24 Temmuz 1941 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 10

24 Temmuz 1941 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tuğrul Mektubu bu başlıkla yazmdğa koyulunca, işime garip bir vusist lezzeti yayılıyor. Zannediyorum ki gen, bir güvercin olup, aramızdaki fersahlarca mesafeyi bir anda kat ediverecek ve odamın kırık pen- ceresinden içeri süzülüverecekâin, Şunu da itiraf edeyim ki bu, be- nim buluşum değildi; bir köylü- nündür. Hikâyesini dinle; Yeknesak köy hayatından kur- tulmak için temiz kırı, güzel bir at aldığımı ve her pazar, karakol kumandanı Hakkı onbaşı ile civar köylere çıktığımızı sana yazmış tım. Bu hafta tatilinde de progra- mımızı tatbik etmek istedik. Yer- de diz boyu kar vardı. Hava ber- rak olduğu için hiç hir tehlikeyi düşünmeyerek yola çıktık. Bize üç saat ötedeki bir dağ köyüne gidecektik. Fakat, yarı yolda öyle müthiş bir tipiye tutulduk ki... Kar- lar bir yandan bir yana savrulma- Ba başladı. Arada bir deli rüzgör, önüne kar bulutlarını katarak üze- rimize hücum ediyor ve atlarımı- 21 ters yüzü döndürüyordu. Önümüzdeki iz, gâip oluverdi. Atları, rast gele sürüyorduk, Ne yapmalı idik!. Geri dönülemezdi. Gideceğimiz köy de, oldukça uzak- tı. Şaşkına dönmüştük. Böyle ha- valarda, kurtlar, gayet serbes do- laşırlar. Ya bir kurt sürüsüne tos- larsak, diye kuruntular geçiriyor. duk. Çünkü, istikamet tayin ede- cek iz yoktu. Kararlama gidiyor- duk. Sağ tarafımız da, gümüş gibi bir çay uzanıyordu. Suları taşkın- dı. Çayın öte geçesindeki dağın eteğinde, bacaları b ram bram tüten bir kaç ev görünüyordu. Bu- rası, bir çiftlik olacaktı. Onbaşı : — Oraya gitmekten başka çare yok. Diye elini boru gibi yaparak bağırdı. — Çaydan nasıl geçeveğiz? Bo- gulurxsak. — Fakat, bu şekilde gitmek daha tehlikeli, dostum. Muvafakat, vaziyet icabı, mec- buri idi. Ve at üzerinde, diz kapakları- mize kadar çıkan sudan korku ile geçtik. Ji — Servetifünun — 2345 Deliorman'ın Boğuk ve tipi müthişti. Karşiki köye bir an evvel yetişebilmek için atları, delicesine kamçılıyor- duk. Ayaklarımız donmak üzere iken köye girdik ve önümüze Ççi- kan ilk kapıyı çaldık, bizi, başın- da beyaz puşusı, alnında çil Mah- mudiye dizisi bulunan genç bir ka- dın karşıladı. Kadının gözleri yaş- lı idi. Yolumuza yatmış çift hay- vanlarını dürteliyerek sıcak gübre kokusu içinde bir kaç adım yürü- dükten sonra başka bir kapi önün- bir hikâyesi -— Başın dağ olsun, baba. Dedim. Boş gözleri ile bana baktı. Ve başını hafifçe eğdi; kısık bir sesle her ikimize birden : — Hoş geldiniz. Diye söylenirken başını. ocağa çevirdi. Hâlâ ocakla meşgul bulunan genç kadın, ihtiyarın bükük beli: ne bakarak: — Ağlayamıyor, diye konuştu; açılır ama, ağlayamıyor. Bir saai- GÜVERCİNİMDİ de durduk. içerden sesler geliyor» du. Kadın, o kapıyı da el yorda- mı ile açtı. ( Çünkü, geçtiğimiz hır karanlıktı ) içerdekiler, bizi gö- rünce ayağa davrandılar. Yalnız, ocak başında ki sırtını görebildiğimiz adam, oturduğu yerden kımıldamamıştı. Sağa sola bakmadan ocağa doğru yürüdük. Bu sırada, onbaşının sesi du- yuldu : — Ne o, haşa huzurdan, aç 6- şekler gibi düşüncelisiniz? — Gülerek ilâve etti: — Şeyhiniz mi öldü, yokss ? Bu anda, gözlerimize takılan üstü örtülü bir tabut, onun gül- meşini dudaklarında dondurdu, be- ni de ürpertti. — Bu nef Diye telaşla sordum. Altımıza minder taşıyan ev 88- hibi genç; yüzünü çevirmeden C6- vap verüi: — Şu ihtiyarın oğlu. Karşımızda, ocağa odun atan beyaz puşulı kadın, alnında ki al- tın dizisini şakırdatarak başını kaldırdı : — Yolda ölmüş. Biraz evvel getirdi. Kendi köyüne yetişeme- MİŞ. Ayakları ile el ayalarını ulula- r& açmış olan ihtiyara döndüm: — Başın sağ olsun, baba, Hiç aldırmadı. — Bağır. Yüksek söyle. Dediler, Bağıra bağıra tekrar; tır hep böyle, Ağlasa... İçerde, derin bir sessizlik baş lamıştı. Karşımızda diz üstü otu- ran köylüler susuyorlardı. Kıv- rıldığı duvar dibinde mışıl mışıl ayuyan bir adamın, derin nefesle- ri alçalıp yükseliyordu. Odada kır- ların yaz günü sessizliği vardı. Yanı başımızdaki ihtiyar, kah- veyi içtikten sonra biraz açılır gi- bi oldu. Gözleri, arada bir, biraz öteşindeki tabuta bakıyordu. — Gitti; diye inledi; güverci- nimdi; kolum kanadım kırıldı. Artık, ağlayabiliyordu. Beyaz sakalına, ıslak, gümüş gibi taneler karışıyordu. İhtiyarlar, bizim gibi hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağ- layamazlar, kızım. Gözlerinden, nohut iriliğinde taneler yuvarlanır; o kadar. Fakat, bu şimşeksiz, gü- rültüsüz sağnak, emin ol ki, senin ve benim ağlayışlarımızdan çok daha müessirdir. O, ıslak gözleri ile ululara ba- karak konuşuyordu ! — Bu güzün hastalanmıştı. Şu karşıki dağ köyünde teyzesi var, Dağ havası iyi gelir hastaya; ora- ya götürün. <İyileşiyom.> Diye haber gönderiyordu. Ve lâkin üç gün evvelisi: « Aman, bubam gel- sip; köyüme götürsün beni. Fena- yım, > Diye haber salmış. Gittim yatakta idi. Beni görünce boynu- ma sarıldı : — Köyüme gideceğim. Anamı özledim. Diye ağladı, Havalar kötü idi.

Bu sayıdan diğer sayfalar: