9 Ocak 1939 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 7

9 Ocak 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

9 tkincikânun 1939 CUMHURİYET \ ŞEHRiN İÇİNDEN Eski haremağalannın dünkü yıllık kongresinde Saçları tel tel ağaran, ihtiyar ağalar: « Haremsiz ve selâmhksız Türkiyede artık haremağası olarak anılmak istemeyiz» diyorlar Yazan: SALÂHADDÎN GÜNGÖR Bunlar, eski harem ağaları idi. Geniş bir masanın etrafma diziltniş; încecik seslerile, tath tatlı konuşuyorlardı. Beni görünce, eski terbiyenin verdiği bir alışkanhkla, kim olduğumu tanımadan, hep birden ayağa kalktılar. Kendı kendıme: İzzet Fuad Paşanın zavalh «anah~ tarsız mabeyncıleri»! dedim, eğer, altm" dan bir erkek kalbi fışkıracağını bılmiş olsaydınız, acaba o sırmah göğüsleri parça" lamağı, hanginiz göze almazdınız Ve içinizde, sarayın anahtarsız mabeynciliğine, Habeş çölündeki aslan avcılığını tercih etmiyecek kaç kişi çıkardı?... Karşımda tel tel ağarmış saçlar ve kanları, vücudlerinden damar damar çekılmiş insanlar görüyorum. Buraya, adlannı değiştirmeğe gelmişler. Haremsiz ve selâmhksız Türkiyede artık harem ağası olarak anılmak istemeyiz! diyorlar.., Soruyorum: Peki adınız nedir? Mırıldanıyorlar: Eski emektajrlar..» Aralarından biri: Fakat, diye ilâve ediyor, bizi hürriyetimize kavuşturan kahraman Türk milletinin ebedî esirleri olmakla iftihar ederiz!. Hepsi de belli ki dünün «devletlu, inayetlu» esaretine, bugünün yoksul hürriyetini tercih eden nimetşinas insanlar... Hele, içlerinden birisile tanışmak, benim i" çin hakikî bir kazanc oldu: Erenköy Kız Lisesi Edebiyat muallimi Tahsin Nejad... Irkında kaybettiğini Türklüğün camiası içinde bulan bu zat, talebesini öz evlâdı gibi seviyor. Mektebde kazandığı çocukla" rından bahsederken, titreyen sesini duyurmamak ve yaşaran gözlerini benden saklamak için kaç kere, başını öte yana çe~ virirken gördüm. Onu dinledıkten sonra; insan: Işte, diyor öz Türkiyenin gövdesine aşılanmış kuru bir Afrika dalı!. Onlardan şimdi ancak 25 30 kadarı yaşıyormuş. Otekiler, iklim değiştirmiş hurma ağacları gibi birer birer kuruyup gitmişler. Toplantıda tanıştığım eski ağalar, ba na bazı hâtıralar anlattılar. Bu hâtıraların hepsini bir araya toplayabilsem, küçük bir «Harem ağaları tarihi» vücude gelirdi. Bir ara, Abdülhamidin Kızlar Ağası Yaver Ağanın aralarında sözü geçmişti... Bu vesile ile bana da birkaç fıkrasmı an" lattılar: Yaver Ağa İkinci Abdülhamidi kucağında büyütmüştü. Kendisile pek teklifsiz görüşüyordu. Huzura kabul edildikçe, saraydaki rezaletleri, Padişaha anlat" maktan çekinmezdi. Hatta bir defasında, kendisine: Seni ben kucağımda gezdirdim. Bilmem hatırlar mısın? Bir gün altma bile etmiştin. Elbette senin iyiliğini isterim. Fakat bir takım adamlar var ki, senin rahatmı kaçınyorlar, milletle aranı açıyorlar. Dün Suriye şehirlerinde büyük nümayîşler yapıldı (Baştarafı 1 inci sahijede) meğe davet etmiştir. Inzıbat tedbirlerî Hükumet makamları inzibat tedbirleri almışlardır. Bir müddettenberi Alevıler arasında galeyan eserleri görülmeğe başlanmışur. Son günlerde Alevi çetelerile jandarmalar arasında müsademeler ol" muştur. Menfi mukavemet hareketinin reisi Süleyman Mürşid taraftarlarını teşkilâtlandırmakta ve yanında daima 100 ki" şilik silâhlı bir muhafız kuvveti bulundurmaktadır. Soygunlar Evvelki gece Lazkiyeden Halebe giden yol üzerinde 9 otomobil durdurula" rak soyulmuştur. Bir çete Hama civarında bir posta arabasını durdurarak soymuştur. Süleyman Mürşidin taraftarları HaKomanya Kral Karol yübaşı munasebetıle sarayda bir resmıkabul tertib ma mıntakasındaki köylerden yağma ve etmiştir. Resmimiz, kabul resmine iştirak eden Velıahd Mişelle Hariciye tehdidle para sızdırmaktadırlar. Bu hava" Nazırı Gafenko'yıı gösteriyor. lideki sünnî müslümanlar mukavemet etmek üzere teşkilât ya^naktadırlar. Diğer cihetten EKirzilerin istıklâl hareketi Suriye hareketinin zaranna olarak inkişaf et" mektedir. Evvelce Suriye ittihadı taraftan olan yüzlerce kişi bu harekete iltihak etmektedir. Bu cümleden olarak Artaş ai" İngiltere Almanyanın deniz müsavatı talebleri hakkında görüşmek i lesinin en yaşh rüknü olan Abdülgaffar re Berlme giden Amıral Kun'un taçıPaşa şu sözleri söylemiştir: vare ile Londraya dönüşü. « Teşriki mesai imkânma kail olmadığımızdan Suriyelilerle her türlü münaseHaremağaları Cemiyeti reisi betimizi kestik.» kongreyi açarken Dürzilerin liderî, söylenildiğine gore js" Bu ilıtiyar lalanın sözünü dinle de hafiyetiklâl lehinde büyük bir nütnayiş tertib elerin yalanına kanma! diye nasihat etmedecek ve Dürzi bayrağını resmî binalara ğe kalkışmıştı. çektirecektir. Yaver Ağa, beş yüz altın maaş alırdı. Bütün ihtiyacları Hassa hazinesince temin Safranboluda kar ve kış edildıği için, her ay eline geçen parayı, Safranbolu (Hususî) Bahar gibi pırlanta ve elmasa kapatırdı. Dünyanın en İngiltere Binbaşı Vıtmore, Ingılterede tegekkül eden ilk kadm taygeçmekte olan havalar birdenbire şidnadide elmas koleksiyonlarından biri de yarecileri teftis ederken. detli bir kar fırtınasile değişerek on iki kendisinde idi. Kuyumcubaşı Haronaci, saat zarfında her taraiı kırk santim Ağanın mücevhere düşkünlüğünden isti kar tabakasile bembeyaz bir kisveye fade etmek fırsatım hiç kaçırmazdı. K ı y bürümüştür. Kasaba ile Karabük arametçe düşük, bir takım iri taşlarla onun sındaki şose kardan kapanmış, seyrü gözünii boyayarak elindeki antika taşları sefer tamamen kesilmiş, dokuz kam • • birer ikişer çekerdi. Aksaraydaki Valde yon ve otomobil yolda kalarak yolculan camii yapılırken, Pertevniyal Kadın Ya bin müşkülâtla kasabaya ve Karabüke ver Ağaya epeyce bir para borclanmıştı. yaya iltica edebilmişlerdir. Sonradan, parasını geri alamayınca Ağa pek hiddetlenmişti. Ölünceye kadar: Valde camii Pertevniyalin değil, benimdır! dedi, durdu. Son derece hasis bir adamdı. Elmaslarını ayakyoluna girerken bile yanından eksik etmezdi. Bir gün, koynunda taşıdığı bu hazine" yi, kubura atacak olmuştu da gözcülerin müdahalesi üzerine teşebbüsü yarıda kalmiştı. Hâfız Behram Ağanın serveti de dillere destandı. Ağanın Cidde ve tstanbulda büyük tuğla fabnkaları vardı. Orhaniye camii ve kışlası, bu tuğlalarla yapılmıştı! Eski harem ağalarının, hepsi Yaver Ağa gibi değildi. Içlerinde hayir işlerine büyük servetler vakfeden kimseler pek çoktu. Bunlardan Büyük Beşir Ağanın Vilâ" yet konağı civarmdaki tekke, medrese ve sebili en kıymetli Türk eserlerindendir. Şahinpaşa oteli yanındaki medreseyi de Kü çük Beşir Ağa yaptırmıştı. İkinci Mahmudun ağalanndan Hüseyin Ağanın camii ve hamamı meşhurdur. Beyoğlunun en geniş mahallesi, hâlâ onun adile anılır. Ağalar içinde, iyi tahsil görenler de vardı. Meselâ Abdülhamidin Kızlar Ağası Abdülgani Ağa, âlim, fazıl bir a" damdı. Daha eski devirlerde zenci ağalar Padişah huzurunda, matrak, cirid oyunları oynar ve gayet ustaca ok atarlardı. Osmanlı tarihinde, zenci ağalardan Sadrazam olan yoksa da, Hadım Ali Paşa, Hadım Arnavud Sinan Paşa, Tava şi Süleyman Paşa, Hadım Hasan Paşa, Mesih Paşa gibi bir çok hadımlar, zaman zaman sadaret mevkiine getirilmişlerdi.» Hâtıralarmı böyle kısaca kaydettikten sonra: Şimdi kaç kişi kaldımz? diye sordum. Fransa Cumhur Reisi Löbrön yılbaşında kordiplomatik azasını kabul Hazin hazin bîribirlerine bakıştılart ederek temennilerde bulunmuştur. Sahi kaç kişi kaldık biz?.. Ve birer birer saymağa başladılar: Bay Nadir İş Bankasmda... Bay Nuri Müskirat Inhisannda, Bay Hayreddin Şirketi Hayriyede... Bay Yaver Cer" rahpaşa hastanesinde, Bay Abdülvahid Iş Limited şirketinde. .^ Ve bütün bu sayıp döktükleri otuzu bile bulamayınca kansız dudakları acı bir sükutla buruştu. Yanlarından ayrılırken, gazeteye yazılacak bir istekleri olup olmadığını sordum. Ellerini uğuşturdular: Bizim başka ne isteğimiz olur?. Türk milletinin sağlığmdan başka... Ham dolsun, az çok kazanıyoruz. Kazancımız da şöyle böyle bize yetiyor. Yalnız, bir takım amelmanda ihtiyarlarımız var ki onlar hesabına üzülüyoruz. Acaba eşfaaktli hükumetimiz, bu eli i" şe yetmez düşkünlere küçük bir yardımda bulunamaz mı?... Ingiltere Londra Belediye Reisi Olimpıye sergisini küşad» ederken SALÂHADDÎN GÜNGÖR artistlere büketler takdim ediyor. görünen şey, yüzünde, kollarında ve dizlerinden ayaklarma kadar iki çizgide beHren ihafif beyazlıklardan ibaretti. Ka ranlık, odayı bütün şekillerden ve renkIerden tahliye etmeğe baslamıştı. Nevzad kol saatine baktı, fakat yelkovanı göremedi. Son vapuru kaçırmak istemiyordu. Yalıda bir gece bile kalmamıştı, hele şimdi hiç kalamazdı. Fakat Sel mayı bu halde bırakmağa da razı değildi. Kalbinde aşka da, nefrete de, korkuya da, öfkeye de benziyen yumruklar vardı. Odada, sinirli, dolaşıyor ve şöyle düşünmeğe çalışıyordu: «Bu sergüzeşt, burada, ıbu sekilde bitiverse pekâlâ olacak. Halim devam etsin. Yabancı değil. Benim tecrübem kâfi.» Odadan çıkmak Ve bir daha bu yalıya uğramamak... Şimdi bu ona kolay geliyordu. Bir hafta sonra da o kadar kolay mı bu? Her âşık gibi Nevzad bunu birçok defalar düşünmüştü. Şimdi bir tecrübe yapmağa temayül ediyordu. iBir tecrübe... Sezdirmeden bir tecrübe... Olmazsa geri döner. «Niçrn olmasm?» diye düşündü. H a gayret! Ve bir anda kararîni verdi. Selmaya yaklaştı, üstüne eğildî: Gülüm! dedi, son vapuru kaçır mamahyım. Karanlıkta, bir htçkmktan başka cevab yoktu. Haydi, kalk, yahud kalkma istersen... Ben gidiyorum. Selma cevab vermedi. Nevzad iğildi ve onu belki de son defa alnından öptü. Bu odadan, bu sofalardan, bu bahçeden, bu yalıdan belki de son defa çıkr yordu. Fakat neden yolda vapura yetişmek için koşmakta sıkıntı çekmişti? Onu kendi içinde esen bir rüzgâr geriye doğru itiyordu. Merhamete benziyen bir tazyikti bu. Yalmın simsiyah kimsesizliği içinde bir sevgili bırakmak... Vapur beklerken bir iki defa geriye dönecek oldu. Kulağmda bir hıçkınğm aksi vardı. Ondan kalan son hayal, üstünde beyaz birkaç leke duran hareketsiz bir karartıdan ve bu hıçkırıktan başka birşey olrruya caktı. Fakat niçin? Bugüne kadar Selma onun saadetine çalışmaktan başka Jıiç, hiç birşey yapmamiftı. Daima cömerd, nazik, fedakâr, dost kalrmştı. Halim... Evet, Halim... Fakat burada (da bir hîmaye arayan elin hafif suçundan başka birşey yoktu. Gizlemesine gelince... Belki söyliyecekti, sırasım bekliyordu? Yahud da Nevzadı daha fazla sevmeğe teşvik eden bir koketti?.. Fena usul, fakat iyi niyet, değil mi? Vapurda Nevzad çok dalgındı. Kendisinden iki defa bilet soran kondüktörü şörememişti. Etrafmdakiler güldüler. Kondüktör de güldvi ve onu hulyaların* dan ayırmak istemiyerek yürüdü. Bir denbire kendisine gelen Nevzad onun gülümsiyerek uzaklaştığını görmüştü Utandı, kendini topladı, fakat gene daldı. Vapur uzaklaştıkça Nevzad pişman oluyordu. Istanbuldan bir telgraf çek meyi düşündü. Yahdan o şekilde bir kere çıktıktan sonra tamire benziyecek bütün teşebbüsler nafile idi. Bunu hissediyor ve fena oluyordu. «Bu kadar sevi yor muyum?» diye düşündü. Onu şimdi Halim görmeliydi, nekadaj gülecektiî Yahud: «Hah! diyecekti, işte benim tanıdığım Nevzad!» Akıllı fakat romantik Halim. İnsan böyle dalınca en manasız sesler bir lâkırdı gibi mana alır. Makinenia gürültüsü de sanki N?vzada birşey söylüyordu; sanki o yeknesak seste bir ısrar vardı; hata ettiğini mi tekrarlıyordu? Nevzad yerinden kalktı ve güverteye çık Amerika Amerikada şıddetli kar yağmaya başlamıştır. Resmimiz Ro çester şehrinde yağan karı gösteriyor. r Fransa Paris Polıs Müdürü jeron polislerle beraber yılbaşmı Bdıyor. tı. Yağmur yağıyordu. Ne kasvetli dünya! İçinde böyle bir yalı, böyle bir sev» gili, böyle bir sergüzeşt, böyle bir vapın^ böyle bir âşık olan dünya Nevzada ne* kadar kasvetli gelıyordu. Cılız ışıklarile Boğazın karanlığını yırtarak giden bu vapur, ölümün içindeki âlemde yürüyordu sanki. Daha Selmadan ayrılalı bîr hafta değil, bir saat bile olmadı, ne bu hal? Bin kere pişman olmamak için pek az sebeb vardı. Nevzad onlardan hangisine saılsa boşluğa dönüyordu. Kb'prüye çıkar çıkmaz bîr otomobile atlıyacak ve Halımin evine koşacaktıiEğer içinden geçenlerin hepsini ona dökebilecek olsa şunları söylemesi lâzımdı: «Onu seviyormuşum. Anladım. Seni değil, uçan kuşu bile kıskanıyorum. Ona bir daha gitme. Sakın. Kahramanlığım | fena bir tecrübe oldu. Hayır. Pismanım. Bin kere pişman oldum. Hakkın var ] miş.» Bunlarî söyliyemezdi amma Halimî] görmek onun en büyük tesellisi olacaktı. Onu annesinin evinde bulamamak ihtimalinden ürperiyordu. Köprüye çıkınca bir otomobile atladr (Arkast var) SELMA ve GÖLGES edi Tefrika : 19.•••••••••••** Yazan : Server Bedı mJİ Kadın doğruldu ve tekrar onun boynuna sanldı. Ağlıyordu. İlmiklenmiş bir sesle: Ben seni kaybetmemek için herşeyi yapacağım, dedi. Selma! Ömrüm... Başı Nevzadın omzuna düştü. Hıç kırmağa baslamıştı. Onun saçlannı okşamağa devam eden genc, sesini çıkarmıyor ve bekliyordu. 1 Selma bir silkindı, oturdu ve Nevzadm iki elini birden tuttu. Yüzünü onun yüzüne yaklaştırarak: Beni sevmiyor gibi duruyorsun sen! dedi. Nevzad salcin b'r gülüşle onu tekzibe çahsıyor ve susuyordu. Kadın birdenbire onun ellerini bıraktı, önüne bakarak mınldandı: Büyük... Büyük sevgi... Nevzad onun ne söyliyeceğini biliyordu. Bu herseyi meçhul kadmm en mah*m tarafı bu idi. Simdi başlıyacak: nefret ediyorum. Hiçbiri sevmesini bilmiyor.» Hiç şüphesiz, ötekilere de bunlan söylemişti. Fakat bu sözlerde ölüme, intihara çıkaran yol hangisi? Selma önüne bakıyor ve bir dizini hızh hızlı sallıyordu. Mırıldandı: Onları şimdi anlıyorum. Nevzad onların kim olduklarmı sormadı. Tahmin edlyordu: Onlar, kocalan, Nafiz ve Reşad olsa gerek. Selma devam etti: Beni sevdiler onlar. ıkisi de. Gözlerinden muntazam ve iri taneler iniyordu. Nevzada tesir etti bu. Eli Selmanın elini aradı. Kadm, arkasmı bir yastığa dayamış, başını arkaya bırakmıştı. Göğsünün altında Nevzadın sergüzeşt anyan ellerini uzaklaştırdı. Sayıklar gibi, şimdiden babasından bahsediyor ve daha fazla ağlıyordu. Nevzad ayağa kalktı ve bîr sîgara yaktı. Oda iyice kararmıstı. îki adım uzakta, divanm üstünde, Selma namma

Bu sayıdan diğer sayfalar: