25 Şubat 1939 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 7

25 Şubat 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

25 Şubat 1939 CUMHURİYET Amerikada icadlar müessesesi Iki dolandırıcı Saf bir adamın 105 lirasını çarpıp kaçtılar fakat tutuldular Dün şehrimizde, gene safça bir dışa rılıklmın zarfçılık denilen bir şekilde dolandırılmasile neticelenen bir dolandıncıhk olmuş, suçlular yakalanmıştır. Vak'a şöyle cereyan etmiştir; Bir müddet evvel şehrımize gelen Akçekocalı Ahmed oğlu Mehmed isminde birisi, dün sabah 11 raddelerinde Gül hane hastanesi yolunda yürürken kendismi gözüne kestiren ıki dolandırıcı, takibe başlamış, Mehmedm düşünceli vaziyetinden istifade ederek evvelce ta sarladıklan hırsızhğı yapmağa karar vermişlerdir. Sabıkasız olan İspartalı Hasan oğlu İsmaille Mehmed ismindeki bu cür'etkârlardan biri Mehmed, müzelere yaklaştığı sırada geri kalmış, öteki ıleriye gecerek yere bir zarf atmıştır. Zarfm içinde gazetelerle bir iki liradan başka bir şey yoktur. Misafir Mehmed, hiçbir,şeyin farkmda değ lken, arkadan ken dismi takib eden dolandırıcı yanma yaklaşmış, «efendi, bir şey düşürdün> dıyerek zarfı yerden alıp vermiştır. Mehmed, zarfm kendisine aid olup olmadığmı düşününciye kadar geçen kısa zaman zarfmda önden giden hırsız gü rültüyü ışitmiş ve geri dönmüş gibi bir hal takınarak yanlarına gelmiş, cyere para düşürdüm. Siz buldunuz. Üzerinizi arayacağım> demiştir. Meseleye diğer hırsız müdahale etmiş, aralarından danışıklı bir kavga çıkmış, bu arada bir çift hırsız eli dışarlıklı Mehmedin ceblerine dalmıştır. Hiçbir şeyin farkma varmıyan Mehmed, yoluna devam etmiş, biraz sonra elini cebine atıp da cüzdanmın yerinde yeller estiğini görünce, dolandırıldığını anlamış, keyfiyetten zabıtayı haberdar etmiştir. Emnıyet ikinci şube üçüncü kısım memurlan, faaliyete geçerek iki dolandırıcıyı yakalamışlardır. Hırsızalrm üzerinde 105 Türk lirası bulunmuş. sahibine iade edilmiştir. Hırsızlar, Adliyeye ve rilmişlerdir. sözler arasındadır. «İcadlar Müessesesi» ne başvuranlardan herkesin fikrini, neticede kabul etsin veya reddetsin. O başka mesele.. Evvelâ ciddî bir alâka ile dinliyen Aleksander Parlini, yalnız «devir daim» makinesi ıcadile karşısına gelenleri hiç dmlemez. «Ebedî enerji aleti» îcadmı mazinin eıTİŞİek dimağlarının bile tatbik sahasına koya madıklarım, işletemediklerrhi Te hepsinin de «bu, imkânsızdır» dediklerini bilir. O da, bu imkânsızhğa kanidir. Bir zamanki «Con Ahmed» gibi karşısına gelenleri hiç dinlemeden, kendilerini «Mefruz icadınızı, mümkün olan muvaffakiyete yaklaşbrabilmek için benim ömrümün sonune değin uğraşmağa hasredeceğim saatleri ödemeğe, paranız yetişmez. Kaldı ki, bu fikrin tahakkuku, mümkün değildir!» mukabelesıle atlatır ve kendi kendine «Aman, böyle müşteri eksik olsun, daha iyi; zihnimi bu büyük mevzula boşuboşuna yoracağıma, küçük mevzuları ko laycacık halledivermekle dimağımı dinlendirir, üstelik avuc dolusu para da kazanırım.» diye mmldanır. Hulâsa, Aleksander Parlinî, 1930 danberi, hem kendi işi tıkırında giden, hem de başkalanna faydası dokunan meşhur bir müteşebbistir. Sekiz sene içerisinde hayli zengin olan ve bu gidişle milyonerler arasma girmesi de muhtemel bulunan mühendis .kendisine ilk icad fikrini veren portakalı bol bol yemeği, parasız zamanlannda olduğu gibi şimdi de tercih ettiğini gülümsiyerek söylemekte bu sıra da, saatinin kordonundan sallanan ayakkabı çekeceğini andınr portakal kabuğu soyma aletinin, altından mamul ve ufacık bir örneğile oynamaktadır. ğunu gördü. Selma Nevzadı iki kolundan tutmuş, kahvenin tenhalığuıdan da gelen bir cesaretle onu sarsıyordu: Nevzad! Nereden çıktın, Nevzad? Birdenbire tanıyamadım, ışık arkandan geliyordu, benzettim, fakat hiç, hiç ihtimal vermedim, sen misin, Nevzad? Hâlâ gözlerime inanamıyorum. Aman Yarabçen Biikreş toplantılarından intıbalar Bükreşte içtima eden Balkan Antantı Daimî Konseyi ve Balkanlararası Matbuat Birliğinin içtimaları samimî bir hava içinde geçmiştir. Bu fotoğraflar Bükreş günlerinin muhtelif anlarını tespit ediyor. I Meşhur büro nasıl kuruldu ? = İşsiz bir mühendisin çok r arib hayatı Bugün yeni buluşlara fikir ebeliği yapan teknisyen Parlini, kurduğu bu büro j sayesinde, sekiz sene içinde zengin olmuştur. Başka yerlerde vaki olmıyan bir çok teşebbüsün iş sahasında yer tuttuğu kıt'a, Amerikadır. Birleşik Amerika hükumetleri hududları içerisinde ciddî bir i§ mahiyetini alan ve külliyetli kazanc getıren öyle teşebbüsler vardır ki, bunlar başka yerlerde sadece «merakh şeyler» diye anlatılır. Ciddiye alınmaz ve hele «biz. de böyle bir işe teşebbüs edelim» denilmez. İşte Nevyorkta Aleksander Parlini isminde bir adamın kurduğu «İcadlar mües sesesi» de, bu mahiyette olan hususî bir teşebbüs eseridir. Aleksander Parlini; bundan on beş sene evvel Kaliforniyada işsiz, güçsüz dolaşan bir mühendisti. Aradasırada ufak tefek bazı işler yapıyordu, lâkin bu işler o kadar seyrek ve rasgele çıkıyordu ki, mühendise bu işlerden dolayı iş, güç sahibi denilemezdi. Sonra bu ufaktefek işlerin temin ettiği para da, çok azdı. Karnını doyurmağa bile yetmiyor, günlerce aç biilâc dolaştığı oluyordu. Başlıca gıdası, oralarda bol bol yetişen portakaldan ibaretti. Her portakal soyuşta, bol bol söğüp sayıyordu; başparmağından ra hatsız olduğu için portakalı kolaylıkla soyamıyordu. Bir gün bir magaza pasajmdan geçerken, satılık eşya arasında bir ayakkabı çekeceği gözüne ilişti. Partakal soymak tan canı yanan adarn. bu iki santimlik aleti teknik bilgisine göre bir parçacık değiştirince, portakal kabuğunu bununla parmağı acımadan sıyırabıleceğini düşündü. Çekeceği satm aldı, düşündüğünü yaptı, rasgele bir işten birkaç dolar eline geçince de bu icadını tescıl ettirerek, ihtira beratını edındi. Bir müddet sonra da icadını bir sermayedara iki yüz dolar mukabılinde sattı. Aleksander Parlini, muvakkat de olsa iş bulduğu müteakıb hafta ve aylarda bazı meslektaşlarla tanıştı. Bunlarla şu ve bu teknik mevzu üzerinde konuşurken, bazılarının aklına tatbik sahasına konulabilecek şeyler geldiğini gözönünde tuttu ve onların düşündüklerini yerine getirmeğe zamanları olmadığından bahsetmelerine karşı, kendi kendıne «zaman mı yok? Benim pek yakında gene bol bol zamanım olacağı şüphesiz bulunduğuna göre bu iş bana düsüyor, ama zamandan başka para ister! Halbuki bende de, o, yok işte!» dedi. Fakat 1930 senesinde gene işsiz, gücsüz kalınca, biriktirdiği para ile bir büro açtı ve büronun kapısma da bir levha astı. Bu levhanın üzerindeki yazı, «İcad etmeği düşÜHdüğünüz şeyler burada sizin hesabınıza tatbik sahasma konur, aletler yapılır, herşey değerini bulur!» mealindeydi. Birkaç gün sonra birkaç kişi geldi, kendisine bazı düşüncelerini an lattılar. Bunları takiben de daha başkaları karşısına dikildi. Fikirler arasında işe yanyan ve yarıyacaklar yok değildi. Büro sahibi, elverişli fikirleri teknik bilgı Hariciye Vekilimiz Şükrü Saracoğlu ve Bükreş elçimiz Suphi Tannöver Rumen Başvekilile bir arada İcadlar müessesesi sahibi Aleksandr Parlini, verilen bir fikri şekillendirmekle meşgul... sile şekıllendirdi, kendı portakal soyma aleti misalinde olduğu gıbi tesçil ettirerek ihtira beratı almak suretile işletti. Aleksander Parlini'nin bürosu, şimdi geniş ölçüde bir bürodur. Her teklif, ilk merhalede doğrudan doğruya kendisine «arzolunur.» O, tekliften birşey çıkacağına kanaat getirirse, «kabul» der ve teklif mevzuu fikrin nasıl inkişaf ettirilece ğine dair mülâhazasmı söyler. Bu adam, bu sahada mütehassıstır, vukuf ehlidir. Kendisine yapılan ilk ziyaret, 1930 daki başlangıc tarihinde olduğu gibi, parasızdır; büro sahibi, teklif sahibine bu ilk ziyaretteki müşavereden dolayı ücret ödetmez. Teklif mevzuu olan fikir tasvib olunduğu takdirde, fikrin inkişafı ve şekillendirilmesi için geçecek zaman nisbetinde para ödemek gerektir; her bir saat için bir dolardan hesab edilmek üzere! Açılan masraf defterine bu husuşta lâzım olan ham madde, malzeme v. s. masrafları geçirildiği gibi ileride icadın getirdiği kârdan 100 de 10 miktarı da fikri işleten büro sahibinin hissesine düşen komisyon olmak üzere hesaba katılır. Aleksander Parlini'nin bu orijinal çalışma safhasında ortaya çıkan icadlardan biri, «Gülen bebek» tîr. Günün birinde bu adamm bürosuna çıkagelen biri, kendisinin «konuşan» ve «uyuyari» bir çok bebek gördıiçü halde, «gülen» bebek hiç görmediğini ortaya atıyor ve «neden bir de böylesi yapılmasın, fıkrîm yabana atılır fikirlerden değil, öyle değil mi?» diye soruyor. Büro sahibi, gayet ciddî bir tavırla, bir an gözlerini kapıyor, sonra zi yaretçiye yer gösteriyor, «Mükemmel!» diye fikri beğendiğini açığa vuruyor. Piyasaya çıkarılan «gülen bebek» ler, A merikada o sene en makbule geçen Noel hediyeleri olarak, miniminileri sevindir mek, üzere kapışılıyor. Yalnız bu icadla ele geçen para, on beş bin dolardır. Yüzde on miktannı tabiî Aleksander Parlini kasasına indiriyor. Halbuki, «gülen be bek» nümunesini ortaya koymak için, sadece yarım gün uğraşmış, bir gün sabahtan öğleye kadar, fikri şeklen canlandır mak işini başarmıştır. Lokomotif, vagon v. s. türlü oyuncaklarda da yenilikler yerine getirmekten geri kalmamıştır. Bilhassa son iki sene zarfında Amerika piyasasına sürülen ve sansasyon teşkil eden icadların en enteresan görülenleri, bu kurnaz adamın bürosunda elle tutulur bir şekilde doğmuştur. «Bu icadlara menşe olan fikirlerin ebeliğini ve vaftiz babahğını yapan Aleksander Parlini'dir» hükmü, bu hususî ve hususiyetli teşebbüs sahibi adamı takdir yollu, gazetelere ge Hariciye Nazırları şerefine verilen ziyafette bulunan Başvekil General Metaksas söz söylerken Hariciye Vekilimiz Şükrü Saracoğlu Bükreşteki Meçhul Asker abidesinde Balkan devletleri Harttjye Nazırlarr Bükreş mtizakereieTi esnasmda Türk Matbuatı Millî komitesi namına Yunus Nadi ve Hüseyin Cahid Yalçm Rumen Meçhul Asker abidesine çelenk koyuyorlar . Matbuat konferansı açılış celsesinde «Cumhuriyet» Başmuharirri ve Türk Matbuatı Millî Komitesi reisi Yunus Nadi nutkunu söylerken Bükreşte Balkanlararası Matbuat Birliği konferansına iştirak eden mümessiller bir arada dınyüzüne yaklaştırıyordu: Ömrümde bu kadar hayret... Hayret ve memnuniyet duyduğumu hatırlamıyorum. Beni nasıl buldun? Buraya geldiğimi İstanbulda hiç kimse bilmiyor. Âşığa Bağdad yakındır. Quelle surprise! Hâlâ, hâlâ... Büyük, cok büyük bir hayret içindeyim. Söyle! Evvelâ sen söyle, buralarda işin ne? Venediği ne kadar sevdiğimi biliyorsun. İstanbulda boğuldum. Senden büyük bir ricam var: Sakın o felâketi bana hatırlatma. Hiçbir şey sorma. O hâtıranın uyanmasına sinirlerim hiç tahammül etmiyor. Sen de beni aramadın. Çok yalnız kaldım. Boğuluyordum. Buraya geldim. Fakat burada da fenayım. Teselli bulamadım. Demin, seni görünce, seni tanıymca çılgına döndüm. Hiç yapmadığım §eyi yaptım, yerimden deli gibi fırladım ve bağırdım. Demek buralara benim için geldin. Sahi mi söylüyorsun? Evet, senin için, yalnız senin için geldim. İstanbulda, sensiz, ben de boğuluyordum. Geçmişten hiç bahsetmiyelim ve yeni bir âleme doğuyormuş gibi yaşayalım. Aman Nevzad, sevincden bayılacağım, sen... sen... burada? Inan buna ! Ve inanmadığın daha birçok şeylere inan! Beni nasıl buldun? Beşinci şubeden Venediğe geldiğini öğrendım; kambıyodan cebındeki parayı öğrendim. Yalnız liret almıştın, demek yalnız İtalyada kalacaktın. Biliyorum ki Italyada Venedikten başka yerde oturmazsın. L Matbuat mümessilleri şerefine verilen bir ziyafette Hüseyin Cahid Yalçın nutkunu irad ediyor Bravo, doğru. Selma Nevzadın yüzüne aşkla ve hayranlıkla bakıyordu: Ne harikulâdesin, Nevzad, ne güzelsin, ne elegansın! Yanındaki o güzel kadın kimdi? Vapurda tanıdım ve demin sokakta rasladım. O kadar mı? SELMA ve GÖLGESİ Tefrika : 56«****«**««**** Yazan : Server Bedi J Nevzad birdenbire durdu: Zannediyorum ki... dedi. O mu? İçeride, dibde, köşede bir kadın oturuyor ve ona çok benziyor. Sarardımz. Ehemmiyeti yok. îsterseniz bu kah veye sizinle beraber girelim. Memnuniyetle. Kahveye girdikleri zaman Nevzad, bütün dikkatile, mağazanın dibinde ve karanlık bir köşede oturan kadına baktı. Kalbinde yeniden burkulmaya benzer bir hareket olmuştu: «Ta kendisi! Selma! Selma! Siyah bir tayör giymiş, yüzünün üst kısmını örten vualet altında kırpılmadan bakan iri gözlerile, arkasındaki duvara işlenmiş kabartma bir resim gibi hareketsiz oturuyordu. Yüzü uzaktan bembeyazdı ve alnmın, bur nunun, çenesinin üstüne koyu gölgeler düşüyordu. Gözleri birdenbire kısıldı ve kaşlan çatıldı. Yüzünde, boynunda ve omuzlarında başka hiçbir hareket olmamıştı. Nevzad durdu. Onun uvzî belirtilerinde bir inkılâb beklıyordu. Fakat Selmanın kaşlan düzeldi ve gözleri tabiî cesametini aldı. Yüzünün kalıbı tekrar alçılaşmış ve hiçbir çizgisi kımıldamamıştı. Nevzadı görmedi mi? Buna imkân yok. Bakışları hep onun istikametinde idi ve arada ancak beş altı adımlık mesafe vardı. Belki Madam Leviski'nin yanında ona âşinalık etmek istememişti. Nevzad bu zayıf ihtimali de bertaraf etmek için kadından özür dilemeğe ve ayrılmağa kara verdi. Arkasmda duran Madam Leviski'ye döndü: bi.., Pardon Madam, dedi, sizden..^ Nevzad birkaç adım attı. Selmanın oFakat sözünü bitiremedi. Arkasmda na bakan gözleri ilkönce tam bir lâkay keskin bir çığlıkla: «Nevzad!» diye haydile donmuş görünüyordu. Sonra, yavaş kıran Selmanın sesini duydu. Başını çeviryavaş büyümeğe ve parlamağa başîadı. diği zaman onun kendisine doğru koştu Nevzad hemen Selmayı Madam Leviski'ye takdim etti. Lehli kadın, dıkkatini hiç belli etmeden Selmaya baktıktan ve teşekkür ettikten sonra, otelinin admı ve her ikisini de beklediğini söyliyerek ayrıldı. Nevzadla Selma köşedeki masaya oturdular. Bu sefer de Nevzadın iki elini birden tu tan kadın, gözlerinin içine bakarak soruyordu: Nereden çıktın? Bu ne tesadüf! Rolüne derhal başlamağa karar veren Nevzad içini çekti: Tesadüf değil, dedi, seni, seni, bulmak için geldim. Cenubî Amerikaya gitseydin, Brezilya ormanlarına saklansaydın gene bulacaktım. Selma gözlerinî açarak yüzunü Nevza Fazla değil. Çünkü başka herhangi bir kadın beni oyalayabilecek olsaydı bu Harıkulâdesin, korkuncsun! Peki, ralara kadar kalkıp gelir miydım? ya burada? Şımdı senin her sözüne ınanıyorum. Seni bulmak için birçok tedbirler Eskilerine de mi? aldım. Bazı ajansların adreslerini teda Hepsine. rik ettim. Gondolcuların şefine büyük bir Demek bu delil kâfı geliyor. bahşiş vadettım. Fakat hiçbirine lüzum Şimdılik... evet. kalmadı. Çünkü seni Bella Venezia ote Demek şimdilik? line getiren gondolcu, tesadüfen beni de Selma bir elini Nevzadın dizine koyaayni otele taşıdı. rak: Sen de mi benim otelımdesin? Oooh... dedi, beni güzel rüyam" Ve senin odanın bıtışığındeki odadan uyandıracak şeyler söyleme. İçimdeda! ki canavan kaldırma. Selma büyük bir sevincle yerinden sıç Pek güzel. Bir gondol gezintisî yap; radı: mak ister misin? Hava akide gibi. Nevzad, sahi mi söylüyorsun? Ne iyi olur. Evet, 32 numara. Seninki 34 değil Kalktılar. mi? (ArTcast var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: