13 Mart 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

13 Mart 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tefrika No.6â Yazan; Murad Sertoğlu Kalabalık tesiriyle üzerine doğru yığılan insanlara sert sert bakıyor ve şiddetle dirsek vuruyordu. Bunun beş on adım arkasmda da yüzlerini iyice gizlemiş iki ra. hip bulunuyordu. Bu iki rahibin biri kısa boylu, zayıf, öbürü ise bi- lâkis uzun boylu ve şişmandı. Bun. dan dolayı basını eğmiş ve kısa boylu rahibin kulağına fısladığı sözleri dikkatle dinliyordu: — Kendisini iyice gördün de- ğil mi? — Evet!.. — Nasıl, söylediğim işi yapabi- lecek misin? — Yaparım, elbet! — Dikkat et. berif çok kuvvetli, ve çok şeytandır. Eğer anlarsa... — Bu hususta hiç meraklı olma- yın. Madem ki bu kadar parayı gözden çıkarıyorsunuz. — Bu işi becerebilirsen daha da fazla para alabilirsin. — Tamamiyle mutabıkız. — Nasıl bir plânın var? — Bu iş için tanmmamış adam- lar kullanmak lâzımdır, Bunlarm şahsan Borjiyaları tanımamaları, bilmemeleri lâzım. — Görüyorum ki sen çok akıllı bir adamsın. Eğer dikkatli hare- ket edersen zengin olursun, — Teşekkür ederim. — Sonra? Devam et! Böyle a. damları nereden bulacaksın? — Böyle adamlar Romada her zaman bulunur. Gemici kahvele - rinde Yunan adalarından, Sicil - yadan, Rodostan, Korsikadan, Nis. ten, hattâ Mısırdan gelen birçok işsiz gemiciler, yahut gemilerden mış forsalar bulunur. Bunlar bir ekmek parasına bir adamı boğaz- lamakta tereddüt etmezler. Ve en iyisi kimseyi de tanımadıklarından icabında kolaylıkla ortadan da kaldırılabilirler, — Emin ol ki bir kral olsam, seni hiç tereddüt etmeden emniyet ve dahili işler müdürü olarak inti- hap ederdim. Şimdi ben gidiyo- rum. Sen de yapacağını biliyor- sun. — Evet. — Gece yarısı kararlaştırdığı- mız yerde buluşuruz. * — Hay, hay.. Kısa boylu adam ki, bu papa- nın hekimbaşısı Fariyaniden baş- kası değildi. İtişe kakışa kalabalı- ğın içinde kayboldu, Uzun boylu rahip kıyafetinde- ki adam olduğu yerde kaldı. Ve gözlerini Sezar Borjiyanın ensesi- ne mıhladı. ... Tam gece yarısında iki rahip kıyafetli adam bir köşe başında buluştular: — Ne haber? — İyi! Yuvayı keşfettik zanne- derim. — Çabuk anlat! — Sizden ayrıldıktan sonra a- lay geçti. Ve halk yerlerini terke- derek alayın arkasından bir sel gi- bi akmağa başladı. Ben kat'iyyen Sezarın peşinden ayrılmıyordum.. İlk önce bir meyhaneye girdi. İki kupa sarap içti. Sonra bura: dan çıktı, ikinci bir o meyhaneye girdi. Burada da şarap içti. Üçün- cü bir meyhaneye de uğradıktan sonra küstah asilzadelerin uğra - dıkları ve içerisinde her türlü re - - zaletin, kepazeliğin ve hattâ ka - yük bir meyhaneye girdi. Orada dört beş saat kaldıktan sonra bulut gibi sarhoş olarak buradan çıktı. Kapının önünde bir kira arabası duruyordu. Buna bindi ve arabacı- ya bir adres verdi. yerde durdu. Arabadan indi ve a- rabacıya para yerine bir tokat aş- ketti. Uzun boylu adam iyice örtülü o- lan yüzünü sıyırarak gösterdi: — Bakınız, tokadın yeri olduğu gibi şişti. — Anlıyorum ki sen bulunmaz bir adamsın, Jülyetto! Yediğin bu tokatın ücretini de ayrıca alacak- sın. Devam et! — Sezar Borjiya ayrıca bura dan derhal defolup gitmemi, ve bir daha asla bü civara uğramama- mı da sıkı sıkıya tenbih etti, Ben de yemin ettikten sonra uzaklaş- tım. — Demek onu orada yalnızca bıraktın? — Evet, maalesef kendisini bir kaç dakika terketmek mecburi- yetinde kaldım. Arabayı bir sokak başmda bırakıp tekrar büyük bi- nanm önüne geldiğim zaman ken. disi artık yoktu. Her halde bu binaya girmiş olması lâzım geldi- ğini düşündüm. Etraftan sordum, soruşturdum. Bu binada ihtiyar bir markinin i- kamet etmekte olduğunu anladım. Fakat garibi, bu markinin ismini kimsenin bilmemesiydi. o Üstelik koca binanm tam beş tane kapısı var, Ve gene rivayete nazaran bu bina lâf anlamaz, gayet aksi bir takım silâhşorlar tarafmdan mu- hafaza edilmektedir. — Nasıl bir plânm var? — Binaya yalnızca girmeğe im- kân yok. Çünkü duvarlar çok yük- sek, hem de iş çok tehlikeli.. Bu- nun için şöyle düşünüyorum: Bina dışarıdan resmi askerlerle iyice sarılır, fakat içeriye, bulaca- ğrmız yabancı adamlarla girer, bi- nayı ararız. Eğer içeride kimse bulunmazsa çıkıp gideriz. Böyle- likle içeridekiler bizim kim oldu- ğumuzu da anlryamazlar. Yok, a. radığımız kardinal Borjiya içeri- de bulunursa bu da taliimizedir. (Devamı var) Araba yarım| saat sonra eski, köhne, şatomsu bir | HABER — Aksam postası YAZAN: Leylâ, böylece Abdülvahabm serveti, cebindeki para hakkında da malümat sahibi olabileceğini düşünüyordu. Hakikaten tahmininde aldan- mamıştı. Abdülvahab iç cebinden beheri on İngiliz lirasmdan mü - rekkep büyük bir deste banknot çıkarmıştı. Para kaybetmeğe bak- mıyor. Rastgele ve çok oyniyor - du. Mütemadiyen de kaybediyor- du. da yer alarak öyunu seyretmeğe deki paralar bitmişti. Fakat o hiç oralı olmıyordu. Cebinden derhal aynen evvelki gibi bir deste daha çıkardı. Ve tayin edilen müdde - tin bitmesine bir dakika kala hiç kâğıtları bile açıp görmeden: — Rest! Diye bağırdı. Ve ya - rım deste İngiliz lirasını önüne sürdü. Sağmdaki birinci adam kâ- ğıtlarmı açtı. Ve: — Kabul diyerek o da önünde bulunan bir yığın parayı ortaya doğru itti, Fakat üçüncü adam da kâğüt - larını görüp: — Kabul! Deyince gözler büs- bütün büyüdü. Ortaya bu kadar büyük bir pa- ranm biriktiği asla görülmemişti. Bunun üzerine diğer masadaki - ler de yerlerinden kalkmışlar, bu dört kişinin etrafında yer almış - lardı. Bu srada dördüncü şahıs da kâğıtlarmı açmış, o da kabul di - yerek tekmil paralarını öne sür » müştü, Küçücük masanın üstünde en az on bin lira para bulunuyor. du. Bütün yüzler sararmış, nefes- ler tutulmuştu. Herkes bu muaz - Zam servetin gideceği kimseyi he- yacanla beklerken Abdülvahabın sağındaki kâğıtları açtı: — Ful as! Bu kelimeler dudaklarından dökülünce üçüncü adam bembe - yaz kesildi; gibi oldu: DKOCALI 70 — Benden büyüksün. Benim Ful dammi var! Dedi. Fakat dördüncü adam kâğıtla: | rmı açınca herkes şaşırdı. Çünkü! yerde dört dokuzlu ile bir Vale duruyordu. Şimdi ikinci adamda üçün cü gibi bembeyaz kesilmişti. İkisi de sarsılarak masayı terkettiler, Halbuki Abdülvahab hâlâ küğrt « larını açmamıştı, Ne olduğunu! kendisi de bilmiyordu. Fakat or - taya Karre çıktıktan sonra ne ü - mit kalmıştı ki? Maamafih buna rağmen hiç neşesini bozmamıştı. Hâlâ kapalı duran kâğıtlarını birer birer açtı: — Kupa ası! — Kupa ro ası! — Kupa damı! Aman yarabbi ne oluyordu. Yoksa? — Kupa valesi! Şimdi heyecan son raddeyi bul. muştu, Yoksa Mısırlı Abdülvahab Kupa floşunu çıkaracak mı idi. Son kâğıdı asabi bir hareketle Leylâ çevirdi. Belki yirmi ağız birden: le — Kupa onlusu! Diye haykırdı. Bu manzara bilhassa dördüncü adama fevkalâde tesir etmişti. Sanki beş dakikada beş sene bir - den ihtiyarlamıştı. Yıkılır gibi ma- sanı başından ayrıldı. Bu kadar para karşısında Ley- lânın bile gözleri kamaşmış, fakat Abdülvehab hâlâ istifini bozma - muıştı. Paraları lâkayt bir tavırla cebine indirdi. Ve Leylâya: — Haydi! Seninle biraz gü - verteye çıkalım, dedi. Leylâ bu teklifi sevinçle kabul etti. Kol kola salonu terkettiler. Gece çok güzeldi, Ay yok, fa- kaf gökte sayısız denecek kadar çok yıldız vardı. Ve deniz bu yıl dızların altında siyah, bir ipek ku- maş gibi pırıl pırıl yanıyordu. Güvertede kimse yoktu. Kimi aşağıda salonda eğleniyor, kimi de kamarasma çekilmiş istirahat eN dürülemez AZ 13 MART — 1936 KADIN İSHAK FERDİ Nefesle kesilmiş, gözler büyümüş- tü. Kumar masasınım üstünde bin- lerce lıralık bir servet yatıyordu ediyordu. Fırsat tam fırsattı. Le” lâ Abdülvehabı tam kendi kam#* rasının üstüne getirmişti, Bu #ır8* da Abdülvehap kendisine hars* retli hararetli ilânı aşk edi — Gökte ay yok. Fakat bu ## zelliğinizle, bu tavrmızla göğe 8" dan daha ziyade O kadar güzelsiniz ki, ve sizi * kadar seviyorum ki... Leyla birdenbire Abdülveh# * bın sözünü kesti: — Yalan. Ben sizin aşkın? inanmıyorum. Koca herif şimdi yere deve giri diz çökmüş, gayet gülünç bir w ziyet almıştı, v — Neden? Neden inanmıyof * sunuz? Cevap ver ey peri peykef! — Çünkü kumarda kazandı” Halbuki ben batıl itikatlara #* inanırım, Aşkta kazanan kumas” da kaybeder derler ya? Siz K marda kazandınız. O halde aşk i kaybedeceksiniz! — Ah nuru aynim, meleği” Bırak şu batıl itikatları. Görecö” sin, bu paralarla İstanbulda ne $* dar güzel günler geçireceğiz? Abdülvahab bu sırada Leş” nm ellerini tutmuştu. Leylâ bu ” rada sanki yüzüğü yeni görü muş gibi: — A? Ne kadar güzel yüzi nüz var, Biraz bakmama mü eder misiniz? — Hay hay! Abdülvahab derhal yüzüğü! çıkarıp Leylâya verdi. Bir tar! tan da anlattı: — Bu pırlantanın dünyada cak yirmi tane eşi vardır. Mi bunlardan iki tane vardır, Ve bendedir. En aşağı su içinde # mi beş bin lira eder. Bu sırada Leylâ birdenbire dülvahabm boynuna sarıldı. #, gin Mısırlı bu ani muhabbet b şısında şaşırmıştı, O da he; Leylâyı kucakladı. (Devamı vi) IZZET iy gm Terirka No. 70 — Fakat biraz önce benim kabahatlerimi yüzüme çarparak kendinizi mazur göstermeğe uğraşıyordu. nuzl, — Sözünüzü reddediyorum! Hiç bir zaman size karşı en küçük bir kabahat işlediğimi kabul etmiyo rum. » Bezgin bir tavırla: — Sizi suçlu veya kabahatli görüp görmediğimi bir yana bırakalım! Ben sizin O görüşünüzden daha başka türlü görüyorum.. Dünü bir tarafa btrakalım. Şimdi yalnız bu adamt bir daha görmemenizi istiyo rum. Hepsi bukadar... Bana söz veriniz. — Ne ondan kaçarım ve ne de onu görmeye uğ” taşırım. Hergün hava almak üzere gittiğim bahçeye bir daha gitmemek suçu üzerime yüklenmek demek" tir. — Demek yarın gene gideceksiniz. — Evet canım isterse gideceğim. — Hattâ gitmemenizi sizden rica dahi etsem? — Beni bundan alıkoyacak bu hakkı sizde göre miyorum. ».0g e — Peki! Peki ben yapacağımı bilirim, Birdenbire içerimde bir korku uyandı. o Kocam bir aptal gibi namusunun İekelendiğini düşünüyor. du, — Ne yapmak istiyorsunuz? dedim, — Artık orası size ait değil, — Size yemin ederim şüpheleriniz doğru değik dir. — Şimdiye kadar öyle sanıyordum. — Şu halde? ' — Tehditlerimin bir hakikat olmasının vaktinde önlinü alacağım. Natürel bir zevceye karşı daha baş ka türlü konuşabilecektim, Fakat sizinle?.. Siz ki ba. na karşı en ufak bir rabetayı, en küçük bir börcü ka. bul etmek istemiyorsunuz! Şu halde artık benim için başka bir yoldan yürümek kalmıştır. -— Böyle yapmakla benim hürriyetimin önüne mi geçeceğini sanıyorsunuz. — Heyhat ki hayır! Sizi icbar etmek elimden gel mez. Sadece bu adamı yolumun üzerinden delede ceğim. Safiyetle: — Yoksa onu öldürecek misiniz dedim. Hâyretle yüzüme baktı, Sonra gülmeğe başladı. — Hayır Samiye. Bir kadınla.. hele sevilmiyen.. ve hakaret eden bir kadına.. yer veren bir adam ör di) ka Dikkatimi iyice çekmek için “sevilmiyen,,söfÜ — rinde durmuştu, Fakat şimdiye kadar benim igi9 hislerine alışık olduğum için, hiç aldırmadım. — Peki ne yapacaksınız? — Bu beyi sadece göreceğim. Ona çok yana) imi lerden bahsedeceğim. Eğer adımı bilmiyorsa bir arkadaşım olan çok yüksekten bir şahsım ? karıştırarak söylemenin bir yolunu bulacağı” takdirkârmız mesleğinin tehlikeye düştü mezse kendisini derhal çekecektir. — Anlamıyorum. Bu kadar iyi tanxdı; şılan bu adam kimdir? Yavaşça: — Gerçek mi söylüyorsunuz? ğunu bilmiyor musunuz? — Kim olduğu beni şimdiye kadar €9 memişti, gi! — Pekâlâ azizem öyleyse öğreniniz: Ted Sd Sefarethanesinin genç ataşesi R. Beydir- istirahat zamanımı geçirmek Üzere geli ari yorsunuz ya.. Onun vaziyeti benim arzumdi çıkmağa, başkasmın karlarını kandırmaği ilsait değildir. ğa müsait deği ör | ge ouz Ni yerest © Arif Nedretin dediğini yapacağını $$ anlamıştım. En küçük'hir kaprisi için bİr tikbalini tehlikeye düşürecekti, — (Des

Bu sayıdan diğer sayfalar: