19 Ağustos 1932 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

19 Ağustos 1932 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

isem ümdesi “MİLLİYET” tir 19 AĞUSTOS 1932 Idarehane: Ankara caddesi, 100 No. Telgraf adresi: Tet. Milliyet Telefon Numaraları: Başmuharrir ve Müdür: 24318 Yazı işleri Müdürlüğü 24319 İdare ve Matban 24310 BONE ÜCRETLERİ: Türkiye için o Hariç için Müddeti geçen nüshalar 10 ku vuştur. Gazete ve matbaaya git işler için müdiriyete müracaat edilir. Gazetemiz ilânların mes'u- liyetini kabul etmez. BUGUNKU HAVA Yeşilköy askeri rasat merkezin. Jen verilen — malümata göre ba- rün hava açık olacak, rüzgür şi sali istikametlerden © eseceketir. FELEKTEN Seyaha! mektupları. Vichide ilk Gece ve gün.. Vichi 10 Ağustos 932 Halâ akirma geldikçe kızı orum, Hele Vichy'de bir sürü > alınayak, çember sakalir ve be “az aba maşlahir Cezayirlileri ördükçe büsbütün içerleyo- um. , Efendim, Vichy'ye gelmek | şin gece yarıları bir kaçakçı gi « trenden trene elimizde ba, “ul, çanta, valiz, pardesü, fo- oğraf makinesile geçerken, bir enha kompartımanda yanıma “ir delikanlı geldi ve bana sor- — Bu tren Vichy'ye gider | O tren daha iki defa değiş irilmek lâzımdı — Gider amma, zannederim alan filân yerlerde aktarma yapacağız... Lâf böyle açıldı ve gözlük- ü geveze bir delikanlı olan bu satla görüştük, Kendisi Ceza- ririn Konstantin (şehrinden miş te Fransada hukuk tahsil »diyormuş. Vichy'de bulunan | <ardeşine tatili geçirmeğe gel i gün sonra da memleke- üne gidiyormuş. O gün, bil- mem hangi yerde bir fabrika- tör bunu yemeğe davet etmiş, Hacı da (ne dinden olduğunu 3ilmiyorum ya) bir hayir gü: | İ Hemen sordum: aeşte yürüdükten sonra yeme- ğe oturmuş, hem fazla atıştır- miş, hem de şarap içmiş. Tam yemeğin sonunda bir baygınlık gelmiş kusmuş ve düşmüş., Ne | ise ayıltmışlar.. Onun için geç | kalmış, Vichy'ye beni ge Edebt Romanı : 67 | Ölüler yaşıyorlar mı? | olduğumu falan öğrendi ve ba- İ dimi | Hıfzı Bey güç geçer. | | | İ alt katta iyi bir oda hazırlama- değişe değişe gidiyor.. Lâf sok bet arasında benim İtsanbullu na ne dedi bilir misiniz? — Siz memleketinizde böy- le kostüm mü giyersiniz?. Fena kızdım amma belli etme- Tabi? dedim, Tabii bazı yerlerde köylüler memleket kı- İığında giyinirler amma bu her | yerde köylünün hususiyetid Bu sözden sonra Vichy'ye ge ip te güpegündüz otelin önün- de çıplak ayaklarmın parmak- larını caddeden geçenlerin gö- zü önünde kıpırdatan Cezayirli leri görünce trendeki ukalâ ak- | İsma geldi de yazmadan geçe | medim, ... Vichy'ye gece geldik... Tam gece yarısı.. Yıl başı girer gi- Arkadaşlardan birinin ha- zırladığı Columbia oteline çek- tik.. Sefertası gibi bir yer. Bir kapısı var ki; bizim arkadaş- lardan meselâ Nalbant zade Ne ise İ içeri girdik yarı uyuklayan bir garson: — Beklenen yolcu siz misi- Hemen merdiven başında İ bir odanın kapısını vurdu. ve sordu: Patron! Falanın dostu © lan yolcu geldi Hangi odayı vereyim? Hateften bir sada: — 35 numerayı.. Ve başladık çıkmaya birkat, iki kat, üç kat, dört kat, yetmi ayak merdiven çıktık.. Ga bana yolda ihtar etti — Ayakyolu burası.. Ve anlaşıldı ki; abdetshane yi yer tutmasın diye merdiven- lerin iki kat arasındaki sahan- lığa yapmışlar.. Hem altındaki kat müstefit oluyor, hem üst- teki, Lâkin belâya bakın! Son | kat olan bizim katta da yok, alt İ katında da, Demek bir buçuk | kat indikten sonra ancak me-| hiç | şakaya gelmeyen bir moseler. | Gece yarısı münakaşa etme dim. Odama girdim. Garson de di — Arkadaşınız falan eşyanı- Zı açmamanızı tenbih etti, Çün- kü sizin geleceğinizi den haber verdiği halde müdür size dı., Onun için... | Ne ise soyunduk, dökündük. Şimendiferde simsiyah kesilen elimizi yüzümüzü yıkamak için musluk başına geçtik. Muslu- ğu açtım ki; lavabo dolsun da yüzümü bolca yıkayayım. Su | evvelen porselene döküldüğü in sessizce & akıyordu sonra küvet doldukça su da şakırtılı | akmağa başladı. Bu esnada yan daki odanın duvarı dehşetli bir | gümbürtile vurulduktan sonra | eriden bir cadı karı sesi gel di — Yeter artık bitmedi mi? Hay Allah belâsını versin. — Ne söylüyorsunuz ma- dam | — Yeter artık su şakırtısı. | Uyuyacağız! — Ne yapalım. Şimdi gel | gibi | dim, yıkanmadan yatamam., (Felsefi fantastigue roman) l Yazan: HÜSEYİN RAHMİ ip Vurdukları yerde gül bi- — Vallahi benim suratıma kan oturdu... Aklıma geldikçe bülâ gözlerimden ai yor. çer a za yo- bana öğretmediniz gitti. — Ruhlara rahla vasıl olu: Mur... © — Nasıl? — Ruhunu vücut maddiye- inden süzüp onlara > karıştır- o —Sonra da trmarhanenin olunu tutturmalı... — Tımarhaneler uyanık can rın tekkesidir, Deli onlar de- Onlar aklın mavera- ö Bu ikatler bize abuk sabuk gö ir, Çünkü o lisanı anlama- Gözlerimiz kulaklarımız İetle perdelidir. Şimdiki gü san'atlar bu perdeleri yır- | | | | dana koymalıyız. tip esrarla kucaklaşmaya atı lıyorlar, Akıl hududu üzerinde | | taklak atan kübism'in fütü rism'in, dadaism'in hamleleri hep bu ilâhi tepeye müteveccih tir. Yükselmeli, yükselmeli tâ şuurun güneşine, cennetine ka dar,, Hakikate kalbolunmalı.. | San'atı, yerinde zincirleyen an” — e ilim usul perestlikle- inden kurtarmalı. San'atı mah | li tutan onun güzellik- lerini örten bütün mı arın» dan soymalı.. Çırılçıplak mey- Aşkımızı tu- tuşturacak la işte o zaman karşılaşarak büyük sırra ermiş oluruz. Soyunmalıyız.. Soyun- malıyız.. Cismen, fikren soyun | malıyı — Peki amma bu dediğin ya zın plâjlarda olabili — At üstünden caketi, pan- talonu. donu... ö bil | ettik İ pansiyon yani i Dün içindir ki; yüzlerce İitimalıdır. | lum encamımız ne olacal — Bu saatte (otele gelinir mi7. — Madam yayan gelmedim. | Trenle geldim Ve sesi kesildi.. Ben yıkan dım amma fena halde içerle- dim ve ertesi günü o civarda başka bir otele naklettim. Vichy'de bir lüks sınıf otel- ler vardır. Oralara ayağımı ba- sabilmek için bir mevsimde en aşağı 50000 frangı gözden çı- karmalı. Sonra birinci sınıf, son ra ikinci sınıf oteller gelir. Bü- tün bu oteller büyük, muazzam müesseselerdir. Bunlara muka- ehirde bir de ailelerin tesis leri pansiyonlar ve ufak o- teller var, Bu ufak otellerde yatak, öğle ve akşam yemekleri 35-—40 frank- tır ki; büyük otellerin 60 frank lık sınıfına muadildir. Çünkü | bu küçük otellerin büyük mas- rafı yoktur. Madam yahut Mös yö işe nezaret eder, iki garson | ve iki hizmetçi kadın bir de aş- gı ve aşçı yamağı ile işi idare ederler. Bu otellerde zaten an- cak 30—40 kişi bulunur, Ve o odalı | büyük otellerden daha rahat ve İşte bu otellerden birine yer leştikten sonra müdürün tavsi- | yesile bir doktora müracaat et- tik. Vichy'de 150 kadar doktor işleri mevsim esna. sında Vichy'ye gelen hastala” ra bakmaktır, Bi sna bütün bu doktorlar bir tedavi müdde- | ti yani 21 gün 300 frank ücret alırlar. Ve sizi tedavi es- | nasında beş altı ve icabına göre on, on beş dadika muayene €- derler. Bizim doktor beni u- zun uzadı dinledikten sonra bir de derinden derine muayene et | Ve bütün Vichy doktorları gibi o da: — Sizin midenizin ekşiliği midenizden değil, karaciğeri- nizdendir.. Dedikten sonra te- | davi şeklini tesbit ederek ya- | zıp elimize verdi. Bir de matbu yemek rejimi listesinden mese lâ ber nevi yumurta gibi bazı şeyleri çizdikten sonra çenemi- ze dayadı. Verdiği tarzı tedavi: Sabah erkenden aç karnına | 100 gram filân membadan, Sabah 11 de 75 gram falan membadan, Akşam 3,5 ta 75 gram yine ayni memba Akşam 5 te 75 gram yine ay ni membadan, Akşam 6 da 75 gram keza ayni membadan, Bir sürü de duş, masaj, ka- | raciğere duş, İskoçya duşu, a- yaklara duş... Yemek listesini alıp otele geldik. Pembe renkli kâğıdı gö rünce Madam tanıdı: Bizim yemekler hep sizin listedendir.. dedi.. Yarın işe başlıyoruz.. Baka- Şim ik Allaha ısmarladık.. FELEK ÇANAKKALE Şehitlerini ziyaret 15 EYLÜL GÜLCEMAL vapurile — Bu mezhebin kenüz nizam | | namesini okumadım. Soyuna- 0 ber parçaları. kalbini al saklayor... — Soyunsam da kalbimi ge- ne göremezsi! O deriler, et- ler, kemiklerle örtülü bulunu- yor... Acayip Demek bize | eğilir ağar Gever cek. iphe msi var... Allah bize her şeyi görmek içim göz ver- miş. Örtülerle onu bu hakkın- dan mahrum etmek... Tabiat İ kanununa karşı « vahşi bir ted- bir, mânasız bir yasaktır. Elbet te tabiat böyle şuursuzca mu- halefetlere birgün galebe çala- cak, herşeyin örtüsü kalkacak. — Demek medeniyet Du yo- la gidiyor. — Sorar mısın?.. — Ben sana başka bir şey sormak için geldim... Turhan cebinden şık, yuvar- lak kere bir gümüş kutu çıkararak: - Çeker misin bir tutamcık | İ bundan? — Nedir o? | yiz İ biler, bazan bir cümleyi — Cenabı hakkın dünyayı Bizde ecnebi lisan meselesi Usulü tedris hakkındaki fikirler - Ecnebi! liselerden çıkanların Türkçesi LE isesi tedrisat ran selesile Ankarada açıl- ülen iki yeni İise mese lesi münasebetile ara sıra tazele- nen ecnebi lisan meselesine temas tur. Birinci fikre göre, ec sanı gramer, tercüme ve mükâle- me okutma! ikinci fikre gi ecnebi lisanı metod direkt dedik: | usul yani çocuğun ana dili ibi bir surette öğretmeli. Ben müteaddit lisan öğrendim | ve öğrettim, altı sene Rodos idadi- sinde Fransizca muallimliğinde | bulundum ve on yedi seneden be- ri darülfünunün dubul ve huruc imtihanlarında ecnebi lisan mü- muyorum. Bütün bu zanıan fındaki mümareselerim, mi İ delerim ve tecrübelerim beni, ec- nebi lisan hakkında rey verecek bir hale getirdi. Birinci fikirde © bulunanlara karşı yapılan itiraz budur: “E- fendim, gramer dediğin şey ne oluyor? Bu eski usul iflâs otti, artık bugün li N öğretmeli.,, İkinci fi ra karşı yapılan itiraz fendim, metod direkt ancak lisanım ameli maksadını yani pratik cihetini kısmen temin eder, nazari kısmını temin et- mez. Materizlerin ikisi de, kendi görüşl göre, haklı görünür. Fakat, bu görüşler © noksandır. Çünkü lisanı esas itibarile — hem nazari ve hem ameli o yahut bu mümkün olmadığı halde, muay- yen daf © olukur ise, nazari yahut ameli öğretmeli. Muayyen gayeler istihdaf et mek ne demektir? £ Bu, ecns- bi lisan (oöğrenen (kimsenin, hayatta tutacak iş ve takip edece- ği meslek ile taayyün (| eder. Lisede okuyan bir kimse, | liseyi mine atılacak yahut bunun gibi münasebatta yanlış konuşulan li- san ve yahut yanlışlar ile lan bir ticaret yahut iş mektubu maksadı temin edebilir. (Yanlış- sız konuşmak ve yanlışsız. mek- tup yazmak elbette faydalıdır) | halbuki, liseyi ikmal ettikten son ra yülesek bir mektebe darülfünuna devam etmek yen bir kimsenin behemehal na- zari ecnebi lisandan istifade et- lâzımdır. Nazari lisan kuv- gramer, kuvvetli tercüme, san mukayesesi usuli | edilir. Kuvvetli gramer diyince, gramer aksamının kuru tarifleri basma kalıp nahiv ka- ir. Böylebir gra manası “öm 1 beni ideleri mer öğrenmenin hiç bir yoktur. Bu noktada bilh. rar ederim. Tecrübelerim hataya dü ği ç Darülfünunun mezuniyet Mi yatname bilmiyen değil gramer anlamayan | larm maruz kaldıkları müşkü- zaman görüyorum. Bu gramer hakkında ciddi bir fikir sahibi olm yanlarla cümlelerde bulunan ke- İlmelerin oynadıkları rolleri tem etmekten âciz kalanlarda bilhassa müşahede olunur. Bu karine ile anlarlar, fakat her zaman ka- yaratmak için kullandığı enfi- | ye... — Ha ben de içimden bizim küçük bey niçin bugün tahteş- suur otuz kırk derecelerden ko | nuşuyor diye taaccüp ediyor. > sebebi ü değil; , fikir bilegisidir, Çekmez misin? — Hayır. — Niçin? — m diye aklımı . bilet- mekten korkarım... — Beynin paslanmış körlenmiş... — Zararı yok.. Ben burada otururken : Süveyş kanalından geçen gemileri seyretmek iste- aklın €| mem... Tabiatın ölçü de bu bildiklerim, gördüklerim bana yetişir... in bu sırrımı anneme,. Kardeşime söyleme... — Peki amma seni buna kim alıştırdı.? — Bir peri kızı, — Tozu nereden buluyor- sun?, - Bir Rusla dostoldum. Bi- zim bakkala bırakıyor, O da giz lice çırağile bana gönderiyor. yazın ahut | 4 yeliz | dan Türkçeye tercüme | rine imdatlarına yetişmez, hata- ya düşerler. Almanca öğrenenler için gramer şartı o azamdır. Gra- mersiz Almanca öğrenilemez. Zira Almancada nahivin arzet müşkülâttan başka, üç cinse yrılan harfi tariflerin, mühte- " | if hecali isimleri rifleri ve saire iyi bilinmesini ve anlaşıl- iktiza eder. Yoksa iş yü- tiği Bir ecnebi lisan öğrenmek de- | mek, onu ezberlemek - demektir. | Ezberlemekten maksat, o hisanın | yalnız kelimelerini değil | belki kendi şivesine göre olan hususi” yetlerini, inceliklerini hatırda tu tup İsdelicap onları o kullanmak demektir. Vaktile liselerde gerek İ nesren gerek nazmen bazı ecnebi edebi parçaları ezberlettirirler idi. röcitation namile maruf olan bu dersin faydası, bir ecnebi li- elde etmek yayesi itibarile, büyüktür. Zira, böyle bir ezberin yüzde yirmi beşi hatırda kalsa, kâr sayılır. Bu usulü beğenmiyenler va dır. Bunlar, nesir ve nazım pal | çalarınm mealini yine ecnebi san ile talebeye söyletmesine tı raftarlar. Zahiren bu son usul iş ise de, talebe ecnebi lisan bilme- diklerinden ve okudukları parça- ları yarım yamalak bir ifade il zah edeceklerinden lisan tahsi de, kismen olsun, cezri bir netice istihsal edemezler.Bu son usul tek | mil tedrisatı ecnebi lisanda ya- pılan ; mekteplerde iyidir, çünkü, burada talebe ecnebi lisanı yal- nız lisan ve edebiyat dersleri v. sıtasile değil, muhtelif derslerin İ lisana vaki olan o yardımlarile öğ İ renir ve bu suretle, say ve gayre İ tinin derecesine göre, ecnebi san sahibi olur. Tekmil tedrisatı ecnebi İ ile yapılan ecnebi liselerde ikma- li tahsil eden talebeye gelince, bunlar, sarfettikleri gayret nisbe- tinde öğrendikleri lisanı bilirler ise de, umumiyet itibarile, türkçe İ leri zavıftır. Her ne maksatla olur ise olsun imtihan için darülfünuna müracaat eden bu gibiler, “Türk çeniz kuvvetli midir,, sualini hay- ret ile karşılarlar. Bunlar, yine sarfettikleri gayret & nisbetinde, bildikleri ecnebi lisanda her han İ si bir mevzuu kaleme (alarak tevsi edebilirlerse, ecnebi lisan- etmek i- pe kendilerine verilen her hangi ir mevzuu müşkülât ile ve hata | ile tercüme ederler. Müstesnala İ rı vardır. Orta mektep muallimi ehliyetnamesi imtihanına giren ve bir ecnebi lisanını şayet güzel be- nimsiyen bir kimse, on beş satır- lık bir ecnebi lisanı metni, elinde lügat kitabı olduğu halde ancak beş saatte ve ter içinde, hatadan salim olmayarak, tercüme edel miştir. Neden? Çünkü bu gi Türkçeyi lâyiki veçhile tahsil et- miyorlar ve tercüme hatalarının | ü almak için mükemmel İ Türkçe - ecnebi lisan ve ecnebi | Msan - Türkçe lügat kitapları bu- lamıyorlar. bu gibi lügatlar elyevm bizde mevcut değildir. Darülfünun müderrislerinden Avram GALANTİ Dr. HORHORUNİ Zührevl ve Bevli hastalıklar tedavihanesi — Beyoğlu Mulen- İ ruj yanında Zambak sokak No.41 oluyor. — Buna paha yetişir mi? Bu Bun yanında altın, elmas... Ne para eder?. Yenmez, tatılmaz, koklanmaz. — Besbelli Rusa çok cömert lik ediyorsun... Bu sırdaşlığını ödemek için bakkalın gözünü doyuruyorsun.. Çırağa da bol bahşiş sunuyorsun. — Para değil, canım feda ol sun... wet neticede can feda- kârlığı da var.. Çünkü her ne- feste sıhhatinden, şuurundan bi rer parça kaybediyorsun. — Bizi kasvetile ezen haya- tın böyle vasıtalarla ağırlıkla- rından kurtulup zevkine vara- madıktan sonra sıhhatten ne faide beklenir... Alış alış buna alış.. Gel beraber çekelim.. Bir maymun kadar olamıyor mu- sun? — İfadelerinden kayboluyor. Şimdi maymunun ne yeri var? Kokain kullanan bir damın maymunu da bull toza hanımile beraber alışmı: Zeki hayvan bu iptil lisan | — Sana bu çok pahalıya mal | lerini, kutularını, | sanları geçmiş., Hanımının cep | 14 ii 1 — Bu mektup kime yazıldı? Kardeşim Zarif Raciye. (Adres: Taksim. Mesleği: Hoca) 2 — Niçin yazıldı? 16 —17 ağustos gecesinde — vukua gelen bâdiseleri izah ederek bir ricada bulunmak için 16 — 17 ağustos gecesi hâdiseler: O akşam Raciye bü- yük bir unutkanlık gelmişti. Eve #rken döneceğini biliyor, — fakat le evde bulunacağına hatırlayamıyordu. Birahaneden çıktıktan sonra veda ederek evin yolunu tuttu. Ayrılır ken elimizi sıkmağı bile unut- tu. Dedim ya, o akşam Zarif Ra- ciye bir unutkanlık arız olmuş- tu. Bir müddet sonra Refik Haya ti: “Ben de gidiyorum,, diyerek koşa koşa uzaklaştı. O aralık geçmekte olan bir mo tosiklete doğru koştuğu için Mu zaffer: “Gi gitmek dedi, ben Muzaf- ferle kolkola k karanlık sokağa daldık. Niyetimiz Muzaffe rin evinde küçük bir sofra kurup bir miktar demlenmekti. Ondan sonra da ben eve dö-| necektim. 4 — Ah, Kısenya!.. Kısanya ve zevci Carcur Beyin ikamet etmekte olduğu hanede Muzaffer bir oda isticar © etmek istediğinden, bir gün bu hususta görüşmek üzere birlikte mezkür haneye giderek oda halletmenin münasip olacağı mü- taleasında bulunmasına © mebni ben derhal bu fikri gayet muva- fık bularak ve fakat bu gibi me- #nili mühimmenin tehiri caiz ola mıyacağı kanaati kat'iyesinde bulunmakta olduğumdan © ötürü mezkür binaya dakkı bap eyi yerek dahil olup maksadı ziyareti mizi izah ettikten kelli keyfi- yeti hal ve fasleyleyerek © ve bu hayırlı işe tavassut etmeleri pek tabii bulunan mezbure Kısenya Hatun ve zevci Carcur Beyin da- hi hatırlarını istifsar ve bu ba- hane ile bir taşla iki kuş vurmuş ik, yani âmiyane ile hem ziyaret, hem de ticarette bu lunmuş olmak için bir o miktar dem Bey ve iştira ve demin mü- temmimatı addedilen sucuk, pey nir, kavun ve saire misillü mez, leri dahi bir an evvel cem ve ih- zar eylemenin çaresine | bakıp bir miktar o telrü r düşmüş olduğundan naşi filhakika Carcur Beyin kapısmı vurup bir det bekledikten sonra müşa yh » karşımızda arsı ondam etmekle yukarıda arzedilen dem ve meze istihzaratını balkonda bir bayli eğlendik. $ — Beşinci maddeye geçtim? Nefes almak içi Vehayi tevali iyor! — Of, bu mk gözleri- ime dokunuyor, dedi. Derhal oto mobilin içindeki lamba söndü. Şim di karanlıkta tenha sokaklardan sür'atle gi nında Kısenyanın evci Beye vekâlet eden Bulgar tebaa- sından Sava Efendi var. Araba- nm içinde sağda Muzaffer, sel- da ben, ortada Kısenya oturu. yor, Kusenya mantosumu çıkarmış, çıplak kollarile seri | hareketler yaparak Rus romanları — söyl yor. Hep sarhoşuz. Bizimle bera ber, içen şoför de sarhoş. Hattâ i otomobil sarhos.. Aman, ne güzel Birden nasıl ir kendi kollarımın e sım sıkı niçin karıştırıp ta gıdasını bulamadı ler sinirlenir, titizlenir, çırpınır, evi alt üst eder kıya- metleri koparırmış... — Demek ki maymunlar da kokâin çekerek dadaism, fütü- rism xpünakaşalarına karışacak lar. Ediplerin sağlam bir ka- ba kurtaramadıkları bu ekistra meseleler hakkında bakalım bu kuyruklular neler yumurtlaya- caklar?... İtalyan şairi Mari- netti'nin büyük keşfi hayvanla- ra kadar sirayetle dünyayı sara cak, belki kaplumbağalar bile fütürist olacak... — İşin küçük alay.. Sen han gi fikrin salikisin? Bu dünya nesi oyuncuları arasında ne marifet yaparsın? — Vallahi sahne o kadar do- lu ki ben bu curcunu karışma yarak alargada seyirci kalmak isterim.. Hımbıl,. — Ne yapayım benim göste- recek m. im yok. — Bu tozdan çek, ilham bek- | le, San'atın bütün mucizeleri yüreğine doğar,, Her bahse gi- rişebilirsin, Derhal bir megalo- | man, labialın bütün esrarına aba motosikletle eve | yaparak | dolaplarmı | tercüman olursun. asri ai | ha dikkat ettim. Ben bir | de söylüyorum. seyi — Ah, Kısenya sizi ne kad. seviyorum. —Ne zamandan beri — Sittin seneden beri. — Ya zevceniz? Bu suale alimin: “Adam se de..,, ifadesinden başka türlü m na verilemeyen bir hareketi ceva veriyor. Kisenya diyor ki: — Ben bahçesinde güzel bi caz çalan şık bir otel biliyorum Son geceyi orada geçiririz.. Çür kü ben on beş gün sonra gidiye rum, 7 — O gece otomobil kaç k re durdu? — Saymadım, sayamı dım. Yalnız hatırımda kalanlar kapalı idi Sonra Belvunun, sonra Panoramı nın önünde durdu. Daha © sonr! Arnavutköyünde du: sonra Alman çiftli; durdu. Fakat orası | kapalı idi Son olarak hatırımda kalan bit yer daha var: Hürriyeti Ebediye tepesinde bir gazinonun önünde Orada gramofonlu radyoda dan j ettik 8 — Muzaffer? Muzaffer len ger lenger para sarfediyordu. 9 — Saat dört! Aman yarabbi daha neler işiteceğim? (Bü son cümle Monte Kristo © romanmın 843 üncü sahifesinden © alınmış- tır.) Tarlabaşında © otomobilden indik. Muzaffer beni evine gö- türmek istiyor. Nasıl olur? Ev- de ayal bekliyor. Saat (dörtte Tarlabaşından Yerebatan mahal- lesine doğru yürümeğe başladım. Biran evvel eve gitmek istiyo rum. Yarabbi, ne asil delikanlı! (Bu son cümle Çallı İbrahim Be- İ yin vecizelerindendir.) Evin kapr senı çaldığım zaman, yere doğ- ru bakınca tabanlarımın — şişmiş olduğunu hissettim. O zaman ha vaya baktım. Tan yeri ağar yordu. 10 Karım kapıyı açtı?! Karım kapıyı açtığı zaman heye- canlı ve titrek bir sesle: — Sus, dedim, aman sus! Hürriyeti ebedi ye tepesinde bir gazinoda idik (Burada eşhası vak'anın bazıla rna başka roller vermek lâzım geldi. Zevç vekili Bulgar | Sava rkadaşlardan Adnan Bey oldu. Ksenyaya da Emir Kaya rolünü münasip gördüm) ah, karıcığım, biz dört arkadaş © otururken i larmalar bizi tev. pis edildik. Fakat ber avni hakla kurtularak yaya tâ. | oradan buraya geldim. zavallı kocacığım! — Sorma | Ve yavaşça yatağa girdim. 11 — Ocağına düştüm! Aman Raciciğim, ocağına düştüm. Mu zafferle beraber, çalışıyorsun. O na söyle. Bir gün bizim karı ile karşı karşıya gelirlerse Hürriyet ; | tepesinde kavga | çıktığımı, jan- darma karakoluna düştüğümüzü ve benim de oradan firar ei mi söylesin. Olmaz mı canım! 12 — Bir temenni: Yahu, bi gün toplanalım, demlenelim. Çoktandır yaptığımız yok 13 — Selâmlar: Muzaffere, | Refik Hayatiye, herkese, herke. “14 — Imza: Mahmut Fer İDr. A. KUTiEL Cilt ve zührevi hastalıklar tedaviha. nesi Karaköy Börekçi fırını sırasın- da 34 Dâhileşir etrafa duman attırırsın.. — Mütehassıs doktorlar baş ka türlü söylüyorlar, Bunu kul lanan evvelâ hasta sonra diva- ne olur diyorlar. Aynaya git te bak. Benzin solmuş.. Sofi da dikkat ediyorum. Eskisi gi- bi iştahla yemek yemiyorsun. — Yemeği ne yapacağım. Bu tozda bütün mukavviyatın gıdasına faik bir hassa vardır. — Bu iddiayı kes.. Senin fik rin sende benimki bende kal- #ın., Sana başka bir sualim var. Kardeşlerin gönül dalaveresile meşgul sen bütün sevdanı bu müblik toza vereceğine güzel bir kıza âşık olaydın çok muva- fık düşerdi... ğzımdan sir mı almak iğ öiren Kardeşiz, Birimi: de sırrıdır... — Ben de seviyorum... - Kimi? Görünürde kimse yok... — Benimkisi göze görünür İ banal bir maşuka değ İ — Sen gaiple mi sevişiyor- sun? — Elbette, . A (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: