24 Ekim 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

24 Ekim 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

24 Birinciteşrin 1937 CUMHUEIYE1 Filistin Lübnan Erdün Suriye Hatay f« Iktısadî hareketler Ihracatı kolaylaştıracak tedbirler Hükumet ihracatı kolaylaştırmak için yeni ve mühim bir tedbir daha aldı. Esasen yeni ihrac mevsimi başından itibaren bu vadide alınan çok yerinde tedbirleri görüyoruz. Yeni alınan tedbir ise malî hususa taalluk etmesi itibarile hepsinden daha faydalı olacaktır. Bu şekle göre hükumet klering hesablarından alacakh memleketlere kat'î satış suretile yapıla cak ihracatın vesaikı mukabilinde Mer kez Bankasınca finanse edilmesini temin etmektedir. Bugün bazı memleketlerin klering hesablarında alacakh vaziyette bulunduğu gibi yarın da kleringle mua mele yaptığımız bütün memleketlerin ayn ayrı bu vaziyete girmeleri imkânı mevcuddur. Bu bakımdan alınan tedbir, ih racat mevsıminin başladığı şu sıralarda memleketın iktısadî menfaatlerine pek faydalı olacak ve bu suretle ihracatı bir hayli kolaylaştıracaktır. NOTLARI Lübnana girerken Gümrükçü pasaporta şöyle bir göz atarak sordu, «Türksünüz ve gazeteci?» ve ilâve etti: «Buyurunuz» Yazan: KANDEMÎR PAZABDAN PAZAPA Yenî beş liralıklar İstanbulun kalabalığı Kadınlardan niçin dâhi yetişmez ? Doktorların devletleştirilmesi Yeni beş liralıklar Irade inci Hoca tefrikası dolayısile gelen okuyucu mektublarının birinde şöyle deniliyor: «Deli İbrahimin iradesini ve idaresini o namübarek incili sakalile beraber kadmların eline verdığini sık sık yazıyorsunuz. Bazan da onun için «irade buyurdu!» diyorsunuz. Bu iradeler arasında fark mı var?» Cevab veriyorum: Irade lugatte dilek, istek, arzu ve meram karşılığıdır. «Erbabı aşkn elde değildir iradeti» mısraında görüldüğü gibi ihtiyar ve iktidar mevkiinde de kullanılır. Bu bakımdan: Kadınlardan niçin dâhi Beyruttan güzel bir manzara: Şehidler meydanı Bugiin on saatlık bir otomobil yolcu luğum var: Sabahleyin 8 de ayrıldığım Ammandan, Kudüs Hayfa Akkâ Sur Sayda yolile Beyruta akşam 6 da vardım. Fakat bu on saatin ikisi Filistin Lübnan hududu üzerindeki gümriik noktalannda geçiyor. Hele Lübnan tarafı vakıâ büyük bir nezaketle öyle ince eliyor, sık dokuyor ki; bütiin şu Arabistanın muhakkak ki en şuh ve şirin beldesi olan Beyruta biran evvel kavuşmak iştiyakile kıvranan insanlar, hele gencler, neredeyse pılıyı pırtıyı gümrüğe hibe edip, savuşup gidecekler.. Önümüzde kırktan fazla otomobil, otobüs dizilmiş sıra bekliyoruz. Bir yandan da arkamıza yenileri geliyor. Bereket versin yolculann hepsi yüklü değil. Ekserisi; elinde bir fotoğraf makinesi ve kolunda bir baygın bakışlı ile, Lübnan eteklerinde bir hoşça pazar geçirmeğe giden ehlidil.. Gümrük muamelesinin bitraesini bek Uyenlerin, Akdenizin bu lâtif kıyısında teskil ettikleri şen cemaat içjnden^ bak^ı alışverişile süzülenler, halden anlıyan şof örlerine: «r Biz yavas yavaş gidiyoruz, yolda görünce durursun... Diyerek ve büfede ikişer tek atarak, açıldıkları yeşil yamaçlarda ne vergisi, ne gümrüğü, ne de kolcusu olan bir seyyar sevda pazarı kuruyorlar. Bizim valiz çıkın çıkın altın ve paket paket kaçak eşya ile mi dolu ki ben bir tarafa kıpırdıyamıyorum. Hayır, fotoğrafları ve notları düşünüyorum. Cmldaşa cıvıldaşa ağaclann arasında kaybolan çiftlere, melul melul bakarken, yanıbaşımda peyda olan ben gibi bir bahtsız, Lübnan dağlarını göstererek mırıldandı: Havai alîl ve mâi selsebil... Anladık hacım amma, hani nere de? Vel arakı müselles vel anebi... Işin mi yok be mubarek.. Benden başka musallat olacak adam mı bulamadm? Neyse, sıra bize gelmişti. Valizi açarken, ecnebi olduğumu anlıyan me mur sordu: Pasapotunuz?. Uzattığım pasaporta şöyle bir göz gezdirdi: Türksünüz ve gazeteci... Evet. Valizi kendi elile kapadı ve kibar bir eda ile, mütebessim, başını eğdi: Buyurunuz!. Artık şu büfeye ben de uğrıyabilirdim Garson, ne istediğinizi sormak lüzumunu duymadan, lâle biçimi 150 gramlık koskoca kadehi meşhur altmış dereceli Zahle rakısile dolduruyor, önünüze bir alay da meze diziyor. föriin ikıde bir: Hatar.. Hatar ya bey!.. diyişine rağmen gene son sürati istiyeceğim geliyor. Fakat ne mümkün... Tam şoföre daha hızlı gitmesini sesleneceğim sırada, yolun etrafını, kıyılannı bir düğün yerine çevirmiş, ortalığı kahkahalara boğmuş, şen, şakrak Lübnanlı kızlarla karşılaşıyoruz: Yavaş.. Daha ağır.. demeğe mecbur oluyorum. Sur'da durmadık. Sayda'da benzin alıyoruz. Otomobilin etrafını bir sürü çocuk sardı. Ellerindeki elma sepetlerini havaya kaldırmışlar bir kıyamettir koparıyorlar. Her biri üç, dört kilo alabilen koca koca, tepeleme dolu sepetleri üç, beş kuruşa veriyorlar ve satabilmek için kan ter içinde çırpınıp duruyorlar. Kilosu kırk paraya.. İşte Lübnan hududuna girince, uzun Uoylu hesab ve kit»b* lüzum yok; bif kadeh rakı, ve bir sepet elma, size bütün Şuriy^jinv». bütün Ig^njngn^i^nde kıvrandığı ıstırabı güzelce anlatmağa kâfi ve vafidir. Beyrut sokaklan o kadar tenha ki, şaşıyor ve şehri boşalmış sanıyorum. Şoför gülüyor: Yazın pazar geceleri dilenciler bile Cebele çıkarlar. Dilencıden de aşağı düşmemek için Lübnan tepelerinden bırine göçmekten baska çare yok. Fakat nereye? Son caddeyi de sapıp hükumet mey danında durunca, hızımızla yarattığımız rüzgâr da kesiliverdi. Ve derhal dağlara tırmanmak, artık farzoldu. Bakın yayakaldınmlarının kenarlarına dizilmiş otomobillerin önünde çığırtkan lar avazları çıktığı kadar baâınyorlar: Buhamdun... Sofar... Aley.. Şoför soruyor: înmeğe niyetiniz yok galiba? Hayır, diyorum, çek Cebele. Ne tarafma? Bird nbire aklıma esiyor: Zahleye... Şoför volana yapışırken kendini tuta mıyor. Içini çekerek: Ah.. Zahle, diyor, ah Zahle... Ya aynî... Tekerlekler oynar gibi oluyor, araba ilerler gibi oluyor ve birden duruyor: Başı ve yüzü çenesinin altına kadar incecik bir ipekle örtülü, vücudü parıl parıl bir ipeğe sımsıkı sarılı, göğsü, kolları ve bacaklan çırılçıpîak bir... kimbilir kadın mı, genc kız mı, oyuncağı and'ran minimini ve kıpkırmızı semsiye<;ini sallı yarak pencereye yaklaşıyor ve, ancak Lübnanlınm ağzında bu kadar şuhlaşan bir arabca ile soruyor: Nereye gidiyorsunuz? Zahleye... Beni de götürür müsünüz? Tereddüdümüzü farkedince, sıcaktan bunalmış gibi, fakat cok zarif bir hare ketle basını arkaya silkerek yüzünü ör ten ipeği narin parmakları arasma alı yor ve gülümsiyer. kızıl dudaklarını iki dizi ıslak sedefe açıyor: Geç kaldım... Zahleye başka otomobil gitmiyor da... Kulaklar lâf anlamaz oldu. Arabanın içindeki iki çift hırs dolu göz, kaldırımdakı bir çift iri, cekici, sıcak yeşil göze saplanmış ve iki el ayn ayrı kapılan açmış, iki ağız ayrı ayrı söylüyor: Borcumuz?. Beş kuruş... Birdenbire, patronunun ocağına incir dikmeğe azmetmiş bir garsonla karşılaştığınızı zannederek şaşalıyorsunuz am ma, derhal aklınız başmıza geliyor. Sahıh, frank meselesi.. diyorsunuz. Evet, sterling hududun şu yanmda, geride kaldı. Artık alışveriş, franga dayanan Lübnfin ve Suriye parasiledir, ya•ıi sudan ucuz.. [*] Tabiat gittikçe güzelleşiyor. Solumuz; köpüklü dalgalarile kıyılan yalıvan masmavi Akdeniz, sağımız, yer per kırmızı kiremidli zarif köşklerin be nek'ediği yemyeşil yamaclar... Buyurunuz... Rica ederim bura Beyrutu övle özlüyorum ki; şu yolun, her dönemecinde bir başka güzellık ar ya. Buyurunuz matmazel: zedisine, lâstiklerine Dek güvenemiyen şoBir içim su olan o, açılan kapılar ö Yeni beş liralıklar pek zarif, adeta insanm bunlan çerçeveletiu asacağı ge liyor. Fakat, günün ihtiyaclan içinde, iki saat ya geçer, ya gecmez, hemen çerçeveyi sökerek içini bakkala teslim etmek lâzımgelir. Bence para denilen şey bu kadar güzel olmamalı. Insanda onu kazanmak hırsını artırıyor. Bilâkis, para de nilen şeyi gayet ağır mangırlardan, taş parçalarından yapmalı. Hepsine biçim siz şekiller vermeli.Insan o vakit bu nesneyi yalnız büyük ihtiyaclan için eline alıp hemen bir başkasına devretmeğe bakar. Cebinde fazla para taşıyamaz. Meşelâ koca bir kaya parçası 50 lıralık bir kâğıd yerine geçse ve çakıl taşlan da biıer lira olarak kullanılsa, hiç kimse cüzdanmda servet saklıyamaz. Böylece paBugün için bazı memleketlerle ticarî ranın süratli tedavülünden doğan bütün münasebatın bir türlü açılamamasınm se mahzurlann önüne geçilmiş olur. beblerinden birini şu husus teşkil etmekte îstanbulun kalabalığı idi. Bu itibarla hükumet çok nazik bir noktanın üzerine himayekâr elini koy muş bulunmaktadır. Bilhassa Cumhuri yet Merkez Bankasının bu şekilde kle ringden alacakh hesabda bulunan mem leketlerc yapılacak. ihracatın bedelini derhal ve faizsiz olarak aynen finanse etmesi yapılan fedakârlığm büyüklüğünü ve işe atfedilen ehemmiyeti göstermektedir. Bu sene ihracatımız devletin birçok yerinde himayesinin büyük faydalannı Otobüs servisleri çoğaltıldı. Maçka ile görecektir. Beyazıd arasında da işliyor. Buna rağF. G. men hem otobüsler dölu, hem tramvaylar. Hele tramvaylarda eski kalabalık, sıkışıklık devam ediyor. Kaldırımlara bakarErbaa bir ortamekteb sanız yayalar da çoğaldı. Akşam üzerıstıyor leri Köprü üstü, Galata, Eminönü mahErbaa (Hususî) 926 yılında burada şer. Göz ölçüsüne vurursanız İstanbulun "bir ortamekteb vardı. Kasabanın umu nüfusu yarıdan fazla artmış görünüyor. mî nüfusu o zamanlar 48,000 di. Şimdi Bütün kahveler de hıncahınç dolu. Acaortamekteb yoktur. Fakat 70.000 i müba kimse evinde oturmaz mı oldu? Hertecaviz nüfus vardır. keste bir nevi sokak iptilâsı mı doğdu? On yıl evvel sinesinde tam kadrolu bir ortamektebi yaşatan Erbaa, bugün Işıkh reklâmlar yüzünden şehrin aydm bu kültür yuvasımn mahrumiyetinden lığı ve cazibesi artıyor. Eskiden donan malarda bu kadar aydınlık ve kalabalık çok müteessirdir. Malî vaziyeti düzgün olan aileler ço yoktu. Öyle ya, Taksim meydanmda ecuklarını okutmak için her yere gön vinde olduğundan fazla ışık, bedava graderebiliyorlar. Fakat ziraatle, işçilikle mofon ve radyo bulan halk ne diye kagecimini temin etmek mecburiyetinde. ranlık vedar odalarda otursun? Hemen kaian, nüfusun ekseriyetini teşkil eden sokaga fırhyor. îş ve eğlence kalabalığı fakir aileler çoeuklarını nerede okut birbirine karışınca büyük caddeler ve surftar* Ehemrriîyetli bir SıfttifK^lıh'as* meydanlar lımcahınç doluyor. Sanki her olan bu meseleyi halletmek lâzımdır. gün donanma ve şenlik var. Bu iki nevi kalabalığı birbirinden ayırmak mümkün Develide bir cinayet olsa, her iki taraf da biraz nefes alır. FaDeveli (Hususî) Buraya tâbi Zile kat şehrin bütün ticarî faaliyeti ve eğlenköyünde bir cinavet işlenmiş, neticede cesi üç beş cadde ile üç beş meydanın etbir kisi maktul, bir diğeri de ağırca ya rafına toplanmış. Asıl şehircilik bu gayralı düşmüştür. Seyid ismini tasıyan ritabiî temerküzlerin önüne gecmektir. katil, rakı masasında karşılaştığı Kerime, altı sene evvel karısına Çeşme yolunda söz atışını hatırlatmış ve taban casını çekerek iki el ateş etmiştir. Çı kan kurşunlardan biri kavgayı yatıştırmağa çalışan Hasan oğlu Alive isabet ederek zavallıyı eansız olarak yere yıkmıs, ikinci kursun ise Kerimi ağır surette yaralamıştır. Elli beş yaşını bulmus ve altı çocuk sahibi olan katil SeDoktorlanmız dün öğleden sonra Oda vid kaçmağa muvaffak olmuştur. binasında toplanarak üçüncü mıntaka Etıbba Odasının yeni idare heyetini seçnünde kararsız gülümsüyor. mişlerdir. Şoför yalvaran bir sesle bana dönü Reylerin tasnifi neticesinde idare he yor. yeti şunlardan teşekkül etmiştir: Siz rahatsız olmayınız efendim.. Yahya Orhan Tahsin, Rıza Tahsin Zarar yok, yanıma otursun. Pekolcay, Ziya Nuri Ağıcı, Sani Ya Ah, zâftan, acizden iğrenen, yal ver, Dşt Muammer Sarıca. varanı affetmiyen o hırçm kadm ruhu. Yedek azalar: Açtığım kapıya ileriledi ve ceylân giBahri Ismet Temizer, Ali Şükrü Şavbi çevik, öyle hafif içeri girdi. Bir ipek lı. Ali Eşref Gürsel, Etem Akif Battalhışırtısı, ve bir yorgun kuş gibi soluk alış. gil, Dşt. Galib Abdi Arun. Yanıma; Allahın en güzel bahçelerinden Divanı haysiyete seçilenler de şunlar henüz toplanmış, renk renk ve muattar dır: konçalardan yapılmış bir demet konmuşAli Fuad Bilgen, Fahreddin Kerim tu. Gökay, diş tabibi Osman Bürhan, eczacı Şoför, hmcını dağlardan, bayırlardan Hüseyin Hüsnü Arsan. almak ister gibi arabayı sürüyor, sürü Divanın yedek azaları: Kâzım Sakay, yordu. M. Lutfi Aksu, Dşt. Şemseddin ÇamoğKuş gibi uçuyoruz, kâh bin üç yüz Iu, eczacı Müeyyed İhsan Erçetindir. metro yüksekteki tepelere çıkarak, kâh Kimyagerler kurumunun dağlann dibinden yılan gibi kıvrılan yoltoplantısı lan aşarak başdöndürücü bir süratle gi diyoruz. Türkiye genel kimyagerler kurumu Geçtiğimiz yerler şarkılar söyliyerek îstanbul şubesi, dün Eminönü Halkevingezen, koşuşan, eğlenen, şen insanlarla de toplanmıştır. dolu. Toplantıda geçen seneki idare heye Hani Lübnan da Suriye gibi ya tinin çalışma raporu okunmuş ve eski idaman bir iktısadî buhran içindeydi? diye re heyetinin geçen seneki faaliyetinin ceksiniz. müspet neticeler verdiği görülerek teşek Diyiniz, isterseniz, gelin bunun ceva kür edilmiştir. bını yanimdaki dilberden alalım. Bunu müteakıb idare heyeti seçimi yaKeşke sormasaydık, keşke onu hep pılmış ve büvüklere sevgi ve saygı tel graflan çekilmiştir Toplantıyı danslı bir unutmus görünseydik de; En fakirimiz bile, bu fani âlemde, çay takib etmiştir. bir lokma kuru ekmeğe bir bol ve gevİki kamyon çarpıştı rek kahkahayı katık etmesini ve ancak aşksız yaşanamıyacağmı bilir. Diyen bilŞoför Halidin idarestndeki 3824 nu lur sesi tekrar duymasaydık. marah kamyon, öğle üzeri Ortaköyde Işte Lübnan budur dostlanm. inzibat karakolu önünden geçerken 3824 numaralı kamyona çarpmıştır. InKANDEMÎR [•] Lübnan ve Suriye lirası aşağı yuka sanca zayiat yoktur. Kamyonlar hasara uğramıştır. rı bir Turk lirası kıymetindedir. Bir «doktormuharrir» soruyor: Kadınlardan niçindâhi yetişmez? Ve ken dine göre birçok cevaplar veriyor ki hepsi doğru; fakat meselenin esasını aydınlatmaktan uzak. Dâhi fevkalâde zekâ demektir. Kadınlarda ise düşünmek hassası hemen hemen yoktur; fakat onun yerine düşünmekten daha çabuk ve daha güzel bir kabiliyetleri vardır: Sezerler. Nevcivan sevmekte ten piranı taytb eylemem Yahud, argo tabirile: «Çakarlar». Pek Hüsnolur kim seyrederken ihtiyar elden çabuk koku aldıklan için tahlil ve mu gider hakeme etmeğe ihtiyaclan yoktur. Halbuki dâhilik kuvvetli bir sezişle sağlam bir muhakemeyi bir araya getirebilmekten doğar. Bu hesabca dâhiler yarım kadın ve kadınlar da yanm dâhidirler. beytindeki ihtiyar, hiç tereddüd edilmeksizin irade ile değiştirilebilir. Fakat iradeye Osmanlı lehçesinde ordre, decret, rescrit gibi kelimelerin karşılığı olarak «emir» mefhumu da verilmiştir. Bu haysiyetle Padişahların emirlerine iradei seniyye, Sadrıazamlarınkine iradei aliyye denirdi. Dinî ıstılahlar bakımmdan irade çok geniş ve biraz da karışık mana alır. llmi kelâmda uzun uzun izah olunduğuna gö< re «irade bir sıfattır ki fiili icad hususunda caizin tarafeynınden birinin öbür ta, rafa rüçhanını iktiza eder» mütekellimin denilen ilmi kelâm mütehassısları iradeyi ihtiyardan daha şumullü görmüşlerdir. Bununla beraber ihtiyar kelimesini onlar da sık sık irade manasında kullanmışlar ve meselâ faili muhtar demişlerdir. Gene mütekellimlerce iradenin zıddı kerahattir, ihtiyarın zıddı da icab ve ıztırardır. Irade hakikatte daima madum, yok olan şeye taalluk eder. Irade, İlmi kelâm, mevzuatı bakımmdan, ilme mugayirdir. Zira ilim; vacibe, mümküne, mümtenia taalluk eder. îrade ise kudret gibi yalnız mümküne taalluk etmektedir. iradenin felsefedeki yeri de büyüktür. Psikolojide nefse tahsis olunan üç dereceden birinin, yani activite'nin bitteemmülreflechie tecelli eden nev'ine irade deniliyor. Felsefece tanılan iradenin garize (instinct) ten farkı, birincisinde ihtiyarın mevcud, diğerinde mefkud olmasından ibarettir. Bununla beraber iradenin felsefede de ihtiyar ile farkı vardır. Onu anlamak için şu tarifi hatırlamak kâfidir: Garize, şuursuz olan iştir. Irade şuurlu olan iştir. îhtiyar, şuur ve arzu ile olan iştir!.. Ayni zamanda şu farklara dikkat etmek de gerektir: îrade; niyet, şevk ve şehvet, temenni, ihtisas (sentiment) e ve «icaben isnad» diye tercüme olunagelen affirmation değildir. Bambaşka bir şeydir. Cinci Hoca tefrikasında Deli İbrahime atfen kullanılan iradelere gelince: Bunlardan (emir) mukabili olanlar yerindedir ve Osmanlılarda hacımlı birer risale dolduracak derecede tertib ve tasnif edilmiş olan yazı teşrifatına da uygundur. Fakat dilek, meram ve istek karşıhğı gibi gösterilerek kullanılan iradeler, kalem zaruretine kapılarak çiziktirilmiştir. Yoksa delilerde ne lugat, ne ıstılah ve ne felsefe bakımmdan irade olamaz. Onun icin «Ibrahim iradesini filân hasekinin eline verdi» gibi ibareleri: «Onun yulan filân kadının elindeydi» manasma almak muvafık olurl Doktorların devletleştirilmesi Bazı gazeteler doktorlardan bah sediyorlar. Gene Azrail ve apartı man hikâyeleri mi orlaya çıktı? Ha yır! Bu sefer dok torların devletleş tirilmesı konuşulu yor. Ne demekmiş bu? Muharririn biri yazmış ki doktorlar halkm sıhhatini bir ticaret vesilesi yaptıkça hastalık azalmaz, artar. Bunlan devletin emrinde maaşla çalıştırmah ve hususî yollardan para kazanmalanna mâni olmalı. «Son Posta» arkadaşımız da bu aşın devletçi (artık hakikî ismini siz koyunuz) fikirle mücadele ediyor. Muhiddin Birgenin canlı yazılarını okuyoruz. Çünkü doktorların devletleştirilmesini istiyenlerin umumî sıhhat filân düşündükleri yoktur. Mak sadları yalnız doktorları değil, sıra ile bütün serbest meslek sahiblerini devlet leşfirerek Türk rejimine başka bir çehre vermektir. Bu iddia, ciddi konuşulmıyacak kadar hafiftir. Gülüp geçerken şu söylenebilir: Ne Avrupada, ne Amerikada doktorluk devletleştirilmiş değildir. Muharrirleri miz bu nevi icadlar peşinde koşacakları yerde, o Avrupa ve o Amerika gibi doktorluğun meslek olarak harikulâde inki şafına yardım etseler olmaz mı? Bize mümeyyiz bey gibi doktorlar değil, Paste ur'ler lâz'm. SERVER BEDİ Etıbba Odası Transit yolu Şose üzerinde 5000 amele çalıştırılıyor «Doğu» refikimizin verdiği malumata nazaran Karaköseden lran hududuna kadar olan 83 kilometroluk şose kısmmda büyük bi faaliyet vardır. Ağn ile Erzurum arasındaki 130 kilometroluk şose ameliyatı bitmiştir. Trabzonla Gü müşane arasındaki transit yolu inşaatı da on güne kadar bitecektir. Umumî transit yolu inşaatında bugün beş bin amele ça lışmaktadır. Transit yolu üzerinde bü yük, kücük kırk kadar köprü ikmal edilmiştir. Horasan köprüsü 150,000 küsur liraya, müteahhide ihale edilmiştir. Yakında insaata ba«lanacaktır. Doktorlar dün yeni idare heyetini seçtiler M. TURHAN TAN 35 bin kutu ipek böceği tohumu Irana gidiyor Bursa (Hususî) Dost ve komşu îranın bizden almıva karar verdiği 35,000 tnhisarlar idaresinin Müref kutu ipek böceği tohumu hazırlanmıştır. Bu tohumlar yakmda trana sevketeden aldığı üzüm Mürefte (Hususî) înhisarlar ida dilecektir. Ancak. Umumî Harbdenberi Bursadan ilk defa tohum ihrac edileceresi bu sene Mürefte ve havalisinden 1,5 Şi icin sevkiyata başlanırken merasim milyon kilo şaraplık üzüm, mubayaa ve vapılacaktır. T"kirda" şarabhanesine sevketmiştir. Bağcıya üzüm hesablarmın verilmesine Gerede i^« Mudurnn elektribugünlerde başlanacakt.r. ge kavusuyorlar Idarenin bu mühim miktardaki şarab Bolu (Hususî) Gerede ile Mudurnu l:k üzüm mubayaası Mürtfte bağcılığı kazalarında yapılmakta olan elektrik nın inkişafına ve bu surelle dp istihsalin tesisatlarımn bitirilerek Cumhurivet tezayüdüne yardım etmektedir. bavramında açılış merasimlerinin ya Aynca înhisarlar idaresinin üzümünü oılma<una çalısılmaktadır. aldığı bir kısım bağcıya zamanında bağ Bursa imar plânı hazır hastahklarile mücadele için kükürt, küBursa (Hususî) Bursa şehrinin kürt tulumbası ve göztaşı t»vzii memnu müstakbel şeklini tesbit eden imar plâniyeti mucib olmuştur. Yalnız bu yardını ürofesör Eggel tarafından yapılmış mm bu sene daha şümullü olma^, temen ve Bursa Beledivesine tevdi edilmiştir. ni edilmektedir. Profesör Eseel, Bursadan sonra Edirne ı Yüz kadar müessese mahkemeye verildi İş dairesi müfettişleri 48 saatlik haftanın tatbikı dolayısile yapmakta ol duklan teftişlere devam etmektedirler. Bu teftişler neticesinde maalesef bazı müesseselerin iş kanununu kâfi bir şekilde tatbik etmedikleri görülmektedir. Bunun için yüze yakın müessesede cürmü meşhud yapılmış ve bunlar mahkemeye verilmiştir. nin imar plânını vanmaktadır. Edebî yeniliğimiz Kıymetli edib arkadaşımız Ismail Habibin bu mühim kitabı çıktı. Sade talebelere değil, edebiyatla mesgul bütün münevverlerimize lüzumlu olan bu kitabı hararetle tavsiye e

Bu sayıdan diğer sayfalar: