3 Mayıs 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

3 Mayıs 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Deliyet 3 MAYIS 1933 4 Ankara enden, 100 No, Telgraf sdresi : İst Milliyet Telefon Ni Başmuharrir ve Müdür : Yazı işleri Müdürlüğü : © 24519 İdare ve Matban £ 24310 | ABONE ÜCRETLERİ : aş 3 aylığı 4 .— . 7 W— Mr va i— 4 Gelen evrak geri verilmes— geçen nüshalar 10 kuruştur.— Gazete ve matbaaya alt işler içim .ü. raemat edilir. Gnsetemiz ilânlarm mes'u. liyetini kabel etmez. BUGÜNKÜ HAVA Yeşilköy askeri rasat merkezinden ve- rilen malümata göre bugün hava İs men bulutlu olacak, rüzgür şimal istikm- metlerinden esecektir. 2-5-1933 tarihinde hava taryiki 760 mi- Timetre, «farla seaklık Zi maz se caklık 12 derece idi Lâhana turşusu ve pehriz davası Beyoğlu taraflarında elektrik, su, hava gazı tamirleri gibi sokağı açmıya lüzum gösteren işler gece yarısından sonra yapılıyor. Biraz daha evvel de yapılır ve kimse 80- kaktaki gürültü ile tedirgin edil- mez amma, o ciheti düşünen yok!. Sorduğunuz zaman bu kumpanya- | ların amelesi size cevap veriyor- lar: — Belediye gündüzün sokağına çılmasına müsaade etmez... Eh! Haklı bir karar, güpe gün- düz sokak açılmaz ya!.. Lâkin hâ- disat bu kararın bir balmumu ka- dar yumuşak olduğunu gösteriyor. Dün, saat üçte Bahçekapısında Hacı Bekirle onun karşısmdaki Hacı İsmail şekerci dükkânlarının tam ortasında bütün bir şehir hal- kını ufunetlendirecek büyüklükte bir lâğım açılmıştı... Ve çukurdan çıkan şeylerin etrafa zararı dokun .masın diye üzerine şöyle bir kar yağdı tertibi kireç tozu serpilmiş idi. Gelen geçen istikrah ile bakı- yordu. Bunun burnunun dibinde de arabaların gidiş gelişini tanzim eden belediye memuru bütün haş- metile kürsünün üstünde idi.. Dü- şündüm, düşündüm. Aklıma hep (bu ne lâhana turşusu o ne pehriz) meseli geldi. Başımı iki tarafa sal- lıyarak yürüdüm geçtim. Turizm meselesi Bir iki gün evvel kongresini ak- teden bizim (Turing Klüb) ün se- nelik raporunu ve gelecek seneler için yapacağı şeyleri gazetelerde o kudum. Her şeyden evvel İstanbu- la gelen seyyah adedinin azlığı gözüme ilişti ve çok müteessir ol- dum. Senelerden beri İstanbula seyyah celbi için yapılan propa- gandalardan bir netice alımmayışı teessürümü (mucip oldu. Bizim memleketimiz gi dünyanın ge- lip görmek istediği bir yere sey- yah gelmiyorsa onda bizim kusu- rumuz olduğunu kabul etmemiz lâzımdır. Bu işleri mütalea eden bir za- tın söylediğine bakılırsa yalnız Amerikalılar dünyayı gezmek için il sarfederlermiş.. “Bu 22 milyardan bize düşen mik- darı bir damla kadar bile olmadı Aşk, Gencin lâkayt konuşması, kendisi- iceğin aklın eserse yap. Fakat aklın esse de esmese de okuduktan sonra mektubu yırtmayı unutma. . Bir danslı eğlence — Haydi.. başla! “ Yarı bir ay, bulutsuz bir gökte Pin- tlik etmeden ışık saçıyordu. Biribi- rine çok yanaşık iki tepenin, £ bitişile iki avuç İkadar dar aralığından, durur gibi ses çıkarmadan akan su, söğüt 4- ağaçlarının sık dalları ile kılıflanmış kara gövdeli bir değirmene dalıyordu. İşitilen dangıltı bu değirmenin dönen dolabından çıkıyor; az aşağıda, değir- menden kurtulan sular, çok gürültülü | gezdiriliyor, onlarda . çıkıp gidi- © Mülliyetin edebi romanı: 92 MAKEDONYA bir sene İstanbula vapurla gelen seyyahların adedi 10bini bulmuyor Bunlar da şehri otomobillerle ge- zip hemen vapurlarına dönüyor- lar.. Şehirde kalmıyorlar. Çünkü ne kalacak doğru dürüst otel, ne de onları şehirde tutacak eğlence ve gezme vesileleri var. (Turing Klüb) ün raporunda en ziyade gö- züme ilişen nokta hamallarla, san- dalcıların ıslahma müteallik te- mennilerdir. Biz daha memleke- tin eşiğinde bile seyyahlara kolay- lık gösteremiyoruz. Her şeyden ev vel seyyah vapurlarının rıhtıma yanaşmasını temin etmek, onların sehre kolayca çıkıp girmelerini gece geç vakte kadar kalmalarını ve para sarfetmelerini kolaylaştı- rır. Halbuki bunu yapmıyorlar. Sonra (Turing Klüb) ün reisi bü- tün Balkan konferanslarma, kon- grelerine gidip duran bir zattır. Hiç olmazsa Balkan memleketleri arasında pasaport vizesini kaldır- mak esasları üzerinde bir teşeb- büs yapmış mıdir?. Çünkü yapsaydı hemen rapora ya- zarlardı.. Halbuki merkezi Avru- pada Macaristan, Avusturya, Al manya arasında pasaport vi- zesi olmadığı gibi İtalya i le Fransa arasında da yok- tur. Hiç olmazsa şu kolaylık yapılsaydı, bizim memlekete gelen ler çoğalırdı. Sonra memlekete ge len seyyahlar buradaki tercümanla rm elinde oyuncak oluyorlar. Za- ten iki gün kalacakları için, Top- kapı sörayı, Ayasofya, müzeler fa- lan klâsik şekilde ve çalıp almaca yorlar. Bu seyyahlardan hiç biri İstanbulu, hakiki güzelliğile gör- memektedir. İstanbul dünyanın en güzel yeri imiş.. Kimin farkına vardığı var. İstanbulun © güzelliği Ayasofyanın (terlerdireğini) okşa yarak, Kairenin mozayiklerini bu run deliklerini dikip bakarak gö- rülmez ki?.. Atinada size derler: — Aman buradan kırk kilomet- re uzakta Jöpiterin abdest bozdu- ğu bir yer vardır. Oraya gidiniz. Otomobile biner gidersiniz... Gi dersiniz... Bir kaya parçası üzerin de bir güzel lokanta., Lâkin kırk kilometrelik iki tarafı ağaçlı asfalt yol o kadar güzeldir ki; sizde bu gezinti silinmez bir tesir bırakır... Yahut: — Aman.. Filân adaya gidiniz.. Dalavere balığı meşhurdur. d. 0 Bir kano otomobil sizi götü Alelâde kalabalık bir adada gü zel bir otel ve İokanta.. Ve bildi- ğimiz kefal nev'inden bir balık.. | Lâkin bütün bunlar orayı gezme- ğe giden bir seyyah için tam seya- | hat programına girmiş bir takım | numaralardır ki; artık seyahat reh beri kitaplarına kadar girmiştir. Bizde ise böyle şey yoktur. İstan- bul gibi bir şehirde bir seyyaha on para sârfettirecek vesileler ihdas edilememiştir. Bence (Turing Klüb) ün yapacağı budur: Ne bile- yim ben... Beykozun en güzel bir yerine yaptıracağı bir Yalı lokan- tasında (Beykozun kalkan yavru- su) nu peşkeş çektirtebilir.. Adada istakoz yedirtir... Yaka- cığa kuzu çevirtmesi yaptırır... Ve bunun gibi İstanbula on tane pa- ra çengeli atarsa gelen gidenler- den birkaç dolar kalır. Yoksa bu- günkü vaziyette, alacakları dört Kin, Polilika ve Kan. Müellifi: Nizamettin Nazif bir şelâle ile tepenin eteğini yalayan dereye akıyordu. — Haydi... Başla! kabarmış adam, karanlıklar domuz ahırlarile, öksürerek, balgam savurarak küfreden çorbacıları ile, en temiz toprağı Mazori bataklıkları" 'na rahmet okutan tezekli çamurlu tar- İaları ile bir Sırp köyünün pis havasmı yaratan iğrenç bir sarhoş curcunasına | başladı. — Kalk oyna, yoksa, . Yirmi otuz kişilik bir halkanm orta- Mİİ ET RŞA Hikâye Gölün Kızı Sabahleyin şafak sökmeğe başladı- ğı zaman Calütun oğlu Barut kulübe- sinden çıktı. Bu kulübeler sular üs- tünde kazıklara oturtulmuş kulübe- lerdi. Ufkun kızıllığı gölün. sularmı tutuşturmuş gibiydi. Baharın başladığı gündü. Ateşe ve onu yaratan güneşe kurbanlar kesile- cek, âyinler yapılacaktı. Barut Tâunun kızı Vannayı düşüni yordu. Göl kenarında yaşıyan üç a; ret reislerinden birinin kızı.. O gün kur'a ile © çekilecek bir muharip bu kız için boğuşacaktı. Barut bu ada- mn saadetini düşünüyor ve hattâ kıs- kanıyordu. Eğer cetlerin bıraktığı zamane â- detleri müsait olsaydı, kur'ayı bek- lemeden boğuşmağa ha: olduğunu söyliyecekti. Hafif bir rüzgâr gölün suları üstün- de dolaşıyordu. Ortalık ağardıkça, ku lübelerden çıkanlar kalabalıklaşmıya başlıyordu. Barut hemşireleri arasında Vannayi görünce, kalbi şöyle bir çarptı. Yalnız | bu kıza âşık i, fakat onun tara- fından sevilmiş olmasını da istiyordu. Bir kız, bir delikanlıyı nasl sever? Kendisini sevdirecek bir #€y yapmış olmalı, değil mi? Halbuki Barut One yapmıştı? Hiç! Kızlar beyazlar giyinmişlerdi. OEr- keklerin üstünde değerli ve nadir hay- vanların derileri vardı. Herkes yavaş yavaş mukaddes adaya gitmek yıklara doluyorlardı. Kı ler, koyunlar, inekler, âyin için buğ- day ve saire daha evvelden mukaddes adaya gönderilmişti. Orada rahipler büyük hazırlıklar yapmışlardı. Nihayet sandallar Mukaddes * adaya yanaştılar. İçindekiler çıktılar, Beyaz sakalları göbeğine kadar inen Başra- hip ilerlediği zaman güneş, o bütün heybet ve azameti ile o doğuyordu. Herkese bir sessizlik geldi. Başrahip ellerini göğe kaldırarak bağırdı: — Ey, bütün * topraklardaki ateşle ğ İnsanların, hayvanların, Beni tak'ise Kadınlarımıza çok talığa bolluk ver. çocuk yaptır. . Bütün cemaat hep bir ağızdan dün- yı tekrar ettiler Düadan sonra büyük br odun yığı- ni ateşe verildi. Bütün gövüslerden bir sevinç sayhası koptu. Az ileride etrafı kapalı bir saha ya pılmışlı. Sahanın ortasında bir boğa dolaşıp duruyordu. Bu boğa ile gü- reşmesi mukadder delikanlılar sıra lanmışlar, bekliyorlardı. Kur'a çekil. ii. Bütün arzusuna rağmen Baruta düşmedi. Başka bir delikanlıyı ortaya çıkardılar.. Eğer boğayı yenerse İcızı alacak, yenilirse etleri parçalanarak, ateşe atılacaktı. j Delikanlı sahaya" çıktı. Biran korkusundan “utandı. Titriyordu. Yürüdü. Koca boğa hasımına'saldırmak üzere idi, delikanlı yan kaçtı. Bu ha cüde boğa bütün siddetile boynuzlarını delikânlınm £ göğsüne taktı. Delikanlıyı , © Etlerini ateşe altılar, O Zaman Barat ilerile di — Calötun oğlu Barut ta dövüşe- cek, dedi. Herkes bu sözleri alkışladı. Vannay kendisi için dövüşmek istiyen delikan- lıya baletı ve gülümsedi, mes : ziyette kaldığı, hattâ “parçalanacağı zannedildiği bir sırada, (birdenbire boğanın sırtına atladı. Ve boğazını bi- çaklamıya dı. Hayvan kudurmuş gibi dört dönüyor ve sahayı alkanlar ile suluyordu. En nihayet mecalsiz yı- kılıverdi. Herkes, yeniden bağrışarak Barutu "selâmladılar, Vannay sevincinden tit. riyordu. Gurur ve iftiharından da kıp kırmızı kesilmişti. Taün, kızına delikanlının önünde dizçöktürdü: — Barut, arlık bundan sonra senin efendindir. Yerde ve suda sana ancak o kumanda edecektir. Sen bütün vü. cudün, kalbin ve'ruhunla onun ola- smda, peynir tulumları, (o kızarmışet parçaları, testiler, ibrikler ve şarap fı. çıları ile yarı kaplanmış bir çayır par- çası vardı. Eli tabancasında bir adam, yanında oturan bir kızı dürtükliyerek ayağa kaldırdı. Sonra ayakta duran bir başkası beline bir dipçik vurdu. Yere kapaklanan zavallı kız peynir tü lumlarına tutunarak doğruldu. Gayda gittikçe iğrençleşen Sırp polkasına de- vam ediy. İstemiye istemiye oy- namıya başladı. v Yüzü güzel miydi? Kim bilir.. Bel- ki yüzü de güzeldi... Fakat güzel ol- masaydı bile bu vücut öyle kıvraktı ki, kaşları hilâl gibi olmuş veya ol- mamış, gözleri ahü, dudakları kiraz olmuş veya olmamış. insanı düşün- dürmiyordu bile. . Yarı aydınlıkta, belkemiğinin son boğumunda mihverlenerek, bir değir- mentaşı ağırlığı iledönen (o sağrıları, seyredenleri çıldırtıyordu. Kâh elle- rini vuruyorlar, nârâ atıyorlar, coştukça coşuyorlardı. Bu kadar oynak bir vücut, ancak açık havada, şehirlerin mafsalları ki- reçlendiren kötü ahlâk kayıtlarından azade yerlerde yetisebilirdi. Faraza akan bir dere kenarında,. içlerinden z Sıhhatli olmak ta! Ve sea bir irade işidir Her zaman işitiriz! “Öyle yorgu- num ki. Vücudum külçe gibi. Kı- mıldamıya mecalim yok. . ,, Böyle şi- kâyet edilir ve hakikaten kımıldama- dan bir köşede külçe gibi yığılıp ka” Inar, Fakat bu istirahatle yogunluk ve ezginlik geçmek değil bilâkis artar. Çünkü vücut esasen ataletten yorul- muştur. Daha doğrusu atalet sebel le vücudun atamadığı zehirler kanı- mizda toplanmış, bizi ezmiş, bezdir- miştir. Bu haldeki insanlara evvelâ bir hız, ruhtan, iradeden doğup kendilerini | faaliyete atacak deruni bir kuvvet | lâzımdır. “Ben yorgunum. Ben alışık deği- lim. Benden artık geçmiştir.,, demek- ten başka bir şey bilmiyenler, yalnız şunu bilmelidirler ki insanı bu derece yoran, insanı bu kadar isteksiz ve ce- saretsiz bırakan ancak bir ruh bezgin- liği, bir irade felcidir. Sıhhatli, istekli ve dinç olabilmek için evvelâ böyle olmayı istemek lâ- zımdır. Bunu istiyorsanız, biliniz ki insanı yorgun, iştinhsız ve dermansız — bera- kan her şeyden evvel şerniti sıhhiye | ye tevafuk etmiyen bir hayat tarzı- dır. Binaenaleyh en evvel hayatmızı bir nizam, bir kaide altına alınız. Havaya, günsse, uzun yürüyüşlere ili Zamanmda, mutedil ve yiniz. Sinirli temiz yi- inizi yormaymız, sinir yoracak bahisleri, lüzumsuz iddiaları, manasız dedikoduları bırakınız. Tü- tün içmeyiniz, içki kullanmayınız, bol uyuyumuz, erken yatıp erken kalkı- niz. (Bunları herkes biliyor) mu diyor- sunuz? Doğru, fakat tatbikine teves- söl edecek kadar kavi bir kanaatla bilmiyor. Yahut buna emniyetiniz, imanımız var, lâkin fikirden file geçmek içi: iradeniz noksan. Su halde irad. takviye ediniz. Çünkü aramızda, vücudunda belli başlı bir hastalığı olmadığı halde, yal- nız iradesizliği yüzünden bir hasta gi- bi dermansız, hasta gibi kendine | ve muhitine faydasız o kadar zavallı iman var ki, bu iradesizliği de müs- tevli bir illet gibi nazarı itibara alınak lâzmgeliyor. İradeyi ve sinirleri üyanık tutacak mühim bir nokta: Bütün fikirler, bü- tün sözler, bizim tahteşguurumuzda, ihtiyarımız haricinde işliyen asabi merkezlerimizde silinmez birer iz bı- rakırlar, Halbuki bu mera! asabi- ye kan deveranı, teneffüs ve hazım maddi hayatımızı idare €- | Eğer biz bunların üzerine fena (i- kirlerimiz ve fena ( sözlerimizle acı, bedhin bir telkin yaparsak, bu telkin- den dolayısile kalbimiz, ciğerlerimiz, midemiz müteessir olur. Kendi ken- dimize kimsenin yapamıyacağı bir fe- nalığı yapmış oluruz. Öyleyse, kendi kendinize (yorgun, isteksiz ve kabiliyetsiz) olduğunuzu değil, zinde, arzulu ve kabiliyetli ol- duğunuzu söyleyiniz. Bunu her gün tekrar ediniz. Böyle düşünmek, böyle söylemek ruhun bir huzını, bir azmini gösterir. İşte bu'hız, arzettiğimiz sinir merkez. İerine ve oradan da kanımıza, ciğer. lerimize intikal ederek bize umulma- dık bir kuvvet ve imkân hazırlar. İnsanda her şeye karşı yüzlerce ka- biliyet vardır. Ne türlü isterseniz o çeşit kabiliyetlerinizi inkişaf ettirebi- Tirsiniz. Dünyayı idare eden fikir: kuvvetidir. Sihhatımız da her şey gibi on tâbidir. Dr. Muhip NURETTİN çifteleşen Eğer bu kız ağzına e da oturan başı örtülü bir kızı dirseğile dürttü; — Sen de kalk! Kızdan sas çıkmadı. — Kalksana kız! — Benim kim olduğumu biliyorsun. Ben, sarhoş meclisinde, göbek atacak- lardan değilim. — Şu ağızları bırak ta kalk. Ya- rn akşam Kıriste kaptanın kızkardeşi de burada göbek atacak.. Utanmıya Buradaki aslanların en i — domuz satar. Haydi, durma kalk. . — Kucağımda uyuyan çocuğu uyan dırma. — Onu bana ver.. Yarın akşam ana sına kavuşturacağım onu.. Hehheh- heecee... Haydi kalk. Dirseğile kadının göğsüne öyle bir vurdu ki kadın, sırtüstü düşmemek i- 1 si nındaki adamın koluna çin ya TÜRK SİNEMASINDA “Sabık Majik) KUMRU Mümessilesi: Cennet Perisinin ilâhi yıldızı DOLORES Aşk, ihtiras ve heyecan!., İki büyük, lüks ve aşk KADIN SEVERSE Taganni kraliçası GİTTA ALPAR tarafından temsil ve TRAVİA- TA ile “Sil'on perd son cosur,, gibi tangoyu vesair bir çok me- lodileri taçanni edilen film. Yeni yaz fiatları: Duhuliye Hususi 50, localar DEL RİO 12815) Yarın akşam ARTİSTİK sineması filmini takdim ediyor: KARAMAZOF KARDEŞLER Dostoewski'nin meşhur roma- sından muktebes sızca sözlü ve şarkılı film. > Mümessilleri: FRITZ KORTNER ve ANNA STEİN 25, birinci v2 balkon 35. 200 kuruş. Şi (2813) Gelen karşılıklar Liste: (44) | İhtar: Ihtilâf: Anlaşmamal, uyuşma | mak. İhtilâs: Kapmak. İhtira: Olmıya- nı bulmak. İhtisar: Kısaltmak, kısal- | almak. Ihtiyar: seçmek. İrade; dilemek İrca: Çevirmek. İrsi: Ana babadan kal ema, İrşat: Doğru yol gösterme. Zrti- Sam: Resmi çıkmak, nakşolmak. | 1 inci mektep muallimleri > | Liste: (45) Kariha: Us. Karine: Yakınlık. Kasa- ba: Büyük köy, boru. Kast: Bilerek ma, Kesvet: Sıkıntı, Kaza: İstemi- olan, sancak. Kefalet: © Ödeme | , Kere: Katlama. o Kesafet: >Açma, bulma, Keşme- keş: Çekişme. Kibar: Büyük, soylu. | Kibir; Büyüklük taslama, Kısım: Par- ça, bölme. Kısmet: Pay, bölme. 14 üncü mektep muallimleri #.. Liste: (44) İhtar — Duyguya getirme, İbtilâf — uyuşmama, ayrılık, İbtilis — çalma, pâra yemek, İhtira — Yaratmak, bul mak, İhtisas — derin İhtir enilmez istek, İhtiyar — yaşlı, irade — buyruk, isteme, İrca — geri çevirme, İrsi — Soydan gelme, İrşat — yol göstermek, İrtisam — Kılığı çıkma. | 35 inci mektep okutma heyeti .... Liste: (45) Kariha — Anlsma gücü, Karine — İp ucu, Kasaba — büyük köy, Kast — bilerek, Kasvet — Sıkıntı, Kaza — kö- tülüğe oğrama, Kefalet — üstüne alma Kerre — bir daha, Kesafet — koyuluk, sıklık, Keşif — bulma, ortaya ibir — bübürlenme, büyüklük satma, Kısım — parça, bölük, Kısmet — bölme, payet- ime, alınyazısı. 37 İnci mektep okutma höyeti *.. Liste: (46) Mahdut (Çevrilmeden) çövrik. Mah- fil Çüşmek kökünden) üşkünek. Mah- rem: gizli, saklı. Mahrum: paysız. Mahsul: verim. Mahzur: sakınık, sa- kunç, Meca/: Meccanen: Beleş, para- siz. Meclis: Kurukay. Mecmua: (dur- mek kökünden) dürük. Mibnet: (ü- zülmekten) üzgü. Mihver: (çevirmek: ten) çevirgen, Otuzuncu ilk mektep muallimleri s* Liste: (47) Saadet: Kotladuk, mutkaluk, | güzel yaşayiş, Serbaş: Başıhoş, başidumanlı, kendinde değil. Satr: Kapalı örtücü, ya Hayat igortalarınızı Galstada Bugün matinelerden ıtıbaren OPER A'da 2 büyük film birden VİKTORYA ve HÜSARİ İVAN PETROVİCH ve GRETL THEMER tarafından (temsil edilmiş muazzam ve feerik sahneli operet ve VATAN UĞRUNDA Rus diktatörlerine karşı genç“ liğin ıslahı. hukuku arıyan ve hüriyeti isteyen bir milletin fe- dakârliğı. Baş rolde JADWIGA SMOSARSKA © (2812) GLORYA'da m sinema ve Bu akşai MÜNİR NURETTİN Verilecek olan mevsimin SON KONSERİ Fiatlar: 75 - 100 - 150 - 200 ku- ruştur. (2811) si sirası, Satvet: Öldürücü güç, yapı" bilme gücü. Sefahet: us yeğniliği, eğ lenoe yaşayişi, akılsızlık. Sefalet: Dü günlük, sürünmek. Selim: $ ci utanılacak kötülükten kurtulma, Sela" met: kurtulmak, kiyiya çıkmak. Selfi Senir: Sağ, sol, ön ard, Üst, alt yanlar” dah her biri; Senet: Borçlanma kâğıd tanık, araci, dayancak şey. . Serbest Bağsiz, koyverilmiş, engelsiz bıra) Seyrisefainden: Cevat Oğus md Liste: (46) Mahdut: Sınırlanmış. Mahfi/: Top nacak yer, Mahrem: Gizli, kapalı, ke? disile cvlenilemeyen soy sop.Mahru! yokmuz, gelirsiz, eyilik, yapılma! Mahsul: Verim, toplanan, ortya gelef Mahzur: Çekinelecek, sakınılmak, ko kulu. Meccanen: Parasir, değersiz, şılıksız. Mecs/: Dayanıklık, güç, $ lim. Meclis: oürulmak. Me mus; bir kaçbilgiye bağlı m yazılı defter, Mihnet: Kayğu, tasa, $iye erişen kötülük, Mihver; Çerk gi e ey ortasından geçen döndü ol Seyri Sefainden: Cevat Oğu# | Kaza. ve Otomobil Ünyon Hanında Kâin ” ÜNYON : SİGORTASINA yaptırınız. Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olan e > ÜNYON Kumpauyasına bir kere uğramadan sigorta yaptırmayınız. Telefon: Beyoğlu 4.4888 di 2363 tutun- du. Fakat o da vi hayırlı bir matah değildi. Bir dirsek te o vur- du, Kadm bu sefer nakavt olmuş bir boksör gibi yuvarlandı. Kim bilir onu oynatmak için daha neler, ne tazyik- a ele va olda me Halkada kalanlar, üzerinde kara kediler koşuş- muş tabut kapakları gibi yere yuvar» dan kendisini iten, kalan ve dipçikli- yen adamların önüne düştü. Onların istediği istikamette yürüdü... Bir kurşun da gaydanm kursağını delmişti. Ne olduğunu anlıyamadan yakasını gelenlerin eline kaptıran gay- dacı sersem sersem gaydasına bakı- yordu. Gene ne olduğunu anlıyama- dan iten kakan ve dipçikliyen adam- ların önüne düştü. Onların istediği is- tkamette yürüdü. Değirmenin ve söğüt ağaçlarının arasından geçenler sessiz akan suyun kenarından tepeye çıktılar. Tepenin üstünde biran | durdular. Tepeden aşağıya indiler, Yeni nadas edilmiş bir tarladan geçerken, sağı soldan gelen dört beş silâhlı adam d ha katıldı aralarma... Yürüdüler, . . Üç kadın iki ortada... Bunlar esirlerdi. Ve yi silâhlı, bu küçük esir kafilesinin de, arkasında ve yanlarında yürü ler. Silâhlılar silâhsızları arasıra lularile dürtüyorlardı.. T: dilmiş tarlalardan geçtiler. Bir iki çük tepeyi dolandılar. Sonra, bül ışıkları sönmüş, bol ağaçlı bir kö; kapısında iki azgın köpek havli bir evine daldılar. Çılırıklı bir kuyunun kenarında */ yaklıyan bir nöbetçiye, kafilenin önünde giden uzun boylu adam, rif ca bir şeyler söyledi. Uyuklıyan botçi koşarak evin içine girdi; büt mumları yanan üç kollu bir şan çıktı. Bu şamdan evvelâ Pavlo Me m ince hatlı güzel erkek yüzünü, Mumların ışığında gaydacı ile ri hem hem de korku veren bir — iğre9$ Devamı var) vass

Bu sayıdan diğer sayfalar: