2 Nisan 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 13

2 Nisan 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bu arada, başka bir ses duyuldu: — Cevap vermediniz, öğrenmek ve istifade etmek istiyoruz: felse- fede hangi sisteme bağlısınız? Hafız Hüseyinin, hâlâ barutu üzerindeydi. — Ben, diye kükredi; ben, her hangi bir sisteme bağlı olacak ka- dar maskara filozoflardan değilim, yarattığım sitem vardır. O sualini şöyle soracatın, sen : “Felsefede iç- tihadın nedir, üstad, Benimde cevabım şu olacaktı: Vicdan! Da- ha sert söyledi : — Vicdan!, Anladın mı, küçük: Vicdan. Bu sefer, yeni lise mezunu genç, aralıktan boynunu uzatarak : -— Anladık ama, diye çatık bir suratla söze başladi; sâdece vicdan kelimesi ile hiç birşey izah edile- mez. Vicdanın nesi? — Sen ne anlamaz saygısız he- rifmişsin be? Vicdan, işte, vicdan... Zaten izah etsem de anlamansın... Genç çocuk, biraz horozlandı: — Söylediğinizi kulağınız duy- sun, hörif değilim ben. Filozofea- nız kendinizi biliniz, Vay, senmisin çocuk, koskoca filozofa akıl öğretecek |!. Üstad, yumruklarını sıkmış, hü- cum vaziyeti takınarak ona doğru atılmak istemişti. Fakat, nedense, aniden vazgeçti. Tren gürültüsünü bastıracak bir haykırışla : — Sokratın sözünü bana ögğret- meye kalkışıyorsun ha !, Ulan, kar- şındakini tanı, ondan sonra sözünü sarfet!.. — Kee, çok oluyoraun be,“Ulan,, babana derler, senin! Diyerek delikanlı ileri atıldı. Fakat, kalabalıktan bir kaç kişi, onu kıskıvrak yakaladılar. e: — Ne yapıyon ülen. Okumuş, büyük adama el kaldırılır mı kö- ratâ !.. Diyen birkaç kişi, delikanlıyı koridorun bir köşesine sürükledi. Ve dinsiz, imansız filozof «Ha- fiz» Hüseyin, bir saattir yüzlerine karşı söylemediğini bırakmadığı muhterem «hayvan sürüdür saye- sinde, nefis bir yumruk giyafetin- den kurtulmuş oldu. * Benim gibi haftalatca tiren 86- yabatı yapanlar, gece uykusuzlu. gunun ne olduğunu çok iyi bilir- ler. Gece yolenlar için bir azap kuyusudur. Kompartımanda tek başınıza bile olsanız uyumak, im- kân haricindedir. Mazallab, acemi- ce davranarak elektriği söndürüp te uzanayım demeyin haddinden fazla yorgun düşerek uykunun din- Idhdiriciliğine vücudünüzü terket- tiğiniz andan itibaren felâket baş kaldırır. Sabaha karşı uyandığı- nızda,. aynaya bukıverirseniz ken- dinizi tanımakta güçlük çekersi- siniz. Çünkü, ne burnunuz &izin birkaç saat evvelki burnunuzdur, ne de ağzınız ağız. Tahtakuruları, yüzünüzü, yüsyuvarlak, tostopar- lak acayib bir şekle sokuvermiş- lerdir. Tecrübelerimle bunları öğren- diğim için yatmayı hatırıma bile getirmiyordum, Kompartımanda yalnızdım. Kitap okumayı düşün- düm: Böyle zamanlarda açılan kitabın da uyku ilâcından farkı yoktur; işime gelmedi. Pencerede, uzun uzun kendimi geyrettim ! Bu da, aşağı yukari kitabın gördüğü vazifeyi ifa ediyor. Derin düşün- celere dal, derken uyku... Uykusuz kalmak için birinci çare, dinsiz, imansız filezof Hafız Hüseyin ile konuğmaktaydı. Fakat, o da, kim bilir hangi komparti- man köşesine kıvrılmış kalmıştı. Bulamamak ihtimallerini düşün- düğüm halde yoia çıktım. Kompartımanlar, uyuyanlar ve uyuklıyanlarla doluydu. Artık, gün- düzkü gibi gramafon gürültüleri, akşamki oyun ve şarki patırtılari kalmamıştı. Kapısı açık kompar- tımanlardan horultular ve mışıl. tılar geliyordu, Başbaşa vererek uykuya dalan genç evlileri, kocasının dizinde kendinden geçmiş kadınları, başını kuşak çözümüne çevirerek yorgun- luk dinlendiren ihtiyarları, yere serdikler palto ve battaniyelere uzanmış muhtelif yaştan ve çeşit tipten insanlari ve nihayet salın- caklarında viyaklıyan yavrularına meme veren &ngaları seyrede ede ilerliyordum. Uykusu arasında göğsündeki tabtakurusunu (yakalamak için insiyakı hareketler yâpan sinirli parmaklar, insanda, garib hâtıra- ların uyanmalarina vesile oluyordu. Açık pen&prelerden giren ma- . zot kokulu hırçın rüzgâr, cildi kamçı gibi haşlıyordu. Tren soluya goluya küçük bir istasyonda durduğu zaman gecenin hakiki süküneti anlaşılabiliyordu, Bvvelâ bu sükütu bir kaç düdük gesi ile istasyon çanını bozuyor, arkasından raylarla tekerleklerin mitralyoz yaylımına benziyen ve bitmiyecek sanılan gürültüsü baş- lıyordu. 1 Onu, son vagonlardan : birinde, kuru tahtalar üzerine bağdaşmış bir vaziyette görünce: -——- Sizi bulmak ta bir mesele üstad ?.. “ Diye söylenerek içeri gidim. Yanında, giden üç nefer ve kar- şısinda, mahçup mahçup susan te- miz kıyafetli iki «insan» vardı. İçeri girerken ayağa kalkmak için davrandılar; oda toplandı. Ve gös- terilen yere - filezofun tam karşı- sina - yerleştim. Üstad: — Kayboluverdiniz; sizden baş- ka beni snliyan bulunmadığı işin bir hayli sıkılacağımı tahmin edi- yordum. İyiki geldiniz. Diye söylenirken ceketinin iç cebinden çıkardığı tomar tomar kâğıtları karıştırmağa, bir şeyler aramağa koyuldu. Bunla, umumi- yetle gazete parçalarıydı. Ara- larında, daktilo ile yazılmış, - ve daima cepte taşındıkları için ola- cak - yıpranmış, kenarlarından kopmağa başlamış sarı kâğıtlar vardı. n O, hem aranıyor, hem de ke- sik kesik söyleniyordu. — Benim bütün eşyam, İşte buulardır. Siz, hakiki maceramı veşikalarla da anlatmak istiyorum. Yüzünde bedbinliğinen karak- teristik çizgileri belirmişti; sesi kö lın ve gıcırtılı çıkıyordu: — Çok uğraştım; çok cabala- dım; çok çırpındım. Fakat, ken- dimi kurtaramadım. Kâğıtlar, parmakları arasın- dan dizlerine kaydı. Gözleri, göz- ierime takıldı. Bu gözler ıslaktı. — Kendimi kurtaramadım. İçini çekti : — kimse beni kurtarmak temedi... — O gazete parçalar, diye sö- zünü keştim; makalelerinizin . en ehemmiyetlileri olacak her halde, Islak gözleri, tekrar gözlerimi buldu. Şimdi bu gözler de ıwlak sa- mimiyetten bâğka hiçbir şey yoktu. — Devamı var — Ig- 239 — Servetifünun — 7380

Bu sayıdan diğer sayfalar: