20 Kasım 1939 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 4

20 Kasım 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHUKIYET Qrhan rtahmi Gökce ürhan Gökçe Zavallı uğursuz TEŞEKKÜR <h ) Dostum, kolumu heyecanla ve şiddet | baştansavma cevablarla onu uzaklaştır le sıktı: mak istiyordum. Bir aralık doğruldu, ya Aman, şu sokağa sapalım. nıma geldi: Ona bakım. Gözleri, ta ileriden ace Neden yüzüme bakmıyorsun a ogfe acele yirüyerek gelen ihtiyar bir ka lum, dedi, İzzetim öldü desene!.. dına dikilmşti. Bu kadın, geniş manto Onu omuzlarından tutarak, teselli et sunun içind; harab bir iskelet yığını gibi, mek istedim. İtidalimi, nekadar mumkünsallanıp, seıdeliyerek, fakat evinden fır se o kadar toplamağa çalışmıştım. Bir lamış gözleini dostuma dikerek acele a çığlık attı. «Sus, diye bağırdı, yalana lücele ilerliycrdu. zum yok..» Dostum, başını eğdi: Ve ondan sonra, bizim Anadoluda, Hayu, çabuk rica ederim.. ölü evlerinden duyulan o yürekler ncısı, Ve biz skağa saptık. Arkamızdan, o o dayanılmaz iniltilerle ağlamağa başlaiskeletin ağından çıktığını derhal anladı. Evimizden çıkıp gitti. Sokak :.irıdi, o dığım bir S6, bir haykırma duyuldu: derin, o içten gelip de dört duvar ara Seni uğursuz seni!.. Seni baykuş DOGUM sında dolaşan seslerle dolmustu. Ben de seni! uzun uzun ağladım.. Bizim İzzetin, yirNafia Vekâleti hukuk müşaviri ZiDostum, adımlarını sıklaştırdı. Yüzü mi beş yaşlarında bir hemşiresi vardı. İs ya Meriçin bir oğlu dünvaya geldiği sapsarı olraştu. Adeta kekeliyerek: mi Nacive idi. O sırada kocası ölmüş ve haber ahnmıştır. Küçük Meriçe uzun Şuraa, dedi, şu kahvehaneye giregenc kadın yedi yaşmdaki yavnısile kal ömürler dileriz. lim.. mıştı. İzzetin anası, artık benimle k'jnuşYENI ESERLER Ve, bir ;ıkmazın ağzında kirli pencemaz olmuştu. Ben bunu, ölen bir evlâdm relerırden :ski kasketlı insanların dumaarkadaşile karşılaşınca duyulacak yürek Genclik gazetesi na btğuldığu bir kahvehaneyi gösterdi. Üniversiteli genclerin çıkardıklan «Genclik> acısından kaçınmağa matuf bir hareket gazetesının 25 inci sayısı çok dolgun ve heyeİki s.ndal'aya ilıştik. Mendilini çıkarıp sanıyordum. canlı yazılarla Intişar etmiştır. Okuyuculanmıalnınlaki feri sildi: Aradan tam on yedi sene geçmiş, bize za tavsiye ederiz. On< nekadar acıyorum bilmezsin, gene cephe yolları gözükmüştü. Tesadüfe ?,AŞÎD RIZA ded, bursı, benim doğduğum, büyüdübakın, bu defa, îzzetin yeğeni Eşrefle, E. SADÎ TEK ğür, toprıklarında kunduramın izleri, yani Naciyenin çocuğile beraberdik.. TIYATROSU gö'lerinde çocukluk feryadlarım bulu Hem de ateş hattında.. Bu gece nai bir ktsabadır. Bu kasabanın ovasınÜsküdar «Hâle» Bu çocuğun İzzete benzeyişinde, akla dıki ağaclarda, benim uçurtmalarımın issinemasında sığmıyan bir isabet vardı. Ayni erkek yaJeletleri, benim çivi ile kazınmış nişanlaBEŞTE GELEN pısı, ayni çehre, ayni kaşlar ve gözler, nm vardır. Ileride biraz evvel geçtiğimiz Yarın gece, Kadıköy «Hâle» de ayni ses, ayni samimiyet ve saffet.. TAŞ PARÇASI mektebi, ben yakmıştım. Bittabi, bir kaBen, otuz dokuz yaşına yaklaşmış, za neticesinde.. Ne çare ki, şu geçen ihtiŞEHZADEBAŞI yar ve zavallı meczub kadın yüzünden, tecrübe sahibi bir askerdim. Onu, müm TURAN TİYATROSU kün olduğu kadar ikaz ve himaye edivorburasını terkettim. Bu gece gündüz ve akşam iki büyük filim Asabının bozuk olduğunu görüyor dum. Bir gece vakti idi. Sipetde yanyana idik. Soğuk bir ay doğmuştu... Gökbirden. (Zeynebim) dum. yüzü, beyaz ve ağırdı. Düşman siperleritürkçe sözlü ve şarkılı Çıkalım, dedi, elbette gitmiştir, le aramızda mesafe çoktu. Eşref, sık sık ve rakıslı. îkinci filim: uzaklaşmıştır. Bu senenin genc ve başını kaldırıyor, ben de kendisini çekip Sonra, saatine baktı. Can sıkmtısile spor filmi (Kaleci). Matine: saat on çekiştiriyordum. Tam bu sırada bir silâh dudaklarını buruşturdu, kaşlarını kaldırbirden itibaren devamlı. sesi duyuldu. Eşref, sadece, fısıltı Lalindı: de bir «ah» diyebildi ve yanıbaşıma. tıpOsmanlı Bankası Trene de çok vakit var. İki saat, kı dayısı îzzet gibi, iki kaşınm ortasma nerede vakit geçirebiliriz?. İLÂN isabet eden bir kurşun yarasile yuvarlanVe birden: Osmanlı Bankası Galata idare mer dı ve öldü. Ben, o harbden de sağ, ya Buldum, diye ilâve etti, buradan, rasız, beresiz çıktım ve kasabaya dön kezile Yenicami ve Beyoğlu şubeleri Pınarbaşı denilen yere çıkarız. Orası ten düm. veznelerile kiralık kasa daireleri, 20 hadır. ikinciteşrin 939 pazartesi gününden itiGene bir kânunuevvel akşamt.. Gene Pınarbaşı, büyük, ihtiyar çınar ağacbaren diğer bir iş'ara kadar aşağıda yaayni hava, gene ayni rutubet.. Gene kalannın altmda, keskin iki yamacın diblezılı saatlerde açık bulunacaklardır: pının vuruluşu, gene bu hayalet.. Fakat rini yalıyan bir çayın dibinde hazırlan Vezne saatleri: bu defa yanında kızı Naciye de vardı. m'ş, şöyle böyle bir kır meyhanesi gibiySaat 9,30 dan saat 16 ya kadar adi Birisi altmışlık, diğeri kırklık iki kadın Ol , •*,, ı , , , , jjünler. eve girdiler.. Teessürümden, heyecanımDostum, pınardan getirilen bir bardak Saat 9,30 dan saat 11,30 a kadar cudan kendime sahib değildim. Doğrudan suyu ıçti, sonra; gene ben sormadan,ammartesi günleri. dcğruya, bulunduğum odaya girdiler. îki latmağa başladı: Kiralık kasa dairesi saatleri: çift siyah göz, beni kıskıvrak oldugum Tam yirmi yaşında iken, askere yerde bağlamışlardı. Gülecek, iltifat edeSaat 9 dan saat 17 ye kadar adi güngittim. Benimle beraber, işte o kadının cek oldum, yapamadım. ler. torunu izzet de gıtti. İzzet, benim ço Saat 9 dan saat 12,45 e kadar cumarİhtiyar hayalet, beni manyatize etmiş cukluk, mekteb arkadaşımdı. Onunla gibiydi. Hoş geldin, bile demedi. Bam tesi günleri. çok iyi anlaşıyor ve sevişiyorduk. Tabubaşka bir sesle: rumuz, bir eşkıya kuvvetini takibe me Eşrefim nerede, o ne oldu? 22/11 Çarşamba mur edildi. Dar bir boğazda harbe gir Dedi." dik. Ben de, İzzet de kâfi miktarda asdan itibaren Şey, dedim, Eşref... Durun bakakerlik ve silâh terbiyesi görmemiştik. Bir aralık İzzeti, iki kaşının ortasma yediği yım, başka bir kıt'aya.... Sözümü biteremedim. Beni yakamdan bir kurşunla yere devrilirken gördüm. İzSinemalartnda zet, hayatı çok seven bir çocuktu. Kasa tuttu. Gözlerimin içine, sanki en aziz şeyini ben çalmışım, ben mahvetmişim gibi bada, genc bir kızla da çılgıncasına sevişiyordu ve askerlik dönüşünde onunla ev baktı: Öldü değil mi, dedi, öldü. Esrefim lenecekti. Yanıbaşıma yıkılırken, onun, bir kan şeridi içinde kalan gözlerinin ba de öldü... Ya sen.... BASLIYOR. na dikilerek, adeta: Birdenbire bir çığlık attı: Beni kurtar, ben ölmiyeyim, ne o Ya sen nasıl döndün de geldin?. Iursun, ölüm bana yakışır mı? Birini götürdün, orada bıraktm. ÖbürüDer gibi yalvaran ve ağlıyan bir ba nü götürdün, onu da orada bırakiın. tonunu kaldırarak ve: Baykuş, uğursuz! kışla bakındığını hâlâ ve hâlâ hatırlıyo Genc, körpe toruncuğum kaldı da sen, Diye bağırarak bana saldırmağa başrum.. Bu hatırlayış, sık sık rüyalarımda kart herif, çıkıp geldin ha!.. da doğuyor. Bir buçuk sene sonra, ben, Onu teselli ve teskin etmek istedim. O ladı. Kasabayı terketmeğe mecbur kal evimize döndüm.. Rutubetli, keder veren dadan fırladı ve mahalleyi ayağa kaldı dım. Fakat hatıra ve hafızamın içinde, hâlâ o hayalet, hâlâ o ses, o itab var.. bir kânunuevvel akşamıydı. Henüz yı ran haykınşlarla: Dostum saatine baktı: kanmış, temizlenmiştim ki, İzzetin anası, Seni uğursuz seni!.. Seni baykuş Gidelim, dedi, tren vakti yaklaştı. yani, işte bu ihtiyar meczub geldi. Ona seni! ne cevab vereceğimi bilemiyordum. AraDiye bağırmağa başladı. Muvazenesi Kalktık. Orhan Rahmi Gökce m'zda, hazin bir konusma geçti. Ben, ni bozmustu. Yollarda beni görünce, bas Hâd devrede kist idatikten rahatsız bulunan kardeşimiz Süruri Nalbandoğlunu, Teşvikiye Sağlık evinde mühim bir karaciğer ameliyatı yaparak kurtar an Prof. Dr. A, Kemal Ataya, hastanenin doktoru İbrahim Osman Güçerle asistan ve hemşirelerine açık teşekkürlerimizin bildirilmesine gazetenizin delâletini rica ederiz. Nuri Nalbandoğlu, İsmail Nalband Yalnız mahallî eserler vücude getirilmekte olan oğlu, Reşad Nalbandoğlu, *** bu memlekette filimcilik sanayiine mevzu Güç bir doğum neticesi refikamm ve çocuğumun hayatını, kendilerine sermayenin yekunu 50 milyon Türk lirasıdır mahsus bir meharet ve gayretle kurtaran çok kıymetli doktor Mahmud Yeryüzünde filmcilikle meşgul olan Atâ ve refikalarma alenen teşekküre memleketler kolaylıkla ikıye taksim edikıymetli gazetenizi tavsit eylerim. lebilir. Biri beynelmilel kordelâlar vücuNafıa Vekâleti hukuk müşaviri de getiren memleketler: Amerika, FranZiya Meriç RADYO aksamki prosrram^) RADYODİFÜZYON POSTALARI Dalga nzmünğu: Türkiye Radyosn 1648 m. 182 Kc/s. 120 Kw. Ankara • T. A. P. 31.70 m. 9465 Kc/s. 20 Kw. 12,30 program ve memleket saat ayan 12,35 ajans ve meteoroloji haberleri 12,50 Türk müziği (Pl.) 13,3014 müzik (kanşık hafif müzık Pl.) 18 program 16,05 meml"kel saat ayan, ajans ve meteoroloji haberleri 18,25 müzik (radyo caz orkestrası) 19 ko nuşma (Su nimetleri) 19,15 Türk müziği. Çalanlar: Vecihe, Reşad Erer, Ruşen Kam, Şerif İçli. A Okuyan: Muzaffer İlkar. 1 Gerdaniye pesrevi. 2 H. Faik Bey: Gerdaniye beste (Ey keman ebru). 3 H. Faik Bey: Gerdaniye ağır semai (Beni sermest eder çeşminle). 4 H. Faik Bey: Gerdaniye şarkı (Âşıkın gamzenle yandı). 5 Şerif İçli: TJd taksımi. 6 Tamburinin: Gerdaniye şarkı (Çıkalım daflar başına). 7 Adananın Gerdaniye şarkı (Kara gözlüm ne gezersin burada). 8 Hacı Faik Bey: Gerdaniye Yürük semai (Bülbül gibi her şamü seher nalelerim var). 9 Gerdaniye sazsemaisi. B Okuyan: Müzeyyen Senar. 1 Rahmi Bey: Bayati şarkı (Gül hazin sümbül perişan). 2 Lem'i: Bayati şarla (Bakasız hüsnün güvenme anına). 3 Sadeddin Kay nak: Bayati şarkı (Mecnun). 4 Lem'i: Hicazkâr şarkı (Son aşkımı canlandıran). 5 Suphi Ziya Bey: Muhayyer şarkı (Dedim bu kız). 6 Muhayyer sazsemaisi 20,15 konuşma (Çocuk Esirgeme Kurumu) 20,30 Türk müzigi (fasıi heyeti) 21,15 müzik (küçük orkestra Şef: Necib Aşkm) 22 memleket saat ayan, ajans haberleri; ziraat, esham tahvilât, kambiyo nukud borsası (fiat) 22,20 müzik (küçuk orkestra Yukandaki programın devamı) 22,35 müzik (Stravinsky: Cappriccio). (Piyano ve orkestra için Pl.) 23 müzik (cazband Pl.)23,2523,30 yannki program ve kapanış. TÜRKİYE Hindistanda sinemacihk faaliyeti c sa, İngiltere; diğeri sırf kendi milletleri için film yapan memleketler: Almanya, İtalya, Japonya, Sovyet Rusya, Türkiye, Hindistan ilh... Bunlar arasında beynelmilel kordelâlar vücude getirenlerden daha fazla film çıkaranlar da vardır. Hindistanda da film sanayiine vazedilmiş olan sermayenin miktan bizim paramızla elli milyon Iirayı geçmektedir. Fakat yapılan filmlere ayrı ayrı pek çok para sarfedilmemekte, ancak sekiz on bin liralık eserler meydana çıkarılmaktadır. Hindistanda ilk defa sessiz olarak 1913 senesinde Harişandro isminde bir film çevrilmiştir. Sesli ilk film ise 1931 de Kadıköy Halkevinden vücude getirilmiştir. İsmi «Alem Ara» Halkevi Temsil şubesi tarafından 21/11/939 dır. O zamandanberi yapılan kordelâlar sab akşamı Kuşdill sinemasında Hissei Şayia arasında «Amritmantan» gibi Bombaytemsil edilecektir. Davetiyeler idareden alınır. Meşhur Hind yıldızı Devi Ka Rani daki sinemaların birinde bir sene müteHALK OPERETÎ Hindliler, Amerikalılann ve îngilizlemadiyen gösterilenler de olmuştur. Geçen Bu akşam sene Venedikteki sinema sergisinde «Sön rin kendi hayatlarım tasvir eder şekilde Eski Çağlıyan meyen alev» isminde bir Hind filmi de yaptıkları «Bengale'nin üç kahramanı», büyük mükâfatlardan birini kazanmıştı. «Rüya», «Gunga Din» gibi eserleri katsaat 21 de '(Eski tas, eski hamam)' Hindliler gene geçen sene îngiliz li iyyen beğenmemekte, hatta bunlardaki Yazan: sanmda da Karma adında bir film çevir yanlışlıklan protesto için ıslık çalmakta, M. İbrahim mişlerdir. Bu kordelâlarda esas tutulan ayak vurmaVtadırlar. nokta Hindlilerin zevkini okşıyacak şekilde acıklı mevzuu ve acıklı şarkılan ihKadın Aşk Heyecan ve güzellik filmi tiva etmesidir. Bu meyanda zikredilmeğe değer bir mesele de Hindistan halkmın film hususunda hafızalarının gayet zayıf olmasıdır. Hindli sinema seyircileri aradan bir iki sene geçtikten sonra eski bir, filmi tıpkı yeni imiş gibi ayni tehalükle temaşa edebilmektedirler. Hindistanda sesli filmin dil noktasından büyük bir hizmeti görülmüştür. Malum olduğu üzere Hind lisanmda iki yüzü mütecaviz şive farkı vardır. Sesli film yapılmağa başlanah bu şive farkı dörde kadar indirilmiş ve yüzlerce milyon halk bu suretle diğerinin dilini anlamağa başIamıştır. İlk zamanlar tiyatroda olduğu gibi kadm artistler yerine kadın kıyafetine girmiş erkek san'atkârlar oynatıhrken son senelerde muhtelif kadın yıldızlar da yetiştirilmiştir. Meşhur Hind şairi Rabindranat Tagore'nin yeğenlerinden güzel bir kız, Devi Ka Rani, bilhassa halk arasında pek büyük bir takdire mazhar olmuştur. Bu genc kızm mumdan yapılmış bir heykeli aşağı yukarı hemen bütün Hindistan sinema salonlannm kapılarını süslemektedir. Lâkin Hind filmlerinde aşk mühim bir rol oynamadığı için güzel Devi şimdiye kadar beyaz perdede kimseyi sever bir rolde görünmemiştir. SONSUZ AŞK LOUİSE RAYNER Sinema dünyasımn ebediyyen iftihar edeceği bir şaheserdir. • r Çarşamba akşamı takdim edeceğini mujdelemekle bahtiyardır. Parisin lüksünü... Neş'esini... Sinemanın 3 büyük yıldızı: MELEK sineması SACHA GUITRYGABY MORLAY JACQUELINE DELUBACı ALEMDAR ve MİLLî ALLAHIN CENNETİ l K A D R I L Perşembe akşamı L Â L E sinemasında I Onümüzdeki çarşamba akşemı Bir araya toplayan bUyük komedi S Ü M E R sinemasında CHARLES BOYER ile beraber yarattığı " K A S D R ^ A o filminin unutulmaz kahramanı MICHELE MORGAN GiLBERT GiL ile beraber çevirdiği filminde, barlarda yaşayan ve erkeklere işvebazhk eden kadın olacaktır. BAR KADINI Aşkı uyandıran düşmüş kadın... ruya ona değildi. Bu evden içeriye damad diye kim girecek olsa hepsine böyle bakacaktı. Muzafferin suçu da işte, bu idi. Sonra, hepsi bu kadar da değildi; içinde, gizliden gizliye de olsa, pek derinden sızlayan bir acı daha vardı: Şu ilk karşılaşmada genc kız, onun ne kadar hoşuna gitmiş ise, kendisi Satvete o kadar sevimsiz görünmüştü. Bunu pekâlâ, anlıyordu. Yalnız içindeki o gizli sızı nedendi, artık bu kadannı kestiremiyordu. Kendi kendine sorup araştıracak halde de değildi; korkulu bir rüya içinde kıvranıyor gibiydi. Şu kapıdan içeriye girdiğindenberi, bütün korktuklanna ugramıştı. Daha şimdiden küçülmüş, ezilmişti; ya ileride, kimbilir, başma daha neler gelecek, onu da gene daha şimdiden düşünüyordu. Acı acı içini çekti; kendi kendine: Dur bakalım, diye söylendi. Daha ilk günündeyiz. Bunun bir de sonrası var. Belki yanılır da içinden geçenleri bir bakışta ele verir diye Muzaffer, gözlerini hâlâ ondan ayırmıyordu. Satvet bunu anlamış olacaktı. Kendine de pek güvenemiyor muydu, nedir; başını çevirmekten, onunla bir kere daha gözgöze gelmekten hemen hemen biraz da çekiniyordu. Bu kadar kayıdsız durmak, yanıbaşında olup bitenlere bu kadar yabancı kalmak için genc kız, kimbilir, kendi kendini ne kadar zorluyordu. Yoksa böyle bir yerde, böyle bir karşılaşmada insan, bütün bu olup bitenlere hiç de aldırmıyormuş gibi görünsün, artık bu kadan olamazdı. Bu uzaklığın, böyle yabancı duruşun içyüzünde, kimbilir, neler vardı. Bu sessizliğin arkasmda, kimbilir, nasıl bir fırtınanın başlangıcı geriniyordu. Onu görünce Muzaffer de değişti. Artık o da öyle dimdik, soğuk duruyordu. Muhiddin Beyle Behire teyze sanki kendi aralarında konuşurlarken onlar, Muzafferle Satvet, bütün bu konuşulanların kendilerine dokunan yeri yokmuş gibi dalgm dalgin dinliyorlardı. Şimdi de hepimiz buradayız. Öyle zannediyorum ki senin söyleyeceklerin benim söylediklerimden başka olmıyacaktır. Satvet başını kaldırdı. Gözleri kısılmıştı. Uzun kirpiklerinin arasından yeşil bir alev fışkınyordu. Amcasının, tam gözlerinin içine baktı. Bakışta öfkeden daha aşkın bir acılık vardı; bu eski diplomattan iğryıiyor, tiksiniyor, sanırsınız. Birbirlerinin kanına susamış olsalar, onların bakışlan bile belki bu kadar hırçm olmaz. Bundan Muzaffer de ürktü. O yeşil alev, günün birinde ya kendi üstüne de çevrilecek, ona da böyle yıldırımlar yağdıracak olursa ya o zaman ne yapacaktı?. Tefrika No. 16 Arkasma ince, siyah bir yüntü giymişti. Yakası, kolları her yeri kapaiıydı; fakat vücudünün bütün çizgilerini, bütün kıvnmlannı ifşa edecek kadar da dardı. Hem korkak, hem de kendine gmeneı bir duruşu vardı. Karşısındakilerin hicbirini adam yerine koymuyormuş da şimdi hepsini bırakıp kaçacak, gidiverecek, sanırsınız. Bir yandan da hemen oracıkta, kimle olursa olsun çarpışmak istiyor, denilebilirdi. Muzaffer onu ilk defa görüyordu. Simdiye kadar şöyle sokakta, uzaktan bile görmüş değildi. Yanından geçmiş olsî mutlaka gözüne çarpardı; Satvet o kadaı ? ı mlı, o kadar güzeldi. Bir kere gördükten sonra bir daha unutulmıyacak kadınlardandı. Muhiddin Bey: işte kızımız, diyordu. Sonra da: Mühendis Muzaffer Bey. Nakleden: KEMAL RAGIB Diye onlan birbirine tanıştırmış oldu. Genc kızm gözkapakları isteksiz isteksiz kalktı. Belli belirsiz kıvrık duran dudakları titredi. Hepsine ayn ayrı baktı. Sonra başını çevirdi. Göileri salonun bir başka köşesine doğru uzandı. Muzafferin gözkapakları, demindenberi birbirine kavuşmamıştı; öylece bakıyordu. Satvet de bu bakışın altmda kalmak istemedi. Yenilmiş, ezilmiş gibi görünmekten korktu. Olduğu yerde büsbütün doğruldu. Hiç kımıldamadan durdu. Genc mühendis, onu görür görmez, ilkönce büsbütün başka türlü düşünmüştü: İnsan, diyordu, bu kızı başka bir yerde, başka bir zamanda tanımış olsa, kendini alamaz, mutlaka tutulur. Hemen oracıkta ona bağlanır, bir daha da unutamaz. Sonra, Satvetin bu kadar yüksekten bakan, herkesi sönük bulan, herkesi rlüsük gören duruşu ona pek acı geldi. Daha şimdiden, içinde bir ürkeklik duydu. Amcası ne kadar tatlı dilli, açık yürekli görünürse görünsün, gelin hanımın ilk bakışı, Muzafferin bu kapıdan içeriye girişindeki düşkünlüğü yüziine çarpıvermişti. Eskiden sultanlar, damad paşayı geceyarılarma kadar selâmlıkta bekletırler; neden sonra, artık gönülleri ne zaman olursa, çağırırlarmış; yatak odalarmda bı le elpençe divan durdururlarmış. Muzaffer de kendini, belki o sultanlann pek çoğundan daha hırçın, daha çılgm bir kadının önünde ezilmiş, ezilmeye katlanmu gördü. Muhiddin Bey onlan birbirine tanıştırırken Satvet, belli belirsiz başını eğdi. Muzafferin yavaşça eğilişi de o kadar soğuktu. Sonra doğrulurken bir daha gözgöze geldiler. Bu da pek uzun sürmedi. Genc kızm gözleri gene kaçtı. Oyle iken bakışla.rındaki acılığı büsbütün de gizleyemiyor gibiydi. Daha şimdiden işte, birbirlerine düşman olmuşlardı... Muzaffer, onu yeni baştan gözlerinin pençesine taktı. Uzun uzun baktı. Sanki böylelikle, onun neler düşündüğünü anlamaya çalışıyordu. Satvetin öfkesi, belki de doğrudan doğ Sonra, genc kız birdenbire değişti. Belli ki, kendi kendini çok iyi kullanan, düşündüğünü saklayan, yalnız öfkesini değü, isterse kendi kendini yenebilen bir yaEn sonunda Muhiddin Bey, genc kıza radılışı vardı. Yahud da öyle alışmıştı. döndü: Muhiddin Bey, demin onun huysuzluk Şimdiye kadar kendi aramızda bir larını, tartısızlığını anlatırken Muzaffer: kaç kere konuştuk. Şimdi de Muzaffer Sakm, deli olmasın?. Beyefendiyi yakmdan tanımış oluyoruz. Diye korkuyordu. Şimdi kendi gözile Bence artık bu tanışmanın her ikiniz için de görmüş, anlamıştı: Bu kız deli değilbir saadete başlangıc olmasını temenniden başka yapacak kalmıyor. Bunu biraz di; hem de hiç değildi... {Arkası var} önce senin tarafından kendisine söyledim.

Bu sayıdan diğer sayfalar: