29 Mayıs 1941 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 13

29 Mayıs 1941 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ve bu düşüncelerin etrafında, ih- timâl, yeni hisler doğar ve bnnlar- la başkalarınkileri arasında öyle mu- azzam bir mesafe vardır ki bu mu- hakkak insanların arasında muh bere imkânşızlığının matlak sırrinı söylemek düşüncesidir. Bir defa, onun itirafından başka bir şey ola- madığım bir defa Rabbi, bana: — Eğer bir gün istersen, dedi, bu dünyada hakiki insan olmayı, sana yarıyacak kadar fenalık mu- hafaza et te, Allah sen melâike zannederek yanına almasın. Fakat ben hiç bir zaman Rabbi'nin çile sinin çözülmiyen sükünetini anla- tamıysacağım. Ben esasen hiç bir zaman fikir melâikelerinin bekle- diği şakayı, sıkıntı şakasını hisset- mek istememiştim. Fakat acı se- vinciyle hayatına tahakküm eden bu gırra karşı birjkıskançlık duyu- yordum. O sır ki kalbinden ben azâdeydim, o hakikat ki kimse anlıyamaz ve kimse geçemez. Fakat inganlar mütemadiyen bana : hakiketin, gihirin, etin ve harikulâdeliğin bir piçi olan Rab- bi'nin kim olduğunu goruyorlar, Çünkü onlar hiç bir şey bilmiyen- lere anlatır gibi Rabbi'den bahse- dilebilir, icat ettiğin bir hayatın, ve hayâl nisbetinde olan bir ha- yattan bahseder gibi konuşacağımı zannederler. Fakat canlı ve ilelebet mevcut olan bir şeyden, kendinde gizll kalarak tercüme edilmemesi yalnız sükünetin olarak kalması icab eden heran ve her yerde anla- dığın, en sâde ve en sabit kederin, eşkiden ne olduğun, ne olabildiğin ve ne olabileceğinden, bu kadur tesadüflerle karışan ruh ve etin bu kadar yalan, masal ve hakikatler dolu olan kendin hakkında ne göy- liyebilirsin 9 Bir gün bana şu itirafta bulu- nan Rabbi için ben ne diyebilirimt, — Ben o kadar belliyim ki âde- ta bir ölü fikirler evi ve bir şaş- kınlığım. Çünkü belli olmak zekâ- yı lüzumsuzlaştırır... Hayatın neresinden ayrılarak anlatmıya başlıyayım? Rabbi'nin hayatının ilk faslı nedir? Hangi tarafa dönsem dikkatim onun bir tikriyle karşılaşıyor. Heykel ve hu- dut olan bir fikir. Pratik bir öğüt olan bu fikir onun dünkü ve daimi fısıltısını taşıyor : -— Hayatından ve başkalarının hayatından bahsetmek hakikat ka- dar lüzumsuz olan bir şeydir... Hs- yat kendi kendinden korkar. Hiçbir hayat, henüz sonuna kadar gitme- miştir. Ölüm de hayatın kendi kendinden korkusudnr, Yalnız, dün- yanın ıssızlığında yapayalnız kalan hayat kendine her rastlayışında zaman ölmüştür. Belki mevcut Ol- maktan sarfı nazar etti, belki de karşısında korkunun lüzumsüz ol- doğunun farkına ve kendi kendine âşık olarak haricin yâni dünyanın bu yüksek eserin lüzumeöz oldu- gunun farkına vardı. Daha geç, anlıyacaksın ki hakikatin kelimesi yoktur ve ne kendinden ve ne büş- kasından bahsedemezsin. Biz tıpkı nebatlar gibiyiz ve tıpkı onlar gibi bizim hayatımızda sükünettir... Fakat, ozamanlar ben yaşadığı- mın farkında değildim. Daha hiş kimseyi kaybetmemiştim de onun için kimseyi sevmiyordum. Ve Rab- bi ölümünü gizliyecek ve bana insanlardan bahsedecek kadar di- riydi, Çünkü o zamanlar benim için dünya Rabbi'nin gekâsının dere- cesindeydi. Onun söylediklerini sonuna ka- dar yaşamadan fakat bugün bile tekrar edebilecek gibi sâkin gözle: lerini bir gün çetin bir sır olarak dinlemiştim : — Senin hayatın, yalnız senin- dir, Ve nasıl kolunu bir sakata, ayağını bir ayaksıza ve gözlerini bir köre veremezsen yine öylece idam cezast ile cezalıyan bir kaide sana kendinden bâhsetmek imkâ- nını vermez. Dinliyor musun, yal- nız doğar ve yine yalnız olarak yaşarız. Kimse bize refakat edemez, kimse bize ağlıyamaz, kimse bize tebessim etmez. Ve şeviyorsak eğer sevgimiz yalnızlığımızın şar- kısıdır. ü Sen, bana sevdiğini mi söylü- yorsun ? Fakat bunun hiç ehem- miyeti yoktur. Ben, sana sevdiğimi, eyet, bende sevdim, - söylemek iste- rim. Sana bunu itiraf ettiğime şaş- ma, çünkü hepimizi kollayan bu kederden genin de haberdar olman lâzım, bu keder ki kendimize olan fedakârlıklara rağmen etrafımıza lüzumlu olmamanın emrinden baş- ka birşey değildir. Ve ilim hâlini glan hayatından başka, insan ne kurban sunabilir? Sana şimdi söylediğim daima yalnız olmadığımızı tekrar değildir. Çünkü aramızdan her biri- nin bir yolu vardır ve bayatınin fedasile beslediğin kimselerin, hayat- larını senin ölümün için bir fırsat olarak kullanmıyacakları malüm değildir. İnesnlar biribirini sevdik- leri şeylere göre değil sevmedikleri şeylere göre tanır. Dünyada sâdece kinin yolu vardır ve bugünde ve ilelebet kuvvet veren odur. Sey- mek ise ber birimizin yalnızlık ve berrak olsn şeyidir... Rabbi'nin seşini kapının şiddetli kapanışı kesti. Arkadan, salondan seyrek ve öıklaşan ayak gesi dü- yuldu ve içeri gözleri dehgetten fırlıyan Balaban Mişighiner girdi: — Rabbi, beni öldürmek isti- yorlar... Rabbi bir çiçek kadar güzel bir tebessümü gizliyerek : — Yine mi diye sordu. Oraya, karyolanın yanına otur, Balaban. Al bir elma da oyna. Korkma, burada seni öldürecek kimse yok... Bir an Balaban Mişighiner ka- pının eşiğinde, şaşkın, başı göğati- nün üzerine sarkık, gözleri yumuk ve ayakları bitişik durdu. Ye. rinde duruyor ama sanki sallanı- yor bütün benliği de soğuktu, Ha- yaletlerin emdiği kuru aç ve ök- süz adamın vücudünde tek bir rüys besleniyordu. Bu rüyayi gözlerini büyük açarak ve bütün güneşin ışıklarını içinde toplıyarak söylü- yordu ; -— Bir elma ver... Balaban Mişighiner'in yegâne rü- yası buydu, Fakat bir elma verilin- ce o yemiyordu. Birer birer hepsini terkedilmiş bir anbar köşesine top- luyor ve burada, fareler onları ya- vaş yavaş , görünmeden yiyorlardı tâ ki Balaban'ın nazari dikkatini celbedinceye kadar. O önceden san- ki ilik defa bu iş başına geliyormuş gibi bir hâl alıyor fakat saklıyacak daha emin bir yer bulamiyordu. Onu bir sonbahar günü bir sokak köşesinde bir dizi elma şlrüklerken gördüm. Her elmanın ortasinı de- lerek bir ip geçirmiş ve aşağı an- barına doğru giderken her bahçe- si olduğunu bildiği evln önünde durarak : — Bir elma ver... — Bu kadar elma ile ne yapa. caksın, Balaban ? O bir an donmuş gibi kalıyor, sanki bir şey hatırlamak İstiyor ve sanki hiç bir şey anlamamış ayni geg ve ayni sür'atle tekrar ediyordu: — Bir elma ver... 23 — Servetifünun — 2336

Bu sayıdan diğer sayfalar: