7 Kasım 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

7 Kasım 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

7 İkincitesrin 1936 CUMHURİYET ŞEHİRCİLİK KÖŞESİ Efgan Başvekili Berline geldi ve merasimle istikbal edildi Dünkü posta ile gelen Alman gaze teleri Efganistan Başvekili Mehmed Haşim Hanın Paristen Berline geldiğini haber veriyorlar. Efgan Başvekili Istas yonda Alman hükumeti erkânile Ber lindeki büyük elçimiz Hamdi Arpağ ve Efgan tebaası tarafından karşılanmıştır. Bir askerî müfreze tarafından selâm merasimi ifa edılmiştir. Şehre düzen, belediyeye gelir veren işlerden Tenkid gibi otmasın amma... Belediye fennî ve birbirine benzer çöp arabaları yaparsa para bile kazanır 2 badan ağzı yananlann yoğurtu üfliyerek yemelerine ne denebilir? Bununla beraber bence işi bu kadar izam etmek haksızlıktır. Kışın gelmesi ne, karın basmasına ne kadarcık vakit kaldı? Bahusus ki bu sene kış şiddetli olacak diyorlar. Daha güzel ve sıcak havalar zamanında bize verilen bu kara haberden insanlar korkuyor da sinekler nasıl korkmasın? Köklerine kibrit suyu yerine kar suyu döküleceğini elbette bilirler. Belediyenin de bu kurtuluş çaresini bildiğinde ve buna güvendiğinde şüphe yok. Bir taraftan ha olacak, ha oldu? Sinek vardı, yok oldu. diyerek bizi oyalıyor, diğer taraftan da yağmur, kış, fırtına, kar duası yapıyor. Hele bir kış bastırsa!. İstanbul halkının ve gazetelerinin şu «sinek vaveylâsı bir kere dinse! Ötesi kolay» diyor. Elbette ötesi kolay, altı aylık şiddetli kış geçinciye kadar neler olmaz? Belki çöpleri dağıtma suretile imha şeklinin daha asrî imkânları da bulunur. Meselâ: Tayyarelerden doğrudan doğruya tarlalara gübre diye ataıak!... Bir taraftan arkadaşlar ve bildikler takılıyor, diğer taraftan anonım mektublar ahyorum. Hulâsaten dedikleri şudur: «Çetin meseleler ortaya çıkınca susuyorsun. Şu çöp derdine bir çare bulsa na!» Bildiklere anlattım. Mektub sahible rine de cevab veriyorum: İtiraf ederim ki ben ne şehircilik, ne belediyecilik çöp fakültelerine devam etmedim. Yalnız gezdiğim yerlerde şöyle «saikai merakla» uzaktan baktım. Gördüklerim her yerde aşağı yukarı birdir. Çöplere ya araba veya otomobil seyahati yaptırıyorlar. Fakat ya birini, ya ötekini. Arabaya binen çöp bir daha yere inip tekrar otomobile binmiyor. Çöpleri birkaç kere indirmek bindirmek işini başka yerlerde pahalı buluyorlar. Çöp denilen artıklann bizdeki kadar pahalı bir şekilde taşındığını hiçbir yerde görmedim. Takribî hesabımda aldanmıyorsam bizde teneke başına ve şehrin nüfusuna nisbetle çok geniş olmasından dolayı 1 5 2 0 kuruş masraf düşüyor. Bu kadar masrafla muz sepetleri Atlantik denizlerinin bir ucundan öbür ucuna naklediliyor. Deniz uçurumları varken çöplerin, yaz ve deniz banyolan mevsimi geçtikten sonra da denizi olmıyan memleketlerdekj gibi kara uçurumlarına atılmasına hiç aklım ermedi. Maksad denizleri kirletmemek ve fena kokudan vikaye etmekse bunun için şehrin kara kısmını kirletmek ve hastalık tehlikesine maruz bırakmak gibi bir çare benim gibi bu işten anlamazlara tuhaf görünüyor. Biraz yavaş ve geç te olsa deniz kendi kendine temizleniyor. Halbuki Belediye bütçesi şehrin en mühim kısımlarındaki temizliğe bile kifayet etmiyor. Yok, maksad gübre yetiştirmek ise, korkanm ki Amerikadan gübre getirtmek daha ucuza mal olur. Çöplerin, sinek şerirlerine yataklık yapmasına meydan vermeden diri diri modern fırınlarda yakılmasma gelince: Bu müzahrafata en lâyık muamele budur. Bu idam merasimine lüks kamyonlarla götürülmesini bile çok görmem. Şehri mizde iyi ve güzel ekmek pişirecek modern fırın kâfi derecede temin edildikten sonra çöpler için fırınlar yapılmasına taraftar olmamak kabil mi? *** Velhâsıl bu mesele benim anladığım işlerden değildir. Zaten ben bu sıralarda belediyeciliğin masraf değil, varidat ve gelir kısmile uğraşıyorum. Bunun için çöp meselesinin de Belediyeye kârlı çıkacak cihetlerini aramak mecburıyeti var. Bunu bulmak için de işin başlangıcına gitmek, çöp tenekelerinden başlamak pek tabiî değil midir? Öyle ya! Bu kadar para vererek getirttiğimiz şu lüks çöp taşıma otomobillerine eski çöp tenekeleri yakışır mı? Şu satırlan yazarken bütün îstanbul matbuatının ve matbuat arkasında, bilhassa çöp kamyonlarınm hışmına uğrıyan şehir halkının pürhiddet karşıma dikildiğini görür gibi oluyorum. Asrî kamyonlar şehrin kenarlarına düşen civarları kara sinek istilâsına uğrattı. Modern çöp tenekeleri bu felâketin bütün şehre yayılmasına sebeb olacak, diye korkanlar bulunur. Hak vermemek kabil mi? Çor Şarkî Akdenizde siyasî, askerî vaziyet «Uç kıt'ayı birbirine bağlıyan Çanakkale ve Süveyşin ehemmiyeti her bakımdan büyüktür» Bir italyan gazetesine göre Kerrake ir okuyucudan mektub değil, tezkere de değil, kısa bir pusla aldım. Zarif yurddaş, konuşur gibi, yazıyor ve soruyor. «Eski bir sefaretnamede şöyle bir yazı gördüm: «Başımda adi destar, arkamda al çuhadan kerrake vardı!..» Ne demek bu. Zahmet edip anlatır mısmız?» Zahmet kelimesine usulen olmamak üzere bir «istağfirullah» ile mukabele ettikten sonra kerrakeyi anlatayım: Nedimin meşhur kasidesinden ve Sürurinin de gene^ meşhur olan hicviyesinden kolaylıkla anlaşılacağı üzere kerrake, entari demektir. «Ecelâcayib» kıyafetlere bürünerek halkı bazan korkutan, bazan güldüren Osmanlı padişahları en çok samura kaplı, cevahir çaprastlı kerrake giyerlerdi. Bunun üzerine ya kaba yence denilen kolsuz ve önü çaprazvari gaytanlı, yakası enli, veya mücevher şemşeli, büyük yakalı kürk giyilmek adetti. Halk, ekseriyet itibarile, kerrakeyi devlet ricaline ve onları taklid etmekten zevk alan kimselere bırakmıslardı. Kapama, dolama, kaput, cebken, mil tan, timurkoparan dedikleri bir çeşid yelek giymeği tercih ederlerdi. Kadmlar, umumiyetle kerrake giydikleri halde ona bu adi vermezler, üç yenli, iki yenli gibi tabirlerle çitariden, sevaiden, geziden ve her türlü kumastan yaptıkları entarileri erkek kerrakelerinden ayırd ederlerdi. Kısa bir soruya işte kısa bir cevab. Fakat sözü burada kesecek değilim. Çünkü kerrakeden bahsederken ve eski kıyafetleri bu münasebetle düşünürken acı bir hatıra zihnimi burktu: îstanbul müzelerini yoktan var eden rahmetli Hamdi Bey Abdülhamid devrinde Avrupa umumî sergilerinden birine Osmanlı komiseri olarak gitmiş ve bir hayli nadir eşyayı o sergide teşhir ettirirken vitrinlere bir de kıyafetname koydurmuştu. Serginin kapatılması günü gelince mahallî hükumet, bu kıyafetnameye âmiyane tabirile söyliyeyim sulandı, Abdülhamide müra caatle kitabm armağan edilmesini istedi. O da Hamdi Beyin yanıp yakılmasma, yalvarıp yakarmasına, ağır şeyler yazıp çizmesine rağmen eseri, sergiyi kuran hükumete bağısladı. Eğer o kıyafetname bugün elde olsaydı kerrakelerin ve sairenin hakikî resimlerini ve en doğru tariflerini kolaylıkla öğrenmek mümkün olurdu. Şimdi, bir Yusufî destarin, bir mücvezenin ne ol duğunu anlamak için şuraya, buraya başvurmak zorunda kalıyoruz. Bir himmet ehli çıksa da bize eski asırların kılığını, kıyafetini toptan öğretecek bir kitab vazsa diyeceğim amma temennimin «Zehi tasavvuru batıl, zehi hayali muhal» sözile karşılanmasından korkuyorum. Efçan Hariciye Nazırı Tahranda Tahran 6 (A.A.) Şehinşah, dün Efgan Hariciye Nazın Serdar Şah Mahmudu öğle yemeğine kabul etmiş ve kendisine altın bir kılıc hediye etmiştir. Serdar şerefine akşam verilen ziyafette bütün nazırlar ve diplomatlar hazır bu lunmustur. * « * n Emirgânda müessif hâdiseler çıkaranlar Yunan filosundan kısım Yunanistamn vaziyeti Emirgân ahalisinden büyük bir kıs mı, evvelki gece, geceyarısından sonra birbiri arkasma patlıyan silâh sesleri üzerine heyecanla uykularından uyanmışlardır. Haber aldığımıza göre hâdise dört, beş kişinin deniz üzerindeki bir sandala taarruz etmeğe teşebbüs etmelerinden çıkmıştır. Buna mâni olmak istiyen zabıta me murlarına karşı da silâh istimal edilince memurlar da mukabele etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Silâh atan lardan biri yakalanmış, diğerleri kaç mışlardır. Bunlar da aranmaktadırlar. Asıl şayani dikkat nokta bu kimselerin vakit vakit köyde vak'alar çücar maktan geri kalmamalarıdır. Köy halkının selâmeti ve umumî aSadede gelelim. Çöplerin taşınması ve sayiş namına bu kabil hareketlere meyimhası meselesi mütehassıslarının elbette dan bırakılmaması için alâkadar ma bizden daha iyi bilecekleri ve ne yapıp, kamların nazarı dikkatini celbederiz. yapıp halledecekleri bir iştir. Fakat ne şekilde hallederlerse etsinler, çöp tene KÜLTÜR tŞLERl kesini ve çöp kablarını ortadan kaldıramıyacaklar. Bari bunları bir nizam veBir Maarif istatistiği ya talimatname altına alsalar. çıkarılacak Meselâ: Belediye, evde kokmaz, soBütün mekteblerin sınıf, şube ve takakta kedi, köpek tarafından devrilmez, lebe miktarının Maarif idaresine bil muhteviyatı kerihesi sokak ve caddelere dırilmesi alâkadar idarelere bildiril' yayılmaz, doldurulması, taşınması ve miştir. Bu husustaki malumat tamamile boşanması kolay çöp kabı modeli yaptı toplandıktan sonra Maarif idaresi Maanp halka gösterebilir. Hatta bunları ken rif faaliyetine dair umumî bir istatistik disi ucuza mal ederek halka da muayyen çıkaracaktır. bir kâr ilâvesile satabilir vç bundan, Liseler 12 sınıf olacak mı? , Dek eb tamiyetli olmazsa da bir kazanc Maarif Vekâleti Talim ve terbiye heelde eder. yeti liselerin 12 seneye çıkarılması hal*Belediyece çöp kablannı bütün şehir kındaki tetkikatını ıkmal ederek bu halkı icin mecburî bir hale koymak müm husustaki kararı ihtiva eden raporu kün değilse de bu mecburiyeti hiç olmaz Maarif Vekiline vermiştir. Talim ve sa sekenesi ve binaenalevh çöpü çok olan terbiye dairesi, esas itibarile liselerin 12 apartımanlara tesmil edebilir, binlerce a seneye çıkarılmasını kabul etmiştir. Bu Dartıman var. Beledive çöp kabı başına karar Vekil tarafından da tasvib edilecek olursa önümüzdeki ders senesinden birer lira kazansa binlerce lira eder. Varidat ve gelir mevzuu bahsolsa da itibaren tatbik edilecektir. olmasa da çöp tenekeleri derdine bir tedŞEHİR tŞLERl bir düsünmek gerek. Yoksa sinek ordulan «farzımuhal olarak» imha edilemez Sokaklarda sol taraftan yürüyenler ceza verecekler de şehrin icerilerine doğru vürürlerse ve bueünkü cön tenekeleri gibi kendileri için Belediye Daimî Encümeni, kalabalık rok kıymetli. levazım ambarlanna ko caddelerde halkın daima sağ tarafı tanarlarsa artık mücadeleye imkân olmaz. kib etmesi için bir karar vermişti. Bu Sehri sineklere terkedip baska yerlere karar ilk zamanlarda yalnız tenbihatla iktifa edilmek suretile tatbik edilmişti. hicret etmekten başka care kalmaz. Belediye, encümen kararımn tamamile V. BiRSON tatbik edilmesini ve kalabalık caddelerde sol taraftan gidenlerden birer lira ceza alınmasını altıncı şubeye bildir Azlık mekteblerînin bir miştir. Dünden itibaren bu kararın tatmüracaati bikına geçilmiştir. Azlık ve ecnebi mekteblerinden bazıGÜMRÜKLERDE ları malî vaziyetlerinin darlıklarından bahsederek sınıfları tevhid etmek su Gümrüklerde yeni şekil retile tedrisat yapacaklarmı Maarif müdürlüğüne bildirmişlerse de Maarif müİstanbul gümrüklerinde yılbaşından dürlüğü bunun mevcud ilk tedrisat tali itibaren tatbik edilecek yeni şekilde matnamesine mugayir olduğunu bildir şimdi iki tane olan ithalât gümrüğü mü miş ve bu şekildeki tedrisata müsaade dürlüğü bire indirilecek, antrepolar etmemiştir. Maamafih bu mekteblerin şefliği kaldırılacak ve muhtelif güm malî vaziyetleri, bir defa da Maarif ida rüklere aid bütün kalemler birleştirileresince tetkik edilecektir. cektir. Ilalyanlann haflahk L'JUustrazione Italiana gazetesi şarkî Akdenizdeki «Siyasî Askerî caziyet» başlığı altmda bir makale yazmışiır ki Italyanlarm şarkî Akdenizde vaziyeti nasıl gördüklerini göstermesi itibarile mühim bularak ay • ne ''rcüme ediyoruz: . ı aylardaki hâdiseler mu htelif vesilelerle nazarı dikkati Yakınşarka celbetmiş bulunuyor. Mısırla İngiltere arasında akdolunan muahede, Filistindeki İngiliz ve Yahudi aleyhtarı iğtişaşlar; Montröde imzalanan ve Boğazlann tahkimini temin eden yeni Boğazlar muahedesi; Kral Corcun idaresi altında Yu nanistanda teessüs edip Yunan hududlarından harice çıkmak ihtimalleri olan diktatörlük ve nihayet îtalya Habeş harbinin Italyaya temin ettiği zaferden sonra Akdenizde îtalya aleyhine yapılan unutulmaz anlaşmalan müteakıb İngiltere Kralı Sekizinci Edvardın ziyaretler, ikametler, mülâkatlar, görüşmeler ve tebliğlerle nihayetlenen seyehati; bir sürü tefsirler ve düşüncelere yol açmış bulu nuyor. Bütün bu söylediklerimiz, Yakınşar kın tekrar Avrupanın en nazik ve nev raljik mıntakalarından biri olması üze rinde müessir olan amillerdendir. Akdeniz havzasının muvazenesinde birinci derecede alâkadar bütün deniz kıyısı memleketlerinin can damarlarını birbirine rapteden ve üç kıt'ayı birbirine bağlıyan Çanakale ve Süveyş boğazlarınm ehemmiyeti ise her bakımdan büyüktür. Akdeniz havzasında alâkadar deniz kıyısı memleketlerinin bugünkü askerî ve siyasî vaziyetlerini kısaca bir tetkikten geçirelim: Bu tetkik esnasında akılda tutmak lâzımdır ki askerî vaziyetin aşağı yukarı her zaman için değişmıyen ve yahud çok yavaş değişen bir seviyeyi muhafaza etmesine mukabil, siyasî vaziyet, bilhassa son beynelmilel hâdıselerden mülhem olarak anbean görülmiyen ve düşünülmiyen bir şekilde cephe ve vaziyet değiştiren bir mahiyet iktisab etmiş bulunuyor. duran ltalyadır. Evvelâ Yunanistam ele alalım: Bu memleket dahilî parti rekabetleri, komşularile iyi geçinmek hususundaki güç lüklerle mali darlıklar yüzünden şimdiye kadar her zaman için, mutlak surette, bir veya birkaç mukaddes hâmiye ihtiyac hissetmiştir. Bu hâmiler bazan Rusya, bazan Fransa ve bilhassa îngiltere ola rak tecelli etmiştir. Yunanistanda krallığm avdetine yabancı olmıyan Lon.dranm Atina üzerindeki hâkim tesirleri bilhassa son Akdeniz gerginliği esnasında kendini göstermiştir. Bu gerginlik, îngiltere tarafından Akdenizdeki îtalyan aleyhtarı siyasetin tasavvur ettiği muhayyel tehlikelere karşı bir tedbir olmak üzere, Milletler Cemiyetine dahil bazı devletlerle bir İtalyan tecavüzüne karşı tedafüî anlaşmalar doğurmuştur. Ayni zamanda îngiltere hava kuvvetlerile îngiliz Akdeniz donanmasının Yunanistana mjitead did nezaket ziyaretleri yapmış olması ve iki milletin askerî mümessilleri arasındaki konuşmalar ve nihayet ingiliz askerî mütehassıslarının mütenekkiren Ege havzasında mekik dokurcasına ve tamamile kendi evlerindeymiş gibi gidip gelmeleri calibi dikkattir. Maamafih mümkündür ki bu vaziyet şimdi değişecektir. Yuna nistanda teessüs eden diktatörlük dola yısile müstakil devlet idaresine doğru atılmakta olan adım ve nekadar kuvvetli olursa olsun Yunanistana tamamile bir garanti teşkil edemiyecek olan tek biı büyük devlete bağlanmaktansa, muhtelif büyük devletler arasındaki muvazeneden vaziyet ve halle mütenasib şekilde istifadenin memleketin menafiine daha uygun olduğu anlaşılmaktadır. Yunanistamn ehemmiyeti Akdeniz havzasında rol oynıyanlar Akdeniz havzasında rol oynıyan aktörler çoktur. Bunlardan en önde gelenler, faaliyet ve imkân sahalarının tama mile Yakınşarka münhasır olduğu için Türkiye ve Yunanistandır. Bunlardan sonra geien ve cihan siyasetinde başka ve daha geniş faaliyet sahası olan dört devlet daha vardır ki Akdeniz havzasında birinci derecede alâkadar bulunmak için muhtelif vesile ve mazeretlerden is tifade etmektedirler. Bunlar, Karadeniz tarikile Akdenize mahreci olan Rusya; Suriyede tutunan Fransa; Filistin man daterliği, Kıbrıs ve Kanal mıntakasına hâkim bulunan ve yalnız zavahiri itiba rile muvakkat, fakat filen Mısırdan daimî surette istifade etmekte olan İngiltere ve nihayet Afrikada Trablusgarb sahillerile Akdenizde 12 Adavı elinde bulun M&UATL O Talât Paşa olacak külhaniye kaç kere: Bu işin sonu çıkmaz, vazge çin. Gelin işi ilimle, iz'anla halledelim dedim. Anlıyan kim? Herifler kös dinlemiş (bu sırada Demir, acaba ciddî mi konuşuyor diye hayretle yüzüne bakı yordu). Eğer dediğim yola gitselerdi, bu günkü haller başımıza gelmezdi. O zaman söylediklerim birer birer çıktı. Ah, azizim, ah! Bu kuru kafada neler var, neler!.. Oturup yazsan koca destan o lur.. Bir gün Cemale (Demirin anlamaz gibi davrandığını görünce teyid için) hani şu Suriye kralı Cemal Paşa yok mu? Ta kendisi.. Bu işlerin sonu neye vara cağını anlatıyordum. O zaman daha paşalığı filân yoktu. Bana bak Cemal! dedim, şuraya yazıyorum. Bir gün ge lip te Bekir dediydi diyeceksin. O za rnan kafana dankedecek amma, işişten de geçmiş olacak. Dünya bu! Onlar da, biz de savrulup gittik. Kim kimden hesab adant soracak? Kurdoğlu bu sırada hararetlenmiş, kendini unutup sokağın ortasında elile büyük kavisler çizerek konuşuyordu. O kadar ciddî ve heyecanhydı ki, Demirin bütün bu sözleri lâtifeye, hatta bir nevi yalana atfetmesine imkân yoktu. «Bu nihayet hatıra ile tarihin birbirine kanştınlması olabilir!» diye düşündü. Bekir Bey tekrar elini kavradı: Kusura bakmayın, sözü uzattım, dedi. Eski derdlerimi tazelediniz. Şimdi bunları bırakahm da gelin bize gidelim. Ve onun cevabını beklemeden koluna girip yürümeğe başladı. Bir teviye söylüyordu: Nur, sizi görünce nekadar sevine cek! Serbest düsündüğüm, çocuklarımı alafranga yetiştirdiğim için adımı Frenk Bekire çıkarmıslar. Bu yüzden herkesle selâmı kestim. Ne derler diye de halkın keyfine göre yasıyamam ya!.. Insan, onlara kendini beğendirmek isterse, kızlara îngilterenin bir Akdeniz harbinde Yunanistana ehemmiyet vermekte olduğu şüphesizdir. Muhakkak ki bu ehemmiyel 13 piyade fırkası, birkaç yüz tayyare, tek bir kruvazör ve yirmi parça küçük geminin temin edeceği yardımdan doğmuyor. Asıl mesele Yunanistamn sevkulceyşî bakımdan bir ideal manzarası ar zeden girintili çıkıntılı deniz kıyılarıdır ki Dalmaçya sahillerile birlikte herhangi bir müttefike yardım bakımından ehemmiyetlidir. Preveze, Korent, Korfu, Atika ka nalı, Selânik, Suda ve Milli gibi yerler Akdenizin şarkî havzasını ikiye bölmek istiyen bir devlet için, müthiş yardımlan dokunabilmek istidadını haiz sevkulceyş noktalarıdır. Buralara hâkim olanlar, Karadeniz, Ege ve Kızıl denizden Ad riyatiğe, îoniane ve Sicilya kanalına o lan deniz muvasalasını çok kolaylıkla kesebilirler. Giridle birlikte sevkulceyşî bakımından başlıbaşına bir ehemmiyeti haiz olan Yunanistan, Afrika ile Avrupayı Akdeniz üzerinden birlestiren köprülerin üçüncüsüdür. Birincisi İspanya, iç İ (Arkası var) kincisi İtalyadır. gibi, gene eski güzel günlerinden birini yaşıyordu. Merdivenden sesler geldiği, kapının tokmağı çevrildiği ve içeri elinde lâmbay la gülerek Nurünnisa girdiği halde, o hâlâ üzeri antika eşya ve kitabkrla dolu masanın arkasında, kıpırdamadan, dönmeden, bir eski hakîm heykeli gibi camid duruyordu. Nur, lâmbayı masaya bırakıp neş'eli bir tavırla Demirin elini sıktı; ve baba sına «Niyazi Efendi, sizi soruyordu.» Dedikten sonra bir sandalyaya ilişti. Bekir Bey kapıya giderken «kızım, beye fendiyi büyük odaya al» diyerek çıktı. Şimdi onlar karşı karşıya ve tıpkı trende olduğu gibi yalnız oturuyorlar; fakat a r tık daha cesur ve mahrem, gözlerini kaçırmadan, çekinmeden, gülerek birbirlerine bakıyorlardı. Bana ders vermeği vadetmiştiniz değil mi? diye ilk defa söze girişti. Evet dedi, ne zaman isterseniz.. Yazık ki yanımda pek az kitab var... Evvelce hiç çalıştınız mı? îki defa başladım ve yarıda bıraktım dedi. Aradan epey zaman geçtiği için, çoğunu unutmuşum. Zararı yok! diye Demir ona ce M. TURHAN TAN H: Geçenlerde çıkan ve Japon sularında batan Ertuğrul gemisine dair olan yazı müna<;ebetile bir okuyucu da su üç noktayı bana ihtar ediyor: 1 Ertuğrul zırhlı değildi, ahsab bir fırkateyndi. 2 Amiral Osman, Bahriye Nazırı Hasan Pasanın damadıydı, bu sebeble onun tarafından istirkab edilemezdi. 3 Ertıığruldan önce Hind sularma «Muhbirisürur» mekteb gemisi gitmişti. Şehid amiralm kızı Bayan Mebrure de ayni ihtarı fakat bir dostumun delâletile yaptı. Şu hale göre kırk altı yıldan beri halk ve hatta yüksek seviyeli yurddaşlar arasmda dönen rivayetlerin tashihi lâzım geliyor: Ertuğrulun batmağa ırahkum bir gemi olduğu apaçık görülürken Japon sularma gönderildiğine süphe etmemek şartile!.. M. T. T. saret veriyordu. Hele bir kere işe girin; hepsini hatırlarsınız. İki derste bil diklerinizi gözden geçiririz. Dil öğren • mek tıpkı denize girmek gibidir. İnsan ne yapacağım, nereden başlıyacağım! diye düşündükçe cesareti kırılır, ve nihayet hakikaten iş büyür. Fakat bir kere gözlerini kapatıp ta kendini bırakırsa, mesele kalmaz. Bütün iş cesarette!.. Dirseklerini dizine dayamış, ellerini kavuşturmuş, gözlerinin içine bakıp heyecan içinde anlatıyordu. Nur onu açık, parlak ve güler gözlerile dinliyor; o söyledikçe yüzüne kan çıkarak, dudaklan açılıp temiz, beyez dişlerini nihayetine kadar gösteren rahat ve geniş bir gülüşle bakarak ona gittikçe daha fazla güvendiğini, ona dayanarak her müşkülü aşabileceğine inandığmı anlatıyordu. Demir bu sırada esaslı addettiği bu işi başara cak yolları aramaktan başka hiçbir şey düşünmüyormuş gibi hararetleniyor, ciddî bir tavırla plânını büyültüyor, uzun zaman sürecek bir programın şemasını kurmağa çahşıyor, karşısında kendisini gittikçe daha sokulgan ve uslu bir çocuk halile dinleyen genc kıza ciddî tavsiye lerde bulunuyordu. tArkası vari %r Cumhuriyetin içtimaî r< romanı: 25 Yazan: Hilmi Ziya burma çarşafı giydirmeli. Her sözün başında salâvat çekip camilerde dolaşmalı. Ondan sonra istediğin rezaleti yap, za ran yoktur! Sana «efendi hazretleri!» diye hürmet eder, yerden selâm verirler. Demir kolunda olduğu halde emni yetle yürüyor, kalabalık sokaklara gel diği zaman gururla etrafına bakınarak kollarını sallıyor ve göğsünü kabartıyordu. Kocaman bir anahtarla kapıyı açtı. Bahçede kimseler yoktu. O önde, Demir arkada selâmlık tarafından girdiler. Ortalık kararmaya başlamıştı. Pencereler den birinde küçük bir ışık görülüyordu. Bütün perdeler inik olduğu için, hepsi birden çıkıp gitmişler denebilirdi. SelâmIıktan küçük bir koridorla asıl eve geçerek, dolambaçlı merdivenden üst kata çıktılar. Bekir Bey, misafirini sofanın sonundaki basık tavanlı, loşça bir odaya aldı. Çoktandır kimse girmemiş hissini verecek kadar her tarafı ihtimamla ör tülmüş olan odada, önce perdeleri kal dırdı. Köşe minderinde yer gösterip eski bir muharrir itiyadile masa başına geçti. du. Kurdoğlunun alacakaranlığa karış mış, gölge halindeki yüzünde yalnız ışık* la parıldıyan çıkık, yuvarlak elmacık kemiklerinden başka bir yer görülmüyordu. Çepçevre tozlu kitab raflarile dolu odda, masanın arkasında, gövdesi koltuğa gö mülüp adeta kaybolmuş olan Bekir Beyin başı, muhitinden ayrı mücerred bir unsur halinde tılısımh bir kafa gibi p a r lıyordu. Burası, senelerdenberi aile mezarı gibi kapatılmış, perdeleri açılmamış, tozlan alınmamış, olduğu gibi duran eski çalışma odası idi. Yüzü ihtimal ki karanlıkta farkedilemiyecek kadar gölgeli olduğu için bu sr rada ne ifade ettiği anlaşılamıyor, ve bu loş dekorun ortasındaki siyah maske yr kık bir sarayın enkazı ortasında ayakta kalmış tek kubbeyi hatırlatıyordu. Demir, birkaç defa bu manzaranın tesirine kapılıp susmuştu. Bahçeden gelen gürültü ve çıngırak sesi tekrar aklını ba şına getirdi. Şüphe yok biraz önce, kır kahvesinde rasladığı sarhoş ihtiyarı büsbütün unutmuştu. Kimbilir belki Bekir Bey de, bu dakikada senelerdir artık Akşamm son ışıkları kafeslerin arasm rüyasını bile kaybetmiş olduğu hayata dan süzülerek duvarda, tahtaların üze tekrar dönmüş, biran içinde sihirbaz değrinde kırık alevli sütunlar gibi uzanıyor neğile omulmadık bir istihaleye uğramış i

Bu sayıdan diğer sayfalar: