24 Kasım 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

24 Kasım 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

?A îî:'»> CUMHURİYET YENİ KANUN HAZIRLANIRKEN... Kuvvetli bir Ingiltere Bizde şehir harici otobüs Avrupada macera Eski Ispanya veliahdî siyaseti cereyanma seferleri ne halde? mâni olacaktır ıstırablarını anlatıyor 1200 kiloluk karoseri yapılan bu otobüse nihayet Amerikanm kanaati 300 kiloluk ta yük konulabilirdi. Halbuki biz içeride yirmi sekiz kişi idik! Çorluya.. Çorluya! Kalkıyoruz! Çorluya bir adam!.. Sirkecide, seyrüsefer memurunun bu lunduğu dört yol ağzından Sultanahmed tarafına giden tramvay yolunu takib ederseniz iki, üç yüz metro sonra ikinci bir dört yol ağzına varırsınız. îşte ben bu sözleri burada işittim. Genc bir adam, oradaki dükkânlar ve kahveler önünde geziyor ve bağırıyor: Çorluya.. Çorluya! Sordum. Ne zaman kalkıyor? Saat onbirde! Saate baktım: Tam dokuz! Hare ketinden iki saat evvel dolmuş bulunan ve içinde bir tek yolcu yeri kalmış olması lâzım olan bu otobüsü merak ettim. Sirkeci istasyonu arkasına düşen solumdaki yola saptım. Bir değil, birkaç oto büs var, diğerleri boş. Yalnız en öndekinde beş altı yolcu yerleşmiş bulunuyor. Meğer genc adamın bir tek yolcu daha aradığı Çorlu otobüsü bu imiş. îçinde bir değil, daha 21 boş yolcu yeri var. Usul böyle imiş. Yerin azlığı anlaşıldıkça yolcu biletini almak için koşarmış. Tam yerine düşmüşken Trakyaya iş liyen şu otobüs isini biraz tetkik etmeğe karar verdim. Hava müsaid olduğu takdirde sabah hergün, bu noktadan kalkan otobüsleri anlattılar: Saat 7 buçukta Edirneye, 8 de Tekirdağına ve 11 de Çorluya. Deyli Telgrafın Nevyork muhabiri yazıyor: «Meşhur Amerika siyasî muharrirlerinden Walter Lippman yazdığı bir tetkik yazısında garbî Avrupadaki sulhper verlik dalgasmın Musolini ve Hitlere büyük fırsatlar kazandırmış olduğunu kaydetmektedir. Her ikisinin de nüfuz ve tesirlerini son üç senede müthiş surette yükseltebilmiş olmalanna sebeb Mr. Lippmanın fikrince îngiltere ve Fransanın müşterek emniyet siyasetine üç senedenberi beyhude yere inanmış olmasın dan doğmaktadır. Mr. Lippman yazısında diyor ki: «Musolininin Habeş meselesi ve HitIerin Alman hava kuvvetlerine verdiği fevkalâde ehemmiyetin tahrikile başhyan îngiliz silâhlanması dünya vaziyetinde mühim bir âmildir. Sinyor Musolini Milânoda söylediği nutukta bu meseleye temas etmemekle beraber gerek Roma gerekse Berlinde îngilterenin silâhlanışı herşeyden ziyade ehemmiyetle nazarı dikkate ahnacaktır. İngilizler şimdi daha ziyade sükutu iltizam etmektedirler. Maamafih askerî kuvvetlerini tensikle meşgul olduklan bu günlerde çok konuşmaya da ihtiyaclan yoktur. Sonunda hakikatlerin kendi kendilerini hissettirecekleri muhakkaktır. Sakın Prens olmayınız! Mütemadiyen ödenen fidye Köprülere dair umhuriyet dünkü nüshasında, Amerikada yapılması bitip te Cumhurreisi Ruzvelt tarafından Beyaz Evde bir düğmeye basılmak suretile açılma resmi yapılan bir köprüyü okuyucularına gösterdi, yeryüzündeki köprülerin en uzunu bulunan bu yeni şaheser, on üç kilometroluk boyile San Fransisko ve Okland şehirlerini birleştiren demir bir bağ oluyor. Ben bu haberi okurken Marmaranın iki kıyısından asırlardanberi mütehassir birer kardeş gözile birbirini seyreden Saray ve Moda burunlarını düşündiim. Kimbilir hangi mes'ud nesil, yakınlık içinde acıklı bir aynlığm öksüzlüğünü haykıran şu burunlarm böyle demir bir bağla birleşip kucaklaştığını görecek?.. Türkler Asya ve Avrupada bulunan büyük küçük bütün nehirleri aşmışlar, o kıt'aları enineboyuna dolaşmışlardı. Bu haşmetli, azametli ve meddü ce zirli cevelânlar arasında ileri götürdükleri san'atlardan biri de, şüphe yok ki, köprücülüktü. Sayısız inkılâblar, içtimaî ve umranî değişiklikler eski asırlann değil, nisbeten yakm devirlerin de eserlerini ortadan kaldırdı. Bugün Volgalan, Dinyesterleri, Dinyeperleri, Vistülleri, Tunalan, Tagiiyamantolan, îzonzoları aşan eski Türklerin bu engin kara denizlerine kurduklan köprülerden eser yoktur. Hatta Gazan Han gibi bize pek yakın sayılabilecek yıllarda saltanat süren hükümdarlar ta rafından §uraya buraya serpiştirilmiş köprüleri bile suların üzerinden ziyade tarih sahifelerinde görüyoruz. Bununla beraber yapıldıklan devrin fennî seviyesi gözönünde tutulunca gerçekten şaheser sayılacak Türk köprülerinden berhayat olanlar da yok değildir. Meselâ Uzunköprü!.. Ondördüncü asıra Yirminci asu" arasmdaki fen bilgisi farkı düşünülmek şartile bu Türk köpriisü zannetmem ki dün açılma resmi yapıan San Fransisko Okland köprüsünden aşağı sayılsın?.. Yüz yetmiş dört kemer üzerinde bulunan bu muazzam Türk esei, ilk bakışta askerî mülâhazalarla yapılmış gibi görünürse de devrin hâdiseleri etkik olununca arada temdinî bir mülâhazanın da mevcudiyeti anlaşılır. I ürkler, Ergenenin korkunc bir ormana dayanan önemli bir yerinde iki üç yüz yıldanberi bir şekavet yuvası kurulduğunu görerek bu köprüyü yapmışlar ve onun vasıtasile askerî hamlelerini kolaylaştırarak korkunc onnani şekavet tohumlanndan temizledikleri gibi yerine de yepyeni bir kasaba kurmuşlardı. San Fransisko Okland köprüsüne bugün «en uzun köprü» denildiği gibi Ergenenin beline takılan bu yüz yetmiş dört halkalı taş kemere de yapıldığı devirde ayni şeref izafe edilmişti. Fakat Ondördüncü asnn daimî hareket ve daimî hamle halinde bulunan Türkleri Uzunköprü gibi bir eseri yaratırken başka yerlerde 4 e önemli köprüler kurmaktan geri kalmıyorlardı. Selânikle Beyşehir arasında hayli geçiş bir saha işgal eden bir bataklığı kurutarak yaptıklan bir köprü ile Ankara yakınlannda vücude getirdikleri diğer bir Jiöprü o cümledendir. Yeni ve muazzam eserlere imrenirken eski eserlerimizi düşünüp müteselli olmak belki mümkün, fakat hakikî zevk imrenmekten kurtulup imrendirmektedir. Biz Tannya şükür olsun şimdi o zevki elde etmek yolundayız: Yürüyen, hedefe u «Bütün dünya gazeteleri benimle meşgul, çünkü kral oğluyum. Herkes beni sızdırmağa çalışır, çünkü kral oğluyum. Hâlâ hanedana mensub olmanın yükünü omuzlarımda taşıyorum!» Eski Ispanya insanların masrafınK r a I ı Onüçüncü dan fazladır. Her Alfonsun büyük oğyerde fazla para lu Kont dö Cavavermek mecburiye donganın, kendi küf linde kalınm. Ben vü olmıyan bir ka den para çekenler, dınla birlikte bir babamın oğlu oldumüddet yaşadıktan ğum için ve baba sonra ondan aynlmın parasmı hesab dığı, başka bir kadın severek onunSabık Veliahd ve zevceti ederek çekerler. la evlenmeğe karar verdiği ve bu arada Gazetelerin, etrafında bir sürü dedi uzun ve tehlikeli bir hastalık geçirdiği kodular kopardıkları mücevherat meselemalumdur. Hatta, annesi olan eski îs sini herhalde merak edenler vardır. Ve panya Kraliçesi, ağır hasta yatan oğlunu parasız kaldığım halde bunları neden ziyaret etmek için Amerikaya kadar git satmadığımı düşünenler de olacaktır. miş, oğlunun sevdiği kadın yüzünden a Evet bu mücevherat mevcuddur ve mahralarında çıkan dargınlığı da bu suretle fuzdur. Bunlan satmadım, çünkü satmaortadan kaldırmıştı. ğa hakkım yoktur. Bunlar bende sadece Kont dö Cavadonga, bir hükümdar emanettir, yaşadığım müddetçe yanımda sülâlesine mensub olmak itibarile istediği mahfuz kalacak, ölümünden sonra gene gibi yaşıyamamanın ve uzun müddet acı babama intikal edecektir. çinı çektiği parasızlığın verdiği yeisle, aBu mücevherlerden yalnız bir defa isdeta bütün dünya gencliğine hitab eder tifade ettim. Paraya fazla ihtiyacım olşekilde bir yazı yazmıştır. Halka ve ef duğu bir sırada, imzası mukabilinde bir kân umumiyeye karşı vazifeler ve mec bankadan bana pera tedarik eden bir buriyetlerle dolu olduğundan şikâyet et dostuma teminat olarak tevdi ettim. Böytiği hayatından acı acı bahseden bu sabık le haller herkesin başına gelir, fakat şahükümdar oğlu, mevzuubahis yazısında yi olmaz, gizli kalır. Benimki öyle değil, ezcümle şunları söylüyor: benim hususî hayatım yoktur, çünkü «Ispanya veliahdi olarak doğduğum Kral oğluyum, herkesin malıyım. için, günün birinde 25 milyon nüfusun Delikanlılar, genc kızlar, Kral hane başında bulunacak^ bir kimseye yakışır danına mensub olmağı istediğiniz kadar şekilde sıkı bir terbiye ile büyüdüm ve tahayyül ediniz, prens olmağı, prenses alelâde kimselerin hayatına gıpta edişim olmağı kurunuz. Fakat, şunu biliniz ki, de 1931 ihtilâlile memleketimden çıka lüks ve debdebenin arkasında, ekserı • nldıktan sonra değil, ta o zamanda başya, sadece insan olmaktan başka bir elar. Ötedenberi ortahalli insanların hamelleri bulunmadığı halde, mütemadi yat şeraitini kıskanır, onların arasında yen eski büyüklüklerinin fidyesini öde yaşamak, onlara karışmak, onlarla arkameğe mecbur olan erkeklerin ve kadm daş olmak isterdim. Bu emelime de anların ümidsizliği, ıstırabı ve yesi sakcak 1931 senesinde, milletime karşı olan lıdır.» vazifelere nihayet verildiği zaman ka vuştuğumu sanmıştım. Fakat heyhat! v Aldanmışım. Menfada bile hanedaria mensub olmak yükünü omuzlarımda taşıyorum. Şehirler arast otobüslerden işliyen biri Seyahat fikri Anî bir fikir: Otomobille çok kereler gezdiğim bu yerlere bir de otobüs seyahati yapsam? Zaten bir seneden fazladır bu yollan görmedim, havalar da güzel gidiyor. Ertesi sabah Edirneye gitmek için saat 7 buçukta geldim. Otobüs dolmuş, bir tek yer kalmamış; şoförün sol tarafı boş.. Buraya oturayım, dedim. Olmaz, yasaktır, cevabmı yerdiler. Nitekim buraya kimseyi bindirmediler. Otobüs hareket ettiği zaman saat sekizi geçiyordu. Otobüse bir bakış Ben ikinci otobüste bir yer buldum. Şoförün yanına oturmak imkânını da elde ettim. Saat 8 yerine tam 9 da kalktık. Otobüsü şöyle bir gözden geçirdim: Fabrikasınca 1500 kilo yük için yapıl mış bir şasi. Halbuki yalnız karoseri, yani burada yapılan araba kısmı iOOO 1200 kilo var. Yolcu ve yük için fennen 300 kiloluk bir pay kalıyor. Yolcuların içinde 50 60 kiloluk zayıflan bulun duğu gibi 8 0 9 0 kiloluk şişmanları da var. Biz üstüste yolcuları 75 kiloluk adamlar farzedelim. Bu hesabca ancak dört yolcu almak lâzım. Halbuki otobüsün üstündeki yalnız yolcu eşyası 300 kilo vardı. Binaenaleyh fennen bir tek yolcu alamaması lâzımken biz kaç kişi idik bilir misiniz? Durun daha söylemiyeceğim. Şu belediye hesabına da bakalım. Şehir içinde ve şehir dışında Şehir içinde işliyen bu ayni cins . ve tipteki otobüslere Belediye 16 kişiden fazla yolcu taşıtmıyor. Anlaşılıyor ki Istanbul Belediyesi benimkinden daha insaflı bir hesab yapıyor. Acentalann iddia ettiği veçhile şasiyi 2000 kilo yük için yapılmış telâkki ediyor. Karoseriyi de 800 1000 kilo diye farzediyor. Binaenaleyh yolcular için 1000 1200 kilo luk pav kalıyor ki 14 16 kisi demek îngiliz askerî satveti tekrar ihya edilinciye kadar Avrupada bir infilâk vukua gelmediği takdirde sulh ümidleri son derece geniştir. îngilterenin zâfı Avrupada anarşinin doğmasına, macera ve teca1 Şehir dışında işliyen otobüsler vüz devresinin başlamasına sebeb olur. de yolcuların çantaları ve eşyası gibi yük Kuvvetli bir Ingiltere Avrupa sulhunda icin de bir pay ayırmalan lâzım, değil mi? en ihmal edilemiyecek âmildir.» Bu eşya yükünü 300 kilo farzedelim. Bu takdirde 4 yolcu eksik olarak azamî Polonyaya gönderilecek 10 12 kişi almalan icab eder neticesi eşyanın bedeli çıkar. Polonyaya gönderilecek eşyaların 2 Şehir dışında işliyen otobüs yolmenşe şehadetnamelerinde hangi para cuları 8 10 ve hatta 12 saat yerlerinde le satış yapılmışsa o paranın mutlak oturmak mecburiyetinde olduklarına göşekli ve Türk parası mukabilinin ko re oturma yerleri de şehir içindeki otobüs nulması takarrür etmiştir. lere nisbetle daha geniş ve daha rahat Polonyada indirilen gümriik olmak lâzım. Bunun için de 10 12 ve resimleri en fazla 14 yolcu' almalân ilctiza eder, Polonya hükumeti birçok ithal maddeğil mi? Halbuki biz kaç kişiydik bilir misi delerinin gümrük resimlerini indirmiştir. Bu inidiriş bazı maddelerde yüzde niz? 15 diyeceksiniz. Hayır. 25 mi dedisekseni bulmaktadır. Bu meyanda Türniz? Hayır.. Tam 28 kişiydik. Bazan kiyeden ithal edilen maddeler de var da 30 yolcu ahrlarmış. îşte bunun için dır. dir ki bizim otobüsler çok insan kanı içtplik ithaline hazırlanılıyor miş tahtakurularına benzerler: Sipsivri İplik ithalât işini üzerine almış olan ufacık bir baş ve ortası alabildiğine şişUyuşturucu Maddeler înhisarı hazır miş bir gövde! Vakıâ otobüsler insan ka•ıklarını yapmaktadır. nı içmez amma, gazetelerde sık sık okuBir gazetede Uyuşturucu Maddeler yup işittiğinize göre, insan kanı döker tnhisarının muhtekirleri aradığı ve esler! Çok şükür ki bu hatta işliyen benim nafa kredi açacağı şeklinde bir haber bindiğim otobüs şirketi bizde en munta :ıkmıştır. Bu haber alâkadar makam zam çalışan, kader ve kazalann önüne arafından yalanlanmaktadır. geçmek icin elinden geleni esirgemiyen bir şirkettir. Fakat mesele ne şirkette, ne ğer gittikleri şehir belediyeleri kanşmaz. de şahıstadır. Benim ortaya koymak isteünkü sırf onların mıntakasında işliyen dieim memlekette şehirler arasmdaki ootobüsler değildir. Şehirler arasındaki utobüs meselesinin bugünkü halidir. zun mesafelerde ise bakan, soran hiçbir Sebeb ve çare kimse yoktur. Bu böyledir ve böyle devam ediyor. Bu nasıl olur? Ayni cins ve ayni şekilYegâne ümid yakınlarda Mecliste mü deki otobüslere şehir içinde oldukça sıkı kontrol ve muamele tatbik edildiği halde zakere edileceğini işittiğimiz yeni seyrü şehirler arasında işliyenler neden adeta sefer ve yollan koruma kanunudur. 0 mid edelim ki bu kanun bu kanıyan yabasıboş bir halde bırakılıyor? Ne siz sorun, ne de ben anlatayım. Bu rayı esasından iyi edebilecek tedabiri iolmuştur. Senelerdsnberi böyledir ve hâ çinde cemetmiş olsun! Kanunu dörtgözle bekliye duralım. lâ böyle gidiyor. Benim anlıyabildiğime Ben size gelecek yazımda bu otobüs segöre sebebi şudur: Bu otobüslere karı san, bakan bir yer, bir makam yoktur. yahatinin sehir dışındaki tafsilâtını anlatİstanbul Belediyesi karışmaz. Çünkü şe mak isterim. V. BİRSON hir içinde işliyen otobüsler değildir. Di tir. Bunun için olacak ki bizim otobüsler daha ziyade karaya çıkmış vapurlara benzerler. Baş tarafları sivri iken gittikçe genişlik kazanırlar. Bizim otobüsümüz de, gerek makine ve gerek şekil itibarile Belediye fen heyetince hacmi istiabileri azamî 16 kişilik diye tayin ve tesbit edilen otobüslerin ayni idi. Halbuki biz kaç kişiydik bilir misiniz? Ben gene söylemiyeceğim. Siz şöyle mukayeseli bir hesab yapınız: M. Ruzvelte Noelde verilecek babahindi! Hastalığımın ıstırablarını bile bütün dünya ile paylaşmağa mecbur oldum, bu hastalık bütün dünyada alabildiğine neşriyata vesile oldu. Çünkü Kral oğlu idim. Sevdim. Herkes gibi sevmek benim de hakkımdı. Hayır, bu macera, bütün dünya gazetelerini manşetlerle doldurdu. Çünkü Kral oğlu idim. Nereye gitsem, ne yapsam gazeteciler peşimde dolaşıyorlar, her hareketimi zaptediyorlardı. En akla gelmiyecek zevklerim, arzularım hakkında sorma dık sual bırakmadılar. Hayatımda, herkes gibi, ben de birçok güzel kızlara tesadüf ettim ve bu kızlann beni, sırf benim için sevdiklerine kanaat getirmek çok zevkli birşey olacaktı. Fakat bu kanaati edinemiyordum, çünkü, biliyordtım ki bana karşı gösterdikeri temayülü vaziyetime, Kral oğlu olduğuma medyundum. Bu his, onu duyan için çok elim birşey. İnsan temas ettiği kimselerin samimiyetine inanamıyor. Para işinde de böyle. Ben zengin bir adam değilim. Babamın, hiç mecbur olmadığı halde, bana tahsis ettiği para ile yasıyorum. Fakat her masrafım, baska diyor: Bu adam hâlâ usanmadı mı? Ne de olsa eski kurddur. Gene kimleri kafese kodu? Batıracak şeyi kalmadı. Mutlaka kızını satacak! Yanındaki bu türedi de nereden çıktı? Kırk yıllık üstad gibi ortalığa akıl öğretip duruyor. Yeni gelmiş diyorlar. Başı kim bilir hangi bulutlardadır? Yakında merak etme onun da burnu sürtülür. Dağdan, bayırdan bahsedildi. îzmir işgalinden, çetelerden dem vuruldu. Ni hayet söz dönüp dolaşıp bir müddet sonra tekrar gazeteye geldi. Bir delikanlı yüksek sesle başmakaleyi okuyor; öte kiler etrafını almış kahkahayla gülüyor lar: «Bu memlekette toprak meselesi, içtimaî davalarımızın başında gelen en esaslı mesele sayılmalıdır. Halkı müteşebbis, faal kılacak bir tarzda toprağa bağlamadıkça, iktısad işlerinin köyden ve köylünün hayat şeklinden doğduğunu herşeyden evvel gözönünde bulundurmadıkça, rencberi tarlasına, zanaatkârı tezgâhına muhabbetle reptedecek âmiller üzerinde Amerikada ikinci defa Reisicumhur seçilen M. Ruzvelte, Noel bayramında, takdim edilmek üzere binlerce hemcinsi arasından bir babahindi seçilmiştir. Hindiyi resimde gördüğünüz Amerika çiftçi kraliçesi Matmazel Jeannette Clavvson verecektir. düşünmedikçe köyden şehre doğru akan tehlikeli nehri durdurmağa ve içtimaî buhranımızın derdine deva bulmağa im" kân yoktur.» (Kahkahayla kanşık bir alkış). «îşte bu yüzden, bizde müstakil bir ahlâk davası, bir din veya iktısad davası daima neticesiz kalmıştır ve kalmaya mahkumdur. Zira unutmamalıdır ki * ahlâkımızı tanzim etmek, itikadlarımıza şekil vermek, vatana iktısadî refah ka zandırmak gibi endişeler her zaman bir noktada birleşir: Hakikî insan, bir kül halinde insan yetiştirmek! însanları faal, müteşebbis, canlı ve semerelerle dolu bir hale getirmek için yegâne yol, onları alâkayla, ihtirasla, hayat şevklerile beslemektir!» (Kahkaha lar ve alkışlar) îddiacı bir genc, elleri cebinde kaşları çatık, söze karıştı: Baştan aşağı hezeyan! Mefkure lâzım azizim, mefkure. însan dediğin ne oluyor? Bir başkası: Hayır! îş orda değil, çocuk bu lutlarda geziyor. Her işin bası para olduğunun farkına varmamış. Para yoksa köylüyü nasıl okutursun? însanı neyle M. TURHAN TAN yetiştirirsin? Gene bir başkası oturduğu yerden: Esasta fena değil! diye muharrir tarafmı tutar göründü. Hepsi hayretle ona baktılar: «Maamafih, her parçası başka bir yerden almmış. Bu dakika hatırıma gelmiyor amma, size yerlerini gösterebilirim.» Ya uslübe m? dersin> Demir leb lebi.. Söylemek kolaydır, yaz da bir görelim! Muharririz demedik ya! Fakat insan meydana çıkıp ta gazeteci geçinince, böyle şey yapmaz. Sen söyle bakalım! Bir zamanlar bu tarakta da bezin vardı. Ha!.. Bana kalırsa, doğrusu uslüb dediğin virgüle kadar itina ister. Zarfı mazrufuna uygun olmalı. Tevekkeli (uslübu beyan aynile insandır) deme mişler. İddiacı genc, bu sırada kalemi almış masa kenarına bir şeyler karalıyordu. Birden yumruğunu vurarak kalktı: Dınleyin! Size bu mevzuu bir de ben anlatayım: lArJcası mri adcurrt Cumhuriyetin içtimaî romanı: 4 2 Yazan: Hilmi Ziya Cemal, çıplak tepesini elile uğuştu turken yere bakıyordu. Bir dakika sus • tu. Sonra pesten başlayıp gittikçe yük selen ve nihayet o kuru gövdeden nasıl çıktığı anlaşılamıyan çığhğa benzer bir sesle gecenin boşluğunu doldurdu: Delikanlı, gücenme! dedi. Beni dinle. Herkes boyuna göre adım atmalı. Kurdoğullarının evi sana lâyık değildir. Babanın yüzünü ağartacak bir evlâd olmalısın! Herkes hayretle bir ona, bir de Hacı Toran ve oğluna bakıyordu. Çünkü Cemalin Bekir Beyle dostluğunu, Hacı Torana nefretini herkes bilirdi. Şevki, bu koltuk verici sözlerdeki açık istihzayı farkettiği için küplere bindi: Bize akıl öğretecek sen mi kaldın, şaşanm? Cemal, sözüne fasıla vermemiş gibi, ayni tonla devam etti: Siz ve biz, bir kazanda kırk yıl kaynasak gene birleşemeyiz. Siz yalnız büyük kapılardan geçebilirsiniz. Nenize gerek, bırakın kendi keyfimize... Muh terem babanızın ayyaş ve dinsiz diye br zi hor gördüğünü bilmiyor muyum sanr yorsun? Gidin de, kendinize bir müna sibini arayın! Cemal, fasılasız yükselen bir sesle bunlan söylerken onun hiddeti gittikçe İkinci kısım artıyor, kanlı gözleri faltaşı gibi açılmış, ı her an yerinden fırlıyacakmış gibi duruKahvede duman her yanı sarmıştı. yordu. Kaç kere davrandığı halde ya nmdakiler kolundan tutup oturttular. Bir köşede bezik oynıyanlar, ötede uyukSon cümleleri bitirmeden bir aralık elle lıyan, karşıda gürültüyle konuşup halkı çekistirenler.. rinden kurtuldu: Tekaüdlük ihtiyarlar, işsiz delikanlı Bizi tahkir ediyorsun ha? lar, eski askerler, ve akşam bir ara do Ve elini arka cebine götürdü. Bütün lup boşalan küçük memurlar burayı o r masa ayaktaydı. Başı dönmüş ve gözleta halli cemiyetine mahsus birnevi kulüb ri yuvasmdan fırlamış bir halde iskemle haline getirmişti. sini deviren Şevkinin elinde, bir tabanca Günün mevzuu yeni gezeteydi. Bekir namlusu parlıyordu. Gencler etrafını ku Beyin bu yaştan sonra tekrar sahneye çr şatıp silâhı zorla aldılar. Cemal, araya kışı hepsini başka bir cihetten meşgul e girenlere mukavemet ederken, benzi kül gibi san, gözleri dikilmiş, hâlâ söylenı • yordu: İşte marifetiniz!... Masa karmakarışıktı. Şevkiyi içeri aldılar. Cemalin yanında yalnız Demir, ağzını açmadan duruyor, balkon dibinde halka yapan birkaç kişi iki tarafı tenkid ederek yüksek sesle konuşuyordu. O sırada Hacı Toran, elleri arkasında ağır ağır ilerliyerek şaşılacak bir soğukkanlılıkla Cemalin sırtmı okşadı: Ne çabuk ta işi büyüttünüz! Barışın bakalım, diye kolundan tutup hâlâ ıçeri götürmek istiyordu.

Bu sayıdan diğer sayfalar: