25 Şubat 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

25 Şubat 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

2 e RM ET ie ii | Felsefi. bahisler İ En meraklı meselelerden: Hayatın Hayatın küçük bir nümunesini sun'i 0- ral mümkün olsa hayatın menşei meselesi halledilmiş olurdu. Son senelerde bazı maruf ilim adamları bu hu susta bir çok tecrüi ş Bunlardan birisi Stöphan Leduc'tür. Bu zat sun'i olarak höcreler imalini denemiş- tir. Evvelce Traube'nin yapmış olduğu tecrübelerin bir aynımı tekrardan başka bir şey olmiyan bu yeni tecrübeler Os- mes hadisesini ve “yarı kabili nüfuz” de- nilen ağşiyei muhatiyenin kendi yalnız saf suyun geçmesine müsaade mesi hassasım istimal ediyordu. Traube' min tecrübeleri basitti; İçine yüzde on miktarda şeker ilâve edilmiş bir. jelâtin #mahlülü yapmıştı; ince ve uzun bir cam- dan çubuk vasıtasile | bu mayiden bir damla alıp yüzde üç tanenli bir yahll içine akıtıyordu. Bunun üzerine jelâtin damlasının çevresinde “yarı kabili nüfuz bir gışayi muhati teşkil eden bir “jelâtin andnatı,, tortusu husule gelmişti: İşte bu tortu güya bir sun'i höcre idi. Bu gışanm dahilinde bulunan şeker tanen mahlülü- nün suyunu çekmişti, bunun üzerine bu sun'i höcrenin şiştiği, bir nevi tomurcuk- lar bitirdiği görülmüştü. Bu tomurcuk. ar da başkaca tomurcuklar çıkarıyorlar- dı. Bir damla potasyomlu kiyamusı mü sennai hadit “Ferrocyanure,, dissolution” v, içine şeker ilâve edilmiş bir kibritiyeti ühas “sulfat de cuivre,, dissolution'u da- biline damlatarak kolayca tekrar yapıl- ması kabil olan bu tecrübeler sayesinde bir takım garip şekiller elde edilmektedir ki bunlar bazan pek tuhaf ağaç dallarını andırıyor. Fakat söylemeğe hacet yoktur ki bu şekiller zahiren nebati suretlere benzemekle beraber, hiç bir veçhile mü- teazziv bir mevcut sayılamazdı. Yani bu tecrübeler sayesinde istihsal olunan nebati şekillerde hayatın en basit dere- cesinin bir izi bile yoktur. e Hulâsa bu tecrübeler bazı fizyolojiki hâdiseleri me- selâ tegaddiyi izaha medar olmakla be- raber yeryüzünde zihayat şekillerin na- sil çıkmış olduğunu göstermeğe hiç bir yaramamıştır. Uzvi kimya bu hususta acaba daha cesaret verecek neticeler ö: ii ratte izahına çok hizmet etmiştir. Çünkü şeker, küğl eter, cevheri bevil - urde, Bışastalı maddeler, şibih kaleviler gibi cisimleri 'synthâs,, yani terkip vasrtasile imale muvaffak olmuştur. Halbuki bu ösimler yalnız zihayat mevcudatın fa- aliyeti mahsulü idi, onları bu hayvanlar» dan başkası yapamaz zannolunuyordu. Bununla beraber uzvi kimyanın bu ha rikulide muvaffakıyetine rağmen, ziha yat protoplasmanın terkibi kimyevisi te- ferrüatı itibarile henüz keşfedilememiş- g zülâli maddelerden bahseden Zihayat maddeyi, synthös vasıtasile is tihsal için bugüne kadar sarfedilmiş olan bütün emekler tamamen akamete uğra- hangi şerait da u binaenaleyh hayatı la zuhur ve inkişaf ettiğini kat'iyen bilmiyoruz. Fakat şunu henüz kendi başlangıcında olan bir ilimdir. Ancak kimyanm bu sahasım- daki tetkikatın maruz olduğu müşkülât düşünülecek olursa, tesadüf edilen mu- valfakıyetsizliklere | şaşmaktan | ziyade İde edilen neti hayran olmak icap ciler. Pek ziyade mühim olan bu neti- celer ileride yapılacak taharriler için mu- valfakıyet vaitlerile doludur. Bu netice- Harik Hayat UNYON Türkiyede bil Kaza SİGORTASINA yaptırmız. fasıla icrayı muamele etmekte olan Kumpanyasıma bir kere uğramadan sigorta yaptırmayınız. Telefon : Beyoğlu 4.4888 637 Mil yet'in edebi tefrikası : Sigortalarmızı Galâtada Unyon menşei yeryüzünde hayatın menşeini doğuş,, faraziyesi ile izah el daha uygun geliyor. Eğer böy- delerin mütenevvi synthös'leri, “ilk ve asli protoplasmalar” m zuhura | gelmiş olmaları icap eder. Ancak bunların pek az miktarı payidar olabilmiş, ve jeolojiki devirler esnasında neşvünüma bulmuş ve terekküp eylemiştir. Halihazır dün- yasında İse, en aşağı, en basit tipler ya- ni Protozoaire'ler ve en aşağı cinsinden deniz yosunları bu ilk zihayat maddeye €n çok yakın olan şeylerdir. Bundan başka, zihayat maddenin un- surlarının karbon, idrojen, oksijen, ve &- zot oldukları ve cüzüferdi vezinleri za- yıf olan bu unsurların, biribirlerile birle #erek kabili hal mürekkebat yani sayele- rinde tegaddi ve fudelâtın tarhı kolaylaş- KULAK ME bi SAF Konser Radyo makinelerinin cinslerin- den bahsediliyordu: Birisi atıldı: — Filânca markanın üç lâmba- lıları harika azizim. En aşağı elli Avrupa istasyonu alıyor. Hiç kimse inanmadı: — Kabil değil. Üç lâmbalı ma- kine, elli istasyon alamaz... Alırdı, alamazdı derken müna- kaşa büyüdü. — Sen sanki Amerikayı alabili- yor musun? —Alıyorum ya... — Geç efendim.. Amerikayı ye- di lâmbalılar zor dinliyor. Lâfı hiç karışmıyan bir arkada- gaz — Yahu.. dediler, hani sen de bir makina alacaktım? Dedi ki: — Ben acele elmiyorum. — Peki. ne bekliyorsun? Güldü: : — Bu gidişle, nasıl olsa, ahireti alacak bir makine de keşfedecek- ler! Ben iştahım ona saklıyorum. mış bulunan mürekkebat husule ge bildikleri nazarı dikkat ve itibara al cak olursa, bu basit cisimlerin tekev hayatta zihayat maddenin zararına niçin esaslı bir rol oynadıkları ve bu umsurla- rm içtima ve terkipleri vasıtasile müte- şekil cevherin nasıl beslenebildikleri ve binaenaleyh nasl büyüdükleri ve inki- şaf ettikleri anlaşılabilir. Diğer taraftan, yeryüzünde hayat, bi- lindiği üzere, yeşil mebatatın vücuduna ve kulorofiliyen fülinin vukun gelmesine mütevakkıftır.. Filhakika, bütü nhayvan- lar, Debatat zümresine harçgüzar. yalnız yeşil nebata, kulorofil karbon Hidratlarının o syatbös'in edebilmektedir. Bu mütaleadan şu »* ce hâsl olur ki hayatın kulorofil ile mü- cehhez en aşağı cinsten nebata şeklinde ilk tecelliyatını göstermiş olması iktiza eder. Güneşin enerjisi sayesinde, bu ku- binasnaleyh çevresideki gayriuzvi mad- delerden i şeyleri çekmiştir. İşte bundan sonra bütün zihayat mevcu- dat bu tohumdan, bu taneden üremiştir. Ancak hali hazırdaki bilgilerin nuru sayesinde © şeylerin böyle geçmiş olabi- leceği tasavvur edilmekle beraber câmit maddenin, hangi müsait şerait altında, zibayat maddeye döndüğünü ve bu key- fiyetin niçin yalnız bir defaya münhasır kaldığını izah etmekten ilim henüz âciz- dir. Buraya kadar serdettiğimiz faraziye- lerin ileride ne şekil alacağını şimdiden kestiremeyiz. Yalnız verdiğimiz izahat, yeryüzünde hayatın zuhurunu ihzar © den esbap, avamil ve ahvalin bizce tama- men meçhül olduğunu göstermek için Ordinarylis Mehmet Ali AYNI TEŞEKKÜR Ailemizin büyük reisi babamız Yel. kenci zade Şükrü Beyin başımızdan e - bediyen ayrılmasından mütevellit keder ve teessürlerimize gerek şifahen ve ge- rek tahriren iştirak eden ve cenaze me- rasiminde hazır bulunarak slsmleritni zin tahaffüfüne yardım eden bilcüm! zevatı kirama en derin minnet ve şük- ranlarımızın takdimine muhteret> gaze tenizin tavassutumu rica ederiz. Yelkenci ailesi namına Oğlu, Damadı Lüyi Hilmi Otomobil Hanında Kâin ve 4 'KANLISIR Mütekait kaymakam Şakir Fa- gıl Bey, silâh sesinin hâlâ kulağın- da çınlıyan akislerini dinliyor gibi idi. — Eğer yanılmıyorsam, büyük çapta br rovelver... “ Ötekilerin de dilleri çözülmüştü: — Çığlığı, iniltiyi de duydunuz, değil mi? — Biri vuruldu, galiba? — Ses, bahçe tarafındandı.. Aşağı katın sofasmda, yüksek “ökçeler tıkırdıyordu. Oda kapısı irden açılmıştı; Neşide'nin başı ündü: — Bey baba, silâh sesini duydu- nuz mu? — Duyduk, kızım! — Peki, nedir? — Biz, ne bilelim, yavrum! Genç kızın sesinde ağlıyan bir yalvarış vardı: — Ne duruyorsunuz? Merak et- miyor musunuz? — Kızım, ne telâş ediyorsun? « Köskü eşkıya basmadı ya!.. Yazan: Mahmut YESARİ Neşide, hırçınlaşmıştı: Nasıl telâşe düşmüyeyim, Sır- rı, biraz evvel sokağa çıkmıştı. Ar- tık merak etmez olur muyum? Siret Bey, bön bön bakı- — Bundan haberim yok, kızım! Hemen söze karıştım: — Evet... Eğer soracak olur: Mz, size söylemekliğimi tembih et- mişti, — Nereye gitti? — Arkadaşları bir tezkere ile çağırmışlar. — Niçin? — Onu söylemedi. Halim Siret Bey, kızına sordu: — Sana da söylemedi mi, Neşi- de? — Hayır!,. Bir arkadaşımı gö- rüp geleceğim, dedi. O kadar. Halim Siret Bey, ayağa kalka- caktı. Fakat itiyat onu, iskemlesine Maker Siz Vaşingtonu dinlerken, ben de bu dünyadan öteki dünyayı dinli- yeceğim. Meselâ, cennette mükem- mel bir konser veriliyor. nnet ehli, elele tutuşmuşlar, bir ağızdan | şarkı söylüyorlar. Oooh, gel key- | fim gel! Ben dedim ki: — Senin yerinde olsam cehen- nemi dinlerdim. Düşünsene.. Dün- yada sazr sözü yerinde ne kadar insan varsa hepsi cehennemlik! Cehennem konseri varken, cenne- tin ilâhileri dinlenir mi? M. SALAHADDIN Yİ Bugünkü program 21,30: Bedriye Rasim #angolar ve dana ANKARA : tirakile türkçe ikisi, MİLLİYET PAZAR 25 ŞUBAT 1934 ve DE 1230: Gramofon. 18: — Viyolonsel konseri (Edip B. tarafın- dan). 1840: Alatarka das 20. Ajans haberleri; PAZAR i VARŞOVA MIS m 1515: Plâk, 16: Konferani”1&20: Orkei- tra könseri, 17,80: Çocuk meşriyilti/17;303 Yük- sek ürünlerin plâklarından. 1748: Roman tf- rikam, 18: Konferans, 18,15: Köylü dans ve şen hayalarından. 19; Müsahabe: 19/40: Ope- retlerden parçalar (plâk). 20: Muhtelif sözler. 2; 2180: Ha 2328: Femina kabare: 24: Müsahabe. 2405: BUDAPEŞTEBS0 m. 18; Odeon plâkları. 16: Konferans. 1645 Pertin Sigen takımı. 1735: Konferans. 18,10: Şehir orkestrası tarafından kader, 20.20: Spor haberleri, 2055: Stldyodan operet Sehubert - Berti'nin “Dreimnedarlkans” öpe- Spor haberleri Zöğm; Haberler. aya otelinden maklen Berci Racz Sizan takımı, VİYANA, BOT m 17.582 Plâk konseri. 18,45: Wallemetein hak» kanda, 19/10: Spor, 10,30; Börrime von Münek: fin eserlerinden parçalar, 20: Halk şar 20,50: Haberler, 21,08: Avusturya isim- temali kaları, li bir skeç. 22:501 Haberler. 23,10: Josef Holzer radya orkexirası. BÜKRE 5.364 ve 1878'm. yat, 12; Senfonik plâk kon- Plâk, 17: Köylüye ve — Beybaba, neler “düşünüyor- sun? — Kızım, çocukluğu bırak. Dı- şarıda her sese alâkadar mı olaca- ğız? Zabıta memuru muyuz? Bizim ne vazifemiz? —Beybaba, ses, pek yakından geldi.. Doktor Bey, siz, bari koşu- nuz. Biri vuruldu mutlaka! Iniltiyi de duymadınız mr?” Halim Siret Bey, oyun arkadaş- larma fısıldadı: — Potu taksim ederiz. Hürrem Bey, her ne kadar size zahmetse de. Neşidenin merakmı, telâşmı gö- ren oyuncular, itiraz edemiyorlar. dı, Ben, genç kızın yanma gittim: — Yavrum, bunda lecek bir sey yok... Silâh sesi, bahçe tarafın- dan geldi.. Sırrı Bey, cadde tarafı- na çıkmıştı. » Doğrusunu söylemek lâzım ge İirse, Sırrı'nın hangi tarafa gittiği- ni görmemiştim, sırf, kendimce bir ihtimal üzerine Neşideyi temi- ne çalışıyordum: — Hem, Sırrı Beyin bahçe tara- fında ne işi var, Haydi, sen, rı çıkı, Biz, şimdi gider, anlarız. Baloya davet bir mektup aldım: isteyen birisi oldu- | Bu sabah şöyli zi iyiliğini ğum için, bu gece Tokatliyanda veri lecek maskeli baloya gelmenizi ri ediyorum. Son serbest | gecenizde bu randevuyu ihmal etmezseniz, hiç te peşiman olmazsınız. Ben de maskeli olacağım. Yalnız beni elimde tutaca- rm kırmızı beyaz kasım paptların - dan tanıyabi Mektubu okuyunca, ilk defa bir muzibin bana bir oyun etmek istedi- ğini zannettim, Müracaat ettiği usul de hareiâlem bir şeydi. Yahut ta di: | yordum, kimbilir hangi hanımefendi bedavadan şampanya içmek istiyor. Bu hanım (sonra ne biçim iyilik? o'da malüm değil) o gecenin son ser- best gecem olduğunu biliyordu. Filba karım bir hafta evvel İzmite git- Ancak ertes isabahki Ankara trenile dönecekti. Karımın #on gönder diği mektup cebimdeydi, kimseye gös termemiştim. Nasil oluyor da bana yu karıki meaip mektubu yazan kadın, bunları biliyordu. Burası tuhafrma git ti. Ortadı layamadığım bir sır var- dı. Onun için merakım da arttı. Olura, belki de şöyle bir tatir macera geçebi- en macera da olsa arkasının imkân yoktu, çünkü karım ertesi gün İzmitten gelecekti. Onun için kararımı verdim, gece ba loya gittim. Gözlerimle kırmızı beyaz kasım patlı kadını arıyorum. Çok geçmeden karşılaştım. Zarif bir maske giymişti. zaman Cazip ve taze görünüyordu. O zam bir oyun olmadığına hükmetmek lâzım Fakat kimdi bu kadın? Belki an le yanaştık. Konuşmağa Kim olduğunu bir türlü söy lu. Fakat beni gayet iyi tanı- bir zamanlar bana mu- ış ta ben hiç oralı olma- mışım, Sonra ben evlenmişim, o da evlenmiş. Fakat ben şimdi hâlâ evli bulunuyormuşum, o kocasından artık kat'i surette ayrılmış imiş. Zihnimi, hatıralarımı kurcaladım, bekârlık hayatımdaki çapkınlıklarım gözlerimin önünden geçti, nafile! Mas kesinin altında parlayan gözlerine na zaran herhalde güzel olması lâzımge- len bu kadının kim olduğunu bir tür- Tü hatırlıyamıyorum. Bir masada oturup şampanya iç - mek teklifimi reddetmedi. Çeşit çeşit tabiye sistemleri kullanıyor ve kadın dan artık iyice kaz yemiş beynimi ra- hatsız eden her şeyi öğrenmeğe çalı” sıyordum. Nihayet ne maksatla bana mektup yazıp ta baloda randevu ver- miş olduğunu sordum. Dedi ki: — Size bir sürpriz & yapmak için. Yalnız müsaade ediniz de, şu çiçek - leri yakanıza iliştireyim., İster misi - niz? — Aman efendim, çok ilti geldi. arız * buyu ti, üzerime eğildi, liştrebilmesi için âde- hakikaten yakıştı. le ö kadar müte- nasip kaçıyor ki. — Aman efendim, mahcup buyuru- yorsunuz. Aradan biraz geçmişti. Maskeli ka- dın dedi ki — Bana biraz müsaade ediniz. Si- xe sürprizimi hazırlayacağım. Derhal ayağa kalktı ve beni oldu - #um yerde bırakarak o dansedenlerin kalabalığı arasında kayboldu, Beş da kika, on dakika, bir çevrek geçti. Hâ- lâ gelmemişti. Sabırsızlanmağa başla- dım ve saatin kaç olduğunu anlamak için elimi cebime attım. Eyvah, mine- li gözel kronometre #aalim yerinde yoktu. Onun yerine dörde bükülmüş bir küçük kâğıt çıktı. Hemen kâğıdı veleske tar kuatrma dai şarkslar, 21,20: Kralın ori dan konser, 221 M serlerinden kon sarkıları (Ağız ermenik ile) 2010 Almam halk şarkıları, 19 Muhtelif, be, miş yanaklarınm rengi yerine ge- liyordu: — Teşekkür ederim, doktor Bey. Fakat bir vurulan (o oldu.. Bu, mu- hakkak... Yardımına koşun. —Şimdi çocuğum, şi merak etme.. Halim Siret Bey, yan.gözle Ali Hürrem Beyin fişleri taksim edişi- syordu: b Böl polisler, bekçiler, bir hırsız kovalıyorlardır. 'Neşidenin koluna girdim, yukarı | kata çıkan merdivenin ilk basama- ğına kadar beraber yürüdük: — Misafirlerini de telâşa düşür- me kızım. Etrafımız bağ, bahce, açıklık.. Her türlü vak'a olabilir. Genç kızın heyecanı yatışmıştı: — öyle korktum (ki. Aklıma birden ne müthiş, feci hayaller gel- di, bilseniz! Bu şece uyuyamam artık... Güldüm: — Ben, gelince, sana bir uyku | ilâcı veririm; mışıl mışıl uyursun. Sen, ——— ——— — DAVET cümle zevatı muhtereme, Matbuat ve müdirleri beylerle muhterem 26 Şubat Pazart:si gün saat teşrifleri rica olunur. Askeri tebliğler | | Usküdar Askerlik şubesi riyasetinden: | 1 — 326,327 doğumlu ve bunlarla | meleye tabi ve daba evelki doğumlular- dan şimdiye kadar le geri kalmış olan cek kısa hizmetli ve orta ehliyetnameli tabib, baytar, eczacı ve diyci sınıfların» dan gayri sınıflara ayrılmış olanlar yani piyade, suvari, topgu, ölçme,. istihkâm, muhabere, hava deniz, nekliye, otomobil, demiryol, sanayiiharbiye ve levazım s- | nıflarma mensup efendiler 1 Mart 934 | tarihinden itibaren askere gönderilecek” | lerdir. Binaenaleyh bu doğumlu ve bu ar- mıfa mensup olanlar ehliyetnameleriyle beraber 27 Şubat 934 de Üsküdar asker- lik şubesine müracaat etmeleri. hangi Derhal evinize hanım şu açtım ve okudum: dönünüz. Çünkü refikanız dakika sizi evde bekliyor. Demek ki sürprizi bu idi. *» * * Eve döndüm, bir de ne göreyim? Er tesi sabah geleceğini zannettiğim ka- ram evde değil mi Hakikaten de be - | ni bekliyor. — Ne zaman geldin? dedim, ben yarm geleceksin diye bekliyordum. Karımın üzerinde tuhaf bir hal var dı. Ben alaya boğarak işin içinden siy rılmak istiyorum, fakat o hiç ciddiye tini bozmuyordu: —— Maşallah beyefendi, bu saatlere kadar nereden teşrif böyle? dedi. Ç- kar şu saatine bak ta kaç olduğunu — Saat. şey. vallahi bilmiyorum. — Çıkar bak efendim. Aranır gibi yaptım. Sonra gaşırmış bir tavır aldım: mal Sas gitmiyen bir herif düruyordı — Sakın beyefendi, saatini sünüzdeki çiçeklerle değiş Gösterilecek olan - HARP - filmi devam “ettiği müddetçe sinemamız davetiyelerini kabul etmemek mtcbutiyejinde oldu- ğundan, umumi ve hususi bilimum davetiyelerimizi hamil bil 18,30 da bu filmi görmek üzre Artistik NAME ve film sahip Hanımsfendileri8 erkânı si refikaları sineması Müdiri: IClaude Farrörel in şaheseri ve ANNABELLA ve CHARLES BOYER'nin temsil filmi en büyük filmlerle muka- yese edilebilecek birinci sımf bir eserdir. “Harp,, filmi sine- manın bir zaferidir. Pek yakında ARTİSTİK'de En NANCY KAROL ve KARY GRANT soruyor ve anlatıyorlar: NIÇİN ÖLDÜRDÜM? MELEK Sinemasında (13675) mayasınız? — Çiçek mi? Hangi çiçek? Sahi| ıı“ gıkarmağı unutmuşum. Yoldan geçer- ken hoşuma gitti de aldım. Allah aş - LİLİAN HARVEY kma sen de ne söylüyorsun? Hiç in - san iki Kasımpatı ile güzelim krono- metresini değiştirir mi? — Beyefendi, rica ederim, yalan bulmak için beyhude Zihninizi yorma- ymız. Siz bu saatinize o kadar düşkün | mü idiniz? | — Değil mi ya, kaç senedir kullanı | yordum.. Hiç şaşmazdı © halde müsaade ederseniz sa- inizi bulayım. . rişık iş? | — Zannederim, buyurduğunuz gi - bi karışık bir iş a — Şimdi Demek ki za - âliniz de yankesici hanımın. şeriki Ben baloda bir köşede hep beğimizi tarassnt ediyordum. Kar yızdaki güzel hanımı bulunca, o ne İltifattı o. Hele saat yerine cebinizden çıkan dı okuduğunuz zaman, şam Şanyanızı içen Makbule Hanrmefen - | dinin gülmekten nasıl kırıldığını bil - miyorsunuz. R — Ay o Makbule miydi? Peki, be i ee ne diye gülünç ettiniz san- i — Evet gülünç olduğunuzu kabul ediyorum. Eğer bir daha olmak iste - mezseniz, onün kolayı var. Bir çiçek için kormıza ihanet filerine düşm: niz beyefendi. ki, sen benim malümatım olma dan nasıl baloya gidiyorsun? | — Ya zatı âliniz? ! Bir Karıma hak verdim doğrusu. a mr? SEM Zaten atılgan bir adam olmadı. ğım için, kaymakama derhal hak ve i dikk vi >> oğrü.” mız var, Rİ Fazıl Bey, askerlik tecrü- belerinden istifade ederek, gözleri- le etrafını araştıra araştıra yürü mesini biliyordu: — Bereket, mehtap var.. Karan- lık bir gece olsaydı, daha tehlike içinde sayılırdık.. Ay ışığında göl- geler, az çok teşhis olunabi kin karanlık, gözü ve kulağı alda- tır.. Hoş, burada ne tehlikesi ola- cak, meydan muharebesi olmaz ya. köşkün arka tarafındaki çiçek bahçesi, solda dıvara bitişik linion- luğun hizâsma kadardı. Ondan son ra ağaçlar o seyrekleşiyor; böcek üşmüş yanık kütükleri © sökülmüş bozuk bağ yeri, denize doğru ini- yordu, Basdığımız (toprak, kâh çukur, çukur, oyuk oyuk; kâh tüm- sek tümsekti. Önümüze, biri sağa, biri sola gi- den, kısmen otlar bürümüş iki dar Köşkün kapısından bahçeye doğ- ru çıkarken Şakir - Fazıl Bey de bana yetişmişti: — İhtiyatla ilerleyelim, doktor Bey.... Vak'anın aslını, esasını bil- miyoruz. Bir pusu | filân varda, karşılıklı bekliyorlarsa kaza kurşu- yol izi çıkmıştı. Şakir Fazıl Bey, durmuştu; sor- du: e Sağa mı gitsek, o yoksa sola mı? > Tam bu sırada da bekçi, | polis düdükleri, havayı yırtmağa başla- Artistik sinemasınd4 kemali muvaffukiyetle göste“| fırsatına nail oldukları, FINDIKÇI KIZ | Aşk mektebinde | mamındaki yeni filminde parlak muzafferiyet kazanmaktadır. İlâveten: FOX JURNAL ABONE ÜCRETLERİ! Türkiye işin e Hariç” LK. LE Gelen evrak geri verilmez.— Mi geçen nüshalar 10 kus Gazete er emyargiedri Tacnat edilir. Gazetemiz ilânların mes” Üyetini kabul etmez. X Olduğumuz yı ural kaymakam Bey... Ya polis, ya PO çi imdada geleni biri var, (OMUR bekliyelim, yanlışlığa meydan “6” miyelim. bayi Şakir Fazıl Bey, etti: pi — Gideceğimiz yeri de bilmi Bahçenin muhtelif cihetlerini. akseden ayak sesleri duyuyord”; Şakir Fazıl Bey, birdenbire dürseğ” le koluma vurdu; kısık sesle: — Balın! dedi: ide Sol taraftan, iki büklüm, ir süratle ilerliyen bir karaltı O gi mişti. O da, bizi görmüş Ol: doğrularak bağırdı: i — Davranmayın, yar leli Göylge doğrulunca, poli ki belindeki meçten: olduğu anlaşılıyordu. Ben de bağıra: — Yabancı Z Polis, tabancası elinde, jin? tik adımla yürüyordu; . Yi bizi tanıdı, nokta polisi id o gir — Geçmiş olsun, beri ww silâh sesi duydum. Cadd ç sokağa saptım.. Bir $€Y Vak'a nedir? Şikkir Bey, kollarını ai / EŞEFETEEZ £ a ESEF FA £ FA EFE FEFİSPE mt Ti EFES SEELSE SESE m ap

Bu sayıdan diğer sayfalar: