19 Şubat 1935 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

19 Şubat 1935 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bir “Celiâd,, ı - ddam Ettiler ! “Cellâd,, kanunun hükmünü İspanyı ibfaz eder — bir Hai adam — olmasına bir hâdise! rağmen her mem- lekette soğuk görülür, ihtiraz uyandırır. bunu kendisi de bildiği için ismini saklar, meslekini sak- lar, gizli yaşar. Bununla beraber nihayet İnsandır, onun da kendi- sine göre dostları olacaktır, düş- rı olacaktır. Muhabbet uyan- kin ma dırması da — mümkündür, uyandırması da. , Bu satırları yazan bir İspanyol gazelesidir. Kendisine bu düşüne ceyi ilham eden hâdise İse Bar- selon Cellâdının öldürülmüş olma- sıdır. Gazelenin anlattığına göre; Ba — cellâd bir — kahveye girmiş, — kendi — halinde bir adam gibi bir masada — otu- rarak kahve içiyormuş, derken kapı açılmış, içeriye beş kişlden mürekkeb bir gurub girmiş ve bir rovelvel patlamış bir cella- dın da yere düştüğü görülmüş. Adamı köram - öldürdüğü belil değildir, yelnir son zamanlarda Aranda adını taşıyan bir anarşiste hakkındaki hükmü infaz ettiği gündenberi tehdide maruz kak dığı bilinmekte ve zabıta tahki- katını bu — moktaya — tevcih etmektedir. * Biıkıç gün evvel Parlste kıral taraftarları ile komu- nistler — arasında küçük bir dövüş oldu, polis müda- hale etti, ve hâdise “çıkmadan kapanıb gitti, Fransız gazetelerinin anlattık- larına göre dövüş — esnasında tam bir cumuriyetci olan bir gazeteci — oradan — geçiyormuş, göürültü, kalabalık, dövlüş arasın- da kıraliyetcilerden biri sanılmış, tutularak — karakola gütürülmüş, orada polisler bu zatı: — Yaşasın cümhuriyet! diya bağırmıya icbar etmişler, fakat adam kızmış, kıziaca da İnadına: — Yaşasın Kıral! diye bağır- mıştır. Tomin ettiğine göre bu te mennl ağıından İik defa olarak bone bedeli pesindir. V Geğinirmek H a aree Gelen evrak geri verilmez, Hânlardan mes'uliyot alınmaz, Cevap için mektuplara 10 kuruşluk | pul ilâvesi lâzıcadır. | alnından geçirdi, inler gibi cevab | verdi: —— — SON POSTA Tarihi Müsahabe Yılan Hikâyesi Sık Sık Kullandığımız Bu Tabirin Aslı Nedir;Bilir Misiıı_iz? * Okuyucularımızdan biri, Konyada Bay Âdil, bize gönderdiği bir mek- tubda hemen hepimizin sırası gelince kullanmakda olduğumuz birkaç mep- bur tabirin neredem doğub dilimize düşmüş olduğunu sormuşdu. Bay Âdi- THin ashını anlamak iatediği tabirlerden birl de “yılan hikâyeni, İdi. Bu musaha- bede otabirin kaynağını göstereceğir.., MT EBski, hayli eski bir günde dört beş arkadaş tandır başında top- lanmışlardı. Dereden tepeden ko- muşuyorlardı. Söz sözü açar derler. Onlar da sudan pusuya kadar geçtiler, — kendilerini — korkutan vakaları birbirine anlatmiya kor yuldular. Içlerinden biri, söx gelimi, tekin olmiyan yerlerde karşılaşılan özküne şeyleri anlattı: Bir mezar- hk önünde gece yarısı atla geçer- ken terkiye sıçirayıyeren göze görünmez bir mahlük gibil.. Onun anladışma göre bu mahlük, İlik leri titreten bir sesle homurdanır yordu, — dikenlipençeler — taşıdığı seziliyordu. Lâkin görünmiyordu. Dinliyenler sordular: — Sen ne yaptın ? — Ne yapabilirim? — okudum, üfledim fayda vermedi. Silâha davranmak istedim, elim varma: dı.Eğerin arkasına yerleşen cin de beni yavaş yavaş sarmıya başladı. Bayılmışım. At, beni obalde evime kadar getirmiş. Gözümü açtım, kendimi ahır kapısında buldum ! Bir başkası, Periler pınarın- dan besmelesiz su içerken ağzıma şark şark indirilen silleleri anlattı. Görünmez ellerin yapışlırdığı bu sert şamarlardan iki öndişi kırıl- mıştı. Onları da, sözünü isbat için arkadaşlarına göstermeyi — unut- madı. — Üçüncüsü yine bunlara benzer birşey söyledi. Sıra bütün bu bikâyeleri sararmış bir yüzle bulanık bir bakışla dinliyen arkas daşlarına gelmişti, O, Için için tit riyor gibi idi. Heyecan içinde Idi, sordular : —Senin başından hiç mi birşey ygeçmedi ? O, uyanır gibi silkindi, elini —Benim başımdan geçeti kim- l senin başından geçmedi. On yıl evvel duyduğum korku hâlâ içim- de. Siz söylerken ben kendi ba- şımdan geçeni düşünüb titriyor- dum. Hep birden alâka gösterdiler, onu söyletmeye giriştiler. — Haydi anlat. Bakalım sen neler görmüşsün? Herifceğiz, uzun bir tereddüd- den sonra anlatmıya koyuldu: — Benimki bir yılan hikâye- si. Fakat yılan deyib geçmeyin. Ejderbalar o yılanın yanında halt- etmiş. O nasil boydu, © nasıl beldi, o nasıl kuyruktu, © nasıl gördü?.. Ya dili, ya. dili?.. Aman Allahım, şimdi bile yüreğim ağ- zıma geliyor, dilim ağzımda dola- giyor, İçime baygınlıklar çöküyor. Yılan değil bir afetti, karşısında akıllar erirdi. Dinliyenlerden biri atıldı: — Büyük bir yılanmış. Anla- dik. Onu nerede gördün, naml karşılaştın, nasıl kurtuldun anlat. sana, — Hele biraz durun, yüreğim yerine gelsin, içimin — titremesi geçsin. Musibeti her hatırlayışım- da aklım başımdan gider. Kon- dimi güç toplarım. Şimdi de şa- Bir mezarlık — önünden gece ge- rısı atla geçerken terkiye srçrayıva- Fengöze görün mez bir mahlüâk gibi .. di olarak - su içmesini teklif etti. O, “iİçmem, boğazımdan geçmex,, deyerek bu teklifi geri çevirdi, #özüne devam etmeye kalkıştı: — Evet, gördüğüm yılan, pek yamandı. Ben yılan diyorum ya, siz, ajderha deyin, lenduha Cehennemden kurtulmuş kolsuz bacaksız bir zebani deyin. Çünkü ne dersehiz yakışır. Kâfirin bir uzanışı vardı, yere yıkılmış kart bir çınarı andırıyordu. Ya kıvrı- lışı?. Venedik — kalyonlarındaki demir zincirler, palamarlar o kıv-£ riliş başında iplik yumağı gibi çelimsiz kalır. Dinleyenler — sabırsızlanmaya başlamışlardı. Hep bir ağızdan bağrıyorlardı: — Canım, şu meretin boyunu, bosunu; belini, kuyruğunu bırak da sana ne yaptığını söyle. O, istifini bozmadan tuttur- tuğu traneyi sürüklüyordu. — Size «söylel» demek kolay lir. Çünkü —onu görmediniz örseydiniz. öÖmrünüzün sonuna kadar diliniz peltekleşirdi, iliğiniz bağlama teli gibi xangırdayıb dururdu. Ben yine yiğit kişi imb şim ki gördüğüm ejderhayı ha- tırlayınca bayılmıyorum, ayılmıyo- gırdım, ne söyleyeceğimi bilmez (yum, Onun boyunu, bosunu anlatma- oldum. Az sabredin de şöyle bir toplanayım. iri - yarı İstihza İle, TNZ İes z frelr| ee Te VKn Ve İ SA ya savaşıyorum. Yok olası hayvan, dille anladılır şey: değil ki. Kır- lara sığmaz, ormanlara sığışmaz bir belâ idi. Şöyle uzandı mı, Kızılırmak suyunu kapkara - ol- muş da karşında akıyor sanırdın, Hele gözleri, hele gözleri?. Dinleyenlerin tahammülü ha- kikaten tükenmişti. Herifin evl- rib çevirib yılanin uzunluğunu, kalınlığını söylemekte ısrar edişi ve onu nerede gördüğünü, gö- rTüşünden neler çıktığını söyleme- mesi hepsini sinirlendirmişti. Içle- rinden biri bu tahammülsüzlüğe tercliman olarak haykırdı ; — Hay yılan, boynuna dolan- sin. Sözü ne kadar uzattın. Ne deyeceksen bir ayak evvel söyle de dağılalım, yerli yerimize gi- delim. Herif, bu sert ihtarı çocukça m Bir Sokak Halkının -LA . Şikâyeti Valde camiinden giden ve Atatürk ( Gazi Kamâl ) caddesine açılan yol vardır; bostan — sokağıdır. Bu yazın tozdan, kışın çamurdatı san geçmiyecek bir — hal Yağmurlu zamanlarda burada gün birkaç kişinin çamurlar batıb kaldığına şahid olunm dir. Halbuki bu semt istanl en kalabalık yerlerinden - birl Bütün bu sokakda oturanlar htf şehirliler gibi ( yol parası ) Ve" dikleri halde bu sokagın buka' ihmal edilmesinin sebebini anlıy#” mıyoruz. Bu sokakdan geç! mecburiyetinde olanlardan 80 şinin imzasile bir İstida hazırla! belediyeye verilmiş, fakat hiç bif cevab alınamamıştır. Geceleri karanlık olan yıi elektrik lambası da bulunmiyat bu sokakda bele kadar çamurlarâ | saplanıb kalmak İşden değildi! ve gündelik vak'alar haline ge/ mişdir. Biz, burada oturanlaf Istanbul Belediyesinden, muntâ” zam bir parke kaldırım değil yarım metre eninde bir âdi AF navud kaldırımı. yapdırmasını V* hiç olmazsa bir elektrik lambasi koydurmasını — istiyoruz. Bu lüzimgelen yerin gözü önüne ko” yarak bu çok haklı isteğimizit yerine getirilmesine yardım etme* nizl yüzden fazla şehirli namına rica ediyorum. Üniversite diş tababeti fakilitenindet M. Baykal CTtadlr Eaki Revaudiız müddenumumisi Bay Mustafa Urala. Mektubunuzun malümat kısmi gazeteye — dercedilmiştir. Diğer kısımlarının derci muvafık değil- dir. Bu hususta içişler bakanlığına müracaatınız. muvafıktır. bir. söyleniş gibi telâkki etti. Acıyan bir bakışla arkadaşını, süzdü, sonra başını salladı : — Sen benim yerimde ol da anlat. Bu, mezarlıkta cin gör Periler pınarında sille yemiye îğ zemez ki, yılan hikâyesi bu, hikâyeyi| masal gibi anlatanın alnını karışlarım. Bir kere gözünü kapa da şöyle bir hayalle: uşun, upuzun, minarelerden' uzun, deyes lerden uzun bir boy, Sonra kalıtış çınarlardan kalın, en büyük bar rut varlilerinden kalın, her şeydefi kalın bir bel. Sonra... Dinleyenlerden birl dayana: madı, yerinden, fırladı: — Senin, dedi, dilin bu yılane dan da uzun. Fakat bizim sabrı» mız okadar kalın değil, Hole hoşca kal - Hikâyenin sonunu ömrümüz olursa başka bir gün dinleriz. Işte yılan hikâyesi budur. Sade ve çok sade bir mevzuu İçe sı" kıntı, tiktinti verecek kadar uza* tanların, sözün aslını unudub te ferröata Iözumundan çok farzlâ girenlerin gevezeliklerine — “yılan hikâyesi,, derler. Bu tabir, soğuk* « luğuna rağmen uzatılan bahisler için bilhassa kullanılır. Eğer, y lan hikâyesi tabirini hatıra geti" recek asri bir mevzu bul lazım ise .iuhı:ırl'iıkî“"m. ma- cerasını ıüoton» ; VT. tan Yenikapıyt Mustafs birçok bunlardan bw

Bu sayıdan diğer sayfalar: