25 Aralık 1941 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 6

25 Aralık 1941 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Arthur Sehopenhaur'dan bir sayfa) HAYATIN NİMETLERİ | Çeviren: Cihat BURAK) Arisdote (Norab'a Nıcoruague) Hayatın nimetlerini üç sınıfa ayır- mıştır, harici nimetler ile ruhun ve vücudün nimetleri. Bu üç taksimatı muhafaza ederek insanilerin mukad- deratının üç esaslı şarta bağlı ol- duğunu söylüyorum. Bunlar : 1 — İnsanin ne olduğu: Yani en geniş manâsile mesuliyet hissi. Bundan da sihhat, kuvvet, güzellik, bünye, manevi karakter, zekâ ve onun inkişafı anlaşılmalıdır. 2 — Nesi olduğu: Yani mülk ve her nevi varlığı; 3 — Neyi ifade ettiği: Bu neyi ifade ettiği cümlesinden başkaları- nin bir şahsı ifade ediş tarzını yani onların müşahedesinde o şahsın ne- yi ifade ettiği manâsını anlamalıdır. Bu da onun hakkındaki fikirlerinde müzdemictir ki namus, mevki, ve şöhret gibi üç kısma ayrılır. Meşgul olacağımız bu birisini katagozmiye ait farklar tabiatın in- sanlar arasında vücude getirdiği cinstir ki bunlarla saadet ve felâket üzerinde tesirleri diğer iki fasılda bahsedilen insanların koyduğu ni- zamlardan husule gelen tarafların tesirinden daha esaslı ve daha de- rindirler' Tam manâsile şahsi tefevvukla- rın meselâ, büyük bir zekâ yahut âlicenab bir kalb sahibi olmanın mevki; en yüksek doğuş zenginliği vesaireye olan nisbeti hakiki kral- ların sahne krallarına olan nisbete benzer. Zaten Epicüre'in ilk talebesi Heterodore kitabının bir yanına ser levha olarak şunu koymuştu: (Ken- dimizde gelen sebepler diğer şey- lerden gelenlerden fazla saadet ya” hut felâketimiz üzerinde müessir olurlar.)| Muhakkak şahsın saadeti ve her 64 — Servetifünun — 236 türlü mevcudiyet şekli için esas kendisinde mevcut olan yahut hu» sule gelen şeylerdir. Filhakika onun huzurunun yahut huzursuzluğunun esasları buradadır. Bu şekil altın- dadır ki ancak hassasiytinin, irade ve düşüncenin neticeleri en evvel tezahür eder, bunun dışında bulu- nan şeylerin tesiri bilvasıta olur ve yine ayni hâdiseler ayni harici vak- alar her şahsı başka şekilde müte- essir ederler, ayni muhit içinde ol- makla beraber herkes ayrı bir â- lemde yaşar çünkü onu yalnız ken- di fikirleri kendi esasları ve kendi idaresinin tezahürleri alâkadar eder: Harici şeyler onun dahili vak'alarını alâkadar ettikleri müddetçe üzerin- de bir tesir husule getirirler. Her- kesin içinde yaşadığı âlem kendi- sinin o âlemi görüş tarzına göre, bu da adamına göre değişir insanın zekâsına göre manâsını yabancı yahut zengin ehemmiyetli veyahut enteresan olabilir: Meselâ başka bi- risinin hayatındaki mühim bir vak'a- yı kıskanan diğer bir şahsı ona bu vak'ayı mühim ve zengin bir şekil- de gösteren muhayyileyi kıskanma- lıdır çünkü, kafalı bir insana bu kadar mazeb görünen ayni vak'a manâsını ve dar düşünceli bir insan için her günkü adi vak'alar derece- sinde bir alâka mevzudan başka bir şey değildir. Bu hâdise Byron ve Goethe'nin esas hakiki bir vak'adan alınma şiirlerinde en güzel bir şekilde gö- rülebilir; bunları okuyan bir budala şaire böyle ehemmiyetini bir hâdi- seden bu kadar güzel ve büyük bir mevzu çıkartan kuvetli muhayyileyi kıskanacağı yerde başından bu ka- dar güzel bir macera geçen şairi kıskanır, Ayni şekilde lenfafi mizacın ehemmiyeti: demevi bir mizacın şa- yanı dikkat bir hâdise olarak müşa- hede ettiği bir vak'ada melânkolik bir mizaç bir facia sahnesi görür. Bu da her hakikatin yani “her yapılan işin, oksijenle idrojenin suda oidukları kadar birbirine geç- miş olan iki şeyden mevzu ve onu müşahede eder gibi iki yarımdan meydana gelmesidir. Ayni olan bu (objectif) yarıma tekabül eden (sub- jectif) yarım; yani şahısı iri oldukta yahut aksi vukuunda hakikat büs- bütün başka şekil arzeder; en güzel ve en iyi bir hâdise (moitie objec- tüce) zekâsız ve yabancı yer (Sub- jectiue) müşahede için güzel bir manzaranın fena bir havada yabut bozuk bir fotoğraf makinesinde gö- züktüğü gibi biçimsiz ve çirkin şe- killerde tezahür eder. Daha amiyane söylemek lâzım gelirse her insan kendi derisi için bozulmuş ve ancak bu derinin hu- dutları içinde yaşar; bunun için dı- şardan yapılacak bir müdahale ve yardım imkânı pek azdır. Sahnede kimisi prens, bir takımı nazır, diğerleri uşak asker yahut kumandan rolüne çıkarlar ve böyle devam edip gider. Fakat bu farklar yalnız dışda vardır, içte ise şahsın çekirdeğini teşkil eden bir varlık herkeste aynidir, bu bütün sefalet ve endişeleriyle bir komedyacının halini andırır, Haytda da bu böyledir, sınıf ve pare farkları herkese ayrı roller verir fakat deruni bir saadet yahut felâket farkı bu züllere tekabül et- mez; burada da her birisinin içinde ayni zavallı mevcudiyet bütün sefa- let ve endişelerile gizlidir; bunlar esas itibarile herkes için ayrı ola- bilirler fakat şekil itibarlle yani şah- sa nisbeten herkeste aşağı yukarı aynıdırlar; muhakkak ki derece fark- ları vardır. Fakat bu farklar hiç bir zaman vaziyet yahut zenginliğe; yani role tabi değildir,

Bu sayıdan diğer sayfalar: