ve bergüzar mefhumunu taşıyan farsca yaddaşttan alındığını zannetmiyorum. Bu, zoraki bir benzetiştir. Çünkü hayvan kemiklerile fala bakmak ve kemikler üzerinde işlemek Türklerin çok eski âdetlerindendi. Tavuğun uçurcak kemiğile bahse girişmeği onların İranlılardan öğrendiğini sanmak saçmadır. Numara 4 Bir kitabda (nâkai nâka) ibaresini görüp te bir mana veremediğini bildiren okuyucuma: Nasılsa zühul edip ibareyi yanlış okumuşsunuz. Eski harflerle birbirine benzer şekilde yazılan bu nâkaların birincisi eski türkçede arvana denilen dişi deveyi ifade eder. İkincisi gene o şekilde yazılmışsa da nakıh diye okunmak lâzıru gelir. Bu surette ibare nâkai nakıh biçimine girer ki «henüz hastalıktan kurtulan dişi deve» demektir. Türkçesi develeri güldüren bir ibare!... Numara 5 «Bir ihtiyar okuyucu» imzasile mektub yollayıp (âhirzaman) hakkındaki fikrimi soran yurddaşa: Âhirzamandan maksad kıyametse bu hâdisenin vasıl yüz göstereceğini Hazreti Muhammed dahi izah edememiştir. Fen adamları küremizle serseri bir kuyruklu yıldızın çarpışmasile, yahud güneşin soğumasile kıyametin kopacağını söylüyorlar. Zamammızdan 2130 yıl sonra, yani kırk birinci asır içinde yeryüzünde yaşıyan insan sayısının birçok milyarlara varması yüzünden büyük bir kıthk vukua geleceğini Te kıyametin o suretle kopacağını söyliyenler de vardır. Fakat ben Nasreddin Hocanın bu mesele üzerine verdiği hükmü kabul edenlerdenim. O,rJ kansmın ölümile küçük ve kendi ölümile de büyük kıyametin kopacağını söylemişti. Dubrovnik şehrinin uzaktan ğörünüşü îngiltere Kralı Sa Majeste Edvardın Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiyeyi ziyaretleri esnasmda en uzun müddet istirahat ettıkleri yer Dalmaçya sahil leri oldu. İngilterenin hemen bütün büyük muharrirleri, Yugoslavyamn bu güzel sahillerinin, bilhassa Dubrovnik, Kotor şehirlerinm ve Lovçen dağlan nın güzelliği hakkında sütunlarla yazılar yazdılar. Dalmaçya kıyıları, Türkiyenin garb sahillerine bilhassa güzel Boğaziçine çok benzer. İstanbulun, Boğaziçinin güzelliği nasıl tamamen tarif edilemezse, Yugoslavyamn bu sahillerinin de gü zelliği ve şirinliği tasvirede o derece imkânsızdır. Dalmaçya sahillerinin Türk sahille rine benzemesi sebeblerinden biri de tarihî kıymetidir. Buralarda da hemen hemen her adımda asırlarca evvel ya pılmış kalelere, kiliselere, şatolara te sadüf edilir. Tabiî güzellikle, tarihî kıymetlerin dudak dudağa birleştikleri bu yerler, bu yüzden alâkayı büsbütün fazla çeker. Senede iki yüz binden fazla seyyahın buralarını görmeğe gelmeleri, aylarca muhtelif yerlerde ve plâjlarında kalmaları da buranın kıymetini is pat eden en büyük delildir. gjç sahillerini ziyaret eden seyyahların ekserisi Çekoslovakyalı ve Avusturyalıdır. Bunların bir kısmı kendilerine muhtelif yerlerde sayfiyeler bile yaptırmışlardır. Muntazaman senede bir iki aylarını burada geçirirler. Hayat şartlarmın çok ucuz olması da seyyah celbeden amillerden biridir. Bu sahillerin en belli başlı şehirleri Spilt, Dubrovnik ve Kotordur. Spilt, Dalmaçya sahillerinin merkezi haline gelmiştir. Bir taraftan geniş ve güzel limanı, bir taraftan da Maryan yarım adasile süslenen cidden çok şirin şehrin tarihî değeri de yüksektir. Asari atika müzesi olan büyük sarayı eski Roma karakterini taşımaktadır. Fakat Spiltin en şayani dikkat eseri, sahilinde yedi kale ile çerçevelenmiş tarihî surudur. Beş yüz sene evvel yapılan bu kaleler çok kıymetlidir ve her biri ayrı ve mükemmel bir abidedir. Bır tanesinde yüzlerce sene evvel Osmanlılar tarafından terkedilmiş bir harb kadirgasımn parçaları ve tahta dan büyük bir san'at kudretile yapıl mış kocaman bir horoz heykeli hâlâ durmakta ve büyük bir dikkat ve itina ile muhafaza edilmektedir. Spiltin daha şimalinde Trogir ve Şibenik şehirleri vardır. Eski ismi Tragor olan Trogir şehri de eski ve kıymetli abidelerile meşhurdur. Daha aşağıda ecnebilerin Ragaza dedikleri meşhur Dubrovnik şehri vardır. Dubrovnik yeşillikler, çiçek bahçeleri arasında inci larda şimşekler çakıyor, topraklar, taş lar ve bazan da insanlar havaya fırlı yordu. Yüzbaşımız. întikam saati geldi, çocuklar, di yordu. Düşünmeden, düşünemeden büyük ânm yaklaştığmı hissediyordum. Kafam durmuş, yalnız duygulanm işliyordu. Tarihin huzurunda yeni bir haile oynanı yordu. Kumandan, zabit, nefer hepimiz, omuzlanmıza yüklenen vazifenin büyüklüğünü anlamıştık. Kuvvei maneviyemiz son derece yüksekti. Şu top ateşi kesilse de bir ileri a tılsak, diye sabırsızlanıyorduk. Türkiyenin talihi, süngülerimizin ucuna takılmıştı... Ölüm korkusu yüreklerimizden ta mamile silinmişti. Efrad, yere yatmış bekliyordu; Mehmedcikler birbirlerile şakalaşıyorlardı. Onların bu hali, zabitlere de sirayet etti. Takımların arasında do laşıyor ve biz de birbirimizle şaka ediyorduk. Arada bir, düşmanın topçumuza attığı mermilerden biri kısa düşerek yakı nımızda patlıyor. Koca 15 lik, bir köy minaresi boyunda toprak sütunu havalandırıyor, toprak ve taş parçalarmın yağ mur gibi üstümüze yağdığını görüyor Dalmaçyalı genc kızlar gibi bir yerdir. Korulukları ve uzaktan görünüşü itibarile Büyükadayı çok andırır. Dubrovnik, birinci Napolyona kadar hiçbir devletin tahakkümü altında ya şamıyan bir cumhuriyettL Napolyon burasını zaptederek İlir topraklarına ilhak etti. Orta devirde büyük bir ticaret merkezi rolünü oynıyan bu şehir, Venediklerin bütün hücumlarına mu vaffakiyetle karşı koymağa muvaffak olmuştu. Dubrovnikte bir çok kıymetli abideler ve kiliseler vardır. Bunlann en meşhuru halk tarafından şehri muhafaza ettiğine itikad edilen San Blaj kilisesidir. Kotor da Dalmaçyamn en güzel şehirlerinden biridir. Zeytin ağaclarile kaplı birçok köylere malik olan Kotor, Boğaziçine şayani hayret derecede benzer. Arkasında 2000 metroya kadar yükselen Lovçen dağlan vardır. Bu dağlara Kotordan muntazam bir şose ile çıkı lır. Yol, dağlarm en yüksek zirvesine kadar devam eder. Bu noktadan Kotoru ve 55 kilometro uzunluğunda bulunan limanmı seyretmek insana büyük bir zevk verir. Gene ayni yoldan Karada ğın eski hükumet merkezi olan Çetineye gidilir. Yugoslavyamn her köşesinde oldu ğu gibi bu sahillerinin de her yanında sık sık Türk eserlerine raslanır ve bunlar, iki devletin asırlarca bir arada yaşadıklarınm canlı delilleridir. Muvakkat bir aynhktan sonra iki milletin yeniden müttefik ve dost ol ması birbirlerile ayrılmaz bağlarla bağlı olduklarına delâlet eder. Selim Sırrı TARCAN M. Riket dün Bağdada gitti Tanınmış İngiliz iş adamı M. Riketin tayyaresile İstanbula geldiğini yazmış tık. M. Riket, dün gene tayyaresile Bağdada hareket etmiştir. İngiliz maliyecisi Bağdaddan sonra Hindistana gidecek tir. Tekirdağında Hava Kurumu çalışmaları Tekirdağ (Hususî) Bir haftadanberi vilâyetimiz mıntakasında tetkikler yapan Hava Kurumu müfettişi Emin Âli bütün kazaları dolaşmıştır. Evvelki gün de Tekirdağ merkez nahiyelerini ve Hayreboluyu dolaşan Emin Âli çiftçi, esnaf ve halk mümessillerini toplıyarak Hava Kurumunun işlerini görüşerek gereken izahatı vermiştir. Büyük taarruza nasıl başladığınn zı, nasıl yaralandığınızı anlatsanıza bize, dediler. Ben, o zaman daha Harbiye talebesi iken kaçıp Anadoluya gitmiştim. Zabit vekili tayin edildim. 26 ağustos gecesi, şafakla beraber taarruz edecek tik. Geceleyin, hiç gürültü etmeden taarruza kalkacağımız mevzilere girdik. Topçumuzun ateşe başlamasını ve düşman siperlerini iyice dövmesini bekliyorduk. Sonra piyademiz saldıracaktı. Tayin edilen saatte, bütün topçumuz hep birden ateş açtı. Uyuyan tabiat, müthiş top tarrakalarile uykusundan uyandı. Şimdi dağ, taş yerinden oynuyordu. A* ğır, hafıf bütün bataryalarımız düşman mevzilerine mermi yağdırıyorlardı. Önce neye uğradığını bilemiyen düşman da faaliyete başladı. Onların bataryalan da bizimkilere mukabeleye çalışıyor, topçumuzun gizli mevzilerini bulmağa uğraşıyordu. Biraz sonra, topçu muharebesi, müthiş bir şekil aldı. Biz, mevzilerimizde sınirli ve sabırsız bekliyorduk. Topçu muz, işimizi kolaylaştırmak için, zapte deceğimiz siperleri mütemadiyen ve aza* mî viddetle dövüyordu. Karşımızdaki sırt M. TURHAN TAN Yarım Adam teye hasmm gerilerine doğru uzandı. Büyük an, hücum saati gelmişti. He • men matramdan birkaç yudum su içtim ve bekledim. Kumandalar birbirini takib etti. Mevzilerden fırladık ve koşar adımla avcı hatlan halinde ilerlemeğe başladık. Önüne geçilmez ve durulmaz bir savletle, ilk düşman siperlerine taarruz ediyorduk. Süha sordu: O zaman ne hissediyordun? Ne düşünüyordun? Başlanmızın içinde bir kahraman lık rüzgân esiyordu. Kan dökmek hırsı, müthiş bir hiddet, garib bir sarhoşluk i " çinde idik. Vahşi arzular ilâhî hislerle karışıyordu. Takımımm önünde sıçramalarla ilerliyordum. Yanıbaşımda aslan gibi Ömer onbaşı, bir elimde tabancam, öteki elimde de kocaman bir sopa vardı. Ömrümde, sonra bir daha hiç duyamadr ğım, harikulâde bir hiddet beni sarmıştı. Elimden gelse, karşımdaki düşman siperlerini, bütün içindekilerle beraber boğa caktım. Öldürmek hırsile yanıyordum. Bu hırs, beni sanki kanatlandırmışh. Ağzım köpürüyordu... Gazabımdan ağla • mak istiyordum. Urkast var] JORJ BUKİL1TZA duk; fakat kimse başını bile eğmiyor, herkes alay ve şakasına devam ediyordu. Topçu ateşinin gürültüsü ve şiddeti son haddini bulmuştu. Bu tarraka içinde hepimiz tabiilikten çıkmış, başka, fev kalbeşer bir âlemde yaşıyorduk. Vuruşmak, öldürmek, yenmek hırsile yanıyor duk. Neferler, dolu tüfeklerinin namlu lannı sıkıyor, çabuk çıkıyor mu diye kasaturalannı kınlarından çekip, sonra gene yerine koyuyor, zabitler tabancalarını okşuyorlardı. Gerimizde mütemadiyen çalışan topçularımızı kıskanıyorduk. Bu uzun bekleme, bizi üzüyordu. Bir kere «hücum!» emri verilse, hepimiz rahatlıyacaktık. Harbetmek, süngü saplamak ve mu zaffer olmak arzusu, ferd ölçüsünü aş mış, millet ölçüsile şahlanmıştı. Bu şafak zamanında Afyon etrafındaki dağlardan ta Kocaeline kadar uzanan 200 bin ki şilik bütün Türk ordusu tek bir vücud gibi ayni ateşle yanıyordu: Düşmanın üstüne saldırmak ve muzaffer olmak. O nu, bu emeline kavuşmaktan, artık, hiç bir şey, ölüm bile menedemezdi. Bu intizar zamanı, nekadar sürdü bilmiyorum. Topçumuzun ateşi düşmanın birinci siper hattından uzaklaştı, daha ö "Cumhuriyet,, ıo tefrikası 79 Abidin Daver DAV'ER Çıplak ayaklarile örtülere asabî tek edelim. Olmaz mı? meler yapıştırdı ve asabî kahkahalarla Peki. gülerek odanm ortasına fırladı. Dağmık Birkaç bildik daha çağıralım; daçorablarını, elbiseleıini toplıyarak acele ha iyi eğleniriz. giyinmek ve gitmek istedi. Ercümend ise, Olur. hâlâ: Saniha, Ercümendden başka, dostlarm Bebeğin ismini ne koyacaksm? dan üç kankocayı da davet etmiş, Ercümendi memnun etmek için, misafirlerinin diye soruyor. Erkek olursa şu, kız olursa bu diye züppelerden olmamasına itina etmişti. îsimler sayıyor, fakat, kendisi bir erkek Böylece iyi bir akşam geçirmek müm kün olacaktı. Genc zabitin yeni tanıştığı çocuk istiyordu... O da, benim gibi asker ve zabit bu çiftler temiz ve samimî insanlardı. Ercümend onlardan, onlar Ercümendden olur, diyordu. Sanihanın sinirleri bozulmuştu. Gül hoşlandılar. Bir arahk söz askerliğe, h a r meden katılarak Ercümendi kısa ve fi be intikal etti. îstiklâl Harbinden bahserarî bir buse ile öptü. Sonra, bir daha dildi. Misafirlerden biri Ercümende: İstiklâl Harbine iştirak ettiğinizi ayak basmamak azmile odadan ve otelistiklâl madalyanızdan anlıyorum. O, den fırladı. bir harb değil bir harika idi; dedi. Saniha, Ercümend gitmeden evvel, Süha ile Saniha, Ercümendden rica onu bir akşam daha eve yemeğe davet ettiler.

Bu sayıdan diğer sayfalar: