2 Aralık 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

2 Aralık 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| , Hatıralarını gölatan: Alman korsan gemisi süvarisi kartalı" &ont Peliks fon Lukner “Deniz Bip — S0 — Bizi o kadar sıkı, şiddetli surette tarassut, ediyorlardı ki, sanki birdenbire tebahhur edip kaybo'mamızdan korktukları sanılabilirdi Saat dörtte bizi bir kamyona bin- dirdiler. Bunun hayvan nakline mah - su5 bir kamyon olduğunu içinde kal - muş olan gübreden anladım. Çeneralin “ huşuruna gitmek için garip bir vası- ta! Vaythavz da, elinde bermutat revol- veri bulunduğu halde şoförün yanına kuruldu. Bizimle beraber müsellih ye- di nefer de kamyona bindiler. Kamyon etrafı altı metro irtifamda| duvarlarla çevrilmiş bir bina önünde durdu. Bu da ne demekti? Kapı açıldı: Suva hapishanesine gir dik. Burası'yerli ve hintli mahpuslar. la tam manasiyle bir müstemleke ha- pishanesiydi. Meğer herif bizi cenera- le götürüyorum diye hapishaneye nak- etmiş. Yüzbaşının yüzüne haykırdım: — Alçak! Sizin oöneralleriniz hapis- hânelerde mi otururlar? Yoksa hakiki müksadmı yüzümüze karşı açıkça söy- Myecek kadar damarlarında kan mı yok? İngilizler esirlerine karşı böyle hareket ediyorlar öyle mi, tebrik ede- rim! Bir sürü mahpus demir parmaklıklı arkasından biribirini iterek bize bakıyorlar, parmaklariyle bizleri göstererek: İZ Avfupalilar! diyorlardı, demek büraya beyaz adamları da getiriyorlar öylemi? Acaba ne kabahat etmişler? nikişu”ödiyor Ve acı bir gülüşle güle- rek; — Buraya çiten bir daha sağ çık- maz!'diyordu. Yaptığımız protestolar o neticesiz kaldr. Hapishane müdürü aldığı emir- den harice çıkamıyacağını söylüyordu. Rütubetli bir koridor boyunca mtte. addit demir kapılardan hücrelere giri- İiyordu. Kendi kendime lünet ediyor ve: — Gördün mü bir kere, diyordum, üniformaya hllrmet nazariyesi seni no) relere kadar silrükledi? İ Demir kapının mevtâ bir gürültü çıkararak kapanması ve #ürgülerin gıcırtısı tüylerim! diken diken etti, Bu suretle arkadaşlarımdan tecrit edilmiş ve tamamiyle yalnız kalmıştım. Zemin betondandı. Pencerede demir parmaklık yoktu. Ancak bir el geniş- Hiğindeydiler. Kendimi bu mahpeste olduğu kadar biçbir zaman daha fazla Alman hisset- medim. On iki saat evvel aziz aile o- caklarımızı ve siperdeki muzaffer kar. deşlerimize nurlarını saçmış olan gü - neş ışıkları emiyordu. Fakat biraz son ra ışıklar hiltremden çekilip de yarı karanlık etrafı istilâ ettiği zaman ye- niden hüznüm arttı, Lâkin Almanları biribirinden tecrit etmek, ayırmak o kadar kolay bir iş değildir. Biraz sonra Permiyenin hüc. resinde armoniğin refakat ettiği bir şarkı yükselmeye başladı. Ve hep bir m bu şarkıyı terennlime başla - dik: “— Siyah, beyaz, kırmızı bayrak şerefle dalgalanıyor!,, Alman bayrağı için bestelenmiş bu şarkıyı pefesimizin bütün kuvvetiyle taganni ediyorduk. Kuvvetli nağmeler sefil hapishanenin içini şakrak tınnet- lerle dolduruyordu. Sonra başka, daha sonru daha başka bir şarkı okuduk! Bu vatani ve hissi şarkılar mesafeye rağmen bizleri biribirimizle birleştiri - gördü. , Nöbetçiler beyhude yere bizi sustur- mıya uğraşıyorlardı. Biz kuvvetleri - miz tilkeninceye kadar şarkılarımıza devam ettik ve nihayet soğuk beton - k., ni m iv lar üzerine serilerek vatanımızın rüya- sini göre göre uyuduk. Protestolarıma rağmeti bu hayat ta- mam sekiz gün devam etti, Bizi o ka- dar sıkı ve şiddetli surette tarassut ediyorlardı ki, sanki birdenbire tebah- bur edip kaybolmamızdan' korktukla- ri sanılabilirdi. Melez mecusiler arasmda çok şaya- ni dikkat simalara tesadüf ettik: Bun. lar beyaz tenli Avrupalıların da kendi lerine hapishgne arkadaşlığı ettikleri- hi görünce gözlerine inanamıyorlar - mış gibi hareket ediyorlardı. Düşmanlarımıza karşıda insafsız davranmıyalım. Belki do İngilizler bizleri hapishaneye tıkarak tazip et - mek fikrinde değillerdi. Lâkin onlar bu bir avuç Alman esirini ellerinde bu lundurmaktan o kadar derin bir gürur © kadar payansız bir şeref hissediyor- lardr ki, bu ender kuşları ellerinden u- çurmaktan korkuyorlar ve bu itibarla bizleri çok kuvvetli bir kafes içinde saklıyorlardı. (Devamı var) Macera ve aşk romanı Yaralı çocuk, göğsünde hançer saplı olarak, umulmaz bir çeviklikle, kapıya doğru fırladı: “Ne yaptın bana teyze ?.. Tedavi dediğin bu miydi?,, diye haykırdı İ KN ŞA li e Geçen tefrikaların huldsası; Havva, kırkında, muhteris bir kadm dir. Esir taciri Hacı Mustafa, onu ter kotmiş, küçük haremağalarına büş has tabakıcı Basbelmiştir. Bir tesadüf neti Gesi, Havvanın eline, Sünbül (isminde bir Zendi çocuğu geçiyor. Bu vaktinden evvel iizişaf etmiş oğlan, (bin badire den kurtulmuş, hadım edilmemek babu yarlığna mali olmuştur. Şimdi, Finvva bm kamarasındadır, “Bon seni Oalaca gır. Ben benim karım olacaksın?,, Giyor Dünyadaki bütün erkeklerden mahrum edilmiş bir vaziyette olan Havva da, bu tesadüf, fevkalâde emeller uyandırıyor. Bünbülü, Usera gemisinde nazarı dikka ti celtetmiyecek bir bale getirmek için çareler arıyor. * — Sizin hakkmız var, elbette bitkin vaziyette olanlar ağırdır. Lâkin, en sa pasağlam görünenler içinde bile, ölü- me yaklaşmış olanları bulunur... Be - nigi İyice muayene etmem için, şunla- ri haremağalarının #edyelerilâ benim kamarama Üçer üçer taşıymız... Ben, mavi sargılar olmak lâzımgelenleri sa- Farm... — Ferman sizindir! Kızların hiçbiri bir şeyden şüpbelen- . de ; yes lm) ARE — di — mediği gibi, fesât kalbli heremağala- rının sklma da bir şey gelmedi. Hav- va, yataklar arasında - dolaşarak: buj mavi sargılardan otuz tane kadarını muhtelif yataklar üzerine bıraktı: — Bunları üçer Üçer aşağı getiriniz de Iyice muayene edeyim! - emrini ver di. Bu emrin tatbikmı beklemek için, aşağı inince, dolabın kapısından 8es- lendi: — Sünbül, sakm patırtı etme ha.. Buraya gelecekler. Sonra karışmani Evvelâ en hastalar, üçer üçer odaya getirildi. Havva, işe yatkm eliyle bun- ların tiftiğini değiştirdi. Bağmı bağla-| dı. Birer birer yukarı yolladı. Seçtiği oğlanlar arasında epeyce gürbüz ve en az sarsılmış biri vardı ki, Havva, onu, münhasıran Sünbüle ben- zediğinden dolayı seçmişti, Zalimane plânmı onun Üzerinde tatbik edecekti Bu zavallının postasındaki iki çocu- ğu savdıktan sonra, haremağalarına oğlanm anlamadığı türkçe İle fısılda dı; — Bir çeyrekten evvel görünmeyin. “ UYmarımki uzun zaman prensin misafiri kalırsınız! dedi Sonra gülerek ilâve etti: — Malümya, neşe para ilede satın almır bir nesne değildir. Halbuki, ni- hayet bütün bir geceyi meyus geçiren bir insan, ertesi sabah tekrar (o güreşe kavuşabilir. Kaçan neşe, güneşten daha güç avdet eder, Müzik durdu. Prens başımı davetlilere çevirdi: — Aziz misafirlerim, haydi şampan- ya içiniz! Şampanya içelim... Prens şampanya içerken Semra ile konuşmağa devam etti: — Müzelerimizi gezdiniz mi? — Asarratika müzesini (o gezebildim ancak.. — Lustgarten'deki (Altes Museum) u da gezmelisiniz.. Orada bütün dünya milletlerini alâkadar eden eserler var- dır. — İlk fırsatta oraya da gideceğim. İlk önce yaşayan insanları ve hareketli müesseseleri gezmeyi tercih ettim. — Hakkınız var. Harp, bütün in sanlar gibi sizi de maddileştirmiş, Taş lar ve heykeller üzerinde zihin yorma asrında değiliz.. Her tarafta kan, bom- ba, top. Tayyare ve tahtelbahir hü- cumları.. Bunlar gerçek insanın ruhu- nu katılaştırıyor ve düşüncelerini gra nitleştiriyor.. — Harp dediniz de hatırrma (geldi, prens! Bu dünya boğuşması ne zaman bitecek dersiniz? Prensin dudaklarının ucunda manalı bir tebessilm belirdi: — Dünya sulhü Alman süngüleri nin ucunda duruyor, Alman ordusu ne zaman isterse, harp o gün bitecek, — O halde beyhude yere neden insan kanı dökmeli? Bu süngüler biran evvel vazifesini yapmalı değil mi? — Bunun da sırası var, yavrum! Ve birden gülerek ilâve etti; — Prenses Ayda şimdi yanımızda ol- saydı, seni bu hususta derin ve ikatakı malümatilş çok çabuk tenvit © ederdi. ; ka” l Ben eğlence esnasında bu gibi mevzular üzerinde kafa yormak Prenses Ayda bu sira prens Vil- helmin masasına doğru yürüyordu. Vilhelm prensesin geldiğini gördü; — İşte, tam vaktinde © yetişti. Sizi kendisile tanıştırmak isterim. Prenses Ayda tatlı bir gülüşle masa- ya sokuldu: — Sizi rahatsız edeceğimi bildiğim halde, yanınıza gelmeğe mecbur oldu- ğum için evvelâ affımı dilerim. Prens ayağa kalktı: — Vallahı ben de şimdi Türk mlsa- firime sizden bahsediyordum. Çok mem nun oldüm yanımıza gelişnizden.. Wilhelm, Semrayı Prensese © takdim ettikten sonra, kendisine yer gösterdi Ye garsona: — Şampanya. Diye seslendi, Prenses Ayda uzun boylu, geniş o- muzlu, dolgun göğüslü ve dolgun kal! çalı, hasıl gösterişli ve otuz yaşlarında | bir kadındı. Zekâsı bakışlarından sezili yordu Semraya bakarak gülümsedi: — Kendisini sahnede gördüm. Çok ince duygulu bir sanatkâr. Tebrik ede- rim,. Berlinin uyuşuk sosyetesini hare kete getirdi doğrusu, Herkesin ağzın- da “oryental rakıslar,,ın oynak nağıne- leri dolaşıyor.. Ve Semraya dönerek ilâve etti; — Berlinde çok kalacak mısınız? — En çok bir ay kadar. — Çok ar, Bir kaç ay kalmalıydınız! Prens Vilhelm neşeli Obir tavırla söze karıştı; — Bir aydan fazla kalırsa, Berlinin delikanlıları arasında kanlı aşk muhare beleri başlar sanıyorum! | Semra da bir nükte savurmaktan ken dini alamadı; — O halde İstanbula dönmemi z. yorsunuz demek.sMüsaade © ediniz de yarın pasaportumun vizesini yaptıra- yın.! | Gülüştüler, Yazsın: Iskender F. Sertelli —18— .. emen sane ar Ve Prenses Ayda bu sırada prensin gözlerinden ne kadar sevinç iğinde ol- duğunu sezerek; — Umarım ki siz uzun zaman pren- sin misafiri olarak kalırsınız! dedi, Vilhelm şampanya kadehine sarıldı. Bu söze cevap vermek istemedi. Semra eski mevzua avdet etmeyi faydalı bu larak: — Harbin ne zaman biteceğini ko- nuşuyorduk prens O hazretlerile, diye mırıldandı. Ayda dudaklarını büzerek cevap ver- di: — Bence bu harp bugünkü nesli ak saçli: ve aksakallı yapıncaya kadar u- zayacaktır, Prens şampanyasını içiyordu. Semra ciddiyetic. prensesi dinliyor - du. — Alman süngüleri: bu harbi çabuk bitiremez mi? diye sordu, Prenses sözüne devamla: , — Bitirebilir ama, dedi, bu süngüler bütün cephelerde görünebilmek şartile, Halbuki dün Bağdadın sukutuna dair bir telgraf gelmiş, Bugün Türkiyede ve Berlinde — güya bir başka cephede bi-! yük bir muvaffakiyet temin edilmiş gi bi — zaler şenlikleri yapılıyor. Gerçi, bu, ordulardan ziyade halkın maneviya tmi kuvvetlendirinek bakımından fayda kı hir tedbir görünürse de, kocamın file- rine göre hâdiseleri olduğu gibi halka göstermek daha müvafrk olurdu, Baki” nız, bu gece her tarafta meşaleler yanı yor. Şenlikler yapılıyor. Halbuki müt-! tefikimiz Türkiyenin büyük bir şehri şu dakikada düşman istilâzına uğramış bu Tunmaktadır. Prens ciddi bir tavırla sordu; (Devama var) Yazan : (vâ-N0), Bunun vaziyeti tehlikeli. İşi uzun recek... i Adamlar gittikten sonra, kapıyı # litledi. ği Gayet mülâyim bir tebessümle: hk — Oğlum! senin adın ne? - — Bülbül! |, — Maşallah... Sahiden de bülbül bisin... Hem sen, Sünbüle benziyot Tanır mıydım onu? — Ah, tanrrdım, Sitti... Benim 8 camın oğluydu. O da herhalde bis aramızda olacak... Fakat başka koğr ta galiba ki, otrafıma o kadar bakin dım, göremedim... Da — Dur bakayım evlâdım.. Seni teği vi edeceğim. Çabucak iyileşeceksifi * Hiç merak etme... Fakat ne yap i kımıldannıs, emi?. — Peki teyze... Sen çok iyi bir dma benziyorsun... Bana çik iyi mü mele ediyorsun. — 'Tabif değil ml ya?.. Havva, sedyede yatan çocuğa laştı, Bileğinin altmda sakladığı mayı birdenbire çıkararak, onun süne sapladı... — Ah... Ne yaptın bana teyze. X davi bu mu?, Ah.. ş Oğlan, vücudunun altındaki, üstü deki yarasına rağmen, umulmaz çeviklikle yerinden fırladı. Cerih bın ikisinden de kanlar boşanıyord pp” — Eyvah, kaçıyor! - diye inilde Hakikaten de çocuk, mandalı dışarıya fırlıyâcak vaziyetteydi. O! da, kendisini göğsünde hançerle ne diyeceklerdi?.. Belki de xi hiş bir rezalet çıkacaktı. Tam bu esnada, dolabın kapağı i çildı. Samimi, gayet samimi, Havfi e nın deminki sesinden daha samimi Bes: di. — Bülbül! Bülbü!! - diye haykırf Yaralı betbaht oğlan pek aşina "| duğu bu çağırışa doğru döndü. Ami Zadesini tanıdı: Sünbül, dolaptan usul usul çıka — Benim... İşte geldim... Seni tarmağa.. Dur!.. Çıkma dışarı, b tün tehlike var.. Beni dinle. Yaralı çocuk, büyülenmiş gibiye? de kakıldı. İşte kendisi için imdi) İşte bu canavar kadınım elinden 1 kurtaracak mucize! ; — Gel kardeşim gel... Sünbül, güler vüzle onra yak Kollarını açtı. Fakat, tam o sıradi mulmadık bir çeviklikle, ayak! vi doğru bir tekme salladı ki, Bülbül © i yıflamış vücudiyle, heyecanlanan biyle bu darbeye karşı duramadı. * menin şiddetiyle: — Sen de mi onlarla birliksin, bül... Sen demi beni öldüreceksif.. Ben sana ne fenalık yaptım?.. EY camın oğlu.. Ben seninle bereber medim mi7... Ben seni... Fakat, fazla söyliyemedi. Yere düşünce, harcer,/gi gir i batış battı ki, bir ucu sırtında” & ç Zavallı Bilbül, hakikaten de. kuş gibi, bir iki çırpındıktan yerde hareketsiz kaldı. — Sünbül, büyük bir soğukk Havvayat — Tamam... » dedi. Sonra, kaşlarmı çatarak: oo g — Az daha kacırıyordun yah” gi ne dikkatsiziiir. Elinden gu Ki“ iş de mi gelimiyor?.. a“ © cem ee) | e

Bu sayıdan diğer sayfalar: