5 Şubat 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

5 Şubat 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Eski Türkler ve madencilik “Sumer ve Hititler, bakır madenlerini işleterek zengin olmuşlar... ,, Avrupa müverrihleri, medeniyet lerin doğuş ve yayılış hâdiselerinin daha geniş görüşlerle mütaleasına girişildiği yıllardan beri, eski Türk- lerle meşgul olmağa — başladılar. Bu arada tunç, demir, bakır ve al- tın devirleri yeniden tetkik olun- du. Ve son yıllar içinde Fırat kıyı. larında yapılan ; hafriyatta eski © Türklerin madenciliğine ait yeni vesikalar elde e , “Sumer ve Hititler: Bakır ma- denlerini işleterek zengi lar..,, Diyen W. Rodlof'n da bulunan Kunganlar'a ait demir, bakır ve altın eşyanın son zaman- larda Moskova ve Leningrad mü- zelerinde yeni birer kolleksiyonu teşhir edilmesi münasebetile - eski Türk madenciliği hakkındaki sö- zünü hatırladık “Altay dağlarının pek çok yer- İerinde keşfolunan maden ocakla- Tı ve eritme fırınları, eski Türkle- rin madenleri (o kendileri çıkarıp, kendileri işlediklerini göstermekte- dir. Eski Türkler madenden eşya yapmayı bildikleri gibi, madenleri işlemeyi, sanate elverişli hale getir- meyi de bilirlerdi, oyani Türkler madencilik sanatinin bütün şekille- | rine ve bütün usullerine âşina idi- ler. Eski Türk ülkelerinde kadim devirlerde işletilip | bırakılmış bir çok maden ocakları “vardır. Bun- larm bir çoğu bakır madeni ocak. larıdır. Bu ocaklardan bazılarının yer altındaki okoridorları, tam asrımızda yapılmış ocaklar (o gibi mükemmel bir surette ağaç direk- lerle dayatılmıştır. Bu ocaklarm çokluğu Türklerin madenleri yal nız kendi ihtiyaçları için değil, di- ğer milletlere satmak için de çıkar- dılarını ispat etmektedir. Kurganlar da bulunmuş eşya, Türklerde & madencilik sanatinin gayet ünlü bir sanat olduğu da anlaşılmaktadır. Leningrad'ın (Er- mitaj) müzesinde (Kurgunlarda bulunmuş eşya arasmda çekiç tut- muş bir maden işçisini tems'l eden küçük bir bakır heykel vardır. Bun day.haşka, , Kurumlarda eek eek şılıyor ki Türkler, bu gibi heykel- leri ve küçük © çekiçleri bir ziynet olarak kullanıyorlardı. Eski Türk- ler bakır, tunç ve demirden başka altm dahi © çıkarırlardı. Orta As- yanın bir çok © yerlerinde metrük altım madeni ocakları keşfolunmuş tur. Bu maden ocaklarında bakır aletler bulunmuştur. Bugünkü Türk ülkelerinin bir çok yerlerinde ma- den eritmesine mahsus fırınlarda keşfedilmiştir. Türklerde madenci- lik sanatinin bütün usullerinin ma- lâm olduğunu, tarihi devirlerde a- it vesikalar da teyit (o etmektedir. Meselâ Tukyu ( Türklerinin ver. gileri madenden eşya yapmak su- > le ödedikleri tasrih edilmekte- i Fıratta İngilizler tarafından ya- pılan son Arkeoloji tetkikatından elde edilen o neticeler tamamile Türklerin lehindedir. Sumer'lere ait meşhur (Kiş) kitabelerini bu- lan İngiliz heyeti ilmiyesi, neşret- tiği bir broşürde eski Türklerin madencilkte çok ileri gittiklerini tâ bakır sanayiinin (Mezopo- Bir kadının 24 Yazan: O Stefan Zweig tamya)dan garba ilk önce Sumer Türkleri tarafından - geçirildiğini söylemektedir. İngiliz-âlimlerinin elde ettikleri yeni beler, eski tarih kitabe- İerindeki — hiç te bitarafane olmı- yarak — hattâ çok garaskârane ya- zılmış olan tarihi malümatı altüst etmektedir. Son beş sene içinde Orta ve Ön Asyada yapılar jeoloji ve antropo- loji tetkikatınnm — neticeleri, bizi, eski Türk medeniyetleri devrinde madenciliğin çok ilerlemiş olduğu hakkında müspet ve o münakaşa kabul etmez hakikatlerle karşılaş- tırmaktadır. Sumer medeniyetine tekaddüm eden veya onu takip eyliyen Mezo- potamya medeniyetleri tetkik edi- lirke antropoloji âlimlerini hay üşüren yepyeni vesikalar el- de edilmiştir. Büyük göçten sonraki devirlere âit yeni elde edilen vesikalar ara- sında kılıç sapı, - ok.ucu, süngü, orak, biz, burgu gibi eşyalarla be- raber ziynet eşyası olarak ta küpe , düğme, bilezik, o hayvan şeklinde yapılmış muhtelif ziynetler bulun- maktadır. Bunların çok az kısmı demirden ve ekserisi altın ve ba- kırdan olduğuna göre bilhassa Su- mer devrinde altm ve bakır işleri- nin diğer madenlere nispetle faz- la revaçta olduğu onlaşılmaktadır. Ayni işçi havi büyük bir bakır levhanın Mısırda Karnak mabedi harabelerinde bir sütun üzerinde bulunuşu da Türklerin bakır sana- yüni yalnız harice satmakla kal- mayıp siyasi işlerde de kullandık- larmı ve sulh muahedelerini bakır levhalar üzerinde tespit ettikleri hakikatini meydana çıkarmıştır. Hititler'den çok evvel Sumer'le- rin Mısırlılarla (Hükümdar Tanis devrinde) harp ederek, Türkler le- hinde neticelenen bu muharebeden sonra Türk — Mısır dostluğu tees- süs etmiş ve o devirde Fırat kıyıla- rında işleyen bakır madeni ocakla- rından Mısıra fazla miktarda bakır ihracına başlanmıştı. Bundan sonra, birinci (Seti) za- sında tekrar hârp başlamış, yarım asırdan fazla devam eden bu harp- ler nihayet gene Hititler'in gali yetile neticelenmiştir. İkinci (Ramses) zamanında Mı sırlarla Hititler (Kardeş) surları önünde müthiş (bir harba tutuş- muşlardı. Mısırlılar bu havalideki bakır ocaklarını ele geçirmek ga- yesile çarpışıyorlardı. Fakat, Mı- sırlılar bu harpte de mağlüp düş- tüler ve Hitit Hükümdarı (Hati) nin çok ağır maddeleri ihtiva eden sulh muahedesi, o mağlüp (İkinci Ramses) tarafından imzalanmış ve Mısır orduları ters yüzüne ve elle- ri boş olarak Mısıra dönmüştür. Bilâhare uzun müddet Hititler elinde kalan (Kadeş) şehri etrafın- da bir çok altın ve bakır maden- leri keşfedilmiş veğ bu madenler işletilerek harice ihraç edilmiştir. (British Museun)da buralardan çı. karılan bakır, demir ve altın eşya- dan mürekkep çok kıymetli ve bü- yük bir kolleksiyon vardır. Son defa Sumerlerlilerin (Ür) şehri harabelerini bulan âlimler LAK ME wi FAFIR Tellâl.. Nezihe Muhittin Hanım, Tellâl isminde haftalık bir gazete çıka- Fıyor. Geçen gün, Kadıköy vapurunda müvezzi bağırıyordu: — Tellâl var, Tellâl.. Kırk pa- raya Tellâl!.. İçimizde Tellâlı, Nezihe Muhit- tin Hanımın gazetesini bilmiyenler vardı. Bunlardan biri; izahat vere- cek oldu: — Çok enteressan (bir gazete doğrusu. Tellâl, oŞimdiye kadar bu isimde bir gazete (o neşretmek | kimsenin hatırma gelmemişti. A- caba çıkarıyor? — Nezihe Muhittin Hanım.. — Demeyin.. Tellâl, Nezihe Mu- hittin Hanımm mı? Şu Kadın bir. liğinin eski reisi. — Evet, ol. — Vallahi şaştım. — Peki ama, dedik, bunda şaşı- lacak ne var? Nezihe Muhittin Ha- nım, eski gazetecidir. iği Nezihe Mu- hittin Hanım, ateşli'bir feministti. Tellâllık aklına nerdön geldi? Gi isi dedi ki: — Tellâllık onun“ eski mesleki- dir. Bir zamanlar, gâzetelere beya nat vererek güzel, güzel çene tı lâllığı yapardı. Şimdi de kendi ga- zetesinde apartıman tellâllığı ya- pıyor!. M. SALÂHATTİN Yani naşriyat ——— FARMASONLUK Haydar Rifat Bey kültür serisinin abr olarak yeni bireser Bu eser “Farmasonluk” adı- ni taşmaktadır. Haydar Rifat Bey daima bir çoklarınca merak edilen masonluk hakkında eserinde uzun iza hat vermekte ve bir çok vesikalar da neşretmektedir. En güzel Türk masalları Muallim Vasfi Mahir Bey bu çok güzel Türk masallarını bir lıyarak neşretmiştir. 32 mı ret olan bu kitapta her masal de resim ilâve olunmuştur. Ay matbaası tarafından nefis bir su- rette basılan bu masallar kütüphane - lere tevzi edilmiştir. Yeni adam kise.hanfta, daha mülkylsürgil görünen Hakkı Bey İnkılâp edebiyatı ne olabilir? | makalesile tiyatro ve resimden sonra edebiyatın. içtimai hayatımızla alâka - sını tetkik etmektedir. Kültür bahisle- rile alâkası olanlara tavsiye ederiz. ze Dr. İHSAN SAMI BAKTERİYOLOJI LABORATUVARI Umumi kan tahlilât, frengi noktai nazarından (Wasserman ve Kahn teamülleri) kan küreyvatı sayılması, Tifo ve ısıtma hastalıkları teşhisi idrar, balgam, cerahat, kazurat ve su tahlilâtı, Ultra milroskopi, hususi a- #lar istihzarı. Kanda “üre şeker. Klorür. Kollesterin miktarlarının ta- yini. Divanyolu No. 189 Tel: 20981 (12838) © 168 —————— bu havalide kazma, burgu, balta, bıçak, ok ucu, kılıç, O süngü, zırh, çakmak, gem, üzengi ve ziraate ait bir çok eşya elde etmişlerdir. Eski Türklerin madencilikte ihtisas sa- hibi oldukları gösteren bu yeni vesikalar geçen sene Bağdat'tan Londraya nakledilmiştir. İskender FAHRETTİN DALGINLIK nrm, belki yirminci de p sokağa bakarken ndü: kaldı? Tenha sokağın ölgün rşıklârı ara- sında deği sı, canlı bir mahlük gölgesi bile görünmiyordu. . Makbule Hanım bir iki dakika da ha beyhude bekledikten sonra, pence reyi kapadı. Kocası Sabri Bey, haftada bir dost larile oturduğu meyhane âlemini ilk defa olarak bu ir uzatıyordu. Gerçi biraz geçiktiği zamanlar olma- muş i, fakat hiç bir vakit saat sekizi geçirdiği olmamıştı. Makbule Hanım saate baktı. Onu ark yedi geçiyor. Gözlerine inanamı yordu. Beyaz örtülü sorfa hazırlanmış, sandalyeler bomboş bekliyorlardı. Halbuki daha Sabri Bey gelmemiş ti. Makbule Hanım pencerede bir kaç dakikalık yeni intizar ve tarassuttan sonra, nihayet yatmağa karar verdi. Maamafih kapıyı da iyice sürmele- i öğrenirim. Ertesi sabah tam saat yediyi on geçiyordu ki, Sabri Bey anahtarı s0- kup yavaşça kapıyı açmağa koyuldu. Nafile.. Arkasından sürmeli kapı bir türlü açılmıyordu. Bereket versin kapı kilidinin kur- calandığını duyan Makbule Hanım, sıçrayarak uyandı da, Sabri Beyin dı şarda kalmasma mani oldu. Sabri Beye bir şeycikler olmamış- ir. il veya tramvay altında kalmadığı, karanlık bir sokakta han çerlenmediği evin kapısma kadar ge- lişinden belliydi. Fakat o ne surattr o! Saçı, başı karmakarışık, göz ka- pakları kıpkırmızı şişmiş, şapkası tersine dönmüş, hapis hane kaçkını gibi bir şey. Makbule Hanım pek o kadar kav a sini haklı çıkarmasını bilirdi. On: çin hiç kızmadı. Müstehziya: — Maşallah, nerelerde kai ö ? Dedi. Ben de başma bir felâket geldi diye korkuyordum. Halbuki karısın adamakıllı çıkı ri Bey, böyle velâ duraladı, sonra kendini topliya- rak: — Hayır, Makbuleciğim, felâket melâket yok. Yalnız dur, sana anlata yun.. Bal, neler oldu? Şerif Bey, İh- san Bey, Memduh hep beraberdi Bilirsin, ben çok içmem. Haydi haydi üç kadeh. Fakat nasıl oldu şimdi hiç hatırlamıyorum, meyhai çıktığı. mız zaman saat yedi buçuktu. Amma Kocasının yalanlarını dinlemeğe hazırlanan Makbule Hanım: yedi buçuk, ha — Şey.. Evet, ne diyordum? Kah- veden çıktık. Artık ondan sonrasını hatırlamıyorum. Bizdeki | hafızamı | ya? Vallahi karıcığım, ismimi de u- nuttum, evin sokağını da. — Eesehhhhh? — O zaman soka ğa başladım. Yürüdü adam olduğunu, seni ğini, vallahi hepsini, hepsini unut hiç birşey hatırlamıyor. lık hastalığı olmasın? İnsanlarda bs- zan öyle bir hastalık olurmuş. — Vallahi iyi bildin.. Ben de ken dimden korkmağa başladım. Sakın öyle bir şey olmasın? — Peki, nasıl oldu da bu sabah? — Bu sabah mr Ha bu sabah. aklım başıma geldi. Yal ih taraflarında bul. — Fatih taraflarında mı? — Yok, yok. Fatih değil. Görü- yorsun ya, hâlâ aklım başıma gelme — Vah kocacığım vah, kim bilir e istirap çekmişsindir. — Hayır, hiç istirap falan çekme- saatlık hayatı Tercüme eden: İsmail MUŞTAK 25 heyecandan tutuşan ellerile önün. den bir küme altın alarak o da ay- ni hucreye koydu. Bir dakika son-. ra krupiye: “Zero!,* diye bağıra, rak tahta küreğile bütün-masada- ki paraları toplamağa başlayınca genç adam sanki bir o mucize ile karşılaşmış gibi, altınlarının gitme- sini hayretle seyretti. Bu kayıptan sonra ihtimal, dönüp bana bakmış- tır sanırsınız değil mi? Hayır, bilâ- kis, beni tamamile unutmuştu. Be- kis, beni tamamile unutmuş” tu. Benim mevcudiyetim Oo - nun nazarında kaybolmuş, yok olmuş, silinmişti. O, öte ta | rafta hangi numaraya koya. ğını henüz kararlaştıramadığı iki lirayı büyük bir soğuk kanlılıkla parmakları arasında oynatan Rus ceneralına dalmış, hep ona bakı- yordu. O dakika duyduğum sukutu ha- yalin acılığını tarif edemem. Siz benim bu adam (karşısında neler hissettiğimi tahmin “edebilirsini: tün ha iniz: tınızı feda ettiğiniz bir | adamın nazarında bir el işaretile kovulan bir sinek menzilesine in- mekten daha acı ne olabilirdi? Bir- den vücudumu bir hiddet kapladı. Kolunu o kadar şiddetle sıkmışım ki yerinden kalkmıştı. Hafif, fakat âmirane bir sesle: — Haydi bakayım, dedim, şimdi an çıkmalısınız. Daha bu sa- em ettiğiniz yemini düşü- bozulur a kader çabuk bir yemin özlerim ona tesir etmiş, yüzü sapsarı kesilmişti. Bana Miazie. leri dayak yiyen bir köpek meske- neti almıştı. Dudakları titriyordu. Bir lâhzada bütün mazi zihnimden geçiyormuş gibi bir dehşet içinde: Evet, evet, dedi, aman Allahım ben ne yaptım? Evet hakkınız var şimdi geliyorum, beni affedi Bu sözü söyliyerek önündeki pi raları toplamağa başladı. Parmak- ları ilk önce geniş ve azimkâr ha- reketlerle paraları toplarken biraz gitgide daha bati oldu. Bir aralık 1, masaya para koymağa hazırlanan Rus ceneralıma tesadüf etti. Derhal bana dönerek: — Bir dakika müsaade edin. Dedi ve önündeki & paralardan ayırdığı beş altını Rus ceneralının intihap etmiş olduğu'hucreye fır- ii sonra tekrar bana hitap ede- pe Bu, son partidir, yemin ede- rim ki bundan sonra kalkıp gide- ceğim. Sade bir parti, bir tek par. ti. Dedi. Ruletin yuvarlağı dönme- ğe başlamış, genç adam da onun cazibesine tekrar tutulmuştu . Bu kumar müptelâsını gene elim- den kaçırmıştım, o gene kendinden geçmişti. Küçük tekne içinde sıçrı“ yan yuvarlak onu kendine cezbet- “Y varlak durdu, krupi 'uvi urdu, iye numa- rayı haykırdı. Tahta kürek masa üstündeki paraları toplarken onun beş altınını da beraber alıp götür. müştü, tutmadı, bu son l gideceğini söyle- mişken gene yerinde kaldı, arkası- na dönüp bakmağa bile lüzum gör. medi. Beni de, ettiği yemini de, bir sonra, sanki maküş bir kuvvetin te- ln ağırlaştı para kümesine hırs ile dalarak bur kuluyor, sarhoş (o nazarları bütün iradesini miknatıslıyan ihtiyar Ru- sun uğur saydığı yüzünden ayrıl- miyordu. Artık tahammülüm son dereceyi bulmuştu. Bir defe (o daha, fakat bu sefer huşunetle, omuzunu silke- son partidir demiştiniz. O vakit hiç O beklemediğim bir hâdise ile karşılaştım: Birden yü- zünü bana döndü. Bu, eski ve mü- tevazı insan siması değil, tehevvür den kendini kaybetmiş, gözlerin- den ateş çıkan, o dudakları kuduz bir raşe ile titriyen gazepli bir in- san siması idi. Haykıran bir sesli — Beni rahat bırakımız, dedi, şansımı bozuyorsunuz. Siz varken bep kaybediyorum, dün de böyle olmuştu, bugün de (böyle.. Gidi- niz yanımdan!.. Bu sözler karşısında ilk önce şa- şırıp kaldım, fakat çok geçmeden onun deliliği hiddetimi taşırdı: — Ben mi şansımızı bozuyorum. Yalancı, hırsız herif? Siz dün ye- min etmediniz mi? Fazla söylemedim, çünkü o, ku- lurmuş gibi, bir hamlede yerin ve ileri — Allah, allah, bu adam eze Sinem” artistlerinia en sevimlisi Bugüne kadar MARY GLORY. yaptığı en © gözel eseri ÇAREYVİÇ Büyük ve muhteşem mizansenli, FRANZ LEHAR''ın meşhur opereti Önümüzdeki çarsamba ME LE K sinemasında dim.. Şey, sahi, Aklım başıma geldiği zâman daireyi düşündüm, tabi de düşündüm. — Evvelâ daireyi mi düşündün? — Canım, maiyetimdeki memur- lardan biri sabah saatlerinde bana sokakta rastlasaydı, ne olurdu? Val lahi rezil olurdum. — Anlıyorum, anlıyorum. — Aklım başıma gelince, geçen bir otomobili durdurdum. Hattâ sana bir şey söyliyeyim mi? Otomobil aşa ida duruyor, bekliyor. Kendini güç tutan Makbule Ha- mama: — Beklesin, dedi. daha, daha söy le bakalım. vet, ne diyecektim? Cebimde on param bile kalmadı. Muhakkak cüzdanı ya düşürdüm, ya çaldırdı. — Öyle ise hemen git, şu otomo- bilin parasını ver, gel. Makbule Hanım derhal odasına koştu ve konsolun gözünden kocası- na otomobil parasmı yetişti Sabri Bey şoförün parasını vermek için aşağıya ind Hanım kendini tutamadı. arasından: Alçak herif, dedi, dur, ben sa- teririm. Hem de çok geçmez, görürsi Sonra, aşağıdan dönen kocasının ayak seslerini duyunca, tekrar soğuk kanlılını topladı: dedi, sen bugün daireye Ben r, telefona ederim. ezsem da- müdüriyet, sonra * makine- ürkiyenin işleri ne k Bey senin yerine ür. Sonra hastalık iyor? — Aman karıcığım, dan kimseye K işlerimden ederler beni. — Sen de ne tuhafsın Sabri. Hiç böyle şey elâleme söylenir mi? i Bey memnundu, içi rahatla» maıştı. Hemen gidip soyundu ve yata- ğa girdi. Uyandığı zaman akşam saat dört olmuştu. Karısı evde değildi. Sabri Bey kalktı, bir şişe soda yu varladı, yüzünü, gözünü, ba hastalığım- Maazallah yaktı. Koltuğa gömülüp, karısını bek lemeğe başladı. Makmuie alimi ra ii düm Geç gelişine gösterdiği mazeret te şu oldu: ler. — Karıcığım, mağazalar dekuz- Sahi doğru. Amma tramvayın önünde bir otomobil bozulmuştu. Bek ledik, bekledik, bekledik. Sabri Bey, fazla ısrar etmemeği ih buldu. Içinden: iba benden intikam alıyor, ki, bir saat dışarda bilir onun ne kadar Bu sebepten saburane sofranın ku rulmasını bekledi. Akşam yatarken gd “Eh, Makbule ile fit olduk” de 4 e Sabri.. Kadınları ne ka- lar da anlamıyor. de Eater günü üçte Sabri Bey — Efendim, dedi, beni İstirahat Oteli müdürü gönderdi, 14 numarak odada bir paket unutulmuş. Bu ps- ket sizinmiş, İçinde kartınız varmış. Sabri Bey evvelâ şaşaladı. Ne ote- li, ne paketi ne kartı.. Maamafih me- rakla paketi aldı ve açtı. Evvelâ kar rültüsüne bakmıyarak beni geriye doğru itti. Şimdi hiç bir ihtiyatkâr. Mi ei kuvvetli bir sesle bağırıyordu: — Beni rahat bırakınız dedim alSizin vesayetiniz . altında deği- lim, bana (o verdiğiniz paralar. bunları mı hatırlatmak istiyorsu. nuz? almız paralarınızı... Ve yüz fraknlık bir kaç bankno- tu suratıma atarcasma fırlattıktan sonra: — Artık beni rahat bırakınız! Dedi. O benim yüzüme bir de- li gibi böyle sert sert bağırırken etrafındaki yüzlerce adama hiç al. dırmıyordu. Herkes bize bakıyor, her dudakta bir mırıltı, her sima- da imalı işaretlerle bir tebessüm dolaşıyordu. Hattâ yandaki salon- dan gürültümüzü U işitenbir çok kimseler merak ile etrafımızı almış lar, bizi seyrediyorlardı. O-aralık öyle sandım ki üstümü başımı parçalıyorlar, vücüdumu çır çıplak soyuyarlar ve beni yüzler- ce meraklı nazar (önünde teşhir ediyorlar. Derken krupiye, elindeki tahta kürekle masaya vurarak sert ve â- mirane bir sesle: — Lütfen susar mısmız Madam? Dedi. Bu sefil herif bana istirap çektim. (İİ lum. Ne oluyor, | 12977) Bugünkü Program ANKARA 1230 Gramokan. M0 Aletark anar» 185 Dana müsikim 1925 Alaturka sar. 20 Ajans haberleri. VARŞOVA Miz m 23,30 Dans musiki BÜDAPEŞ 18 Giri Karman taral ci Ranr olgun takima, BÜKREŞ Wi m 13 Maberler, plâk, haberler, plâk, 18 sikisi, 19 Haberler, 19,15, 22,15 Melle Nadye tarafınd Haberler. VİYANA SW 19,10 Güzel kanatlar , 19,30 Bü 19,36 İngi. ders, 20 Viyanada Karnaval sikili mayriyat ve desel Holzerin 7145 Orkestra kanseri YaMliyef Asrın umdesi “ MİLLİYET * © ABONE ÜCRETLERİ; Türkiye için «Hari LK. ri iyetini kabul etmez. ta göz attı. Evet, kendi kartı.. Benna paketi . daha ziyaa bir de ne görsün? Karismi değil mi? Sabri Bey memurlarm Wi ve alaylı bakışları arasında kil O hınçla paltosunu ve #8 gibi doğra eve gitti. gr sanmam. karısı dudal el isi bekliyordu. Bey gürledi: e — Sefil, alçak, namussüze ©) dün gece hangi otelde kaldın? Makbule Hanım, evvelâ karmadı. Fırtma hızmı ali kahkaha kopardı. Sonra koca: mektup uzattı. Bu mektupta oyunu anlatıyor ve imzasile de ediyordu. Makbule Hanım ne otelde tı, ne bir şey.. Ancak Sabri la getirmek için böyle bir tip etmişler ve komşulardan çocüğülii Da kli iŞ "Sabri Bey daha” henüz al dan kurtulmamıştı ki, Makbulf nım ilâve etti: — Eğer sana dünkü gi dalğınlık gelir de, sabahlara Yi sokakta kalırsan, bir daha karı” neler yapabileceğimden kork! z ne para şıkıştırılan bir fahifi/ bi, bütün bu mırıldanan balk dım. İki üç yüz küstah göz” yüzüme teveccüh etmişti. Ve ben bu iğrenç zillet İğ ğnağı altında boynum “w müş, dönerken bir çift gözü? ” bakmakta ol, ördü. gözlerde o gördüğü va korkmuş gibi bir hal vardr 5 Bunlar yeğenimin gözlü Evet, yeğenim, ağzı manzaranın i inden kalkmış, şaşkın par ban” yordu. vi Bu, benim suratıma “ bir kırbaç darbesi oldu: BE kımıldanmasına, & kendini masına vakit bırakmada”, dan dışarı fırladım. B henüz yürüyecek © kada” yardı. Bu kuvvetle | be *ım, dün onu bir uv eş baldan tahta kame dar yürüdüm ve ben de “f, dar bitap, onun kadar de kadar kırık dökük bir hapis” dimi bu insafsız ve sert Hiyg: çasının üstüne fırlatıp #Üreiş Bu vak'anın üstünden Yi hitap | sene geçtiği halde bu ©,

Bu sayıdan diğer sayfalar: