21 Ekim 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

21 Ekim 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Fikirler ve insanlar YINE GEN Geçen haftaki yazımı Peyami Safa | pek karışık bulmuş olacak ki salı gün- kü Cemhuriyet'te ondan, anlamadığı. Dı söyliyerek bahsetti. Kendisine O sa. bah küçük bir mektup gönderdim ve bir noktayı tasrihe, daha doğrusu her ikimizi de gücendirebilecek bir yanlış anlamayı düzeltmeğe çalıştım. Genç- lerimizden tekrar bahsetmeyi başka bir zamana bırakıp meseleyi şimdilik bu kadarla kapatmak istiyordum; fa- kat yine o günün akşamı Haber'de Le- bip Muammer Beyin: “Nurullah Ata Bey yanlış düşünüyor” isimli bir ya. | zısı çıktı; Bunun için gerek onsn söy- lediklerine, gerek Peyami Safa'nın su- silerine cevabımı gecikti, i - ha doğru buldum. “emeği da Peyami Safa, yazılarında sonuna sy,, koymasma rağ oldukça © eski bir dostumdur. Lebip' Muammer Beyi tanımıyorum; başka yazılarını da © bilmediğime gön müstear bir isim kullanmıyorsa — biz. den çok genç bir muharrir olsa ger rek. Kendisine memnuniyetle cevap vereceğim, Zaten oldukça uzun yazısnda çok ismimin bir şey yok. Lobip Muammer Bey törk. | Şeyi iyi kullanıyor; bunun için olaca, uzunluklarına rağmen selis ve ana Sümlelerinin parlaklığına kapılıp muh- oyalarını tekrardan çekinmiyor. Ya- zısında kolay zaferlerden al ip mutakçu odası gördün, —» anacak > Benim yazımın bir kıstnn bülâss (b diyor kiz Ny “Nurullah Ata Beyefem.'i, kim bilir nasıl bir tesirle gözlerine tör tuttak. ları dürbünü, darülfünunların Noş İç Müphanelerinde, mütalsası çok 'f: re nasip olmıyan latin © şahesg “Ü” den çevirerek yurdun inkılâpan #on- raki yeni veçhesine baksın); göre çekler hi Avrupaya giderirken birak- tıklar: arkadaşları, yedi bir emekle. me İle mazinin tex/Jerinden tamami- le kurtulmuş bir “öz, e doğru gidiyor» e Nezakets nezaketle mukabele ede- rek kendisinden soruyorum; Lebip Muam:ner Beyefendi böni şah- sen tanımıyorlarsa da benim bahsımı duymuş bir zata benziyorlar; hiç bir darülfünundan mezun olmadığım, de- mek ki biliyorlardır. Kendile- İ edeyim: © tebessümleri ile beni yaralamak istemişlerse muvaffak Şeker mayası olur.. O cevap verdi: “— Öyle ise kirpi bulamıyor- lar. O akşam eve polisler geldiler ve benı Bakırköyune timarhaneye görurdüler.. . Sebebini sordum, söylemedi- ler.. Nihayet oradaki doktorların bana mutasıl (şeker nasıl o yapı- İir/) Diye sunl sormalarından kuş- - kulandım ve yavaş yavaş kirpi derisi sözünü bıraktım.. Onur ü- zerine hastaneden çıktım... Çıkar Şırmaz muallim Aziz Beyi yaka- ladım.. Ağzıma gele: yedi, Nihuyet bu oyunu bana bizim kör- olası kayinpederin teşvikile yap- tığını söyledi.. Allahtan “bulsun- lar.. Ondan sonra berberliğe tek- rar başladım amma, kimse tıraş olmaya cesaret edemedi.. Herkes beni hakikaten deli sanıyorlardı. Ne yapayım? Berberliği bırakı bu dükkânı açtım. Şükür Allaha! Ekmek parasını çıkarıyorum. Hem şimdi daha rahatım! İstediğimi söylüyor, istediğimi yapıyorum. “— Delidir. Kusuruna bakıl- Diyorlar ve geçiyorlar.. FELEK maz! beğenmiyerek dahi olsa — bahsetme. diklerini söylemiştim. Hemen hemen bepsi, kendilerinden bir iki sene son- ra yazmağa başla: oldular, çünkü başıma 'kaktıkları me- sele içimde zaten bir yaradır. Fakat tebessümü, “dürbünün ders | tarafile bakmak,, gibi swf yer doldursun diye kullandığı ve hiç bir mana ifade et yen cümleleri, Latin şaheserleri ile a- layı bir tarafa bırakıp ciddi konuşa» lm. Arkadaşlarım, yani benim men- sup olduğum neslin muharrirleri, “ma- zinin tesirlerinden tamamile kurtulmuş e doğru gidiyorlarmış,,; çok Lebip Muammer Bey bu i dinsmı niçin böyle kupkuru bırakıyor? Kimlerin eserlerini düşündüğünü ni- şin söylemiyor? ere değil, bugün ben z daha yaşlı olanlara Onları başka bir cihet- ten de suçlu bulmuştum; Lebip Muam- mer Bey niçin ona cevap © vermiyor? Onların kendilerinden sonra gelenler» le alâkadar olmadığını, gençlerden — Bugünkü proğram 18 Gramofon 1830 Franarzca dere Müptedilere ma 19 Yak Kadik Talai ey vE eda 20 Bedayyi Masiki Heyzi, 2130 Gramefen. 22 den itibaren Anadolu Ajansı, ri, Sant ayar A 2325: - FLORANSA: Plâk. 1948: Haber. isberler. — Plâk, 21, — Ke- “AİDA, eporssı (Torito 6- İSTANBUL ş 2 Bora ba 30: Gramofon. 18: Orkestra 18/48: 19,30: Dans musikisi, 20: Ajanı bakar, onlara: Zine gibi çirkin ve mahasız isimler veri ça- birine yardım etmez, tanmma, ken- lışmaz. Sanki, onları tanıtırörkarlar, di karilerini kaybetmekkien sonra inde, kermamış, onları bir sökü lara re vasi alay çemliy kimse vardır. Leb ışmamış <Siy bunu da inkâr edebilir Muamme mi7. / gençlere husumet gösterir, kendileri mütemadiyen aynı Âleri tekrarda ısrar ederler. Kendi /“getirdikleri şeyleri de; “fik Fikret'e, Süleyman Nazif'e, Cenap Edebiyatı « cedide'cilerden ve biraz da Yahya Ke- | öğrendikle, Şahabettin Beye. hayranlıkları da bu nu ispat eder, ip Muammer Bey soruyor “Yeni nesil Gazi Türkiyesinin bü- yük inkdlâbına inanmamış mudır?,, Kendisine söyleyim: Ben yazı yaz- mağa daha dün başlamadım, kaç se- nedir muhtelif gazetelerde ve mecmu- alarda yazım çıktı, onlara b Türkiye tarihinin, şimdive kadar, rn büyük iktil, yapmıştır; fakat bu ihtilâlin tam olması için zihniyecuniz.n kökünden değişmesi . lâzımdır. Eski | irtık yaşıyamıya- | rede görürsek | edeceğiz; “kale el'imamü,, cü- fikir sahasında şu veya bu ümlerini kontrolsuz | kabul etmek, şu veya bu sanat eseri- nin kendisini görmeden onun hakkın- inanmak, o eski zih- , Gençler fikir işlerin- ermezse, kolaycılığa giderse inkılâp asıl hed. i olur, “Ben gençleri: lah!,, ile pöhpöhlemiyorsam bu, inkı- lâba inanmadığımı mı gösterir? Lebip Muammer Bey hakikaten bir gençse böyle münakaşaya büyük sözler karış An karşısındakini susturmağa kalkışmamalı idi. Lebip Muammer Bey devam ediyor: “Makalesinin başında Avrupada — tabü Fransa — Peyami Safa Bey ya- gındaki bir muharririn hiç şüphesiz gençler arasında, müptediler arasın- da değilse de leri yeni duyulmağa başlamış, eserlerinde mükemmeliyet- ten ziyade istidat aranan bir muharrir sayılacağını yazarken, gençlikten na- sıl şaheserler bekliyor?,, Beni ne güzel ilzam ediyor, o değil imi? Fakat kendisine sorun, ben şahe- ser mi bekliyormuşum ? Bilâkis, olgun eserin tam zıddını bekliyorum. Peya- mi Safa gençlerin mantığım yaşlıla- rınkine uymıyacağını söylemişti; doğ- £ bizim gençlerinki pek âlâ » Gençi fesi araştırma" dır, yeni bir görüş getirmedir, yeni na- zariyeler kurmadır. Yanılabilir, güzel hatalara, güzel deliliklere kapılır. Bü- tün bunlardan şaheserler sonra, çok © Milliyet'in edebi romanı: 18. )KIR Ç İÇEĞİ BURHAN CAHİT: (akılâp Romanı) Fatma omuzlarını kaldırdı: — Bilmem kardeşim. Buraya sık sik Amerikalı kadınlar geliyor. Ço- cuklara yemiş, şeker © veriyorl. Ermenice öğrendikten sonra İngi- lizce de öğretecekler. Fatmaya on beş günde bir yapı- lan gezintilerde dışarıya (o çıkınca beraber kaçmamız kabil mi, diye oracaktım. Piyanolar birdenbire durdu. Muallim hepimizi topladı, Notaya baktırıp (o bir ağızdan marş okutmağa başldar. O gün Fatma ile daha fazla ko- nuşamadım. Burada bir Türk kızma tesadüf etmem çok iyi olmuştu. Hiç olmaz-! sa fırsat bulunca Türkçe konuşabi | lecektim. Marabetler Ermenice öğrenmem için her şeyi yapıyorlar. Uzun boylu kalın parmaklı bir baş Marabet var. Beni her görüşte çenemi okşuyor, gözlerime bakı- yor, Ermenice bir şeyler söylüyor, sonra türkçe : — Çok güzel kızsın amma Erme nice bilmiyorsun yazık, çabuk öğ- ren! Diyordu. O akşam yemekhaneden çıkar- ken gene geldi. — Yarından sonra seninle kimse türkçe konuşmuyacak... Kime türk- çe söylersen ceza var, Dedi. Gözlerim yaşardı. O geceyi kâbuslar içinde geçir. dim. Kulaklarımda hep kasabanın çağlıyan sesleri vardı. Gözlerimin önünden annemin, babamın, Ayşe- nin hayalleri gitmedi. Sabah uya- nıp ta etrafımı görünce bütün acı- larım tazelendi. Artık burada da her günkü ömür başlamıştı. .. Fatma ile beni görüştürmemek için smıflarımızı, yatakhanelerimi- zi ayırdılar. Büyük gezme günle- | mü? işte onlara! İ mü, cülükten kurtulamadı peraündan naklen “AİDA, operası. BÜKREŞ, 304m. e 1: Koro konseri. in sonra çıkar. zin çoğunda bu araştırma yol miş ve artık tehlikesiz yeli: sızca yürüyorla! Bu yol “şahesere,, götürür; hani şu edebiyat kitaplarına alman, ihtiyar — ede! hocalarının takdirini kazanan ölü, a- teşsiz, “standardi, Beyin de onları beklemediği ne ma- lâm? Fakat Peyami Safa'nın onları bek- İemediğini biliyorum; onun için ona daha rahat cevap vereceğim. Evvelâ kendisine yazdığım (Omek- taki yazımdı mam ya Peyami Safa, ya ben, ya mem kim,, demiştim. Peyami Safa bu sözde çirkin bir isnat görür gibi olmuş diyor ki: “Sonra şöyle bir terkip yapmış: “İ- mam Peyami Safa,,. Ne demek o? Mu- hafazakârlık iması ma? Ummamaı, Eibette ki böyle bir şey (o aklımdan kelimesini sadece arapça zü münakaşa edil. mez üstat, makamında kullandım. Peyami Safa beni torguya çekiyor; suallerin hepsinin üstünde durmağa lüzum da, imkân da'yok. Meselâ Av- Tupa'da otuz beş yaşinda tanınmış mu- ir yok mudur? diye soruyor. Ne ? Lord Byron, Shelley ve Keats yaşta ölmüşleri bile vardır. (Le- bip Muammer Beye inat © olsun diye Fransızlardan kimseyi | zikretmiyo- rum). Covap vereceğim suallere gelelim. umuz; (yâni ben) * gençlir ğin taze'bir hava getirmiş olduğuna inanmıyorsa ketin yaşamakta olduğuna nasıl inaniyor? Gençlik de- mek, kendisile beraber yeni bir mev- sim ve bir hava getiren kuovet değilse çürümekten nası! kurtuluruz?,, Peyami Safa lirismâyı mantığa da sokuyor: Yenilik taze bir havaya benzer. Na- sıl insanlar taze hava ile yaşarsa mem- ieketler de yenilikle yaşar. Madem ki yaşıyoruz ie balde taze havı Ne i gelmemize mâni iç yalnız bırakmı- yorlar. İlk defa yanıma verilen az türk- çe bilen Ermeni kızını da aldılar, Mektebe sık sık Amerikalılar ge liyor. Onların geldikleri günler papas- lar çok seviniyorlar, Bize çukulata, bisküvi veriyorlar. Ermeniceyi işite işite öğreniyo- rum. Fakat harflerini, yazılarını öğ- renmek güç oldu. Fransızca, ingilizce de öğreti- yorlar, Sıvasta iken fransızcaya başla- mıştık. Ayşe ile biz hep baş başa gidiyorduk. fransızca ile beraber makine ile yazı yazmak ta var. Ben öteki derslerden ziyade lisan ve musiki derslerine heves e- diyorum. Bunun bir sebebi de tarih ve coğrafya derslerinde sinirime dokunan şeyler oluyor. Muallim haritada benim anayur dumu, yani Erzurumu, ta Halebe kadar Ermenistan diye gösteriyor. Tarih dersizde Türkler göçebe- dir. Asyadan gelmişler, gene geri gideceklerdir. diyorlar. Bütün bun- lari ders'diye dinlemiye imkân yok Büyük elli Marabet beni her gö- rüşter —————————— — RADYO || Irklık Apartıman & adam — (Şapkası «adam, burada kiralık a- Eforvar, değil mi? sıkacı Eftik Dudu — Tak, üstüne Rinız! Dört oda, bir sofa, bir mut- kk, havagazı, kumpanya © suyuilen kıyak bir apartman boştur. Efendiden adam — Mükemmel! (A- partımana girer ve yukarı kata çıkar- lar). Eftik Dudu — (Kapıyı açar ve yor- gun yorgun nefes alır) Sofayı gördü- Büz, nasıl ferah değil? Buraya bir ma- #a ilen iki koltuk koyduğunuz gibi ay- riyeten bir salon olmaz? (Efendiden adam, onu dinlemez, sa ğa doğru gider ve yemek odasının pen- ceresini açarak balkona çıkar.) Efendiden adam — (Uzun nefesler- i doldurur.) Ovoh? Ne güzel manzara! Eftik Dudu — (Yaklaşıp tastikle) He öyledir! Deniz derya sankim insa- im altındadır. İnsan öyle pesindeyim deyi! Efendiden adam — İşte yangın ku- lesi... Solda Kız kulesi. Üsküdar, Haydarpaşa. Sarayburmu... Eftik Dudu — Çatladıkapı feneri: ni görmüyor musunuz? Efendiden adam — Şu soldaki yük sarı bina, Selimiye kışlası değil mi? Ettik Dudu — He, evei sornaki de Tıbbiye mektebidir. Önün- deki mezarlık ta İngiliz mezarlığıdır. Efendiden adam — (Cebinden bir paket çıkarır bir cizara alıp yakar.) Ne temiz, güzel hava! Baktıkça insa” nın keyfi geliyor, içi açılıyor, £ gönlü ferahlıyor. Eftik Dudu — Helbet! Yaprak dan- setmediği havalarda, burası kül für eser, .. Sanırsınız ki, örüz; #ün vantilatorlarını burada işletir. Efendiden adam — (Etleri yeleği- nin ceplerinde.) Burada yaşamağa ben yaşamak derim. Bu hava, insanın öm- Tüne ömür katıyor! Eftik Dudu — (Apartmana girer) Odaları görmiyeceksiniz? Mutbağa da bir bakın da ne kıyak mutbak ol- duğunu anlayın. Efendiden adam — (düşünceli) E- vet evet. (Balkondan sola bakarak) İşte Çamlıca tepeleri. Eftik Dudu — (Durduğu yerde ter dökerek) Ortadaki oda salondur. ğer yemek odası ilen olan açarsanız, gayetlen genişleşi debiyatımızn yarında, ünkü gibi, durgun bir havuza benze- mesinden korkuyorum. Peyami Safa yine lirismayı bıralıma- dan devam edipor: “Ben gençliğin arkadaşıyım. Orun- la kolkolayım. Bu arkadaşımı ölesiye sever ve müdafaa ederim. Nurullah Ata Bey bunu çok mu görüyor? Ken- disi de benim gibi yapal Gençliği yaşta buluyorsa kendisi de bana ya- kin genç sayılabilir. Neden uzakta dır. ruyor, neden bizi ayıplar gibi görünü- yor, neden baharımızın içinde bir &- yaz gibi esiyor?,, Bunu anlamıyacak ne var? Kıskanç- LE Hayır, dostum! ben de gençleri mü- dafan ederim; şimdi de onları teces- süssüzlüğe, mutukvari sözleri fikir ha- reketi sanmak illetine, kolaylık mu- habbetine karşı yani kendi kendileri- ne karşı müdafaa etmek istiyorum. Bi- zim nesil edebiyatta büyük bir şey Y. pamadı, ancak üç dört kişi çıkarabil- dik; çoğumuz meraksızlıktan, bizden evvelkilere uymaktan söndük. Onlar bize benzemesinler, onlar. araştıran. lar, Poyraz fena bir şey değil; | keşke poyraz olsam da uyuyanları uyandıra- bilsem! Nurullah ATA Efendiden adam — (Eftik Duduya kulak verdiği yoktur.) Haydarpaşa Eftik Dudu — (Israr ederek) Sa- ic iki oda, tam tertip güzele ma odası yaparamız! Eski kiracıların zamanımda o odada çocuklar yatarlar- dı. Daha yeni badanalanmıştır, dik- katinde oldunuz? Efendiden adam — (Canı sıkılmış gibi) OE, rica ederim, bir dâkika beni rahat bırakın. Evet.. Evet. Şu önde görünenler Hayırsız adalar. İğneada, Yastada olacak... Büyükada da ta i- leride., Buradan Büyükada görülebi- lir mi, diye pek merak ediyordum. Eftik Dudu — (Endişeli) Rica ede- rim, beyefendi, biraz çabuk “ olursu- nuz? Aşağıda yemeği ateşin üzerinde bırakmış idim, tencerenin dibi tutuşa- cak! Efendiden adam — (Masum, müte- vekkil) Pekâlâ, pekâlâ!.. (Balkondan ufka son bir nazar ataral ra... Hele şu adalar görünüşü.. Mar- maraya insanın baktıkça bakacağı ge- liyor.. Hava mükemmel, temiz! Man- zara enfes! (Bir kere daha ufka baktıktan son- ra balkondan çıkar, apartmana — gi (Dudaklarında mem- nun, mes'ut bir tebessümle) Nasıl be- ğendiniz, memnun kaldınız? © Eftik | Dudu, kıyak der ise, hiç yalan der, a- cep? Efendiden (o adam — (Hararetle) Çok memnun oldum, gönlüm, gözüm açıldı... Ciğerlerime temiz, deniz ha- vası doldu... Tam istediğim, düşündü- #üm, rüyalarıma giren, uykularımı ka- çıran şoy! (Kapıya doğru yürür.) Eftik Dudu — (Şaşkın) Beyefendi, | apartmanı gezmiyeceksiniz? Efendiden adam — Hayır, lüzumu yok. Eftik Dudu — Ka, delisin, mesin? | Hava ilen, manzarayı kiralıyacaksın! Aparlımanı gez bir kere! İ Efendiden adam — Artık hacet kal madı... Ettik Dudu — Mega Asv. hacettir ki istiordun? Hiç bö; tutulur? Ev kiralanır?.. Sizin a- iz böyle kiralamaktır? Efendiden adam — (Gözlerini hay- | ak) Apartıman | ik dudu — Ka, vauy! Siz kiracr değilsiniz? Efendiden adam — Yooo.. Ne mü- nasebet? Eftik Dudu — İnçigidar kepazelik- tir... Öyle isem ne deyi kiralık apartı. man sordunuz, yukarıya, sornam da balkona çıktınız? Ağnamaorum! Efendiden adam — (Gayet (tabii bir tavırla) Bunda bu kadar şaşacak bir şey yok?,. Ben, haftanm bütün gü- nü bir mağazanm mahzeninde çalışı- yorum. İşim, gücüm şişe istif etmekti, Geceleri de bir yoraltı odasmda yatı ELHAMRA SİNEMASI Büyük muvaffakıyet kazanan NAGANA büyük bârika filmi devam ediyor. Fiatlar tenzilâtlıdır. Birinci 40- Balkon 50 - Maroken lüks kol- tuk 65. (8896) İSTANBUL BELEDİYESİ Darülbedayi Temsilleri > nat GÖNÜL Komedi Yazan: Müsahip Za de CeClâl Bey Halk Gecesi 7618 Yeni neşriyat Beş devir Yâşar Nabi Bey tarafından Cüm- huriyetin onuncu yıldönümü münase - betile yazılmış olan bu beş tabloluk manzum piyes yüksek komisyonca Cümhuriyet Bayramında her tarafta ü edilmiştir Bu serisinin birinci sayısı mıştır. Fiyatı otuz kuruş ederiz. Jtülliyet asrın umdesi “MİLLİYE T” tir. ABONE ÜCRETLERİ : T AYM Hariç için Gelen evrak geri verilmez.— göçen nüshalar 10 kuruştur.— Gazete ve tbaaya mit İşler içim müdüriyete müz racnat edilir. Gaetemiz ilânların mes'u- Hiyetini kabul etmez. BUGÜNKÜ HAVA Yeşilköy rasat area ke m 761 milimetre en yorum. Yalnız cumalar serbestim, an- lıyor musunz? Şöyle yukarılara çık- mak, güze! manzaralar görmek, temiz hava almak istedim. Hele, Marmaraya karşı bir cigara tellendirmek te, zan- edersem bir keyiftir... Hani, tana ye- min, vallahi billâhi pek keyiflendim, doğrusu buzün.. - (Aşağı kattan bir yanik yemek ko. kusu gelmektedir. Kapıcının kocası As tik Ağa, yukarıya seslenir!) Astik Ağa — (Aşağıdan) Eftik.. Ef- tik... Yemekler de irezil, kepaze oldu. Bu gadar da baştan savma işe (o bak- maklık oluur! Eftik Dudu — (Bir efendiden ada- ma bakar, bir de aşağıdan gelen sesa havaya (o açar) yalar.) Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi İaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. . Beyoğlu : — Aferin, diyor. Akıllı kızsın. | bir Marabet muhakkak ya önümde Hem güzel hem akıllı. Ermeniceyi çabuk öğrendin. Sabahları hepimizi kiliseye s0- kuyorlar. İlâhi okutuyorlar. Elle- rimizi göğsümüze koyup yere diz çökerek dua ediyoruz. Ben manasını anlamadığım du- aları yalnız sesim çıksın diye murıl- danıyorum. Onlar benim kendilerinden ol- duğuma o kadar eminler ki yanım- da her şeyi konuşuyorlar. Erkek papaslar kadın papaslara havadis getiriyorlar, Lâkırdılarını anlıyabilmek için ermeniceyi daha istekle öğreniyo- rum. İstanbula geldim geleli bir kaç kere dışarı da gezmeğe çıkardılar. Fakat önünde İngiliz askerleri duran Harbiyeden başka bir yer öğrenemedim. İstanbulda hâlâ ecnebiler var. Srvasta iken arasıra türkçe gâ- zete elimize geçerdi. Burada dünyadan haberim ol- muyor. Gezme günlerimizin birin de Harbiye mektebi karşısında bir gazetecinin yanından geçerken bir türkçe gazete alacak oldum. Marabet kolumu çimdikledi. Zaten her sokağa çıkışımızda gidiyor. Ya arkamda. Artık ermeniceyi öğrendim. Fransızcam daha çok ilerledi. Piyano hocamız beni çok beğeni- yor. Parmaklarım büyük oktavla- ra zor yetişiyor. Bunu gören ho- cam: — Egzersizle parmaklarin açi- lacak, hem dâha küçüksün diyor. Buraya geleli bir buçuk yıl oldu. On dört yaşımı bitirdim. Hayatta meçhül bir kuvvet beni zaman ömrü- mün en canlı yıllarmı ıstırap, ke- der ve gözyaşı ile dolu görüyorum. Kasabamızdan çıktığım günden beri, daha doğrusu babamın şehit edildiği günden sonra (o hayatım rüzgâra kapılmış bir yaprak gibi yerden yere, taştan taşa düşe kal- ka geçiyor. Günün birinde bir kö- şede çürüyeceğim, Elimden tutan kimsem En nihayet bana (Siranüş) adı- kadı yen meçhül bir düşman varmış gi bi. Bilmeden, görmeden beni ta- kip ediyor, önüme en hatıra gelmi- yecek tuzakları kuruyor. Sıvastaki arkadaşlarımdan biri- ne olsun tesadüf edemikdim, / İlk 4887. 6984 defa Ermeni İtamhanesine geldi- ğim zaman tesadüf etti Fatma- Yı onun keşfettiği gibi bir hafta sonra ortadan yok ettiler. Bu itam- hanelerden İstanbulda bir kaç ta- ne varmış. Galiba onlardan birine götürdüler. Buradan kurtulmak için bir ü- midim var. Bunlar beni kırk yıl itamhanede bırakacak değiller. Zaten burada okunacak derslerin hepsini bitir- dim sayılır. Elbette buradan çıka- racaklar. Gücüm kuvvetim de es- kisi gibi de; Geçen yıllar kalbi min acınmak acımak hislerini nasırlaştırdığı gibi kemiklerimi de kuvvetlendir. Jimnastik derslerinde büyük bir istidadım ceki Piyano dersinde hocam bana XŞiranüş) un bir parçasını çaldırı- yor. Kendisi kemanla takip ediyor. çig nolalar ellerimde dinliyor. ar, Birden bire içeriye müdür girdi Yanında mektebe sık sık gelen bir Amerikalı iki ecnebi kadın da- ba vardı. Ben piyanoyu hocam kemanı br- raktık, Müdürün rengi sapsarı ii (Bitmedi

Bu sayıdan diğer sayfalar: