7 Mayıs 1939 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

7 Mayıs 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Mayıs 1939 CUMHURİYE1 Siunuadan Harikalar beldesinde Kuruluşu bizimkilerden büsbütün ayrı olan Nevyork, Avrupayı taklide kalktığı zaman efendisinin elbisesini giymiş uşağa benziyor 1609 senesinin kış ortası. Canada'dan kopan soğuk dalgası Bahrimuhit sahilindeki Manhattan köyüne kadar işliyor. Köylüler kırmızı derilidir. Sahilde toplanmışlar, uzaklara bakıyor lar; martıların uçuştuklan istikamete doğru... Sekiz yelkenli bir kalyon gittikçe yaklaşıyor. Kırmızı derililer ilk defa bu kadar büyük bir gemi görüyorlar. Kalyon Holanda bayrağını hâmil «Yarım Ay» yelkenlisidir. Eski dünyadan geliyor. Tam bir asır evvel, Ceneveli seyyah Verazzano'nun Fransa Kralı Birinci Fransua'ya anlattığı Hindistan ötesindeki memleketlere ilk Holanda muhacirlerini getiriyor. Nihayet gemi demir attı. îçin dekiler karaya çıktılar. Çocuklar kadar saf yerlilerle anlaşmak ve onlan kandırmak güç olmadı. İçlerinden Peter Minuet isminde kurnaz bir bezirgân, bizim parayla otuz Hraya manhattan köyünü satm aldı. îsmini New Amsterdam koydular. Sonra bu isim değişti; New York oldu. Aradan iiç yüz sene geçti. Şimdi ben dünyamn en yüksek binasının yüz ikinci katından üç asır evvelki köyii seyrediyorum. Ne çabuk ve nekadar değişti! Istanbuldan on altı kere daha büyük, Türkiyenin dörtte üçünden fazla nüfuslu bir şehir azmanı oldu. Hayır, şehir azmanı da değil; başhbaşına bir memleket. Anıerika Birleşik Devletinin ufak mikyasta ölçüsü: Bir kıt'a ve bir memleket. Etrafı seyrettiğim binada altmış asansör işliyor. On beş bin insan yaşıyor. Yirmi dört saatte kırk bin kişi girip çıkıyor. Bizim ufak bir vilâyet merkezimizden farksız. Bu Nevyorktaki gratsiyellerin yüz tanesinden biridır. Şehre bakıyorum: Deniz cephesi Tophaneden İstanbulu andırıyor. Sağda Hudson nehri; bizim Boğaziçi, fakat daha dar ve daha çirkini. Solda Üsküdar kıyılan. Daha ötede Ahırkapı fenerinin yerine Hürriyet heykelini dikiniz, yer ycr adacıklar serpiniz; işte Marmara denizi. Arkamı denize çeviriyorum. Şehir bu sefer kahartma hartalara benziyor. Ortada büyük bir park ve garba, cenuba doğru etrafını çevreliyen gratsiyeller. İlk tanıştığımız bir yüzün, burun, göz, ağız; velhasıl azasmdan herhangi birisini zihnimize yerleştiririz. Tabiiden başka bir hususiyet arzeden bu uzuv yüzün alâmeti farikasıdır. Hatta bazılarımıza lâkab olur. Mektebde iken bir çoklarımızın böy le lâkabları yok muydu; Gaga Ahmed, Çipil Mehmed gibi... Şehirler de öyledir. Meselâ İstanbulda, gökyüzüne uçacakmış hissini veren minareler, Bursada Ulucamiin kubbesi ve Yeşilova, hatıramıza yerleşen şehir lâkablandır. Nevyorkun alâmeti farikası bulutlan tırmahyan gratsiyeller, yüksek binalardır. Süleymaniye camii, Milâno katedralı ince san'at eserleridir. Fakat Nevyorkun gratsiyelleri bizi mimarinin sonsuzluğuna inandırdı. Parthenon ve Ayasofyayı tekâmül sanıyorduk. Nevyork tekâmülün mevcudiyetini inkâr eden filozof oldu. Camii, kiliseyi üstad san'atkâr işledi. Gratsiyelleri usta mühendis yaptı. Onun için duygu ve ölçü, eski ve yeni dünyanın zıd iki hareket noktasıdır. Gotik, Renesans, şark üslublan, devrelerin başlangıcıydı. Amerikan mimarisi yirminci asrın arşitektoral heybeti oldu. Zamanımıza ayar ve damgasını vurdu. Mehektaşı, gözlerimizden zihnimize yolladığı heyecandadır. Garb ve şark mima. risi muayyen bir intizamm çerçevesini aşmadı; aşmak da istemedi: Pariste Etuval meydanı, İstanbulda Süleymaniye medresesınin iç avlusu gibi... Amerikan mimarisi, bilâkis, anarşi içindedir. Taşar, toplanır, yükselir, kısalır. Dört katlı apartımanm yanıbaşında seksen kath bir bina. Bu intizamsızlık, alışmıyan göze önce tuhaf gelebilir. Fakat gittikçe anlarız ki, Nevyorkun güzelliği bu anarşidedir. Omuzlarına gelişigüzel bir sabahlık atmış, Fu^ulinin şelond kadınları gibi... Oyma san'atının masif heybete tahavvülü, maddede atomun yığın haline gelişine benzer. Bu heybet doğru mudur? Ne kadar zaman sürebilecek? Bu suaüere kim cevab verebilir! Babilin asma bahceleri üç bin sene yaşadı mı? Akropoldan elimizde ne kaldı? Mekteb hocası, kablettarih devirleri anlatırken: «Taş devri, diye başlar, ~nra demir...» Hayır sonrası yok. Ame'îalı mühendisin yapısına gelinciye kadar ıep taş devrıni yaşadık, taş oymasını gör PAZADDAN PAZAQA Kongre eğlenceleri Bir dakikada ve altı ayda Müstehcen tablolar Kötü kelimesile ifade Anadolu Ajansı Kongre eğlencele*' Siz bu satırlart okuyup bitirdiğiniz anda Amerika çiftliklerinde, iki yüz elli lira hasar yapan yangınlar olmuştur. Kanada mağazaları altı yüz elli liralık satış yapmışlardır. Bahreyn adalannda beş yüz kırk kuruşluk inci saydedilmiştir. Çinde beş bin kilo kolza, on beş bin kilo kaolin, beş bin beş yüz kilo yer fıstığı istihsal edilmistir. Avrupanm her tarafındnn gelib biriken paçavralann merkezi olan Hamburg'da iki yüz kilo paçavra, sevkedümeğe hazır bir vaziyete getirilmiştir. Amerika bütçesinden yirmi bin lira sarfedilmiştir. Yeni bir pirinç ayıklama makinesi, altı bin pirinç tanesinin iyisini kötiisünden ayırmıştır. İtalyada icad edilen ve pervanesi tersine dönen yeni model tayyare on bir kilometre yol almıstır. Neşriyat Kongresinin açılışmda bulundum, kapanışında bulunamadım. Pek eğlenceli olmuş. Eğlenceli, fakat gayrıciddî değil. Zaten Kongrenin kapanış toplantısında söylenen sözleri gazetede okurken bizi eğlendiren de bu ciddiyet. Meselâ Halid Fahri şöyle demiş: «İnsanın daha kitabı cıkmadan, peynir sarılı kese kâğıdında şiirleri görünüyor!» Fena mı? Şiirlerin lezzeti artar. Halid Fahri, içine domates salçası konmuş bir kese kâğıdı üstünde kendi şiirlerini görürse bundan yalnız memnun olmas. lâzım gelir. Çünkü manzumenin üstüne sıvanan hafif salça tabakası, okuyucunun muhayyiIesinde, şairin hayallerine, nefis bir İzmir köftesinin lezzet hatıralarını da katar. Muallim Ahmed Halid şöyle demiş: «Biz muharrire kendisini geçindirecek para veremiyoruz. Çünkü kitab satamıyoruz. En ahlâkî hareket, muharriri çağırıp satılamıyan kitablarını kilosu 12 kuruştan kendisinin almasmı teklif etmektir!» Bravo! Muharrir para alacağı yerde üste para versin, kendi kitablarını okka ile satın alsın, kese kâğıdı yapıp satsın. Öyle ya... Kese kâğıdcıları yerine muharrir kazanır. Şimdiden hepimiz Vezirhanmda birer depo kiralıyalım. Bu ahlâkî ve amelî teklif sayesinde muharririn kazancı davasmı kökünden halleden Neşriyat Kongresine minnettarız! Kongrenin kapanış toplantısmda cinler ve periler aleyhine ileri geh söyliyenler de olmuş. Ne insafsızlık! Bereket versin, hakperest Nurullah Ataç hemen yerinden fırlamış ve cinlerle perileri müdafaa etmiş: «Perinin ruha hiçbir kötü tesiri yoktur. Bilâkis ruhun inkişafına amil olur!» demiş. Fakat kitabcı dükkânlannda her gün cinler top oynadığı için bu müdafaa tâbi ve naşirlerin hoşuna gitmemış. Gazetede aynen şu «atırları da okudum: «Muallim Ahmed Halid, Encümenin raporunu dinlerken sevincinden ağladıgmı, fakat iyi basılmış kitaba verilecek 500 lira mükâfatın kitabcıya mı, yoksa matbaacıya mı aid olacağmı iyice anlamadığını söyledi.» Sevgili Ahmed Halidin nekadar hakkı var! Kendisi bu paranın evvelce kitabcıya verileceğini zannederek sevincinden ağlamı?; fakat, arkasmdan, bu paranın matbaacıya verilmesi ihtimalini düşünerek, bu sefer de kederinden ağlamamak için Kongreden sarahat istemiş. Tercüme meselesi konuşulurken gene Halid Fahri kürsüye gelmiş ve hakarete maruz kaldığı için söz istemiş. Reis Hasan Âli Yücel: «Söz vermiyorum, demiş, mevzu tercüme meselesidir.» Halid Fahri dayatmış: «Evet ama ben hakarete maruz kaldım, söz isterim!» Dinletemiyerek kürsüden inmeğe mecbur olmuş ve: «Bu hakaret yüzünden ben hastalandım!» diye bağırmış. Geçmiş olsun! Kongrede sinir ve akıl doktoru Fahreddin Kerim de vardı, elbette Halid Fahrinin imdadına yetişmiştir; belki de sevgili şairi Çubuk Baraima kadar götürmüş, havuza iki kere daldınp çıkarmıştır. İşte bizim kongre! Hoş, dünyanın birçok kongreleri böyledir, biraz masrafh, fakat çok eğlenceli olur! /?;• ve ILiMKöSESi iHTiRALAR KESİFLER [*] 4 Çelik asrı Müitehçen tablolar Nihayet müstakil / N ressamların tabloları İzmitteki yerlerine tekrar asılmış. Çünkü ehlivukuf bu resimlerin müstehcen olmadığına irtifakla karar vermişti. Bazı insanlara kalsaydı, onlar tabloların yerine ressamlan astıracaklardı. Zavallı san'atkârlar taassubun elinden zor kurtuldular. Fıkarayı sevindirmek için onlara eşeğini kaybettirip tekrar bulduran Allahın inayetine şükretsinler. Bu memlekette san'atın ve resmin eşek kadar da cazibesi ve değeri yoktur. Olsaydı san'atkârlanmızın gönlünü alacak bir hareket yapan bulunurdu. Ortada böyle tamir edici bir jeste bile şahid olmuyoruz. Kx**i kelime$ile ifade lapisane yıkılacak mı? İçinde bulunduğum Nevyork'un en maruf ve muazzam oteli dük, taş san'atını tattık. Ancak kırk senedenberi ikinci devirdeyiz. Çelik devri. Roma, İstanbul, Atinayı asırlar yaptı. Onun için her birinin alacaklısı tarihtir. Nevyork bugün yaşıyan insanın elinden çıktı. Onun için kimseye borclu değildir. Elli senedenberi hiçbir millet, Amerikalı ismini taşıyan bu muhacir cemaatinin arşitektoral kudretine yetişemedi. Vakıâ, Portlend çimentosu İngiltereden geldi; Ressemer çeliğini bir Alman keşfetti. Fakat Betonarmeyi Amerikalı muhacir yaptı. Ustünlüğü burada. * * * Kuruluşu bizimkilerden bu kadar ayrı olan bu şehrin sesi de eibet başkadır, diye düşündüm. Onu kuşbakışı gördükten sonra, şimdi de dinlemek için kulemin yüz ikinci katından iniyorum. Ekspres asansörle iki dakika sürüyor. Sokaktayım. Şehirler azçok birbirine benzer. Buraya gelmeden Nevyork sokaklarının numaralı olduğunu, kırmızı, yeşil ışıkların otomobillere yolların açık veya kapalı olduğunu işaret ettiklerini, en vâsi sinema ve tiyatroların burada olduğunu hep biliriz. Kitablar ve filimler bize Amerikayı Öğretti. Onun için seyahat acentası rehberliği yapacak değilim. Fakat bu şehrin atan kalbini dinlemeğe, ruhundan ruhumuza aşina veya yabancı hususiyetleri anlamağa sesini işitmeğe çalışacağım. Mahkumlardan bir kısmının şimdiki halde bırakılacağı anlaşılıyor istanbul hapishanesindeki mahkumların Müddeiumumilikçe başka yerlere nakli, devam halindedir. Bu mahkumlardan şimdiye kadar Üsküdara yüz kişi yerleştirilmiştir. Oraya gönderilecek mahkumların sayısı, yüz doksandır. Ağır cezalı on mahkum da İmralı adasına yollanmıştır. Günde en fazla elli kişi nakledilmesi esas tutulmuş, mahkumlar buna göre kafilelere ayrılmıştır. Bu suretle İstanbul hapishanesindeki dört yüz elli küsur mahkumdan çokça bir kısmının kısa bir za* man içerisinde İstanbul Tevkıfhanesile Üsküdara yerleştirilmiş olabileceği hesablanmıştır. Her iki yere, nakli mukarrer bütün mahkumlan sığdırmak mümkün olacağı, bir kısmını taşra hapishanelerine göndermek zarureti hasıl olmıyacağı tahmin edilmektedir. Esasen, istanbul hapishanesinin büsbütün boşaltılması, halen bahis mevzuu değildir. Tamamlayıcı ve mevsuk olarak öğrendiğimize göre, mahkumlardan bir kısmı şimdiki halde bu hapishanede kalacaktır. Kalacaklar, hastane kısmındakilerle borcdan dolayı hapsedilmiş bulunanlardır. Diger taraftan, hapishaft* teşkilâtının ve eşyasmın vaziyetine dair de Adliye Vekâletinden herhangi bir iş'ar vâki olmamıştır. Mahkumlarla beraber başka yerlere götürülen eşya, mahkumlann şahıslarına aid olan eşyadır. Valimiz demiş ki: «Sütün şimdiki satış şekli ancak kötü kelimesile ifade edilebilir.» Biz bu ifadeye benzer birkaç şey daha ifade etmek isteriz: Etin şimdiki satış şekli de ancak kötü kelimesile ifade edilebilir. Sebzenin şimdiki satış şekli de ancak kötü kelimesile ifade edilebilir. Bostanların arasından Iâğımlı suların geçmesi de ancak kötü kelimesile ifade edilebilir. Meyvalarm ve birçok gıda maddelerinm pahahlığı da ancak kötü kelimesile ifade edilebilir. Eğlence ve mesire yerlerinin pahalılığı da ancak kötü kelimesile ifade edilebilir. Erenköy gibi «ayfiye yerlerinde birçok büyük sokakların ve caddelerin geceleri zifiri karanlığı da ancak kötü kelimesile ifade edilebilir. Lilsteye ilâve edilecek çok şey daha var. Fakat biz Doktor Lutfi Kırdarın iş başına geldi geleli bir dakika boş durmadığını ve hallettiği birçok meseleler arasında bunlara da çare aradığını biliyoruz. Bir gün gelecek ki bütün bunlar ancak «iyi, mükemmel, harikulâde» kelimelerile ifade edilecek, inşallah. Bugün çelikten muhtelif maddeler yapılmaktadır. Zırh levhaları, büyük ve küçük makine parçalan, toplar, raylar, iğneler, saat yaylan... İnsanlara hizmetleri bakımmdan çelik madenlerin hepsıne tefevvuk eder. Adi demirin tonu iki, iki buçuk İngiliz lirasına olduğu halde çelik haline geçince kıymeti değişir. Bunların en kıymetlisi olan saat yaylannm kilosu 800,000 İngiliz lira sını bulur ki ayni ağırlıktaki altın kıymetinin 5 mislidir. Bu halde insan elinde demir, faydalı maden olmakla kal mayıp kıymeti gittikçe artan bir takım maddelerin imaline yardım etmekte dir. Demir ve çeliğin hassaları yalnız fizikî veya mihanikî usullerle tadil edilmekle kalmayıp diğer maddeleri az miktarda ilâve etmek suretile k'myevî terkiblerini değiştirerek yeni yeni çelikler yapılmaktadır. Meselâ, Tungsten, Molibden, Krom (yüzde 1) ve manganez (yüzde 8 e kadar) ilâve efmekle çeliğin sertlıği arttınlır. Binde iki kükürt, binde bir fosfor ve bilhassa azot mürekkebatı çeliği işe yaramaz bir hale getirir. Manganez çehkte kükürtle fosfora karşı panzehir vazifesini görür. Binde 5 miktarda va nadyumla yüzde 1 miktarda krom, çeliğin gerilme kabiliyetini (34 kilodan 61 kiloya) çıkanr. Yüzde bir mıktarında nıkel vanadyum kırılmaya karşı mukavemetini arttırdığı halde fazlası bu kabiliyeti azaltır. Çelik işine mahsus olan vanadyumun kilosu 2 4 İngiliz 11rası kadardır. Molibden çeliklerl sert i$e de gevrek olduğundan dolayı tur>gsten çeliği ka dar itibarda değildir. Sadmeye karşı en fazla mukavemet gösteren çeliklerde binde 3 kadar karbon ve yüzde 32 ye kadar nikel veya manganez vardır. Bunlar pek serttir. Buna yüzde 2 kadar krom ilâve edılirse daha sert olur. Hasılı bugün çelik, büyük bir âlemdir. Bu sütunda sırası geldikçe çeliğe temas edeceğiz. Prf. SAL1H MURAT (•) Buradakl flatlar ylrml sene evvelki kıyroetlerdir. Maamafih izafî kıymeti pek değişmemiştir. Fedakâr anne! Zavallı kadın, iki yavrusunu kurtarmak için saatlerce ölümle pençeleşti İzmir (Hususî) Evvelki sabah Eşrefpaşada Kâmilpaşa caddesinde, saat lerce devam eden heyecanlı bir hâdise geçmiştir. Hüsnü zevcesi Şükriye, evinde işile meşgulken, 3 ve 1 yaşındaki iki çocuğu kapı önünde oynamağa çıkmışlar ve buradaki kuyunun tahta kapağı üstünde zıplarlarken kapağın kırılıp düşmesile kuyuya yuvarlanmışlardır. Akabinde yerinden kalkıp kapı önüne gelen Şükriye, çocuklannın kuyudan gelen seslerini duyunca, ana kalbinin verdiği heyecan ve şefkatle kendisini kuyuya atmış ve çocuklannı boğulmaktan kurtararak suyun üstüne çıkarmış, fakat kuyudan kurtulmak imkânını bulamamıştır. Bunun üzerine istimdada başlamıştır. Biraz ilerideki kahvehanede gramofon çalındığı için, ana ve yavru larının sesini duyan olmamıştır. Bu hal, tam üç saat devam etmiş, nihayet gramofon susunca kadının ve çocuklannın da sesi işitilmiş, birkaç kişi yetişmiş, hepsini kurtarmi!i|ır. Anadolu Aradan geçen senelere rağmen, şehirAdliye Vekâletinin iş'arı üzerine başler kendilerini terennüm edenlerin aksi salayan boşaltılma sebebine gelince, bazı ga dasını taşır. Bu aksi sada şehirlerin sesizeteler boşaltma işini müteakıb hapishadir. nenin derhal yıkılmasına geçileceğini yazMeselâ îstanbul, yorgun bir ağustos mışlarsa da, bu neşriyat, istidlâl ve tefsir akşamında ahenktar bir mırıltı fısıldar. mahiyetinde görülmektedir. Bu şekilde bu Bize Nedimi hatırlatır. raya tebliğ edilmiş bir karar yoktur. BuFloransa yüklü bir geçmişin altında bir radaki alâkadar ve salâhiyettarlar, hapisnefes alma gibidir. hanenin kısmen veya tamamen yıkılıp yıDante'nin mistisizmesini hohlar. kılmaması hususunda bir karardan haNevyorkun sesi, büyük Amerikan şa berleri olmadığını, boşaltmanın buna hairi Walt Whitman'ın şiirlerine benziyor. zırlık mahiyetinde olup olmacl.ğını da bilSerbest nazımdır. Pürüzlü, vezinsiz, ka mediklerini söylüyorlar. Bazı kısımlarının fiyesiz, sentaks ve gramere bigâne mısra boşaltılmasına başlanan binanın rutubetli lar söylemez; bağırır. Fakat kudreti bu olması gözönünde tutularak, burada yahaykırışta, bu gelişigüzel oluşundadır. tıp kalkanların başka yerlere nakli, zaten İlk günler bu sada beni ürküttü. Kendimi bu cihetten de tasarlanıyordu. Bu binada her kafadan bir ses çıkan, tanımadığım kalanlar, binanın bir dereceye kadar müadamlarla dolu bir salonda gibi yabancı said kısımlannda bırakılmaktadırlar. Huhissettim. Haksız da değildim. Şehir lâsa, başhbaşına mesele olan binanın kısiçinde şehirler tasavvur ediniz. Oyle ki men veya tamamen yıkılrp yıkılmaması her birinde bir millet tavattun etmiş olsun. hususunda buraya tebligat yapılmadığı ve Bu kaç türlü dil, kaç cins ses eder! yeni Adliye saraymın inşası hususunda Oturduğum otelin kapicısı Slovak, ba da, eski vaziyetin yeni bir safhaya girdirındaki garson Viyanalı, lokantadaki ği buraca bilinmediği Adliye muhitinde Fransız, oda hizmetçisi îsveçli, asansörcü alâkadar ve salâhiyettarlann beyanı cünv Macar, berberi Alman, ayakkabı temiz lesindendir. leyicisi zenci. Sahibi de bir Yahudi şirketi imiş. Sonra soruyorsunuz: «AmerikaîıKüçük yaramaz! yız» diyorlar. Hakları yok değil. Birinci Eyübde Nişanca mahallesinde oturan nesil milliyetini muhafaza ediyor; ikincisi Hüseyin, tek atlı yük arabasını sokakAmerikay: benimsiyor; üçüncü nesil A ta bırakarak bir ;ş için evine girmiştir. merikalıdır. Bu sırada civarda oynıyan çocuklar, Fakat buna rağmen Peşteden sonra arabanın üstüne çıkmışlardır. Arabanm Macaristanın en büyük şehri burasidır. birdenbire yürümesi neticesinde içinde Günde dört İtalyan gazetesi çıkar, Ro bulunan Arif ismindeki çocuk muvazemanyalılar kendi mekteblerinde okuriar, nesini gaybederek yere düşmüş ve arabanm te.»erleklen arasında kalarak yaSuriyeliler aralarında buluşurlar. alanmıştır. Büyük parkın şimalindeki Harlem mahallesinde üç yüz bin zenci yaşıyor. Has. tanelerine, polislerine varıncıya kadar hudiler, iki milyon... Bizim Büyükadaya kendilerinin idaresinde... Sokaklarmda taş çıkartıyorlar. Amerikalı bir dostumla bir tane beyaz insana rasgelmiyorsunuz. bu muhtelif unsurlardan bahsediyorduk: « Nevyork, dedi, Italyanlarm çalışCenubda; ufak, ahşab evleri, kokmuş batıkları, Amerikalılarm zevk sürdükleri en lık ve güvercin yuvası taaffün eden lo kantalarile seksen bin Çinli Pekin'dekin büyük Yahudi şehridir.» Celâleddin EZÎNE den farksız bir hayat sürüyor. Hele Ya Neşriyat Kongresinin son toplantısında, Anadolu ajansından, ltsanı ve ifadesi çok bozuk olduğu için şikâyet etmişler. Anadolu ajansımn bozuk, çok bozuk olmıyan nesi vardır? Anadolu ajansımn gönderdiği bültenlerin ba?kısı bozuk, çoi bozuktur. Mürettibin eljne verilmeden, bazan yeniden yazılması lâzım gelir. Anadolu ajansımn istihbar »ervisi bozuk, çok bozuktur. Geç ve eksik haber alır; bize daha geç ve daha eksik haber verir. Anadolu ajansımn lisanı ve ifadesi büsbütün bozuktur. Geçen gün bir Avrupa gazetesinden tercüme ettiği makalenin hemen hiçbir cümlesi anlaşılmıyordu. Kısa talgrafların tercümesinde bile mutlaka bir çetrefillik vardır: Bir cümle içinde ayni kelimenin iki, bazan da üç kere tekran; manayı berbad eden takdim ve tehirler; kırk sene evvel bile kullanılmıyan eski ve yabancı kelimeler... Anadolu ajansı, eldu<m olası fena idare edilir. Eğer telsiz telefon denilen bir alet keşfedilip de gazetelerin imdadına yetişmeseydi, bu bozukdüzen ajansla biz, dünyadan haber almak için, çöl ortasında deve kervanı bekliyen seyyahlara dönecektik 1 Üç suçun suçlusu muhtar Adliyede Bursa (Hususî) Gemlığin Umurbey köyü muhtan Faik, tahsil ettiği köy paralannın bir kısım makbuzlarını tahsilden bir hayli zaman sonra vermek, bazılarına ise, hiç vermemek, köye aid paralardan ihticaca salih olmıyan sar fiyat yapmak, bazı sarfıyat için heyet ten karar almamak, masraf senedlerini heyete tasdik ettirmemek, köy bütçe sinde yeri olmadığı halde misafirleri ağırlamak için fuzulî sarfiyatta bulun mak, köy orta mallarından müzayede ile satılan bir tarlamn müzayede kaımesine sonradan ilâve yapmak ve diğer bazı yolsuz hareketlerden suçlu sanılarak Ağırceza mahkemesine verilmiştir. Muhtar Faik, ihmal suçundan Türk ceza kanununun 230 uncu, vazifesini suiistimalden 240 ıncı, sahtekârlıktan da 339 uncu madde ile mahkemeye sevkedılmiştir. Köy kâtibi Ahmedle köy ihtiyar heyeti azaları ayn ayn şahid olarak dinlen mişlerdir. Hepsi de böyle bir şey olmadığını, her türlü sarfiyatm yolunda yapıldığını, makbuzsuz kimsenin para vermediğini, sahtekârlık da yapılmadığını iddia etmişlerdir. Diğer sahidler için muhakeme talik edilmiştir. ayda Cumhuriyetin «Bir lakikada neler olu"or?» sütunundan ; rkaç parça: «Çooan yıldızı dokuz yüz altmış beş kilometre mesafe aşmıştır.» «Kanada'da iki yüz altmış bin frank vergi toplanmıştır.» «Bütün dünyada üç yüz o.n kiloyu mütecaviz şeker kamısı istihsal edilmiştir. Bir de bütün dünyada değil Türkiyede ve bir dakikada değil altı ayda neler oluyor? sualine biz cevab verelim: «îstanbulda Türbeden Cağaloğluna kadar ancak birkaç yüz metre murabbaı asfalt döşenebilmiştir.» «Kanun altı ay evvel çıkmış, fakat Basın Kongresi hâlâ toplanamamıştır.» «Anadolu ajansı altı ay evvel vuku bulan bir hâdisenin haberini ancak dün gece matbuata yetiştirebilmiştir.» SERVER BED1 Bursa Askerî lisesini bitirenler geliyor Bursa (Hususî) Askerî lisenrzin son sınıfını bitirerek Harbiyeye geçen 136 genc, buradan aj'nlırken Atatürk meydanında tezahürat yapmışlar ve abideye çelenk koymuşlardır. Bilâhare mızıka ile bir geçid resmi yaparak ts tasyona ve oradan da Mudanya yolile İstanbula hareket eden Harbiyeli gencle ri, muazzam bir kalabalık latasyona kadar uğurlamıştır. Uzüm rekoltesi tahmini İzmir (Hususî) Mmtakanın muh telif bağ sahalanndan gelen haberlere göre, bu sene üzüm doğuşu, geçenlerdeki tahminin hilâfına bereketlidir. Hatta, geçen seneki rekolteden fazla istihsalât yapılması bile muhtemeldir. tzmirde tnahsul satışları İzmir (Hususî) Son zamanlarda mahsul fiat ve satışlarında bir durgunluk gözükmektedir. Fakat alâkadarların verdikleri malumata göre, bundan doğabilecek her hangi bir tehlike yoktur. Çünkü mahsul esasen satılmıştır ve bugün eldeki stok, hiç derecesindedir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: